Pages

09 Eylül 2009

İşçiciliğin Hataları


İşçicilik, dünyanın farklı bölgelerinde ve farklı zamanlarda var olmuş bir ideolojidir. On dokuzuncu yüzyıl sonunda ve yirminci yüzyıl başlarında işçicilik, yeni uluslararası işçi hareketinin uğraşmak ve eleştirmek zorunda kaldığı yanlış yaklaşımlardan birisidir. İşçicilik konusunda işçi partilerinde, sendikalarda ve sonrasında millî kurtuluş hareketlerinde birçok önemli tartışma yürütülmüştür. Güney Afrika’da mücadele eden bizler, bu tarihsel eleştirilerden önemli dersler çıkartabiliriz. Bu makalede işçiciliğin bu ülkede gelişen hâllerini ele alacağız.

İsminin de ifade ettiği gibi işçicilik, şu veya bu şekilde, dar anlamda işçi sınıfına yoğunlaşır. İşçiciliğin de doğru olarak tespit ettiği üzere işçi sınıfı, kapitalist toplumlardaki en ilerici sınıftır. Ancak işçicilik, bu gerçeğe oldukça mekanik ve tek taraflı bir biçimde bağlanır.

Zamana ve mekâna bağlı olarak işçicilik, kendi pratiğinde aşağıda sıralanan özelliklerin hepsini ya da bir kısmını gösterir. İlk planda dile getirilecek tespit şudur: “saf” anlamda işçi sınıfına ait meselelerin tüm meselelerin en önemlisi olduğunu söyleyen yaklaşım, şüphelidir. İşçiciliğin genel eğilimi, esas olarak ücretler ve çalışma koşulları üzerinden, salt fabrika temelli mücadeleleri düşünmektir. Gerçekte bu konular, işçicilik için önemli sorunlardır. Öteki meselelerin yanında, üretim (fabrika) dışı meseleler ikincil konular olarak ele alınırlar. Bu, işçiciliğin devlet iktidarı için verilecek mücadelenin önemini küçümseme eğiliminde olduğu anlamına gelir. Devlet iktidarından kastımız, polis, ordu, mahkemeler, parlamento ve idare üzerindeki kontroldür.

İşçiciliğin bir diğer eğilimi de işçi sınıfı dışı kesimleri içeren her türden halk ittifakına ve mücadeleye karşı şüpheyle yaklaşmasıdır. Esasında dünyanın hiçbir yerinde işçi sınıfı, diğer grupların ittifakı olmaksızın zafere ulaşmamıştır. İşçi sınıfının iktidarı aldığı her yerde işçileri tecrit etmeye çalışan işçicilik ideolojisine karşı mücadele etmek zorunda kalınmıştır.

Bu tarihe ve sahip olduğu zayıflığa ilişkin birçok örneğe karşın işçicilik, kimi zaman hâlâ kafasını saklandığı yerden çıkarmaktadır.

Son on, on beş yıl içinde Güney Afrika’da güçlü bir işçici akımın doğduğuna tanık oluyoruz. Bu eğilime daha yakından bakmadan önce, bu gelişmeyi mümkün kılan özel, tarihsel koşulları anlamamız gerekiyor.

İlerici Sendikaların Yeniden Ortaya Çıkışı

Altmışların korkunç baskı ortamını müteakip Güney Afrika’da ortaya çıkan ilk gerçek kitle tabanlı, ilerici örgütler, sendikalardı. Bu yeniden ortaya çıkışın tarihi 1973’e kadar gider. Aynı yıl Durban bölgesinde yüz bin işçi greve gitti. Bu grev dalgası emsal teşkil etti. Takip eden yıllarda, tüm büyük şehir merkezlerinde sendikalar ortaya çıkmaya başladı.

Bu gelişim sürecinin ana katılımcıları: işçiler, Güney Afrika Kongresi Sendikaları’nın (SACTU) kısa zaman önce hapisten çıkmış emektar işçi liderleri ve (hepsi değilse de) önemli bir bölümü beyaz olan, üniversitelerden gelen genç aydınlardı.

İşçiciliğin gelişimi incelendiğinde, bu son üçüncü grubun daha yakın incelenmesi gerekiyor. Genç aydınlar, ilerici sendikaların yeniden inşa edildiği ilk dönemde önemli katkılarda bulundular. Tavsiye, kaynak ve örgütsel yetenek gibi konularda sürece katkı sundular. Bu aydınların önemli bir bölümünün ideolojik arka planı “akademik” ya da “legal” Marksizmdi. Bu türden bir Marksizm, üniversite kitaplarından öğreniliyor, kitlesel mücadele içinde keskinleştirilip sınanmıyordu.

Elbette bu, aydınların sorunu olarak görülemezdi. Yetmişlerin başlarındaki ağır baskı ortamında oluşan küçük okuma grupları aracılığıyla kimi ileri fikirler üretmek kolay değildi. Bu “akademik Marksizm”in genel karakteri, alabildiğine Avrupalıydı. Kökleri Güney Afrika’daki mücadelede değildi.

Bu aydınlardan biri, geriye dönüp baktıktan sonra şu sözleri sarf ediyor:

“Birçok kalın Marksist kitap okudum. Hepsi de Britanya ve Fransa ile ilgiliydi. Özgürlük Sözleşmesi[*] ya da GAKS’ın ellilerdeki günlük bir sterlin yevmiye için yürüttüğü kampanyayı duymadan önce tüm o zor ekonomi teorilerini biliyordum.”

Yetmişlerin sonunda kitle sendikalarının örgütlenmesiyle bu gruba üye bazı aydınlar değiştiler ve görüşlerini derinleştirdiler. Mücadelemizin tarihini, geleneklerini, strateji ve taktiklerini öğrenmeye başladılar. Ancak ötekilerin görüşleri, sahip oldukları üniversiter arka plana bağlı kaldı. Bu son grup, en aktif işçici ideologlar hâline geldi.

Sendikalardaki Tartışmalar

Yetmişlerin ortasında, yeni sendikaların içinde ve dışında, kimi tartışmalar yaşandı. Tartışmalardan biri, sendikaların politikaya müdahalesi ile ilgiliydi. Kimileri sendikaların politikaya bulaşmamasını istediler. Onlara göre, sendikaların hayatta kalması ve büyümesi için tek şans, dar anlamda emek meselelerine yoğunlaşmaktı.

Bu noktada, yetmişlerin başında ırk ayrımcısı rejimin ve patronların yeni sendikaları ezmeye çalıştıklarını hatırda tutmak gerekiyor. Bunlar, sendikaların birer kukla komiteye dönüşmesi için uğraşıyorlardı. Bu dönemde ilerici sendikalar oldukça küçük ve tecrübesizdiler.

1976-1977 sonrası ülke genelinde kitlesel mücadelelerin yaşanmasıyla ırk ayrımcısı hükümet, sendika cephesi karşısında geri adım attı. Hükümet ve patronlar, halktaki, özellikle gençlerdeki militanlığın yeni sendikal harekete de “bulaşacağı”ndan korktular.

Yönetici sınıf, kukla komiteler yaklaşımını terk etti ve farklı bir yaklaşıma yöneldi. Yeni sendikaları tanımaya karar verdi ve böylelikle onları terbiye etmeyi umdu. Beklentileri, sendikaların tanınması ile onların politikadan uzak tutulacağı yönündeydi. Esasında bu yeni yaklaşım, gerçekte pek işe yaramadı. Aksine, ilerici sendikal çalışmaya fazlasıyla yer açtı. Pratikte bu, Güney Afrika işçi sınıfı ve işçi örgütleri için bir zaferdi.

Kimi işçiciler için bu zafer, sendikal yapıların dikkatle inşa edilmesi ve “politik maceralar”a girilmemesi suretiyle hükümete ve patronlara geri adım attırılması ile sonuçlanan dar sendikal çalışma stratejisinin bir zaferiydi. Elbette bu yaklaşımın görmezden geldiği şey, 1976-1977 ayaklanmalarının ırk ayrımcısı hükümeti ve patronları reform yapmaya zorladığı gerçeğiydi. Önemli bir bölümü öğrenci ve genç işçi olan binden fazla insan, bu mücadelede öldü. Bu anlamda, yeni ortaya çıkan sendikal hareket bu şehitlerin yaşayan anıtıydı.

Emek cephesi için açılan bu alan, işçiler ve sendikal liderlik tarafından etkin biçimde kullanıldı. 1979’da Güney Afrika Sendikaları Federasyonu (FOSATU) kuruldu. GASF’ın yanında Güney Afrika Birleşik İşçi Sendikası ve daha birçok başka sendika bu dönemde gelişip güçlendi. Bu tarihçe, işçi sınıfı hareketinin büyük ölçüde bir sendikal hareket olarak yeniden ortaya çıktığını gösteriyor.

Bu, halk içinde açık, kitle tabanlı politik örgütlerin, varsa bile, küçük olduğu bir durumda gerçekleşti. Ancak seksenlerin başında ilerici halk hareketleri, gençlik kongreleri ve kadın örgütleri oluşma imkânı bulabildi. Açık çalışma yürüten, gerçek bir millî, politik ses olan Millî Demokratik Cephe (UDF), ancak Ağustos 1983’te kurulma imkânı bulabildi. Bu düzlemde yeni ortaya çıkan sendikal hareket, sadece on yıllık bir geçmişe sahipti. İşçicilik, emek hareketinin, kitlesel politik mücadeleden şu veya bu şekilde bağımsız hareket ettiği bir dönemde gelişti.

Bir Uyarı

İşçiciliğin ayrıntılarına geçmeden önce bir uyarıda bulunmak gerekiyor. “İşçicilik” gibi “halkçılık” sözcüğünü de üstünkörü ve sekter birer slogan olarak görüyoruz. Bir kişiyi, grubu ya da bir örgütü “işçici” diye damgalamak suretiyle ondan kurtulduğumuzu zannediyoruz. Oysa ki gerçek böyle değil.

Aslında işçici eğilimlere sahip birey ve örgütlerin son on beş yıllık mücadelede bizlere çok fazla katkısı olmuştur. İşçiciliğin hatalarını eleştirirken, işçici eğilimdeki çevrelerin güçlü teorik ve örgütsel katkılarından öğrenmemiz gerektiğini de bilmemiz gerekir. Gayretimiz, onları kendi konumumuza kazanmak yönünde olmalıdır.

Ayrıca ifade edilmelidir ki “eğilim” tabirini kullandığımızda, kastımız tam olarak ne ise odur. Bugün sadece birkaç saf işçici bulabilirsiniz. Ancak bir eğilim olarak işçiciliğin hataları ve görüşleri ile kimi alanlara sızdığına tanık olabilirsiniz. MDC safları da işçici eğilimlerinden azade değildir.

Güney Afrika’da son on beş yılda gelişen işçiciliğin üç ana biçimi vardır.

1. Ekonomizm Biçiminde İşçicilik

1973’ten ve o günlerde yeni sendikaları kuşatan tartışmalardan bahsetmiştik. Bu tartışmalar, sendikaların politikayla ilgilenmeleri gerekip gerekmediği ile ilgilidir. Sendikalarla ilişkili kimi aydınlar, sendikaların politikayla ilgilenmesi gerektiğini söylerler; genel anlamda bu aşamada söz konusu görüş, belirli bir döneme ait bir taktik olarak takdim edilir. Söylendiğine göre, bu dönemde sendikalar güçsüz ve küçüktür. Bu düşük profil, dar sendika ve fabrika tabanlı yaklaşım belki de doğru bir taktiktir. Her durumda bu yaklaşımın genel bir ilkeden çok bir taktik olarak değerlendirilmesi, işçicilik olarak tanımlanamaz. Ancak yetmişlerin başında “bağımsızlık” taktiğini sendikalara dayatan bu yaklaşım, ekonomizm olarak görülebilecek bir tür teori geliştirmiştir.

Ekonomizmden kastımız, her şeyi anlamakta kullanılacak yegâne anahtarın ekonomi olduğunu söyleyen işçiciliktir. Bu konum, Güney Afrika’daki kapitalist ekonomi bağlamında her şeyin kapitalist üretim ilişkileri, yani işçilerin patronlar tarafından sömürülmesi üzerinden izah edilebileceğini söyler.

Bu görüş için kendisini doğrulayan birçok husus mevcuttur. Maalesef bu önemli doğru, ekonomizm tarafından bütün gerçeklik, yegâne hakikat olarak geliştirilir. Sonuçta bu yaklaşıma göre yegâne önemli mücadele alanı, fabrikadır. İşçilerin ve patronların saf anlamda karşı karşıya geldikleri yer orasıdır. Bu mücadele, her şeyin anahtarıdır.

Bu tarz bir ekonomizm geliştiren işçiciler, politik mücadeleyi önemsiz addederler ve horgörürler. Irk ayrımcısı zulmü, kapitalist sömürüyü gizleyen bir maske olarak anlarlar. Bu işçiciler için zulme karşı mücadele, genel anlamda önemsizdir. Bu tarz mücadelelerin işçileri “gerçek” mücadeleden, fabrikadaki “saf” sınıf mücadelesinden uzaklaştırdığını söylerler. Bu tarz daha politik mücadeleler yürütüldükçe, kapitalist sömürü gerçeğinin üzerindeki örtü işçiler adına kaldırılacaktır. Gerçek iktidar, onlara göre, üretimdedir. Eğer işçiler, üretim sistemini değiştirebilir ve fabrikaları ele geçirip patronlardan kurtulabilirlerse, ırk ayrımcısı hükümet de un ufak olacaktır.

Bu ekonomist işçicilik tümüyle yanlıştır. Yönetici sınıfın, patronların iktidarının üretim düzleminde, fabrikalarda gerçekleşen işçi sömürüsünde yattığı doğrudur. Ayrıca ülkemizdeki anlamlı bir değişimin gerçekleşmesinin ırk ayrımcılığının ortadan kaldırılması olduğu da doğrudur. Güney Afrika için tam demokrasi, önemli ölçüde ekonomimizdeki sömürünün ortadan kaldırılmasına bağlıdır. (Bu arada, MDC’nin her türlü sömürü ve zulme karşı mücadele etmesinin nedeninin bu olduğunu da söylemek gerekir.)

Ancak ekonomizm, bu doğruları alır ve tüm hakikatin karşısına çıkartır. Bu yolla politik meselelerin büyük önemini inkâr etme eğilimi içine girer. Fabrika, yönetici sınıfın muktedir olduğu yegâne alan değildir. Baskıcı bir politik mekanizma (polis, ordu, mahkemeler, hapishaneler ve idare) olmaksızın patronlar işçileri fabrikalarında bir gün daha fazla sömüremezler. Ülkemizde ırk ayrımcısı zulüm (seviyesiz eğitim, geçirilen yasalar, meslekî şartlar ve yurtluklar -bantustanlar) kapitalist sömürüyü, aynı zamanda işçiler ve tüm mazlumlar üzerindeki kontrolü derinleştirir.

Fabrika temelli mücadeleler büyük önemi haiz olsa da değişim için gerekli bütünsel bir strateji basit anlamda buraya dayandırılamaz. Beyaz azınlığın elindeki rejimin getirdiği daha fazla satış vergisi ve yüksek kiralarla temizlenirse, işçilerin ücret artışı kazanmalarına ne yardım edecektir?

“Saf” işçi sınıfı ve ekonomik konumdan yola çıkılsa bile işçileri fabrika temelli meselelerle sınırlamak tümüyle yanlıştır. Politikaya ait, devlet iktidarının alınmasına, yasaları kimin yaptığına, polisi, mahkemeleri, orduyu, hapishaneleri ve idareyi kimin kontrol ettiğine ilişkin sorular görmezlikten gelinemez. Bu sorularla ilgilenmemek, işçilerin fabrika temelli elde ettiği kazanımların daima yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmasını getirecektir.

Son iki yıl içinde Güney Afrika’da kitlesel politik mücadelelerin yükselmesi ile birlikte ekonomizmin zayıflığı işçilerin ve ilericilerin önemli bir bölümü tarafından anlaşılmıştır.

Ekonomizm, hâlâ aynı yerlerde oyalanırken, genel anlamda o bir biçimde ya terk edilir ya uyarlanır ya da reforme edilir. Ekonomizmin reforme edilmiş bir biçimi de sendikalizmdir.

2. Sendikalizm Biçiminde İşçicilik

İşçiciliğin bu sendikalist biçimi, işçilerin politik meselelere müdahil olması gerektiğini inkâr etmez. Ancak o, sendikayı bu politik müdahalenin ana, hatta yegâne örgütsel zemini olarak görür.

Sendikalizmin reformist ve militan versiyonları mevcuttur. Reformist versiyonun umudu, Britanya İşçi Partisi türünden bir partinin ya da bir hareketin ortaya çıkmasıdır. Sendikal hareket, böylesi bir emek hareketinin ana katılımcısı olacaktır. Reformistlere göre mücadele, kölelik koşullarına son vermeden verili koşulları geliştirme mücadelesi ile sınırlıdır. Sendikalizmin militan versiyonları sendikaları ırk ayrımcısı hükümete ve burjuva düzenine karşı saldırının öncü gücü olarak görürler. Bu bağlamda seçilen strateji, genel grevdir. Gerçekte militan sendikacılar genel greve, tüm diğer strateji ve taktikleri kapı dışarı etmek için vurgu yaparlar.

Sendikalizmin reformist ve militan versiyonlarının ortak bir yönü vardır. Her ikisi de işçi sınıfının temel rolü ile ilerici sendikaların rolünün kesiştiğini düşünürler. Ancak bizim mücadelemizde işçi sınıfının temel rolü, ilerici sendikaların rolü ile aynı değildir. Bunu neden söylediğimizi ve sendikalizmin hatalarını daha açık biçimde anlamak için sendikaların güçlü ve zayıf yönlerine bakmamız gerekiyor.

Sendikaların Zayıf ve Güçlü Yönleri

Sendikalar, kurtuluş hareketine önemli katkılar yapmışlardır, yapmaya da devam edeceklerdir. İşçiler, sınıfsal güçlerini çoğunlukla sendikalarda öğrenirler. Sendikal mücadeleler, işçilerin kendi çıkarları ile patronların çıkarlarının çatıştığını öğrenmelerini sağlarlar. Demokratik sendikalarda yüz binlerce Güney Afrikalı işçi örgütsel eğitim alır. Talimat ya da temsiliyet üzerinden gerçekleşen seçimlere ve tartışmalara iştirak ederler. Sendikalar, işçiler için önemli bir mücadele okuludur. Maksimum sayıda işçinin çeşitli endüstri kollarındaki demokratik ve millî sendikalarda örgütlenmesi, hem MDC’nin hem de tüm millî demokratik mücadelenin çıkarınadır.

Ayrıca sendikalar, mücadele okulundan daha fazlasıdır. Onlar, kendi hakları adına, işçilerin patronlar ve tüm ırk ayrımcısı sisteme karşı ağır darbeler indirmesini sağlayan güçlü birer silâhtır. Ancak sendikaların da sınırları vardır. Bir sendikanın ilk amacı, bir fabrikada ve en nihayetinde bir endüstri kolunda maksimum sayıda işçiyi örgütlemektir.

En önemli eyleme geçirme ve örgütleme araçları, fabrika zemininde geçerli olan ücretler ve çalışma koşulları gibi konularda devreye sokulur. Eğer ilerici bir sendikanın ilk amacı bu ise o zaman “politika ile ilgilenmediğini” söyleyen ya da birbirinden farklı, hatta çelişik politik görüşlere sahip işçilerin dışarıda tutulması doğru olmayacaktır. Güney Afrika’da ilerici sendikalar, çoğunlukla politik olmayan, ama gene de sadık birer sendika üyesi olan işçileri mücadeleye dâhil etmişlerdir.

İlerici sendikaların ağlarını geniş tutması doğrudur. Çelişik politik görüşlere sahip sıradan bir işçiyi dışarıda tuttuğu takdirde onlar görevini yerine getirme konusunda başarısız olurlar. Bu, sendikaların üyelerini politik olarak eğitmeyecekleri anlamına gelmez. Ancak bu süreç zaman alacaktır. Ağlarını geniş tutmak ve binlerce işçiyi demokratik örgütlenmeye, kolektif, militan mücadeleye dâhil etmekle sendikalar, işçi sınıfı ile politik örgütler ve mücadele arasında önemli bir bağlantı hâline gelirler.

Sendikaların kimi politik sınırlara mahkûm olmasının nedeni buradadır. Bu, sendikaların hatası değildir. Onların esasında aynı programa ve görüşe sahip, politik açıdan ileri işçilere açık birer politik parti olmaya çalışması, sendikaların politik görevler konusunda başarısız olmasının nedenidir.

Geniş bir yelpazede insanı içlerine almalarından ötürü sendikalar, çoğunlukla her gün değişen politik mücadelede daha hızlı ve etkin bir hareketlilik gösteremezler. Memurların politik talimatı, belli bir politik program etrafında toplanmış gönüllü üyelerden oluşan politik örgütlerinkinden çoğunlukla daha sınırlıdır. Ancak bu tartışmayı daha da ileriye taşımamak gerek!

Aradan geçen onca yılın ardından Güney Afrika’daki ilerici sendikalar önemli politik roller oynamışlardır. Maalesef son dönemde sendikaların politik katkısı kimi zaman biraz daha fazla olmuştur. Bunun nedeni, onların her zaman sahip oldukları sınırlılıklar değildir. İşçilerin mücadelemizde yoğun katılımını önleyen önemli bir unsur, çoğunlukla işçicilik olmuştur. Ancak geçen yılın sonunda Güney Afrika Sendikaları Kongresi’nin (COSATU) kurulmasından beri daha geniş bir politik katılıma tanık oluyoruz. Bu, bütün mücadele için oldukça büyük bir kazanımı ifade ediyor.

Şimdiye kadar işçiciliğin ekonomizm ve sendikalizm türlerini gördük. Biz, işçiciliğin bu biçimlerinin sendikalarla ilişkideki kimi aydınlarla bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Bu işçici görüşün gelişimi için gerekli toprak, geniş ve açık bir politik örgütün yokluğunda ortaya çıkan sendikal harekettir. Ancak işçiciliğin hataları, son dönemde sendikalarla yakın ilişkiler geliştirenlerle sınırlı tutulamaz. Son olarak bahsedeceğimiz işçicilik versiyonu onun sulandırılmış bir biçimidir.

3. Millî Demokratik Kılıf Altındaki İşçicilik

Bu sulandırılmış işçicilik türü, bizim MDC saflarında ve başka yerlerde bulunabilir. Bu tür işçicilik, diğer işçicilik türlerinin birçok hatasını paylaşır, ancak daha sulandırılmış ve oldukça güçlü bir biçimde. Burada millî demokratik mücadele stratejimize sözde bağlılık gösterenleri kastediyoruz. Bu kişiler, “evet, halk mücadelesi ve millî demokratik mücadele önemlidir.” demekte, ama gerçekte bu sözlerine kalpten inanmamaktadırlar. Sulandırılmış işçiciler için millî demokratik mücadele, ânın gerektirdiği basit bir taktiktir. Onlara göre, MDC’nin geniş cephesi başarısız ve geçici bir yapıdır. Millî demokratik mücadele ile ilgili bahsimiz, onlara göre, “Güney Afrika’daki kitlelerin kültür ve geleneklerine yönelik tavizden başka bir şey değildir.” Millî demokratik mücadele içindeki bu işçiciler, MDC’yi sosyalist bir işçi partisi olarak görmek istemekte; küçük burjuvazinin ve tüm demokratların saflarımızdan “ayıklanmaları”nı talep etmektedirler.

Bu türden laflar edenler, son iki yıllık mücadele deneyiminden hiçbir şey öğrenmediklerini gösterirler. Kısa süreli mevcudiyetinde MDC, kitlelerin eylemselliği ve örgütlülüğü bağlamında, ülke genelinde yol açıcı işler yapmıştır. Sert mücadele okulunun verdiği bu dersler onaylanmış, millî demokratik mücadelenin kapsamlı stratejisi doğruluğunu ortaya koymuştur. MDC, aslî görev olarak tüm Güney Afrikalıların eyleme geçirilip örgütlenmesi olduğu tespitini yapar ve bölünmemiş bir Güney Afrika’daki ırkçı olmayan çoğunluk iktidarı için mücadele eder. Bu temel hedef doğrultusunda önemli zaferler elde ettiğimiz bir gerçektir.

Sosyalizme bağlı olan saflarımızdaki insanlar için bu zaferler, dar ve küçük bir tarikattan ziyade, kitlesel bir düzeye sahip bir hareket için gerekli alanı ve imkânı yaratmıştır. Ancak, ayrıca sosyalist olmayan, ama mücadeleye katkı sunan vatansever demokratlar da mevcuttur. Geleceğin Güney Afrika’sında değişimin doğası ile ilgili tartışma ve müzakereleri teşvik ederken bizler, koruyucu olmalı ve birliğimizi derinleştirmeliyiz.

Politik mücadelemizdeki altın kural, en tehlikeli düşmanı daima tecrit etmek, yalnızlaştırmak, aynı zamanda ilerici kampı azami düzeyde güçlendirmektir. Güney Afrika koşullarında millî demokratik mücadelenin geniş kapsamlı stratejisi, ülkemizdeki hızlı ve geniş ölçekli değişimlere uzanan ana güzergâhtır. O, başarısız ya da ertelemeci bir taktik değil, olanca ciddiyeti ile ele aldığımız geniş kapsamlı bir stratejidir.

İşçiciliğin sulandırılmış biçimindeki stratejik zayıflığı resmedebilmek için birçok pratik yol mevcuttur. Sadece bir örnek vermek yeterli. Sulandırılmış işçici mağlubiyetçidir, ülkemizdeki mazlumlara, küçük burjuva siyahlara ve orta tabakaya karşı edilgendir. Son birkaç yıl içinde bu işçiciler, hükümetin üç katmanlı parlamentoyu ve Yerel Siyah Otoriteler sistemini “orta sınıf siyahlar”la işbirliği yapabilmek için icat ettiğini söylemektedirler. Bu doğrudur. Ancak bu doğru fikirden yola çıkarak işçiciler, bizlerin tüm gayretlerinin siyah işçilere yoğunlaşması gerektiği sonucuna ulaşmaktadırlar.

Başka bir deyişle, hükümetin ve patronların niyetinin işbirlikçi bir “siyah orta sınıf” yaratmak olduğunu söyleyen bu işçiciler, bizlerden böyle bir grubun mevcut olduğuna inanmamızı istiyorlar. Bu işçiciler, bizim mücadele etmeksizin, hükümetin ve patronların üzerinden ellerimizi çekmemizi talep ediyorlar!

Bereket ki MDC saflarındaki çoğunluk bu görüşe meyletmedi. Millî demokratik mücadelenin geniş kapsamlı stratejisinin rehberliğinde -örneğin bir milyon imza kampanyamız ve seçim karşıtı mücadelemizde- bizler, mazlumlar arasında tüm sınıfları ve grupları eyleme geçirdik, bilgilendirdik ve örgütledik. Mücadelemizi fabrikalarla ve şehirlerdeki işçi bölgeleri ile sınırlandırmayı reddediyoruz. Hükümet, bu nedenle siyah orta sınıf arasında kendi reformları için önemli bir destek kazanmada sefil biçimde başarısız olmuştur. İhanetler ve işbirlikçi tutumlar görülmüştür, ancak bunlar sayıca çok azdır ve genelde kendi topluluğumuz içinde tecrit edilmişlerdir. Güvenle söyleyebiliriz ki hükümet ve patronlar hayallerine ulaşma ve geniş bir işbirlikçi grup oluşturma konusunda 1983’tekine nazaran başarısızdırlar.

İşçi Sınıfının Liderlik Rolü

Burada son on beş yıl içinde gelişen işçiciliğin üç ayrı türüne baktık. Ayrıca bu üç işçicilik akımındaki hata ve zayıflıkları inceledik. Son bölümde, işçi sınıfının liderlik rolü meselesini irdelememiz gerekiyor. Bu, tüm işçicilerin büyük ilgi gösterdikleri bir konudur. Ayrıca, işçiciler tam da bu konu üzerinden kafa karışıklığı yaşamaktadırlar.

Mücadelemizde işçi sınıfının liderlik rolüne sahip olması gereksinimi üzerinde durma konusunda işçiciler yalnız değildirler. Bütün olarak MDC (millî kararlar bağlamında), Güney Afrika Sendikaları Kongresi, Afrika Millî Kongresi ve diğer örgütler işçi sınıfının liderliğine dönük ihtiyacı tanımaktadır. MDC için sorun, işçicilerin doğru biçimde yaptıkları, işçilerin liderliğine yönelik çağrıda değil, onların bu konuyla ilgili fikirlerindedir.

İşçiciliğin ekonomist türü, işçi sınıfının liderliğinin tüm mücadele alanlarında faal olması gerektiğini anlama konusunda başarısızdır. İşçilerin konumu, görüşü ve disiplini sadece fabrika sınırlarında değil, düzeysiz eğitim ve topluluklara yönelik zulme karşı mücadelelerde de yön verici olmalıdır.

Aynı şekilde, işçiciliğin sendikalist biçiminin ana eğilimi, işçileri geniş halkçı örgütler ve ittifaklar oluşturmaktan alıkoyar. Garip olan şu ki aynı işçiciler ve teoride işçi sınıfının kendiliğinden gelişen bilgisini öven aydınlar, pratikte işçilerin görüşlerine tepeden bakarlar. Pratikte bu işçiciler, işçi sınıfının zayıf ve cahil olduğunu düşünürler, sürekli olarak “halkçılık” ve küçük burjuva milliyetçiliği” ile tehdit ederler. Bu, çoğunlukla onların sendikalizmleri ile haklı göstermek için kullandıkları ana gerekçedir. Onlar işçileri güvenli “saf işçi sınıfı” sendikalarına kilitlemek ve onları “halkçılık” tehditlerine karşı direnmek için “yeterli düzeyde eğitilene” kadar karantinada tutmak isterler. İşçiciler, işçileri sendikalar içinde tecrit etmeyi başardıkları ölçüde iki olumsuz sonuca ulaşmış olurlar.

İşçileri politik deneyimden politik pratik aracılığıyla bir şeyler öğrenme şansından mahrum ederler. İşçilerin bu tecrit içinde güçlerini ve zayıflıklarını, ayrıca potansiyel müttefiklerin imkânları ile sınırlarını öğrenmeleri mümkün değildir. Ayrıca işçiciler, millî demokratik mücadeleyi güçlü bir işçi liderliğinden de mahrum ederler. Bereket versin ki örgütlü işçileri sendikalist bir bileşim içine hapsetme gayreti, genel anlamda başarısız olmuştur. Her iki olumsuz teşebbüs de beklenen ölçüde geniş bir etki yaratmamıştır.

Sonuç olarak söylenebilir ki her üç tür işçiciliğin de en temel hatası, Güney Afrika koşullarında işçi sınıfının halkın en geniş birliğine liderlik etmesi gerektiğini, buna muktedir olduğunu anlayamamış olmasıdır. Kapitalist dünyanın hiçbir yerinde, gelişmiş kapitalizmin birçok özelliğini gösteren bir ülkede işçi sınıfı için genel ortamın iyi olduğu söylenebilir. Güney Afrika’da yönetici blok, sadece halkımızın küçük bir bölümünün desteğini kazanabilmiştir. Irkçı zulmün ve kapitalist sömürünün özel bileşkesi, sömürünün ve zulmün her türlü biçimini ülkemizden söküp atmak için mücadele eden geniş bir halk kesiminin oluşmasını koşullamıştır.

Mücadelemizin maksimum düzeyde gelişmesini güvence altına almak için işçi sınıfı, sadece kendi üyelerine değil, siyah orta sınıftan köylülere, işsizlerden gençliğe kadar Güney Afrika’daki tüm demokratik ve mazlum kesimlere liderlik etme imkânı bulabilmelidir.

İşçiciliğin hataları (ister ekonomizm ister sendikalizm isterse millî demokratik mücadeleye sözde bağlılık gösteren biçimi olsun) tüm bunlardan bizi uzak tutar. Ama her şeyin ötesinde işçi sınıfını önemli görevler ifa etmekten alıkoyar.

Güney Afrika Komünist Partisi
Isizwe
[“Millet” -Birleşik Demokratik Cephe’nin (UDF) dergisi]
Kasım 1986
Kaynak

[*] Özgürlük Sözleşmesi, Afrika Millî Kongresi ve müttefikleri Güney Afrika Yerli Kongresi, Güney Afrika Demokratlar Kongresi ve Siyah Halklar Kongresi’nden oluşan Güney Afrika Kongresi İttifakı’nın 1955 yılında hazırladığı temel ilkeler belgesidir. İlk çıkış talebi şudur: “Halk Yönetecek!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder