İşçicilik, dünyanın farklı bölgelerinde ve farklı
zamanlarda var olmuş bir ideolojidir. On dokuzuncu yüzyıl sonunda ve yirminci
yüzyıl başlarında işçicilik, yeni uluslararası işçi hareketinin uğraşmak ve
eleştirmek zorunda kaldığı yanlış yaklaşımlardan birisidir. İşçicilik konusunda
işçi partilerinde, sendikalarda ve sonrasında millî kurtuluş hareketlerinde
birçok önemli tartışma yürütülmüştür. Güney Afrika’da mücadele eden bizler, bu
tarihsel eleştirilerden önemli dersler çıkartabiliriz. Bu makalede işçiciliğin bu
ülkede gelişen hâllerini ele alacağız.
İsminin de ifade ettiği gibi işçicilik, şu veya bu
şekilde, dar anlamda işçi sınıfına yoğunlaşır. İşçiciliğin de doğru olarak
tespit ettiği üzere işçi sınıfı, kapitalist toplumlardaki en ilerici sınıftır.
Ancak işçicilik, bu gerçeğe oldukça mekanik ve tek taraflı bir biçimde
bağlanır.
Zamana ve mekâna bağlı olarak işçicilik, kendi
pratiğinde aşağıda sıralanan özelliklerin hepsini ya da bir kısmını gösterir.
İlk planda dile getirilecek tespit şudur: “saf” anlamda işçi sınıfına ait
meselelerin tüm meselelerin en önemlisi olduğunu söyleyen yaklaşım, şüphelidir.
İşçiciliğin genel eğilimi, esas olarak ücretler ve çalışma koşulları üzerinden,
salt fabrika temelli mücadeleleri düşünmektir. Gerçekte bu konular, işçicilik
için önemli sorunlardır. Öteki meselelerin yanında, üretim (fabrika) dışı
meseleler ikincil konular olarak ele alınırlar. Bu, işçiciliğin devlet iktidarı
için verilecek mücadelenin önemini küçümseme eğiliminde olduğu anlamına gelir.
Devlet iktidarından kastımız, polis, ordu, mahkemeler, parlamento ve idare
üzerindeki kontroldür.
İşçiciliğin bir diğer eğilimi de işçi sınıfı dışı
kesimleri içeren her türden halk ittifakına ve mücadeleye karşı şüpheyle
yaklaşmasıdır. Esasında dünyanın hiçbir yerinde işçi sınıfı, diğer grupların
ittifakı olmaksızın zafere ulaşmamıştır. İşçi sınıfının iktidarı aldığı her
yerde işçileri tecrit etmeye çalışan işçicilik ideolojisine karşı mücadele
etmek zorunda kalınmıştır.
Bu tarihe ve sahip olduğu zayıflığa ilişkin birçok
örneğe karşın işçicilik, kimi zaman hâlâ kafasını saklandığı yerden
çıkarmaktadır.
Son on, on beş yıl içinde Güney Afrika’da güçlü bir
işçici akımın doğduğuna tanık oluyoruz. Bu eğilime daha yakından bakmadan önce,
bu gelişmeyi mümkün kılan özel, tarihsel koşulları anlamamız gerekiyor.
İlerici Sendikaların Yeniden Ortaya Çıkışı
Altmışların korkunç baskı ortamını müteakip Güney
Afrika’da ortaya çıkan ilk gerçek kitle tabanlı, ilerici örgütler,
sendikalardı. Bu yeniden ortaya çıkışın tarihi 1973’e kadar gider. Aynı yıl
Durban bölgesinde yüz bin işçi greve gitti. Bu grev dalgası emsal teşkil etti.
Takip eden yıllarda, tüm büyük şehir merkezlerinde sendikalar ortaya çıkmaya
başladı.
Bu gelişim sürecinin ana katılımcıları: işçiler, Güney
Afrika Kongresi Sendikaları’nın (SACTU) kısa zaman önce hapisten çıkmış emektar
işçi liderleri ve (hepsi değilse de) önemli bir bölümü beyaz olan,
üniversitelerden gelen genç aydınlardı.
İşçiciliğin gelişimi incelendiğinde, bu son üçüncü
grubun daha yakın incelenmesi gerekiyor. Genç aydınlar, ilerici sendikaların
yeniden inşa edildiği ilk dönemde önemli katkılarda bulundular. Tavsiye, kaynak
ve örgütsel yetenek gibi konularda sürece katkı sundular. Bu aydınların önemli
bir bölümünün ideolojik arka planı “akademik” ya da “legal” Marksizmdi. Bu
türden bir Marksizm, üniversite kitaplarından öğreniliyor, kitlesel mücadele
içinde keskinleştirilip sınanmıyordu.
Elbette bu, aydınların sorunu olarak görülemezdi.
Yetmişlerin başlarındaki ağır baskı ortamında oluşan küçük okuma grupları
aracılığıyla kimi ileri fikirler üretmek kolay değildi. Bu “akademik Marksizm”in
genel karakteri, alabildiğine Avrupalıydı. Kökleri Güney Afrika’daki mücadelede
değildi.
Bu aydınlardan biri, geriye dönüp baktıktan sonra şu
sözleri sarf ediyor:
“Birçok
kalın Marksist kitap okudum. Hepsi de Britanya ve Fransa ile ilgiliydi. Özgürlük
Sözleşmesi[*] ya da GAKS’ın ellilerdeki günlük bir sterlin yevmiye için
yürüttüğü kampanyayı duymadan önce tüm o zor ekonomi teorilerini biliyordum.”
Yetmişlerin sonunda kitle sendikalarının
örgütlenmesiyle bu gruba üye bazı aydınlar değiştiler ve görüşlerini
derinleştirdiler. Mücadelemizin tarihini, geleneklerini, strateji ve
taktiklerini öğrenmeye başladılar. Ancak ötekilerin görüşleri, sahip oldukları
üniversiter arka plana bağlı kaldı. Bu son grup, en aktif işçici ideologlar
hâline geldi.
Sendikalardaki Tartışmalar
Yetmişlerin ortasında, yeni sendikaların içinde ve
dışında, kimi tartışmalar yaşandı. Tartışmalardan biri, sendikaların politikaya
müdahalesi ile ilgiliydi. Kimileri sendikaların politikaya bulaşmamasını
istediler. Onlara göre, sendikaların hayatta kalması ve büyümesi için tek şans,
dar anlamda emek meselelerine yoğunlaşmaktı.
Bu noktada, yetmişlerin başında ırk ayrımcısı rejimin
ve patronların yeni sendikaları ezmeye çalıştıklarını hatırda tutmak gerekiyor.
Bunlar, sendikaların birer kukla komiteye dönüşmesi için uğraşıyorlardı. Bu
dönemde ilerici sendikalar oldukça küçük ve tecrübesizdiler.
1976-1977 sonrası ülke genelinde kitlesel
mücadelelerin yaşanmasıyla ırk ayrımcısı hükümet, sendika cephesi karşısında
geri adım attı. Hükümet ve patronlar, halktaki, özellikle gençlerdeki
militanlığın yeni sendikal harekete de “bulaşacağı”ndan korktular.
Yönetici sınıf, kukla komiteler yaklaşımını terk etti
ve farklı bir yaklaşıma yöneldi. Yeni sendikaları tanımaya karar verdi ve
böylelikle onları terbiye etmeyi umdu. Beklentileri, sendikaların tanınması ile
onların politikadan uzak tutulacağı yönündeydi. Esasında bu yeni yaklaşım,
gerçekte pek işe yaramadı. Aksine, ilerici sendikal çalışmaya fazlasıyla yer
açtı. Pratikte bu, Güney Afrika işçi sınıfı ve işçi örgütleri için bir zaferdi.
Kimi işçiciler için bu zafer, sendikal yapıların
dikkatle inşa edilmesi ve “politik maceralar”a girilmemesi suretiyle hükümete
ve patronlara geri adım attırılması ile sonuçlanan dar sendikal çalışma
stratejisinin bir zaferiydi. Elbette bu yaklaşımın görmezden geldiği şey,
1976-1977 ayaklanmalarının ırk ayrımcısı hükümeti ve patronları reform yapmaya
zorladığı gerçeğiydi. Önemli bir bölümü öğrenci ve genç işçi olan binden fazla
insan, bu mücadelede öldü. Bu anlamda, yeni ortaya çıkan sendikal hareket bu
şehitlerin yaşayan anıtıydı.
Emek cephesi için açılan bu alan, işçiler ve sendikal
liderlik tarafından etkin biçimde kullanıldı. 1979’da Güney Afrika Sendikaları
Federasyonu (FOSATU) kuruldu. GASF’ın yanında Güney Afrika Birleşik İşçi
Sendikası ve daha birçok başka sendika bu dönemde gelişip güçlendi. Bu tarihçe,
işçi sınıfı hareketinin büyük ölçüde bir sendikal hareket olarak yeniden ortaya
çıktığını gösteriyor.
Bu, halk içinde açık, kitle tabanlı politik
örgütlerin, varsa bile, küçük olduğu bir durumda gerçekleşti. Ancak seksenlerin
başında ilerici halk hareketleri, gençlik kongreleri ve kadın örgütleri oluşma
imkânı bulabildi. Açık çalışma yürüten, gerçek bir millî, politik ses olan
Millî Demokratik Cephe (UDF), ancak Ağustos 1983’te kurulma imkânı bulabildi.
Bu düzlemde yeni ortaya çıkan sendikal hareket, sadece on yıllık bir geçmişe
sahipti. İşçicilik, emek hareketinin, kitlesel politik mücadeleden şu veya bu
şekilde bağımsız hareket ettiği bir dönemde gelişti.
Bir Uyarı
İşçiciliğin ayrıntılarına geçmeden önce bir uyarıda
bulunmak gerekiyor. “İşçicilik” gibi “halkçılık” sözcüğünü de üstünkörü ve
sekter birer slogan olarak görüyoruz. Bir kişiyi, grubu ya da bir örgütü
“işçici” diye damgalamak suretiyle ondan kurtulduğumuzu zannediyoruz. Oysa ki
gerçek böyle değil.
Aslında işçici eğilimlere sahip birey ve örgütlerin
son on beş yıllık mücadelede bizlere çok fazla katkısı olmuştur. İşçiciliğin
hatalarını eleştirirken, işçici eğilimdeki çevrelerin güçlü teorik ve örgütsel
katkılarından öğrenmemiz gerektiğini de bilmemiz gerekir. Gayretimiz, onları
kendi konumumuza kazanmak yönünde olmalıdır.
Ayrıca ifade edilmelidir ki “eğilim” tabirini
kullandığımızda, kastımız tam olarak ne ise odur. Bugün sadece birkaç saf
işçici bulabilirsiniz. Ancak bir eğilim olarak işçiciliğin hataları ve
görüşleri ile kimi alanlara sızdığına tanık olabilirsiniz. MDC safları da
işçici eğilimlerinden azade değildir.
Güney Afrika’da son on beş yılda gelişen işçiciliğin
üç ana biçimi vardır.
1. Ekonomizm Biçiminde İşçicilik
1973’ten ve o günlerde yeni sendikaları kuşatan
tartışmalardan bahsetmiştik. Bu tartışmalar, sendikaların politikayla
ilgilenmeleri gerekip gerekmediği ile ilgilidir. Sendikalarla ilişkili kimi
aydınlar, sendikaların politikayla ilgilenmesi gerektiğini söylerler; genel
anlamda bu aşamada söz konusu görüş, belirli bir döneme ait bir taktik olarak
takdim edilir. Söylendiğine göre, bu dönemde sendikalar güçsüz ve küçüktür. Bu
düşük profil, dar sendika ve fabrika tabanlı yaklaşım belki de doğru bir
taktiktir. Her durumda bu yaklaşımın genel bir ilkeden çok bir taktik olarak
değerlendirilmesi, işçicilik olarak tanımlanamaz. Ancak yetmişlerin başında
“bağımsızlık” taktiğini sendikalara dayatan bu yaklaşım, ekonomizm olarak
görülebilecek bir tür teori geliştirmiştir.
Ekonomizmden kastımız, her şeyi anlamakta kullanılacak
yegâne anahtarın ekonomi olduğunu söyleyen işçiciliktir. Bu konum, Güney
Afrika’daki kapitalist ekonomi bağlamında her şeyin kapitalist üretim
ilişkileri, yani işçilerin patronlar tarafından sömürülmesi üzerinden izah
edilebileceğini söyler.
Bu görüş için kendisini doğrulayan birçok husus
mevcuttur. Maalesef bu önemli doğru, ekonomizm tarafından bütün gerçeklik,
yegâne hakikat olarak geliştirilir. Sonuçta bu yaklaşıma göre yegâne önemli
mücadele alanı, fabrikadır. İşçilerin ve patronların saf anlamda karşı karşıya
geldikleri yer orasıdır. Bu mücadele, her şeyin anahtarıdır.
Bu tarz bir ekonomizm geliştiren işçiciler, politik
mücadeleyi önemsiz addederler ve horgörürler. Irk ayrımcısı zulmü, kapitalist
sömürüyü gizleyen bir maske olarak anlarlar. Bu işçiciler için zulme karşı
mücadele, genel anlamda önemsizdir. Bu tarz mücadelelerin işçileri “gerçek”
mücadeleden, fabrikadaki “saf” sınıf mücadelesinden uzaklaştırdığını söylerler.
Bu tarz daha politik mücadeleler yürütüldükçe, kapitalist sömürü gerçeğinin
üzerindeki örtü işçiler adına kaldırılacaktır. Gerçek iktidar, onlara göre,
üretimdedir. Eğer işçiler, üretim sistemini değiştirebilir ve fabrikaları ele
geçirip patronlardan kurtulabilirlerse, ırk ayrımcısı hükümet de un ufak
olacaktır.
Bu ekonomist işçicilik tümüyle yanlıştır. Yönetici
sınıfın, patronların iktidarının üretim düzleminde, fabrikalarda gerçekleşen
işçi sömürüsünde yattığı doğrudur. Ayrıca ülkemizdeki anlamlı bir değişimin
gerçekleşmesinin ırk ayrımcılığının ortadan kaldırılması olduğu da doğrudur.
Güney Afrika için tam demokrasi, önemli ölçüde ekonomimizdeki sömürünün ortadan
kaldırılmasına bağlıdır. (Bu arada, MDC’nin her türlü sömürü ve zulme karşı
mücadele etmesinin nedeninin bu olduğunu da söylemek gerekir.)
Ancak ekonomizm, bu doğruları alır ve tüm hakikatin
karşısına çıkartır. Bu yolla politik meselelerin büyük önemini inkâr etme
eğilimi içine girer. Fabrika, yönetici sınıfın muktedir olduğu yegâne alan
değildir. Baskıcı bir politik mekanizma (polis, ordu, mahkemeler, hapishaneler
ve idare) olmaksızın patronlar işçileri fabrikalarında bir gün daha fazla
sömüremezler. Ülkemizde ırk ayrımcısı zulüm (seviyesiz eğitim, geçirilen
yasalar, meslekî şartlar ve yurtluklar -bantustanlar) kapitalist sömürüyü, aynı
zamanda işçiler ve tüm mazlumlar üzerindeki kontrolü derinleştirir.
Fabrika temelli mücadeleler büyük önemi haiz olsa da
değişim için gerekli bütünsel bir strateji basit anlamda buraya dayandırılamaz.
Beyaz azınlığın elindeki rejimin getirdiği daha fazla satış vergisi ve yüksek
kiralarla temizlenirse, işçilerin ücret artışı kazanmalarına ne yardım
edecektir?
“Saf” işçi sınıfı ve ekonomik konumdan yola çıkılsa
bile işçileri fabrika temelli meselelerle sınırlamak tümüyle yanlıştır.
Politikaya ait, devlet iktidarının alınmasına, yasaları kimin yaptığına,
polisi, mahkemeleri, orduyu, hapishaneleri ve idareyi kimin kontrol ettiğine
ilişkin sorular görmezlikten gelinemez. Bu sorularla ilgilenmemek, işçilerin
fabrika temelli elde ettiği kazanımların daima yok olma tehlikesi ile karşı
karşıya kalmasını getirecektir.
Son iki yıl içinde Güney Afrika’da kitlesel politik
mücadelelerin yükselmesi ile birlikte ekonomizmin zayıflığı işçilerin ve
ilericilerin önemli bir bölümü tarafından anlaşılmıştır.
Ekonomizm, hâlâ aynı yerlerde oyalanırken, genel
anlamda o bir biçimde ya terk edilir ya uyarlanır ya da reforme edilir.
Ekonomizmin reforme edilmiş bir biçimi de sendikalizmdir.
2. Sendikalizm Biçiminde İşçicilik
İşçiciliğin bu sendikalist biçimi, işçilerin politik
meselelere müdahil olması gerektiğini inkâr etmez. Ancak o, sendikayı bu
politik müdahalenin ana, hatta yegâne örgütsel zemini olarak görür.
Sendikalizmin reformist ve militan versiyonları
mevcuttur. Reformist versiyonun umudu, Britanya İşçi Partisi türünden bir
partinin ya da bir hareketin ortaya çıkmasıdır. Sendikal hareket, böylesi bir
emek hareketinin ana katılımcısı olacaktır. Reformistlere göre mücadele,
kölelik koşullarına son vermeden verili koşulları geliştirme mücadelesi ile
sınırlıdır. Sendikalizmin militan versiyonları sendikaları ırk ayrımcısı
hükümete ve burjuva düzenine karşı saldırının öncü gücü olarak görürler. Bu
bağlamda seçilen strateji, genel grevdir. Gerçekte militan sendikacılar genel
greve, tüm diğer strateji ve taktikleri kapı dışarı etmek için vurgu yaparlar.
Sendikalizmin reformist ve militan versiyonlarının
ortak bir yönü vardır. Her ikisi de işçi sınıfının temel rolü ile ilerici
sendikaların rolünün kesiştiğini düşünürler. Ancak bizim mücadelemizde işçi
sınıfının temel rolü, ilerici sendikaların rolü ile aynı değildir. Bunu neden
söylediğimizi ve sendikalizmin hatalarını daha açık biçimde anlamak için
sendikaların güçlü ve zayıf yönlerine bakmamız gerekiyor.
Sendikaların Zayıf ve Güçlü Yönleri
Sendikalar, kurtuluş hareketine önemli katkılar
yapmışlardır, yapmaya da devam edeceklerdir. İşçiler, sınıfsal güçlerini
çoğunlukla sendikalarda öğrenirler. Sendikal mücadeleler, işçilerin kendi
çıkarları ile patronların çıkarlarının çatıştığını öğrenmelerini sağlarlar.
Demokratik sendikalarda yüz binlerce Güney Afrikalı işçi örgütsel eğitim alır.
Talimat ya da temsiliyet üzerinden gerçekleşen seçimlere ve tartışmalara
iştirak ederler. Sendikalar, işçiler için önemli bir mücadele okuludur.
Maksimum sayıda işçinin çeşitli endüstri kollarındaki demokratik ve millî
sendikalarda örgütlenmesi, hem MDC’nin hem de tüm millî demokratik mücadelenin
çıkarınadır.
Ayrıca sendikalar, mücadele okulundan daha fazlasıdır.
Onlar, kendi hakları adına, işçilerin patronlar ve tüm ırk ayrımcısı sisteme
karşı ağır darbeler indirmesini sağlayan güçlü birer silâhtır. Ancak
sendikaların da sınırları vardır. Bir sendikanın ilk amacı, bir fabrikada ve en
nihayetinde bir endüstri kolunda maksimum sayıda işçiyi örgütlemektir.
En önemli eyleme geçirme ve örgütleme araçları,
fabrika zemininde geçerli olan ücretler ve çalışma koşulları gibi konularda
devreye sokulur. Eğer ilerici bir sendikanın ilk amacı bu ise o zaman “politika
ile ilgilenmediğini” söyleyen ya da birbirinden farklı, hatta çelişik politik
görüşlere sahip işçilerin dışarıda tutulması doğru olmayacaktır. Güney
Afrika’da ilerici sendikalar, çoğunlukla politik olmayan, ama gene de sadık
birer sendika üyesi olan işçileri mücadeleye dâhil etmişlerdir.
İlerici sendikaların ağlarını geniş tutması doğrudur.
Çelişik politik görüşlere sahip sıradan bir işçiyi dışarıda tuttuğu takdirde
onlar görevini yerine getirme konusunda başarısız olurlar. Bu, sendikaların
üyelerini politik olarak eğitmeyecekleri anlamına gelmez. Ancak bu süreç zaman
alacaktır. Ağlarını geniş tutmak ve binlerce işçiyi demokratik örgütlenmeye,
kolektif, militan mücadeleye dâhil etmekle sendikalar, işçi sınıfı ile politik
örgütler ve mücadele arasında önemli bir bağlantı hâline gelirler.
Sendikaların kimi politik sınırlara mahkûm olmasının
nedeni buradadır. Bu, sendikaların hatası değildir. Onların esasında aynı
programa ve görüşe sahip, politik açıdan ileri işçilere açık birer politik
parti olmaya çalışması, sendikaların politik görevler konusunda başarısız
olmasının nedenidir.
Geniş bir yelpazede insanı içlerine almalarından ötürü
sendikalar, çoğunlukla her gün değişen politik mücadelede daha hızlı ve etkin
bir hareketlilik gösteremezler. Memurların politik talimatı, belli bir politik
program etrafında toplanmış gönüllü üyelerden oluşan politik örgütlerinkinden
çoğunlukla daha sınırlıdır. Ancak bu tartışmayı daha da ileriye taşımamak
gerek!
Aradan geçen onca yılın ardından Güney Afrika’daki
ilerici sendikalar önemli politik roller oynamışlardır. Maalesef son dönemde
sendikaların politik katkısı kimi zaman biraz daha fazla olmuştur. Bunun
nedeni, onların her zaman sahip oldukları sınırlılıklar değildir. İşçilerin
mücadelemizde yoğun katılımını önleyen önemli bir unsur, çoğunlukla işçicilik
olmuştur. Ancak geçen yılın sonunda Güney Afrika Sendikaları Kongresi’nin
(COSATU) kurulmasından beri daha geniş bir politik katılıma tanık oluyoruz. Bu,
bütün mücadele için oldukça büyük bir kazanımı ifade ediyor.
Şimdiye kadar işçiciliğin ekonomizm ve sendikalizm
türlerini gördük. Biz, işçiciliğin bu biçimlerinin sendikalarla ilişkideki kimi
aydınlarla bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Bu işçici görüşün gelişimi için
gerekli toprak, geniş ve açık bir politik örgütün yokluğunda ortaya çıkan
sendikal harekettir. Ancak işçiciliğin hataları, son dönemde sendikalarla yakın
ilişkiler geliştirenlerle sınırlı tutulamaz. Son olarak bahsedeceğimiz
işçicilik versiyonu onun sulandırılmış bir biçimidir.
3. Millî Demokratik Kılıf Altındaki İşçicilik
Bu sulandırılmış işçicilik türü, bizim MDC saflarında
ve başka yerlerde bulunabilir. Bu tür işçicilik, diğer işçicilik türlerinin
birçok hatasını paylaşır, ancak daha sulandırılmış ve oldukça güçlü bir
biçimde. Burada millî demokratik mücadele stratejimize sözde bağlılık
gösterenleri kastediyoruz. Bu kişiler, “evet, halk mücadelesi ve millî
demokratik mücadele önemlidir.” demekte, ama gerçekte bu sözlerine kalpten
inanmamaktadırlar. Sulandırılmış işçiciler için millî demokratik mücadele, ânın
gerektirdiği basit bir taktiktir. Onlara göre, MDC’nin geniş cephesi başarısız
ve geçici bir yapıdır. Millî demokratik mücadele ile ilgili bahsimiz, onlara
göre, “Güney Afrika’daki kitlelerin kültür ve geleneklerine yönelik tavizden
başka bir şey değildir.” Millî demokratik mücadele içindeki bu işçiciler,
MDC’yi sosyalist bir işçi partisi olarak görmek istemekte; küçük burjuvazinin
ve tüm demokratların saflarımızdan “ayıklanmaları”nı talep etmektedirler.
Bu türden laflar edenler, son iki yıllık mücadele
deneyiminden hiçbir şey öğrenmediklerini gösterirler. Kısa süreli
mevcudiyetinde MDC, kitlelerin eylemselliği ve örgütlülüğü bağlamında, ülke
genelinde yol açıcı işler yapmıştır. Sert mücadele okulunun verdiği bu dersler
onaylanmış, millî demokratik mücadelenin kapsamlı stratejisi doğruluğunu ortaya
koymuştur. MDC, aslî görev olarak tüm Güney Afrikalıların eyleme geçirilip
örgütlenmesi olduğu tespitini yapar ve bölünmemiş bir Güney Afrika’daki ırkçı
olmayan çoğunluk iktidarı için mücadele eder. Bu temel hedef doğrultusunda
önemli zaferler elde ettiğimiz bir gerçektir.
Sosyalizme bağlı olan saflarımızdaki insanlar için bu
zaferler, dar ve küçük bir tarikattan ziyade, kitlesel bir düzeye sahip bir
hareket için gerekli alanı ve imkânı yaratmıştır. Ancak, ayrıca sosyalist
olmayan, ama mücadeleye katkı sunan vatansever demokratlar da mevcuttur.
Geleceğin Güney Afrika’sında değişimin doğası ile ilgili tartışma ve
müzakereleri teşvik ederken bizler, koruyucu olmalı ve birliğimizi
derinleştirmeliyiz.
Politik mücadelemizdeki altın kural, en tehlikeli
düşmanı daima tecrit etmek, yalnızlaştırmak, aynı zamanda ilerici kampı azami düzeyde
güçlendirmektir. Güney Afrika koşullarında millî demokratik mücadelenin geniş
kapsamlı stratejisi, ülkemizdeki hızlı ve geniş ölçekli değişimlere uzanan ana
güzergâhtır. O, başarısız ya da ertelemeci bir taktik değil, olanca ciddiyeti
ile ele aldığımız geniş kapsamlı bir stratejidir.
İşçiciliğin sulandırılmış biçimindeki stratejik
zayıflığı resmedebilmek için birçok pratik yol mevcuttur. Sadece bir örnek
vermek yeterli. Sulandırılmış işçici mağlubiyetçidir, ülkemizdeki mazlumlara,
küçük burjuva siyahlara ve orta tabakaya karşı edilgendir. Son birkaç yıl
içinde bu işçiciler, hükümetin üç katmanlı parlamentoyu ve Yerel Siyah
Otoriteler sistemini “orta sınıf siyahlar”la işbirliği yapabilmek için icat
ettiğini söylemektedirler. Bu doğrudur. Ancak bu doğru fikirden yola çıkarak
işçiciler, bizlerin tüm gayretlerinin siyah işçilere yoğunlaşması gerektiği
sonucuna ulaşmaktadırlar.
Başka bir deyişle, hükümetin ve patronların niyetinin
işbirlikçi bir “siyah orta sınıf” yaratmak olduğunu söyleyen bu işçiciler,
bizlerden böyle bir grubun mevcut olduğuna inanmamızı istiyorlar. Bu işçiciler,
bizim mücadele etmeksizin, hükümetin ve patronların üzerinden ellerimizi
çekmemizi talep ediyorlar!
Bereket ki MDC saflarındaki çoğunluk bu görüşe
meyletmedi. Millî demokratik mücadelenin geniş kapsamlı stratejisinin
rehberliğinde -örneğin bir milyon imza kampanyamız ve seçim karşıtı
mücadelemizde- bizler, mazlumlar arasında tüm sınıfları ve grupları eyleme
geçirdik, bilgilendirdik ve örgütledik. Mücadelemizi fabrikalarla ve
şehirlerdeki işçi bölgeleri ile sınırlandırmayı reddediyoruz. Hükümet, bu
nedenle siyah orta sınıf arasında kendi reformları için önemli bir destek
kazanmada sefil biçimde başarısız olmuştur. İhanetler ve işbirlikçi tutumlar
görülmüştür, ancak bunlar sayıca çok azdır ve genelde kendi topluluğumuz içinde
tecrit edilmişlerdir. Güvenle söyleyebiliriz ki hükümet ve patronlar
hayallerine ulaşma ve geniş bir işbirlikçi grup oluşturma konusunda 1983’tekine
nazaran başarısızdırlar.
İşçi Sınıfının Liderlik Rolü
Burada son on beş yıl içinde gelişen işçiciliğin üç
ayrı türüne baktık. Ayrıca bu üç işçicilik akımındaki hata ve zayıflıkları
inceledik. Son bölümde, işçi sınıfının liderlik rolü meselesini irdelememiz
gerekiyor. Bu, tüm işçicilerin büyük ilgi gösterdikleri bir konudur. Ayrıca, işçiciler
tam da bu konu üzerinden kafa karışıklığı yaşamaktadırlar.
Mücadelemizde işçi sınıfının liderlik rolüne sahip
olması gereksinimi üzerinde durma konusunda işçiciler yalnız değildirler. Bütün
olarak MDC (millî kararlar bağlamında), Güney Afrika Sendikaları Kongresi,
Afrika Millî Kongresi ve diğer örgütler işçi sınıfının liderliğine dönük
ihtiyacı tanımaktadır. MDC için sorun, işçicilerin doğru biçimde yaptıkları,
işçilerin liderliğine yönelik çağrıda değil, onların bu konuyla ilgili
fikirlerindedir.
İşçiciliğin ekonomist türü, işçi sınıfının
liderliğinin tüm mücadele alanlarında faal olması gerektiğini anlama konusunda
başarısızdır. İşçilerin konumu, görüşü ve disiplini sadece fabrika sınırlarında
değil, düzeysiz eğitim ve topluluklara yönelik zulme karşı mücadelelerde de yön
verici olmalıdır.
Aynı şekilde, işçiciliğin sendikalist biçiminin ana
eğilimi, işçileri geniş halkçı örgütler ve ittifaklar oluşturmaktan alıkoyar.
Garip olan şu ki aynı işçiciler ve teoride işçi sınıfının kendiliğinden gelişen
bilgisini öven aydınlar, pratikte işçilerin görüşlerine tepeden bakarlar.
Pratikte bu işçiciler, işçi sınıfının zayıf ve cahil olduğunu düşünürler,
sürekli olarak “halkçılık” ve küçük burjuva milliyetçiliği” ile tehdit ederler.
Bu, çoğunlukla onların sendikalizmleri ile haklı göstermek için kullandıkları
ana gerekçedir. Onlar işçileri güvenli “saf işçi sınıfı” sendikalarına
kilitlemek ve onları “halkçılık” tehditlerine karşı direnmek için “yeterli
düzeyde eğitilene” kadar karantinada tutmak isterler. İşçiciler, işçileri
sendikalar içinde tecrit etmeyi başardıkları ölçüde iki olumsuz sonuca ulaşmış
olurlar.
İşçileri politik deneyimden politik pratik
aracılığıyla bir şeyler öğrenme şansından mahrum ederler. İşçilerin bu tecrit
içinde güçlerini ve zayıflıklarını, ayrıca potansiyel müttefiklerin imkânları
ile sınırlarını öğrenmeleri mümkün değildir. Ayrıca işçiciler, millî demokratik
mücadeleyi güçlü bir işçi liderliğinden de mahrum ederler. Bereket versin ki
örgütlü işçileri sendikalist bir bileşim içine hapsetme gayreti, genel anlamda
başarısız olmuştur. Her iki olumsuz teşebbüs de beklenen ölçüde geniş bir etki
yaratmamıştır.
Sonuç olarak söylenebilir ki her üç tür işçiciliğin de
en temel hatası, Güney Afrika koşullarında işçi sınıfının halkın en geniş
birliğine liderlik etmesi gerektiğini, buna muktedir olduğunu anlayamamış
olmasıdır. Kapitalist dünyanın hiçbir yerinde, gelişmiş kapitalizmin birçok
özelliğini gösteren bir ülkede işçi sınıfı için genel ortamın iyi olduğu
söylenebilir. Güney Afrika’da yönetici blok, sadece halkımızın küçük bir
bölümünün desteğini kazanabilmiştir. Irkçı zulmün ve kapitalist sömürünün özel
bileşkesi, sömürünün ve zulmün her türlü biçimini ülkemizden söküp atmak için
mücadele eden geniş bir halk kesiminin oluşmasını koşullamıştır.
Mücadelemizin maksimum düzeyde gelişmesini güvence
altına almak için işçi sınıfı, sadece kendi üyelerine değil, siyah orta
sınıftan köylülere, işsizlerden gençliğe kadar Güney Afrika’daki tüm demokratik
ve mazlum kesimlere liderlik etme imkânı bulabilmelidir.
İşçiciliğin hataları (ister ekonomizm ister
sendikalizm isterse millî demokratik mücadeleye sözde bağlılık gösteren biçimi
olsun) tüm bunlardan bizi uzak tutar. Ama her şeyin ötesinde işçi sınıfını
önemli görevler ifa etmekten alıkoyar.
Güney Afrika Komünist Partisi
Isizwe [“Millet” -Birleşik Demokratik Cephe’nin
(UDF) dergisi]
Kasım 1986
Kaynak
[*] Özgürlük Sözleşmesi, Afrika Millî Kongresi
ve müttefikleri Güney Afrika Yerli Kongresi, Güney Afrika Demokratlar Kongresi
ve Siyah Halklar Kongresi’nden oluşan Güney Afrika Kongresi İttifakı’nın 1955
yılında hazırladığı temel ilkeler belgesidir. İlk çıkış talebi şudur: “Halk
Yönetecek!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder