Türk Solu dergisi, iki gerilla n’aşını
“devletin bölünmez bütünlüğü” önünde teşhir eden fotoğrafı kapağa taşıyor.
Bunlar, gerillanın kulaklarını kesip arkadaşlarına övünç madalyası niyetine
gönderen Türk faşizminin duygularına oynuyorlar. O duyguyu örgütlemek, ona
örgütlenmek istiyorlar. Doğrudan Hitler-Goebbels dimağından çıkmış fikirler,
bir tür iktisadî kavgayı coğrafî ve biyolojik olanla bütünleştiriyor.
Burjuvazinin bireyi, kendi mülküne ait bir toprak parçasını ve bedeni kale gibi
savunuyor. Türk’ün solu da sağı da bu kalenin muhafızlığını yapıyor.
Bunlar için en iyi Kürd ölü Kürd!
“En iyi olan”, ancak ölümle mümkün. “En iyi”ye ulaşma kavgası, öldürerek olmalı. “En iyi”, başkasının ölümüne muhtaç. En iyi, güzel ve doğru olan, ahlâkın ve hukukun bittiği momenti işaretliyor.
Zalimler, tarih
boyunca mazlumların kafasını gövdelerinden bu sebeple ayırıyorlar: mücadeleyi
gerektiren böylesi bir ahlâkın ve hukukun zeminini, geriye dönüşsüz, ortadan
kaldırmak gerekiyor.
Türk Solu dergisi, Aydınlık çizgisinin devletle
muhabbetinin bir semeresi. Perinçek bu tayfayı, “MİT ajanı” olduğu gerekçesiyle
partisinden attı. Onlar da Perinçek’in söyleyemediklerini söylemek,
yapamadıklarını yapmak için Türk faşizminin “öncü” kolu olmaya soyundular.
Perinçek içeride, onlar dışarıda tutuluyor. Aradaki gerilimi İngiliz-Amerikan çıkarları
arasındaki gerilim belirliyor.
Bu Türk Solu çevresi, Nişantaşı-Etiler civarından,
özellikle CHP’li zenginlerden, paralar topluyor. Gizliden, kimi subaylardan
eğitimler alıp üniversitelerde Kürd ve sosyalist öğrencilerin üzerlerine
saldırıyor. Bugün gene efendilerinden gelecek emirleri bekliyor.
İlerlemeciliğin Darvincilikle bağları çokça
tartışılıyor. “En iyi Türkiye” için bu tip faşist çetelerin, dünyanın çeşitli
noktalarında olduğu gibi, “vurucu güç” olarak beslendiği bilinen bir gerçek.
“En iyi” için dökülecek kanla büyümek, onların yegâne siyaseti oluyor.
En iyisi için Kürd’ün öldürülmesi lâzım! Faşistler,
toplu kıyımdan, tüm Kürd nüfusunun, meselâ Irak’a, sürülmesinden söz ediyorlar.
Çözüm için buldukları yol bu.
Tersten bir kanal da liberalizm cenahında akıyor:
liberalizm de “en iyi” için Kürd’ü politik, ideolojik ve teorik düzeylerde
katletmek derdinde. Faşist kelle avcılığına, liberal, kafanın içini boşaltmaya
soyunuyor. Her ikisi de ortadaki çatışmanın ruh ve beden bütünlüğünün çok
boyutlu olarak yaşadığı ıstıraba dair olduğunu görmüyor, görmezden geliyor,
herkesin gözüne bu hususta mil çekiyor. Ruhsuz beden, bedensiz ruh, Kürd bu
tercihe zorlanıyor.
Mesele bu anlamda, Türk Solu dergisini “Ergenekon
iddianamesi”ne sokmak da değil. Ak Parti liberalizminin de bu tip çetelere her
zaman ihtiyacı var. Fethullah polisi tek başına kifayet etmez Kürd meselesinde.
Kaldı ki Ergenekon yargılamalarını sütten çıkmış ak kaşık olarak görüp ona
tarafsızlık isnat etmek de yanlış. Devrimciliğe karşı mücadele edenleri gene
devrimcilik yargılar! Yargılamalı!
Nâzım, “en güzel deniz henüz gidilmemiş olandır”
diyor, bu ilerlemeciliğin liberalizmle kesiştiği yerleri budamak gerek.
Vatan-millet edebiyatı ile buluştuğunda faşizme nasıl da payanda olabildiğini
görmek mecburi. “Akdeniz’e uzanan kısrak” sahibine göre kişniyor. Sahibini
görmeden atı tımar etmek ve sevmek devrimcilikle örtüşmüyor. Henüz gidilmemiş
deniz, varılan denizi boşa düşürüyor. Anlamsızlaştırıyor. “En iyi ve en güzel”
için verilen kavga, mevcut olanın ölüsü üzerinde yükselebiliyor. Bu ilerlemecilik,
efendilerin zulmüne doğal olarak öykünüyor.
Yani mesele, zaten “en güzel çocuk”ta. Bu tamlamada.
En iyi hâl, statiklik, durağanlık ve atalet ise, “en
güzel çocuk” bugünde ölü çocuktur. En güzel çocuk, evdeki huzuru bozmamak için
anaokuluna, jimnastiğe, gitar kursuna ve baleye mahpus edilmeye rıza gösteren
çocuktur. En iyi Kürd de sürekli çocuk derekesinde tutulan, azarlanan, odaya
kilitlenen ve geri dönmeye mecbur olduğu evden çıkıp istenilen şeyleri yapan
“insancık”.
“En iyi Kürd” arayışı, liberalizmin ve faşizmin
duvarlarına çarpa çarpa ilerliyor. Olansa Kürd’e oluyor.
Kürd, vuruşa vuruşa yıkılıp kurulan, kurulup yıkılan
bir inşa süreci. Küçük savaşçıların büyük savaş içinde açtığı bir mevzi.
“En iyi Kürd” arayışı, o mevzii düzleyerek ya da
birbirleriyle ilişkisiz, havada asılı küçük mekânlara bölerek, ilgili savaşı
makul ve zararsız bir mecraya çekme gayretidir. Askerî stratejinin
uzanımlarıdır.
Savaş içinde “olmuş” Kürd, her şeyi savaş içre görmek,
her olup biteni savaşın taktik ve stratejisi bağlamında analiz etmek zorunda.
Savaşta kimse masum değil. “En iyi” salt masumiyete işaret ediyorsa, o
masumluğun savaş içinde teslimiyete denk düştüğünü görmek gerek.
“En iyi Kürd”, epistemik olarak, zaten ölüdür. O sırf
yaşama derdiyle, Kürd dışı bir Ak Partiliden, CHP’liden, liberalden ya da
milliyetçiden bir şeyler almak isteyecektir. Oysa Kürd, zaten yaşayan bir
şeydir. Kürd’ün en iyiye ve en iyinin ölüme meyilli yanına kanmaması gerekir.
Kürd, politikanın ve savaşın dar coğrafyasında, gövdesinde ve iktisadında
hayatiyetin yegâne adıdır. Onu öldüren, o toprakta, gövdede ve iktisadiyatta
tek başına yaşamak isteyendir. Faşizmin de ikrar ettiği üzere, bu hâkimiyetin
tek sembolü de ay-yıldızdır. Bu ay ve bu yıldız kandile sığar mı bilinmez!
“Sana söylemek istediğim en güzel söz”… Bu zihniyete
göre, zaten “söylemek istemediklerim”dir ya da “dilden çok uzak olanlardır”. En
güzel söz için dil asla kıpırdamaz. Onun vücut bulması fiilî olarak hiç
istenmediğinden, dil, böylesi bir talep ve niyet karşısında kesiktir. Esasta bu
söz, dilin kesik olduğunun ikrarı ve kabulüdür.
Diyelim, bir işyerinde patronun emriyle müdür
çalışanlardan “daha çok” çalışmalarını istiyor ve “en iyi” verimi almayı
hedefliyorsa, bu, o çalışanların, en azından bir gün öncesindeki mevcut hâlleri
itibariyle ölmelerini istediğine delalettir. Bu istek ya da emir, aynı zamanda
dışarıdaki işsizler ordusunu sopa niyetine kullanmak ve işçiyi ölesiye
çalıştırmak ya da yenisi için onu bizzat öldürüp kapı dışarı atmak demektir.
Dergi kapağına yansıyan, “devletin bölünmez bütünlüğü”
önünde lime lime edilmiş bedenler, kolektif bir kavganın çığlığıdır. Devlet,
birey’in hâkimiyet silâhıdır. Kürd, bu silâhı kırabildiği ölçüde Kürd’dür. Daha
iyi ya da “en iyi” olmasına gerek yoktur. O bilmesi gerekeni bilir, yapması
gerekeni yapar. Söz ve eylemin en iyi ve en güzel hâlini bireylikte
bulabilenler, sözü ve eylemi öldürmek derdindedirler.
Faşistin salyalı ağzındaki “en iyi Kürd ölü Kürd’dür”
lafı, liberalde sırdadır. O bu cümleyi açıktan söylemez. Kürd’ü, bireyin
liberal donu olarak, “işçi”nin, “halk”ın ya da “ezilen”in içinde öldürmek
niyetindedir o. Faşistin zahirde dile getirdiğini o batında söyler. Liberal,
utangaç faşisttir.
Efendilerin derdi, Apo’suz PKK ve PKK’siz Kürd
Milleti’dir. Bunlarsız Kürd’ün öleceğini iyi bilirler. Rüzgâr ekenler, gelen
fırtınaya da rıza göstermelidirler.
Birileri “sosyalizm” adına ortaya çıkıp,
örgütleyemedikleri, ikna edemedikleri batıdaki Kürd nüfusunu kendi lehlerine
mobilize etmek için Kürd’ü yoksul, işçi ya da ezilen kategorisine indirger ve
onu demokratlık, solculuk gibi boyalarla boyar. Bu hamle, sözkonusu fırtınanın
batıdaki etkisini kırmak içindir.
Bu hamleyi yapanlar, “işçi sınıfı ağır bir
milliyetçilik mengenesi içinde sıkışmış durumda” derler ve ama devamında da
eylem stratejisi olarak nedense Kürd mahallesine gitmek gerektiğini söylerler.
Bugün “kongre” için can atanlara sormak gerekir: “sözünü ettiğiniz
milliyetçilik, Kürd kurtuluş mücadelesinin ifa ettiği ‘milliyetçilik’ midir?”
Tasavvuf ehline ait bir söz vardır: “mütevazı olacak
kadar büyük değilsin!” Tevazu, ancak sivrilen kibrin ve gururun törpülenmesi
içindir. Mütevazı olması gereken, o kibre ve gurura sahip olandır. Fukaranın ve
mazlumun hamlesini “kibir ve gurur” derekesinde görüp onu ezmeye çalışmak,
küçük burjuva iç ajanlarının karşı saldırısıdır. Bunlar, milliyetçilikle ilgili
yüce bilgileri ile milliyetçilik-millîlik arasındaki çizgiyi silerler ve millî
olanın direnişini ezmek isterler, “burjuva ideolojisi olan milliyetçiliği
tarihe gömmek” olarak özetlenen o ilahî mücadeleleri adına. Bunların bir kolu “Taraf”
olur ve elde silâh tutan iki tarafı silâh parantezine alıp eşitlemek ister.
Kürd’ün “dışarıdan” gelecek inayete ihtiyacı yoktur.
O, açtığı her mevzii kendi ölçü ve ölçeğine göre kolektivize edecek ve
bütünleyecek iradeye sahiptir. O, “anadilde eğitim hakkı elde ettiğinizde
karnınız mı doyacak” diyen Bahçeli’ye, daha iyi ve en iyi için bir mücadele
vermediklerini günbegün haykırmaktadır. O, “daha iyi günler gelir mi” umuduyla
değil, kurtuluş derdiyle ayağa kalkmakta ve kendisini tüm
sömürülenlerin-mazlumların kolektif mevzii olarak kurmaktadır.
“En güzel günlerimiz”…
Kavgayla geçen günlerimizdir. Başkası değil!..
Eren Balkır
19 Ekim 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder