“Amerikancı İslam,
eşraf İslam’ı, pis saray mollalarının; medreselerin ve üniversitelerin şuursuz
sözde mukaddesatçılarının, zilleti kabul edenlerin, sermayenin ve
sermayedarlığın mazlumlar ve yalınayaklılar üzerindeki sultasını savunan
kişilerin İslam’ıdır.”
[Ruhullah Humeyni]
Devrim Ânı
Mısır ve Tunus intifadaları bağlamında, Türkiye
özelinde, sağda ve solda yapılan değerlendirmeler gizli bir mesajla
maluldürler. Bu mesaj, kendilerini, kendi bütünlüklerini işaretleyen, yücelten
birileri çıkar mı arayışının sonucudur. Gelişmelere ilişkin tespitler ve
yaklaşımlar böylesi bir gizli mesajı içermektedirler. Verili konumları
meşrulaştırmak için istismar edilen intifada, söylenenlerin arkasında, başka
bir şeyleri dile dökmektedir.
Yaşanan intifadanın ve kıyamın verili bütünlüklerini
parçalamalarına direnen kesimler, kendi ürettikleri etiketleri ilgili olayların
üzerine yapıştırmak niyetindedirler. Sağ, politik-yönetsel; sol, toplumsal-muhalif
olana odaklanmıştır. Sağ ve solun yatay düzlemde bu denli yarılmış,
ayrışmış olması, alt ve üst arasındaki gerilimin ne denli yoğun olduğunun
delilidir. Adına, “mazlum”, “mustazaf” ya da “sömürülen” denilsin, alttakiler,
sağ ve sol haznelere doluşmaktadırlar. Devrim ânı ise bu ideolojik tercihlerin
askıda olduğu bir momenttir. Devrim ânını defterinden, kitabından, ajandasından
ve fikriyatından silmiş olanlar, bu tasnife tavdırlar.
Devrim ânına ait yarılma, devrim öncesi ideolojik
ayrışmaların altındadır. Gizdedir. Bu gizi açığa kavuşturacak olansa, kitlelerin
kolektif isyanıdır.
İdeolojik ayrışmalar, politik tasniflere dairdir ve
politik tasnifler, mülkiyet-rekabet belirlenimindeki toplumsal-tarihsel oluşun
devrimci varlıkla, mevcudiyetle yarılmasına izin vermezler. Bu mevcudiyet,
oluşa ilişkin bir edebiyata bağlanmak istenecektir.
Politik tasnife tabi tutulmuş özneler, önsel bir mülk
sahipliği iddiası ile rekabet ederler ya da eşit düzeyde, aynı kulvarda, âdil
koşullarda yarışmak için sonsal bir mülkiyet sahipliğine meylederler. Akış,
meyil bu yöndedir.
Devrim ânı, mülkiyet ve rekabet ilişkilerinin
kırıldığı, askıya alındığı ya da ötelendiği momentlerdir. Bu ânda Tahrir, bir
komün sofrasına dönüşür, Sidi Buzeyd ise bir mevziiye.
Ama eğer burada irade ve inisiyatif orta sınıfta ise,
sofraya bir tekme vurulur, mevzi ise derhal dağıtılır. Orta sınıf,
devrimlerin Aşil topuğudur.
Eğer bir Mısırlı, Tahrir sayesinde Mısırlı olmaktan
ilk kez gurur duyduğunu söylüyorsa, bu, dünya pazarında Mısır’ın kötü imajına
dönük bir itirazın cümlesi de olabilir. Bu noktada, fakir gencin uzaktan
sevdiği kızı son model arabası ile tavlayan zengin çocuğu bir örnek model
olacaktır.
Efendiler, kırk sekizde İsrail’i bir üs olarak biraz
da bu amaçla yerleştirmiştir bölgenin ortasına. Sovyetler, kendi bağrından
çıkan solcu Yahudilerin iradesine güvenip Amerikan karşıtı bir mevzi ummuş, bu
arzusu kısa sürede kursağında kalmıştır. Ol Yahudiler fazlasıyla Avrupaîdirler
zira.
Bugün İsrail yerine Türkiye sahneye sürülmektedir.
Tayyibî ülke, Müslüman coğrafyanın tasfiye olması ve zillete düşmesi için
seçilmiştir. Ama gene de Mısır gençliği arasında yapılmış ve Türkiye ile ilgili
övgülerle dolu anketlere pek güvenmemek gerekir. Bunlar, alttaki devrimin
sancılı yürüyüşünü ezmek için yapılan müdahalelerdir. Bugün Mısır devrimse,
Türkiye karşı-devrimdir.
Hak ve Şirk
Mağrip (batı) ve Maşrık (doğu), hak olanla şirk olanın
ayrışmasına tanık olmaktadır. Kâbe üzerindeki altın suyuna batırılmış
ipliklerle örülü örtüyü hac sonrası aralarında pay eden kralların altından
toprak kaymaktadır. Bu, Muhammedî bir kıyamdır.
Mağrip ve Maşrık, hakikî olanın şirke gömülmüş olana
başkaldırısıdır. Paranın pulun, malın mülkün saltanatı Ebuzerî isyanın
darbeleri ile sarsılmaktadır.
Devrim ânı, bu ayrımla anlaşılmalıdır. Bu ayrım
çıplaktır. Yalınayaktır. Her türden kılıflama çabasından uzaktır.
İster sol ister sağ ideolojiye ait kavramlar dünyasına
oturtulmaya çalışılsın, Mısır ve Tunus’ta olanlar, alttakilerin kolektif
çığlığı olarak dinlenmelidirler. Solun ve sağın kendi tercihlerine kapatılmaya
çalışılan gerçeklik inatçıdır ve bu inat hayırlıdır. Soldaki, kemalist
aydınlanmadan miras, Arap ve İslam olana iğrenerek bakan gözler, isyan
ateşinden kör olmuşlardır. Sağdaki, kemalist modernizmden miras, devrime ve
devrimci olana tiksinerek bakan kafalar, yalın ayaklar altında ezilmişlerdir.
Devrim ânı, “emniyet”, “huzur” ve “istikrar”
sözcüklerini hiç sevmez. Şirk nizamının emniyeti, huzurlu gidişatı ve
istikrarlı varoluşu, devrimin şiddetine çarpıp dağılır. Mesele, bu anlamda
despotların, diktatörlerin özel polis teşkilâtlarına sırtlarını yaslayıp
yaslamamaları değildir. Mesele, halkların o ân itibariyle, bu emin ve güvenli
hâle son vermeleri, huzuru bozmaları ve istikrarı tarumar etmeleridir. Polis
güçlerinin tasfiyesi bir işaret, devrimin âyetidir.
Kâğıt üstündeki hak ve şirk ayrımı, o kâğıdın
yırtılması suretiyle, verili gerçekte kendisini ele verir. Hak mücadelesi had
mücadelesini içerir. Devrim, tarihte ve toplumda açık bir sınır çekmektir.
Ebuzerî isyan, paranın pulun, malın mülkün “Allah”ına
“lâ” demektir. Paranın ve metanın sahipliği ile hakikat arasına aklî-vicdanî
bir sınır çekmektir. Mağrib’in ve Maşrık’ın tüm damarlarında bu isyanın kanı
akmaktadır. Paraya ve mülke başkaldıran bu kan, çöle artık yedirmiştir
kendisini. Geri dönüşü yoktur. Devrim, piramitlerin gölgesinde gömülü kölelerin
intikamıdır zira.
Tunus ve Mısır’da, başka yerlerde, hak mücadelesi,
efendilerin hukukunda pay kapmak için verilmemektedir. Daha doğrusu, sadece bu
türden bir mücadeleyi verenlerin gösterildiği bir illüzyon sahnesinin
gerisinde, o hukuku imha etme imkânları taşıyan yürüyüşün adımlarını izlemek
gerekir.
Ayrışma-Birleşme
Bölünmemiş bütünlük tuzaktır, bütünleşmemiş ayrışma
haindir.
Bu anlamda, Arap coğrafyasındaki diktatörlerin
kellelerinin çöl kumuna düşmemiş olması, mazlum-sömürülen Müslüman Arap
emekçilerin yakın bir zamanda düşecekleri tuzağı işaretler.
Aynı şekilde, coğrafyada, kıyamın uç verdiği noktalar,
eylemli bir bütünlüğe doğru evrilmiyorsa, her bir parça harekete en kısa
zamanda ihanet edecektir.
Akıbet budur. Dost-düşman, mazlumların kanı yanında
efendilerin kanının aktığını görmeli, saflar buna göre netleşmelidir,
birilerinin kafasındaki solculuk ve sağcılık ölçütlerine göre değil. Bu
olmuyorsa, Mübarek ve Bin Ali Amerikan gölgesine sığınıyorsa, kara gölgeleri
ülke üzerinde duruyorsa, kazanılan bir şey yoktur. Bu tuzak, eylem ânında
görülmeli, eylem ânında önlenmelidir. Şimdi Tahrir’in hayatın tüm noktalarına
uzanan kılcal damarlarda, kan misali, ilerlemesi vaktidir.
Mısır ve Tunus, eskiden İngiliz ve Fransız, şimdilerde
Amerikan hâkimiyetinin bölgesel üsleridir. Buralarda tesis edilmiş bulunan
devlet teşkilâtının halk ayaklanması içinde zemin bulması en önemli tehlikedir.
Bölge planları açısından bu zemin, çift yönlü olarak,
maalesef İslamîdir. Yani birçok örnekte görüldüğü üzere, efendiler, çözmek
istediği güçten belli bir payı kendisine tahsis etmekte, çözme ve teslimiyet
işlemini o paya yaptırmaktadırlar. En güvenli yol, kestaneleri, ocaktan elini
yakmadan almaktır.
Misal, Türkiye örneği üzerinden, halkçı kimi
dinamikler ya da mevziler tasfiye edilmek istenmişse CHP ve türevleri, millî
olan çözülmek istenmişse MHP ve benzerleri, İslamî olan teslim alınmak
istenmişse Millî Görüş ve mahsulleri devreye sokulduğu düşünülürse,
genişletilmiş Ortadoğu planı için tüm sınıfî, millî ve dinî dinamiklerin kendi
hainlerini efendilerin sarayına uşak olarak yollamış oldukları tespit
edilmelidir.
Mücadele sınıf, millet ve din özelinde uç veriyorsa,
mücadelenin ezilmesi için sınıfî, millî ve dinî araçlar elbette üretilecektir.
Mücadelenin seyri, bu dinamikler içinde belli bir ayrışmayı da koşulluyor
olmalıdır. Konuşlanılması gereken yer burasıdır: liberalizm ve muhafazakârlık
arasında tercihe zorlanmış kitlelerin devrimin zorunluluğunu idrak edecekleri
yer, mücadelenin bizatihi kendisidir. Bu idrak, tampon bölgelerin iğvasından
kurtulmalıdır.
Ellilerden sonra devletin sosyalizm hakikatinden zarar
görmemesi için gerekli tampon bölge, genelde bir tür İslam, özelde Müslüman
Kardeşler’dir. İhvan, devletin siyah bir irin misali halk içine akmasını
sağlayan kanaldır. İslam, bu noktada devlettir. İslam’ın özgürleşmesi ideolojik
planda devletin serbestleşmesi olarak çınlamıştır. Seyyid Kutub, kendinden
menkul bir İslam’ın zayıf imgesi olarak istismar edilmezden önce, tam da bu
İslamî hareketin tanık olduğu bir iç devrimdir. Yola döşediği işaretler, yanılgılara
ve efendilerin oyununa dairdir günümüzde. “Savaşmadan iktidar olunamadığı gibi
silâhsız da özgürlük korunamaz” diyen Hasan Benna, basit bir köy müftüsüdür
artık.
Dışarıdan bakıldığında, harç tabakasının duvardaki
tuğlaları ayırdığı düşünülebilir ama bu yanılsama, harcın maddî özelliğini ve
bu maddiyatla tuğlaları birleştirdiği hakikatini örtmez. Müslüman Kardeşler,
sosyalizmin şiddetinden devleti muhafaza etmenin gerekli olduğu dönemin
ayıracı, harcıdır. Sosyalizmin üst düzeyde, halktan, onun gerçeğinden uzak bir
yücelikte teşkil edilmesi, “İslamî sosyalizm” kurgusunu koşullamıştır. Burada
öne çıkartılan ortak ölçü bireydir ve birey, kapitalizmin devleti,
batılı sosyalizmin demokrasisidir. Birey ölçüsüne vurulmuş İslamî sosyalizm,
birey olamayan ve asla olamayacak mustazafın, ümmetin ve proletaryanın
dışındadır.
Bu anlamda zaman, artık yüceliğin payandalarını
çökertme, eski sultanların, kralların özel ellere açık kütüphanelerini halka
açma zamanıdır. Bu dönemde, bir devlet ideolojisi olarak sosyalizmle gene bir
devlet ideolojisi olarak İslam’ın “dostlar alışverişte görsün” anlayışına
dayalı muhabbetine itiraz edilmelidir. “Halk anlamaz” diyerek muhafaza edilen
amel ve fikriyat, halkın o ameli ve fikriyatı hiç mi hiç anlamamasına hizmet
eder sadece. Amacı da zaten budur.
Mısır’daki kıyamın şiddetinin ilk ânda Müslüman
Kardeşler’i ürkütmesinin sebebi, buradadır. O da en az Mübarek kadar, devletlû
payandalarının sarsıldığını görmüştür. Kolektif örgütlü irade Müslüman
Kardeşler’de ise eğer, halk ve devlet ayrımı somutlaşmamış demektir. Müslüman
Kardeşler, Türkiye tarihindeki DP-ANAP-Ak Parti çizgisinin oynadığı rolü
oynamıştır. Ayrım gene de Müslüman Kardeşler içinden gerçekleşecektir.
Kıyamın uç verdiği noktalar eylemli bir bütünlüğe
evrilecekse bu, Gazze’de ve Bağdat’ta duvarları çatlatan çığlıkla buluşmakla
mümkündür. Müesses nizamın rol dağıttığı kimi öznelerin devrimci bir kopuşu
gerçekleştirmedikleri sürece bu vuslat mümkün değildir. İsrail’in “Süveyş
Kanalı’ndan İran savaş gemileri geçecek” yaygarası koparması, Mısır içinde kimi
kesimleri korkuya kul etmek amaçlıdır. Korku, korku nesnesine bağlılıkla
ilgilidir. İsrail’in bağlı olduğu kurguya “onurlu” bir özne olarak duhul etmek,
zaten korkunun iyice içselleşmesi anlamına gelecektir. Eskiden sadece Mübarek
korkuyordu, şimdi tüm halk kesimleri bu korkuya bağlanacaktır. Devrim ânının
negatif yönü burasıdır.
Hakî Söz
AK Partililer ve onun yandaşları, partinin
teorik-ideolojik-politik mevcudiyetinin bir neden olduğu konusunda bizi
kandırma derdindedirler. Oysa bu parti, belli ilişkilerin sonucudur ve bütünsel
bir hesabın parçasıdır. Tunus ve Mısır’da ayağa kalkan halklar, aynı ölçüde,
Tayyip’in de kellesini istemektedirler esasta. Böyle bakılmalıdır. “Model parti
ve model ülke” teranelerinin, seçimlere uzanan süreçte, iç siyaset mezesi
olmaktan başka bir kıymeti yoktur. Bu görülmelidir.
Yeni devlet, yeni bölge ve yeni nizam için Tayyip
timsaldir. O, geçmişin temizlenmesine ve aklanmasına dair bir imgedir. İlgili
geçişin yaşandığı eşikte Tayyip, tüm geçmişin düzlenmesi, mermerleşmesi,
geleceğin ise tuz buz olmasıdır. Devrimle kaim olan Ortadoğu halkları,
özgürleştirdikleri geçmişlerini gelecek olarak bütünlemek derdindeler oysa.
Tayyip gibiler bu iradenin düşmanıdırlar. Namaz kıldığı, oruç tuttuğu için
“bizdendir” denilen bu politik figürün namazın ve orucun ardındaki hakikati
örttüğü görülmemektedir. O perdenin, Mağrip ve Maşrık’ta yırtılan korku perdesi
gibi, yırtılması zorunludur. Hakikati örten perde, halkın korkuları sayesinde
mevcuttur.
AK Parti ile devrimci İslam arasında tampon bölge olma
derdindeki Haksöz’ün telâşa kapılmasının, İslamcılık yapıp kendisini
kurtarmaya çalışmasının anlamı yoktur bu noktada. Devrim varken, şapka
inkılâpları ile milleti düzleyen despota karşı durduğunu zannedenler, yeni
despotun dalkavukluğunu yapmakta, bölgede “devrimin yanlış, inkılâpların doğru”
olduğunu telkin etmektedirler. Mustazafların, mezarlık evlerinde yaşayanların
sesini, soluğunu Tahrir’de duymayanlar, Tayyip’in hatipliğine kul olmuş
durumdadırlar. Onlar, sadece orta sınıfın şımarık mızırdanmalarını
duyabilmektedirler.
Meta ve para ilişkilerinde orta sınıf bir konumda
olanların siyasî temsiliyetine soyunanları (Müslüman Kardeşler) önemsemek
gerektiği söylenmekte, malsız mülksüz, parasız pulsuz yığınların öfkesi
boğulmak istenmektedir. Türkiye özelinde onlar, AK Parti’nin sınırları dışına
taşan devrimci İslam’ı rehabilite ve terbiye etmenin “hak”ça söylenmiş sözü
olmaktadırlar. Bu açıdan Haksöz “haki söz”dür artık. İslam yeşili değil,
askerî yeşil! Kimin askeri oldukları ise açıktır.[1]
Janus: Türkiye ve İsrail
Roma mitolojisinin en önemli tanrılarından birisidir
Janus. Eşik tanrısıdır. Hem şehrin hem de evin kapısından içeri ve dışarı bakan
bir çift yüzdür. Esasta o, insan hayatına, tarihsel çağlara ve iktisadî
teşebbüslere ilişkin, somut ve soyut, her türden yeni başlangıcın efendisidir.
Janus, bir koşuldan bir başkasına, geçmişten geleceğe geçişin temsilidir. Ocak
(January) ayına ismini veren bu tanrı, aynı zamanda barbarlıkla
medeniyetin, kırsalla şehirlinin ve gençlikle yaşlılığın arasındaki ara yüzeye
dair bir imgedir. Her şeyi kendisinin başlatıp kendisinin bitireceğini zanneden
müstekbirin teolojisidir o.
Bölge için küresel efendilerin Janus’u, İsrail ve
Türkiye’dir. İki ülke, benzer dinamiklere ve koşullara tabidir. İç içe geçmiş
bir tarihe sahiptir. Siyam ikizi gibi yapışıktır. İki ülkeyi dikine kesen hat,
batılı efendilerin serbestiyet bölgesidir. Planlar, bu bölgenin salahiyeti
uyarınca hazırlanmaktadır.
“Seksenlerde
Türkî cumhuriyetler ve Turan masalı milliyetçileri, doksanlarda Avrupa Birliği
solcuları liberalleştirmiş, şimdilerde neo-Osmanlıcılık ya da Hizbul Tahrir
örneğinde, tarihteki tüm ‘Müslüman’ devletlerin coğrafî haritası aynı şekilde
Müslümanları liberalleştirecektir. Mesele, birileri için ülkedeki egemen
unsurların önünü açmak, dikkatleri başka yöne çekmek, birilerinin mücadelesini
minder dışına atmaktır. Devlet emperyal kapitalizmin kulu oldukça, ona uygun
bir millet de kurgulanmak zorundadır.”[2]
Özal üzerinden öne çıkan Sovyetler bakiyesi, “Türkî”
cumhuriyetler masalı, Tayyip eliyle “Ortadoğu” masalına dönüşmüştür. İlkinde
milliyetçiler erimiş, ikincisinde Müslümanlar çözülecektir. Türkî coğrafya,
İsrail’e, Ortadoğu ise Türkiye’ye açılmıştır. Rol paylaşımı bu şekildedir.
İlkine itiraz edecek bir Türk, ikincisine karşı çıkacak bir Müslüman
kalmamıştır artık. Bu çözülme ve erime, sınıfî olanı da vurmaktadır.
Mücadelenin uç verdiği üç zemin, sınıf, millet ve din, bir tür devlet
kurgusundan, bir tür demokrasi kurgusuna doğru kapatılmaktadır. Devlet klikleri
arasındaki sürtüşmede ve her seçimde aradaki Janus’a adaklar adanmaktadır.
Soğuk Savaş Tezkiyesi
Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nden kasıt, Kuzey
Afrika’nın da plana dâhil edilmesidir. Burada kilit nokta, her zamanki gibi
Mısır’dır. Ellilerden itibaren ülke tepeden inme bir tür devletlû sosyalizmini
tecrübe etmiştir. Bu, esas olarak Sovyetler’le ABD arasındaki pazarlığın bir
ürünüdür. Mübarek’in düşmesi, bu pazarlığın geçersizleşmesini ifade eder.
Yakınlarda ifşa olan Sovyet belgelerine göre, Mısır
ile ilgili tartışmalarda devletçi sosyalizme meyil veren kesimler, seksenlerde
ABD’ye teslim olan kadrolardır. Sosyalizmin alta, halka nüfuz etmesi yönündeki
gayretler, bir tür sınıflandırma ile, askıya alınmış, bu boşluğa Müslüman
Kardeşler dolmuştur. İdeolojik bir dolgu malzemesi olarak iş gören İhvan, bugün
yeni dönemin belirgin bir aktörü olarak, yeniden benzer bir niteliğe
bürünmektedir. Halkın devletle arasındaki gerilimin yumuşatılması görevi yerini,
küresel sermayenin ülke ile ileride açıktan yaşayacağı gerilimleri yumuşatma
görevine bırakmış görünmektedir. Tezkiye, bunun için gereklidir.
Bugün İslamcı basında kimi kalemler, bu devrimin aynı
zamanda geçmişte İslamî hareketin solla kurduğu temasın kesilmesi gibi hayırlı
bir sonucu olacağını söylemektedirler. Soğuk Savaş’ın buzu çözülmekte, diri ama
donmuş olan ilişkiler, eklemler, açıktan kesilmek istenmektedir. İslam’ın
ideolojik planda özgürleşeceği günleri özlemle bekleyen kesimler, bu
özgürleştirmenin ABD eliyle gerçekleşmesine ses çıkarmamaktadırlar. “Özgür
İslam”ın para ve metanın kulu olacağı, bu vaizler eliyle gizlenmektedir.
“Özgür İslam”, çeşitli rekabet ve mülkiyet ilişkileri
sonucu özelde marksizm, genelde sol ile kurulan ilişkilerin kesilmesinden
memnundur. Ama bu, marksizmin ve solun sömürü ve zulme karşı mücadeleden elini
eteğini çekmiş olması ölçüsünde anlamlıdır. Zira İslam da politik ve ideolojik
niteliğini tarih boyu bu mücadele bağlamında teşkil etmiştir. Giderek
liberalleşen marksistlerden ve soldan uzaklaşmak hayırlı ise de bu
uzaklaşmanın, belli bir bölüğün kopartılıp devrimcileştirilmesi ile kıymet
kazanacağı kesindir. Düşmanın hamlesi cevapsız bırakılmamalıdır.
Tarih olarak daralan zamana hüküm koymak, bu amaçla,
tarihi düzlemek, liberalizmin aslî ajandasıdır. Soğuk Savaş denilen kesitin tüm
haritası tabiî ki parçalanmalı ama bu, alttakilerin mücadelesinde temin ettiği
mevzilerin de düzlenmesi pahasına gerçekleşmemelidir. Kör nihilizm, cingöz
liberalizme hizmet edecektir.
Ancak gene de tarihin zamana doğru açılması,
düzlenmesi, tüm pürüzlerin giderilmesi ve zamana hüküm koymak tam anlamıyla
hiçbir vakit mümkün değildir. Bu, sadece kapitalizmin kendiliğinden bir
“temenni”sidir. Bu “temenni”, liberallerde dillenir.
Bölgenin küresel piyasalara açılması için kilit,
Mısır’dır. Buradaki tarihsel ölçekse, Osmanlı’dır. İsyanların ve devrimlerin
gerçekleştiği noktalar, Osmanlı sınırları, uç boylarıdır. Efendiler, yeni
nizam-ı âlemi eskisine öykünerek inşa etmektedirler. Mısır, kendi
cumhuriyetini, M. Kemal’ini, biraz DP’sini bulacağı güne açılmıştır artık.
Geçmişten geleceğe, süreklilik arz eden iktidar ilişkileri yeni güne
uyarlanmaktadır. Artık gün, bir eli yağda bir eli balda, bir ayağı Londra’da
bir ayağı Dubai’de olan yeni yetme şeyhlerin günüdür. Artık harem, kokainli
grup seks partileri; divan-ı hümayun, ihalelerin kotarıldığı bir kumpanyadır.
Artık bu Osmanlı, İsmet Özel’in tabiriyle, “Müslüman
olmakla Türk olmuş” kavimlerin inşa ettiği devlet değil, emperyalist bir
projenin altında uzanan bir haritadan ibarettir.
Mağrip ve Maşrık’ta cereyan eden kıyam, ilgili
haritanın da yırtılmasına yazgılı olmalıdır. Bölgenin ortasına yerleştirilmiş
Janus heykeli, ayaklar altına alınmalıdır.
Eren Balkır
18 Şubat 2011
Dipnotlar:
[1] Bahadır Kurbanoğlu, “İntifada Ne ‘Ekmek İsyanı’ Ne De Liberal Demokrasi
Talebidir”, 6 Şubat 2011, Haksöz.
[2] “İslam ve Sol”, 23 Ekim 2009, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder