Irak’ta İslam’ın Sünni ve Şii kollarına ayrışmış
olması, siyaset ve toplum dâhilinde hayatî bir rol oynar ve özellikle bu ayrım,
sola yönelik alınan tavırlarda etkin bir konuma sahiptir.
Sünni İslam, Osmanlı döneminden beri devletin ve
devlet kurumlarının resmî dinidir. Ana akım Sünnilik, Sünni yöneticilerin
hâkimiyetindeki başarılı rejimlerin sadık birer takipçisidir.
Muhalif Sünni İslam, özelde Müslüman Kardeşler, ülkede
hayli zayıftır ve esas olarak Musul bölgesinde mevcuttur. On dokuzuncu yüzyıl
sonunda Cemaleddin Afgani ve Mısır’da Muhammed Abduh ile birlikte zuhur eden
reformist İslam, aydınlar arasında belli bir etkiye sahipse de, genel anlamda
marjinal bir eğilim olarak kalmıştır.
Hükümet dışı tutulan Şii İslam’ı özerkliğin tüm
imkânlarından faydalanmayı bilmiştir. Kutsal şehirler Necef ve Kerbela, ayrıca
Bağdat’ın kenar mahallesi olan Kadhem, müçtehidler ve saygın ailelerden oluşan
bir ağ tarafından idare edilmiştir. Eleştirinin ve muhalefetin kaynağı olarak
bu kesim, Osmanlı döneminden yirminci yüzyıla geçişte Irak siyasetinde önemli
bir rol oynamıştır. Muhalefetin halkçı ifadeleri, gösteriler ve isyanlar bu
bölgelerden başlamışlardır. Şii din kurumu aynı zamanda güneyin kabile liderleri
ile yakın ilişkiler kurmuş, kimi vakit bu kabilelerin (özellikle otuzlarda)
gerçekleştirdikleri ayaklanmalara iştirak etmiştir. Bir tür cemaat ve kurumsal
yapı olarak Şiilik, yirminci yüzyıl süresince, Irak siyasetinde hayatî önemi
haiz bir motor güçtür.
Sol
Irak solundan kasıt esas olarak Irak Komünist
Partisi’dir. Zirvede olduğu kırklı ve yetmişli yıllar arasında bu parti
komünalizmden ziyade, belli bir tür ideoloji zemininde durarak, dine dayalı
siyasete özgü himaye anlayışı üzerinden, Irak toplumunun farklı katmanlarına
nüfuz edebilmiştir. Ayrıca soldan sayılan diğer bir örgüt olarak Ahali Grubu
zamanla Millî Demokratik Parti’ye evrilmiş, Kamil Çadırcı gibi aristokrat
isimlerin liderliğindeki modern burjuvazinin ve liberal asillerin partisi
hâline gelmiştir.
IKP 1933’te kurulur, büyük ölçüde ülkenin güneyindeki
Basra ve Nasıriye gibi Şii merkezlerindeki solcu faaliyetin farklı akımlarını
biraraya getirir. Partinin kuruluşu öncesi bölgede solcu/bolşevik oluşumlar
faaldir, Bağdat’ta ise İran’daki Sovyet kadrolarının itkisi ile Basra üzerinden
belli bir çalışmanın yapıldığı bilinmektedir.[1] Sözkonusu bölgelerde dinle
ilgili genel değerlendirmelerde kimi çelişkiler mevcuttur. Yirmilerde ve
otuzlarda, Hüseyin Rahhal gibi isimlerin etrafında toplaşmış olan Iraklı marksist
çevreler militan düzeyde din karşıtıdırlar ve dini “kitlelerin afyonu” olarak
görmektedirler.[2] Diğer yandan Sovyetler ise Ortadoğulu ve Hindistanlı
Müslümanların sömürgecilerin tabileri olarak zalimlere karşı kendi dinî
kimlikleri adına ayağa kalkmaya çağırmaktadır. İran’daki Sovyet ajanları Kum’da
ve Irak’taki kutsal şehirlerde “Ulema Birliği” kurmaya çalışırlar ama bu çaba
başarısızlıkla sonuçlanır. Muhammed Sadr ve Muhammed Halisi gibi önde gelen
müçtehidlerin oğulları bolşevizmin etkisi altına girerler. Buradaki ideolojik
ilgi, esas olarak, bolşevizmi Britanya emperyalizmine karşı mücadelede bir
yardım kanalı olarak görmenin ötesine geçmez.[3] Nihayetinde müçtehidler, bu
türden bir karışma ihtimalinden kendilerini ısrarla uzakta tutarlar.
Giderek olgunlaşan IKP, sonraları dinle uğraşmaktan
vazgeçip, onu görmezden gelme siyaseti güder. Kifahu’ş Şab isimli parti
gazetesinde 1935’te yayımlanmış bir bildiride, partililerin halkla din konusunu
tartışmamaları istenir, zira “halk bu türden bir meselenin açıktan tartışılması
için gerekli bakış açısından yoksundur.”[4] İlerleyen süreçte bu, IKP
siyasetinin ana eksenini teşkil eder.
Fiiliyatta Şii bölgelerinden destek gören komünistler,
faaliyetlerini ve kitleleri harekete geçirme planlarını Şii törenleri,
özellikle Şehid Hüseyin için yas tutulan Aşura ve Arbain gibi kimi ayinlerle
ilişkilendirirler.[5] İran’daki İslamî devrimcilerden komünistlere kadar birçok
radikal hareket, kendi davalarını Hüseyin’in şehadeti ile tanımlama gayreti
içinde olmuşlardır.[6]
Sola Yönelik İslamî Cevap
Ekseriyetle sadık bir cemaat olan Sünni İslam,
komünizmi ve solu şeriata zıt iktisadî programlara sahip birer Allah’sız bidat
olarak görüp reddetmişlerdir. Irak’ta pek taban bulamamış iki muhalif Sünni
politik örgüt olarak Müslüman Kardeşler ve Hizbu’t Tahrir solu esas rakipleri
ve hasımları olarak görmüşlerdir. Şii ulema ve otoriteler aynı ölçüde komünizme
düşmandırlar. Oysa komünizm, görece daha yakın bir ilişki kurup farklı
düzeylerde Şii gerçekliğine daha fazla karışmıştır. Şii şehirleri ve bölgeleri,
aynı zamanda Bağdat ve civar mahalleler, özellikle partinin görece daha faal
olduğu ellili ve altmışlı yıllarda, IKP’ye ciddî destek sunmuşlardır.
Komünistler halk mücadelelerini içeriklendirirlerken, şehadetle ilişkili kimi
Şii sembollerine ve törenlerine başvurmuşlar, Şii azizlerini öne
çıkartmışlardır. Bekir Sadr gibi kimi Şii din adamları modern iktisat ve
felsefe çalışmalarına yönelmişler, bu isimler komünistlerin söylemine rakip
kimi söylemler geliştirmişler, bir yandan da marksist teoriye ait kimi temaları
İslamî lügate dâhil etmişlerdir. Aynı ölçüde modern politik Şii partileri,
özellikle Dava, komünist örgütlenme ve kitleselleşme modellerini
benimsemişlerdir. Şimdi bu sürecin niteliksel yönlerini ayrıntısı ile ele
alalım.
Komünistlerin Kitle Tabanı Olarak Şii Bölgeleri
IKP tarihinin önemli bir bölümünde Şiiler ve Kürdler
parti içinde önemli nüfusa sahip olmuşlardır. Toplumun görece üst
kademelerindeki ağırlığı partiye yansıtılmış olan Sünni kesim liderlik
düzeyinde belli bir denge konumundadır.[7] Bu konuda birbirinden farklı
açıklamalar yapılmaktadır.
Irak tarihi üzerine yaptığı çalışmalarıyla ünlü,
merhum Hanna Batatu[8], bu olguyu özellikle Necef gibi birçok Şii bölgesinde
zenginliğin ve sefaletin en uç biçimleriyle kendisini açığa vuran sınıfsal
karşıtlık bağlamında ele alır. Feyli denilen Şii Kürdlerin yaşadığı Aqdülakrad
gibi Bağdat’ın fukara Şii mahalleleri de önemli birer kaledirler.[9] Ancak bu,
ellilerde Necef’te ve diğer şehirlerde, özellikle asillerin ve ulemanın
oğulları arasından neden çok sayıda komünist kadro ve liderin devşirilmiş olduğunu
izah etmekten uzaktır. Batatu, Şii, Sünni ve Kürd dinî liderlerinin oğullarının
önemli mevkilerde siyaset yürüten birer komünist olduğunu söyler.[10] Batatu bu
gerçeği, zenginlik, statü ve etki bağlamında ciddî bir düşüş eğilimine
girildiği ve sözkonusu kişilerin çöküş fikrine kapılıp devrimci ve sekter
olmayan partinin tedarik ettiği ilerleme sürecinde yeni yollar bulmak
istedikleri üzerinden izah eder. Devamında Rusya’daki alt düzey ruhban
sınıfının oğullarının devrimci itikatları ile ülkedeki gelişmeler arasında
kendince bir analoji kurar.[11]
Hasan Alevî ise Necef ve genelde Şii muhitinin
aydınlanma fikirlerine açık olduğunu söyler ve iki ana hattın mevcut olduğunu
iddia eder: İslamî reformizm ve marksizm. Alevî’ye göre, her ikisinde de
yenilenme gayretleri paralel bir seyir izler. İslamî reformizm, ona göre, Sünni
düşünürleri çok az etkilemiş, ancak Şii dünyasında coşku ile karşılanmıştır.
Benzer bir durum marksizmi benimsemiş bulunan gruplar için de geçerlidir.[12]
Alevî’nin gözlemleri üzerinden, Şia’nın genel anlamda
ideolojik ve radikal politikaya karşı daha hassas olduğu kırklardan altmışlara
uzanan süreçte, komünizmin bu çevre tarafından daha sıcak karşılandığını
söylemek mümkündür. Şii kadrolar ve liderler, Bağımsızlık Partisi gibi Arap
milliyetçi partilerinde ciddî konumlar elde etmişlerdir. Ancak bu kişiler,
partinin Sünni Arap niteliği üzerinden kenara itilmişlerdir. Baas, ellilerde,
devrimci, hatta marksist kimi ana başlıklar üzerinden görece daha ilerici bir
gündem takdim etmiş, belli bir bağlam dâhilinde, solun önemli bir bölümünü
teşkil etmiştir. Esasında partinin ilk kurucularının ve liderlerinin ekseriyeti
Şii’dir.[13] 1953’teki başarılı darbe girişimi sonrası Baas’ın evriminde Şiiler
parti içi konumlarını zamanla din, kabile ve akrabalık esasına uygun olarak,
Sünnilere bırakmışlardır. Ardından (muhtemelen Millî Demokratik Parti ile
birlikte) Irak’çı ve sekterlikten uzak birkaç partiden biri olan IKP de
eylemsellik ve nüfuz noktasında Şii entelejansiyasına kendince yol
göstermiştir. Konuyla ilgili Nakaş’ın izahatı bu şekildedir.[14] Sözkonusu
tespit, ayrıca Şii radikal partilerinin, özellikle Dava Partisi’nin altmışların
sonunda elde ettiği başarıyı da izah eder; parti, komünizmin ve Sünnileştirme
siyasetinin çöküşü sonrası benzer toplumsal grupları etkilemeye devam etmiştir.
1958 Devrimi Sonrası İslam ve Sol
Politik ve toplumsal bir devrim olarak 1958 askerî
darbesi çok sayıda sonuca yol açmıştır. İlgili gelişmenin bazı sonuçları
şunlardır: eski yönetici sınıfın elindeki gelirler ve iktidarla ilgili kimi
önemli imtiyazların, özellikle Şii, dinî kurumların eline geçmesine neden olan
toprak reformu (Tarım Reformu Yasası-1958)[15]. Kadın haklarını genişletip,
çokeşlilikle tek taraflı boşanmayı sınırlayan, daha da önemlisi, erkek ve kadın
arasındaki miras paylaşımını eşitleyen 1959 tarihli Şahsî Hâl Yasası. Hem Sünnilere
hem de Şiilere göre tüm bu yasalar şer’i geleneklere ve Kur’an metinlerine
zıttırlar.[16]
Kurumsal anlamda “demokratik” olmayan Kasım rejimi
(1958-63) gene de politik özgürlük noktasında emsalsiz bir gelişime imkân
vermiş, ancak bu gelişime ara sıra uygulanan baskılar ve şiddet sahneleri eşlik
etmiştir. IKP ilgili durumdan en fazla nemalanan partidir, bu dönemde Kasım,
Arap milliyetçileri ile İslamcı muhaliflerine karşı direnmek için partinin
desteğine ihtiyaç duymuştur. Dolayısıyla komünizm, milliyetçilerden ve
İslamcılardan müteşekkil muhafazakâr katmanlarca, tüm kötülüklerin kökeni,
dinle geleneğe yönelik bir tehdit olarak algılanmıştır. İlgili gruplar ne kadar
birbirine zıt ve ayrıksı olurlarsa olsunlar, ortak tehdide karşı
birleşebilmişlerdir.[17]
Komünistlerin tehdit olarak algılanması, ulema dâhil,
kimi Şii ailelere mensup eğitimli gençlerin ekseriyetinin komünizmin halesine
kapılması, dahası, köy ve şehirlerdeki fukara Şiilerin toprak dağıtımından
istifade etmesi gibi gelişmelerle birlikte daha da olumsuz bir içerik
kazanmıştır. Şii müçtehidler, mülksüzleştirilmiş toprak ağalarından gelen hums
(dinî vergi) gelirlerinin azalması ve ötekilerle aradaki farkın azalması
karşısında telâşa kapılmışlardır. Necef’teki okullara (havza) gelen
öğrencilerin ve kutsal yerleri ziyaret eden hacıların sayısında ciddî düşüşler
gözlemlenmiştir.[18] Üst düzey müçtehidlerin bu meseleye yönelik cevabı,
komünistler aleyhine fetvalar yayınlamak olmuştur. Ayetullah Muhsin Hâkim şu
sözleri sarf etmiştir:
“Komünist
parti ile kurulan her bağlantı gayrı meşrudur. Böylesi bir bağlantı
imansızlığın ve kâfirliğin tabiatı içredir.”[19]
Öte yandan komünistlerin tehdit olarak algılanması
süreci, birçok dindar Şii’yi modern politik örgütlere ve partilere
yöneltmiştir. Dava Partisi bu faaliyetin en başlıca sonuçlarından birisidir.
Muhammed Bekir Sadr modernite noktasında öne çıkan en
önemli teorisyenlerdendir. Başta marksizm olmak üzere, modern politik
ideolojilerle yüzleşen Sadr, ilgili ideolojilerin dillendirdiği sorulara İslamî
cevaplar vermeye çalışır. İqtisaduna: Bizim (Müslüman) İktisadımız isimli
eseri 1961’te yayımlanır.[20] Bu geniş kapsamlı çalışma üç ana bölüme
ayrılmıştır: marksizmin eleştirisi, kapitalizmin eleştirisi ve İslamî iktisat.
Kitapta marksist kapitalizm eleştirisi ile liberal marksizm eleştirisini
inceleyerek, her ikisinin de yüzlerini Allah’a ve ahrete dönmedikleri için
başarısız olduklarını iddia eder. Ardından Sadr, İslamî iktisatla modern
iktisat kategorilerinin karışımı, melez bir teori ile geleneksel fıkıh
anlayışları arasında bağ kurar. Örneğin mülkiyet anlayışı emek-değer teorisi
kaynaklıdır, ancak Sadr onu fıkıh kategorileri bağlamında tanımlar. Eninde
sonunda formüller ahlâkîdirler; Sadr bir biçimde özel mülkiyeti tanır ama onu,
tam da sosyal demokratik refah devletçiliği gibi, kamusal çıkar ve toplumsal
adaletle sınırlandırmak ister. Bu noktada marksist sol modern İslamî fikirlere
ait formül için hem bir hasım hem de modeldir.
Komünizm, özellikle 1968’ten itibaren gözlemlenmeye
başlanan Baasçı baskı politikalarının hüküm sürdüğü koşullarda, Şii siyasetine
örgütlenme ve eylemlilik modeli kazandırmıştır.[21] Arap dünyasındaki diğer
birçok gizli sol ve İslamî partiler gibi Dava Partisi de hücreler, komuta
zinciri ve parti disiplinine dayalı leninist modeli benimsemiştir.
Kasım Dönemi Sonrası İslam ve Sol
Görüldüğü üzere Kasım dönemi, Sünni ya da Şii, tüm
muhafazakâr ve dindar sınıfların, ayrıca Arap milliyetçileri ile Baasçıların
komünist tehdide ve onun sahip olduğu muazzam popülariteye karşı birleşmeleri
için gerekli zemini tesis etmiştir. Kasım’ı deviren 1963 Baas darbesi (ki
darbe, Bağdat’ta ve civar bölgelerde, sert bir direnişle karşılanmıştır.)[22]
devamında da güçlü Şii karşıtı, sekter duygulara sahip, muhafazakâr ve İslamcı
bir subay olan Abdüsselam Arif idaresindeki karşı darbe ile karşılanmıştır. Şii
ve Sünni ulema, Arif’in 1959 tarihli aile hukuku reformlarını feshetme ve şer’i
hükümleri yeniden yürürlüğe koyma noktasındaki atikliğini takdir etmiştir.
Ancak Arif hükümette, orduda ve iktisadî alanda hâkimiyeti Sünnilere
vermiştir.[23] Ciddî bir halk tabanından yoksun olan Baasçıların tertiplediği
1963 darbesi komünistlere ve Kasım taraftarlarına yönelik kitlesel bir kıyımla
çıkış almıştır. Kurbanların ekseriyeti Şii’dir. Baasçılara yönelik direnişin
ana merkezleri Bağdat’ın Şii banliyöleri ve mahalleleridir. Buralar ayrıca IKP
ve Kasım’ın güçlü olduğu bölgelerdir. Medineü’s Sawra (eskiden Saddam,
şimdilerde Sadr şehri), kutsal Kademiye bölgesi ve (Şii Kürdlerin elindeki)
Aqdülakrad ile Basra Limanı[24] Batatu’ya göre, direnişin merkezlerinde hüküm
süren dinî değil, sınıfî hassasiyetlerdir: bu bölgelerde halkın önemli bölümü
fakirdir.
Arif hükümetinin giderek yoğunlaşan sekter
politikaları, nihayetinde Saddam’ı iktidara taşıyacak olan 1968 darbesinin
Baasçı rejimi ile süreklileştirilmiştir. Baas Partisi’nde sayıca üstünlük
1963’te Şiilerin elindedir, ancak 1968’de sekter Sünni liderliğin askerî alanda
üstünlüğü ele geçirmesi, ilerici manada ayrışması ve diğer kısmı tasfiye etmesi
mümkün olabilmiştir.[25]
1968’te tesis edilen Baas rejimi kısa sürede solcu bir
görünüme kavuşur. Komünistlerden, işçi ve köylüleri müdafaa eden bir tür
retorik ödünç alınır. Sovyet ve Nasırcı modellere dayanan “sosyalist” bir
devletçi iktisat yürürlüğe konulur. Dış siyasette ve silâh ithalatında ülke
Sovyetler’le yakın ilişkiler kurar. Cumhurbaşkanı Ahmed Hasan Bakr 1968’de
komünistlerle görüşerek onlara bakanlık önerir ancak komünistler öneriyi
reddederler, bu reddi şiddetli baskılar takip eder.
Baas rejimi 1972’de Millî Vatansever Cephe çatısı
altında komünistlerin hükümete katılmaları noktasında nihayet başarıya
ulaşır.[26] Bu gelişme, Irak Komünist Partisi’nin gizli yapılanmasının açığa
çıkmasına ve 1979’da da ölümüne neden olur.
Yetmişlerin önemli bir bölümünde hükümet dâhilinde
komünistlerle işbirliği hâlinde olan Baas rejimini solda saymak mümkündür.
Rejim bir yönüyle, hükümette, toplumda, 1959 anayasası sonrası akim kalmış olan
aile hukuku reformları bağlamında, güçlü bir laik yönelim içinde olmuştur. Bu,
kısmen soldaki laiklik ideolojisinin uzun soluklu hikâyesi ile de uyumludur
ancak parti zamanla, özellikle Şii kurumlara ve politik güçlere, genel anlamda
tüm dinî yapılara karşı ciddî bir saldırı içine girmiştir. Baas, eylemin ve
örgütlenmenin tüm toplumsal tabanını en etkin biçimde kontrol altına alınmasını
amaçlamaktadır, bu noktada, geçmişte özerkliğin tadını çıkartmayı bilmiş Şii
merciye (dinî liderlik) ile ona bağlı kurumlar hedef tahtasındadırlar. Parti
tüm dinî okulları kapatır, yabancı öğrencileri kovar, dinî gelirleri
kamulaştırır ve dinî törenleri yasaklar.[27] Şiilerin düzenledikleri
gösterilere ve protesto eylemlerine karşı hükümetin cevabı din karşıtı
tedbirler almak, radyodan Kur’an okunmasını yasaklamak ve okullardaki dinî
talimatları kaldırmak olur.[28] Özerk dinî kurumlara ve onların sahip oldukları
gelir kaynaklarına karşı yürütülen bu kampanyalar yetmişlerde Baas’ın temel
özelliği hâline gelir, 1979’daki İran Devrimi ile birlikte ilgili politikalar
giderek daha da yoğunlaştırılır, nihayetinde bu süreç İran-Irak Savaşı ile
devam eder.
Şiilerdeki hoşnutsuzluk ve eylemsellik onların soldan
kopmalarına yol açar. Bu kopuşun bir nedeni, 1978’de IKP’ye yönelik katliam
politikası, diğer bir nedeni de İslam devrimine ilişkin bir model öneren İran
Devrimi’dir.
Sami Zübeyde
2006
Kaynak
[“Islam and the Left in Iraq”, The Middle
East Online Series 2: Iraq 1914-1974, Cengage Learning EMEA Ltd, Reading,
2006]
Dipnotlar:
[1] Batatu, Hanna, The Old Social Classes and the Revolutionary Movements of
Iraq: A study of Iraq’s Old Landed and Commercial Classes and of its
Communists, Ba’thists and Free Officers, New Jersey: Princeton University
Press 1978, s. 404-38.
[2] Batatu, s. 391-4.
[3] Batatu, s. 1141-7.
[4] Akt.: Batatu, s. 409.
[5] Nakash, Yitzhak, The Shi’is of Iraq, New
Jersey: Princeton University Press 1994, s. 161.
[6] Batatu, s. 695-8.
[7] Batatu, s. 697-705.
[8] Batatu, s. 752-7.
[9] Batatu, s. 982-3.
[10] Batatu, s. 1000.
[11] A.g.e.
[12] Hasan Alevi, Al-Shi’a wal-Dawla al-Qawmiyya
fil-Iraq (“Irak’ta Şiiler ve Millî Devlet”) CEDI, Fransa 1989, s. 280.
[13] Alevi, s. 223-8; Batatu, s. 968.
[14] Nakaş, s. 132-6.
[15] Batatu, s. 836-8.
[16] Nakaş, s. 135; Jabar, Faleh A., The Shi’ite
Movement of Iraq, Londra: Saqi 2003, s. 76-7.
[17] Alevi, s. 200-8; Jabar, s. 123-7.
[18] Jabar, s. 75-7.
[19] Akt.: Jabar, s. 124.
[20] Mallat, Chibli, The Renewal of Islamic Law:
Muhammad Baqer as-Sadr, Najaf and the Shi’i International, Cambridge:
Cambridge University Press 1993, s. 111-89; Jabar, s. 296-307.
[21] Jabar, s. 78-9.
[22] Batatu, s. 974-85.
[23] Alevi, s. 210-31.
[24] Batatu, s. 982-3.
[25] Alevi, s. 224-8.
[26] Tripp, Charles, A History of Iraq,
Cambridge: Cambridge University Press, 2000, s. 196-7.
[27] Tripp, s. 202-4.
[28] Tripp, s. 202-3.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder