Bush’a Ayakkabı Fırlatan Muntazır Zeydi’nin
Serbest Kaldıktan Sonra Yaptığı Konuşma
Kerim ve bağışlayıcı olan Allah’ın adıyla.
Ben hürüm. Ama ülkem hâlâ bir savaş tutsağıdır.
Öncelikle ülkemde, İslâm dünyasında ve hür dünyada
benim yanımda duran herkese teşekkür eder, saygılarımı bildiririm. Yaptığım
eylemle, eyleme maruz kalan kişiyle, kahramanla ve kahramanca eylemle, sembolle
ve sembolik eylemle ilgili çok şey söylendi.
Ancak benim cevabım esasında çok basit: beni meydan
okumaya mecbur eden şey, halkımın maruz kaldığı adaletsizlik ve işgalin
çizmeleri altına aldığı vatanımı aşağılamak istemesidir.
Onlar ister şeyh, ister kadın, ister çocuk, isterse
erkek, bu vatanın tüm evlatlarının kafalarını parçalamak istediler. Son birkaç
yıl süresince işgalin sıktığı kurşunlar, bir milyondan fazla şehidi toprağa
düşürdü ve bugün ülke, beş milyondan fazla yetim, bir milyon dul ve yüz
binlerce sakatla dolu. Ülke içinde ve dışında milyonlarca evsiz insan, yersiz
yurtsuz yaşamaya mecbur.
Eskiden Arapların, Türkmenlerle, Kürtlerle,
Süryanilerle, Sabilerle ve Yezidîlerle günlük ekmeğini bölüştüğü bir milletti
burası. Şiîler Sünnîlerle aynı safta namaz kılardı. Müslümanlar, İsa’nın -huzur
içinde olsun- doğum gününde Hristiyanları tebrik ederlerdi. On yıldan fazla
süren müeyyidelerin sonucunda yaşamak durumunda kaldığımız açlığı uzun yıllar
birlikte paylaştık.
Sabrımız ve dayanışmamız bize zulmü unutturmamalı.
Birilerinin iddia ettiği o kurtuluş yanılsaması tarafından ele geçirildiğimiz
günden beri işgal, kardeşleri, komşuları böldü, amcayı yeğenine düşman etti.
Evlerimizi hiç bitmeyecek cenaze çadırlarına dönüştürdü. Mezarlıklar, parklara
ve yol kenarlarına taştı. Bu, bir felâkettir. Bizi katleden, camilerimize ve
evlerimizin kutsiyetine halel getiren, binlerce insanı günbegün geçici
hapishanelere atan işte bu işgal.
Kahraman olmadığımı kabul etmem gerek. Ama belli bir
bakış açım ve duruşum var. Ülkemin aşağılandığını görmek beni utandırıyor. Hele
ki Bağdat’ı yanarken görmek. Halkımın katlini. Binlerce trajik resim kazılı
kafamda, bu, her günümün üzerine çöküyor ve beni doğru yola itiyordu, o
yüzleşme yoluna, adaletsizliğe, hile ve ikiyüzlülüğe itiraz etme yoluna. Onsuz
bana uyku haramdı.
Yeni doğmuş bir bebeğin bile saçlarını kırlaştıracak o
onlarca, yüzlerce katliam görüntüsü karşısında gözyaşı dökmeye ve içimin
yaralanmasına alıştım artık. Ebu Gureyb skandalı, Felluce, Necef, Hadiza…
Felluce, Sadr Şehri, Basra, Diyala, Musul, Telafar katliamları ve ülkemin
yaralı her karış toprağı. Geçmiş yıllarda her yanı alevler içindeki ülkemi
dolaşıp kendi gözlerimle gördüm savaşın kurbanlarını ve çektikleri acıları,
kendi kulaklarımla duydum sevdikleri ölmüşlerin, yetimlerin çığlıklarını.
Çirkin bir ad gibi esir aldı utanç duygusu, çünkü güçsüzdüm.
Iraklıların günbegün yaşadıkları trajedileri rapor
etme görevimi tamamlar tamamlamaz, Irak evlerinin enkazını üzerimden silip
kurbanların kan izlerini yıkadığımda, sıktım dişlerimi ve toprağa düşenlere söz
verdim, bir intikam sözüydü bu.
Fırsat önüme geldi, ben de kullandım.
İşgal süresince dökülen ya da onun sebep olduğu masum
kanın her damlasındaki, yakınlarını yitirmiş bir ananın her çığlığındaki, bir
yetimin her iniltisindeki, tecavüze uğrayan bir kadının kederindeki ve bir
öksüzün gözyaşındaki asaleti çıkardım ortaya.
Bana sitem edenlere şunu söylüyorum: işgal yüzünden
fırlattığım ayakkabının kaç parçalanmış eve girdiğini biliyor musunuz? Kaç kez
çiğnedi masum kurbanların kanını o? Hür Iraklı kadınların ve onların
kutsiyetlerinin tecavüze maruz kaldığı evlere kaç kez girdi? Belki de ayakkabı,
tüm değerler ayaklar altına alındığında verilebilecek en uygun cevaptı.
O suçlunun, Bush’un yüzüne fırlattığımda ayakkabıyı,
her türden yalanına, ülkemi işgal etmesine ve halkımı katletmesine dönük
itirazımı ifade etmek istedim. Ülkemin zenginliğinin yağmalanmasına ve
altyapısının mahvedilmesineydi, evlatlarını dünyanın çeşitli yerlerine savurup
atmasınaydı itirazım.
Altı yıllık aşağılama, saygısızlık, kutsallığın katli
ve ona yönelik tecavüzler, ibadet yerlerinin saldırıya uğraması sonrası o katil,
gelip zaferle ve demokrasi ile böbürlenip iftiharlandı burada. Kurbanlarına “elveda”
demek için geldi ve onlardan karşılık olarak çiçekler istedi.
İşte benim de basit cevabım buydu, işgalciye
fırlattığım ayakkabı, ona ve işgal öncesinde ya da sonrasında, ister yalanları
çoğaltarak ister eyleme geçerek onunla birlik olanlara verdiğim bir çiçekti o
ayakkabı.
Ayaklar altına alınmış ve yüce onurunu yitirmiş olduğu
günlerde mesleğimin onurunu ve baskı altındaki vatanseverliğimi savunmak
istedim. Kimileri, neden o basın konferansında Bush’u utandıracak bir soru
yöneltmediğimi soruyorlar. Evet, şimdi o gazetecilere cevap veriyorum. Basın
konferansı başlamadan önce Bush’a soru yöneltmememiz talimatı verilmiş, sadece
yaşanan olayı örtbas etmemiz istenmişse ona nasıl soru sorabilirdim? Orada
herkesin Bush’a soru sorması yasaklanmıştı.
Profesyonellik meselesine gelince: işgalin gölgesi
altında matemde olan profesyonelliğin, vatanseverlikten başka, yüksek sesle
dile getirebileceği bir şey olamaz. Eğer vatanseverlikten söz etmek gerekirse,
o zaman profesyonellik, bu vatanseverliğe iştirak etmelidir.
Bu fırsatı kullandım: eğer benim gazeteciliğim,
niyetimden bağımsız olarak yanlış ise ve mesleğimi utanca sürükleyip bu kuruma
zarar vermişsem, her türlü utanç verici eylemim için onlardan özür diliyorum.
Vatanının günbegün hakarete maruz kaldığını gören bir vatandaşın duygularını
canlı bir vicdanla ifade etmekten başka bir şey değildi benim yaptığım.
Tarih, profesyonelliğin de Amerikan siyaset
üreticilerinin ellerinde uzlaşmış bir hâlde var olmayı sürdürdüğüne ilişkin
sayısız hikâye anlatıyor; Küba Televizyonu mensubu gazeteciler kılığına giren
CIA ajanlarının TV kamerasına bubi tuzağı yerleştirmesi suretiyle Fidel
Castro’ya karşı gerçekleştirdikleri suikast girişimi ya da Irak savaşında
kamuoyunun yaşananlarla ilgili olarak aldatılması bunlara örnektir. Burada
anamayacağım daha çok sayıda örnek mevcuttur.
Fakat dikkatinizi çekmek istediğim husus, şu şüpheli
ajanlardır, Amerikan istihbaratı, onun ajanları ve bu ajanların peşinden
gidenlerden, işgale karşı isyan eden bir kişi olarak benim izimi sürmek için
hiç zaman kaybetmeyen şu kişilerden bahsediyorum. Bunlar, beni öldürmek ya da
etkisizleştirmek isteyeceklerdir, bana yakın olan insanların dikkatini, beni
fizikî, sosyal ya da meslekî açıdan etkisizleştirmek ya da öldürmek için bu
ajanların kuracakları tuzaklara çekmek istiyorum.
Irak başbakanının uydu kanallarına çıkıp güvende olup
olmadığımı kontrol ettiğini söylediği vakit, ben bir yatakta, battaniyenin
altında idim, o saatlerde başbakanın sözlerine rağmen, en korkunç işkencelere
maruz kalıyordum: elektrik veriyorlardı, kablolarla vuruyorlardı, demir
sopalarla dövüyorlardı beni ve tüm bunlar, basın toplantısının yapıldığı
mekânın arkasındaki bahçede olup bitiyordu. Bu esnada basın toplantısı devam
ediyor, oradaki insanların seslerini duyabiliyordum. Belki onlar da benim
çığlıklarımı ve iniltilerimi duyabiliyorlardı.
Sabah beni soğuk suyun altına soktular, sırılsıklam
ettikten sonra, şafakta beni bağladılar. Bay Maliki gerçeği halktan sakladığı
için özür diliyorum. Anlatacağım her şeyi, bana işkence edenlerin isimlerini,
hükümette ve orduda üst konumlarda olan bu kişileri ileride açıklayacağım.
İsmim tarihe geçsin diye ya da maddî kazanç elde etmek
için yapmadım bu eylemi. Tek yapmak istediğim ülkemi savunmaktı ki bu da
uluslararası yasalar ve ilâhi haklar tarafından kabul gören meşru bir davadır.
Hakarete uğrayan eski bir medeniyeti savunmak istedim ve ben eminim ki tarih,
özellikle Amerikan tarihi, Amerikan işgalinin Irak ve Iraklıları nasıl baskıya
maruz bıraktığını anlatacaktır.
Hedeflerine ulaşmak için başvurdukları hilelerle ve
kullandıkları araçlarla iftihar edeceklerdir. Sömürgecilerin ellerinde Amerikan
Yerlilerinin başlarına gelenlerden farksız gelişmelerin yaşanıyor olması tuhaf
değil. Burada işgalcilere ve onların adımlarını izleyip onlara destek vererek
işgalcilerin davası için konuşanlara şunu söylüyorum: Asla teslim olmak yok.
Çünkü biz, aşağılanmak yerine ölmeyi tercih eden bir
halkız.
Son olarak şunu söylüyorum: ben bağımsızım. İşkence
süresince bana söylenenlerin aksine, ben herhangi bir politik partinin üyesi
değilim, birileri benim aşırı sağcı, birileri ise aşırı solcu olduğumu
söylüyor. Oysa ben politik partilerin dışındayım, ben gelecekte halkımın
hizmetine ve onun ihtiyaçlarının giderilmesine dönük gayretler içinde olacağım
ve kimilerinin iddiasının aksine, herhangi bir politik mücadele içine de
girmeyeceğim.
Gayretlerim, dul ve yetimlerin, işgalin zararlarını
gören insanların ihtiyaçlarının giderilmesine dönük olacak. Yaralı Irak’ta
şehit düşenlerin rahmetine ve insanlara zarar verenlere o iğrenç eylemlerde
yardım edenlerin utanması için dua ediyorum. Ayrıca mezarlardaki insanların
huzuru ve mapus zinciri altında zulme uğrayanlar için de dua ediyorum. Huzur,
kurtuluş için yüzünü Allah’a dönenlerin ve sabırlı olanların üzerine olsun.
Ve sevgili ülkeme şunu söylüyorum: adaletsizliğin
gecesi uzun olsa bile, bu, güneşin doğuşunu durduramaz ve bu güneş hürriyetin
güneşi olacaktır.
Son sözüm şu. Hükümete söylüyorum: bu, tutuklu
arkadaşlarımın sırtıma yükledikleri bir sorumluluk. Onlar “Muntazır, eğer
dışarı çıkarsan, her şeye kadir olan o güce bağlı olduğumuzu söyle insanlara.”
Her şeye kadir olan tek güç Allah’tır ve O’na dua ediyorum; “Muhbirler yüzünden
onlarca, yüzlerce kurbanın hapishanelerde çürüdüğünü hatırlat onlara.”
Bu insanlar yıllardır oralarda tutuluyorlar ve
herhangi bir suç isnat edilip yargılanmıyorlar.
Sadece sokaklardan toplanıp hapishanelere
tıkılıyorlar. Bugün sizlerin önünde, Allah’ın huzurunda, onların beni
duyabildiğini ya da hatta görebildiğini umut ediyorum. Hükümete bu gerçeği
hatırlatıp memurların ve politikacıların hapishanelerde nelerin yaşandığı ile
ilgilenmelerini bekliyorum. Hukuk sistemindeki gecikmeler adaletsizlikle
sonuçlanıyor.
Sağolun. Allah’ın selâmı üzerinize olsun.
Muntazır Zeydi
15 Eylül 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder