Gerilla
eylemi meselesi, Parti’mizi ve işçi kitlelerini büyük ölçüde ilgilendiren bir
meseledir. Aradan geçen zaman dâhilinde biz, bu mesele ile birçok kez ele aldık.
Geçmişte vaat ettiğimiz üzere, şimdi burada konuyla ilgili görüşlerimizin
eksiksiz denebilecek bir biçimini sunmak niyetindeyiz.
I
Baştan
başlayalım. Her marksistin mücadele biçimleri meselesinin incelenmesine dair
temel talepleri nelerdir? İlk olarak marksizm, öteki tüm ilkel sosyalizm
biçimlerinden, hareketi tek bir özel mücadele biçimine bağlamamak noktasında
ayrışır. Mücadelenin her türlü biçimini kabul eder ve onları “tertip etmez”,
ancak hareketin genel gidişatında açığa çıkan devrimci sınıfların bu mücadele
biçimlerini yalnızca genele teşmil eder, örgütler ve onlara bilinçli bir ifade
kazandırır. Tüm soyut formüllere ve doktriner reçetelere kesinkes düşman olan
marksizm, hareketin gelişmesi, yığınların sınıf bilincinin artması, ekonomik ve
politik krizlerin şiddetlenmesiyle yeni ve giderek çeşitlenen savunma ve
saldırı yöntemleri üreten, ilerleme hâlindeki kitlesel mücadeleye dönük özenli
bir tavrı talep eder. Bu nedenle marksizm, herhangi bir mücadele biçimini
mutlak mânâda reddetmez. Marksizm, mevcut toplumsal durum tüm kaçınılmazlığıyla
değiştiğinde, bu döneme katılanlarca bilinmeyen yeni mücadele biçimlerinin
doğacağını kabul ederek, yalnızca o anda mümkün ve var olan mücadele
biçimleriyle kendini hiçbir koşul altında sınırlamaz. Bu hususta marksizm, eğer
bu şekilde ifade etmemiz mümkünse, kitlesel pratikten öğrenir ve “sistemleştiriciler”in
münzevi gerçekliklerinde icat ettikleri mücadele biçimlerini kitlelere öğretme
tarzlarını hiçbir şekilde sahiplenmez. Örneğin daha önceleri, toplumsal devrim
biçimlerini incelerken Kautski’nin de tespit ettiği üzere biz, yaklaşan krizin bizi
şimdiden öngörmemizin mümkün olamayacağı yeni mücadele biçimleriyle tanıştıracağını
biliyoruz.
İkinci
olarak marksizm, mücadele biçimleri meselesinin tarihsel incelemesini kesin
olarak talep eder. Bu meseleye, somut tarihsel durumdan ayrı bir şey olarak
yaklaşmak, diyalektik materyalizme dair temel bilgilerin anlaşılmasında bir
hata olduğunu gösterir. Ekonomik evrimin farklı aşamalarında, politik,
millî-kültürel, hayatî ve öteki koşullardaki farklılığa bağlı olarak, farklı
mücadele biçimleri öne çıkıp mücadelenin aslî biçimleri hâline gelirler ve
bununla bağlantılı olarak ikincil, yardımcı mücadele biçimleri değişikliğe
uğrar. Hareketin gelişimindeki verili bir aşamaya ait somut durumun ayrıntılı
incelemesi yapılmaksızın, herhangi bir özel mücadele aracının kullanılıp
kullanılmayacağı sorusuna “evet” ya da “hayır” biçiminde cevaplamaya çalışmak,
marksist konumu tümden terk etmek anlamına gelir.
Bunlar,
bize rehberlik etmesi gereken iki ilkesel teorik önermedir. Batı-Avrupa'da
marksizmin tarihi, yukarıda söylenenleri doğrulayan sayısız örnek sunmaktadır.
Günümüzde
Avrupa sosyal demokrasisi, parlamentarizm ve sendika hareketini mücadelenin
başlıca biçimleri olarak görmektedir; geçmişte bu hareket, ayaklanmayı kabul
etmiş, zamanla değişecek koşullara bağlı olarak, bugün Rusya Kadetleri ve Bezzaglavtsi[1]
gibi burjuva liberallerinin genel kanaatinin aksine, gelecekte onay vermeye
hazır bir hâle geleceklerdir. Yetmişlerdeki sosyal demokrasi, genel grevi, her
derde deva toplumsal bir ilâç anlamında, burjuvaziyi tek darbede alaşağı
etmenin politik olmayan bir aracı olarak reddetmişti, ancak sosyal demokrasi, sadece
kitlesel politik grevi (özellikle Rusya’nın 1905 deneyiminden sonra), belirli
koşullar altında başta gelen mücadele yöntemlerinden biri olarak kabul etti.
Kırklarda sokağı ve barikat savaşını benimsemiş olan sosyal demokrasi, on
dokuzuncu yüzyılın sonunda kimi nedenlerden ötürü bu yöntemi reddetti ve onu
gözden geçirip, Kautski’nin ifadesiyle, yeni barikat savaşı taktikleri öğreten
Moskova deneyiminden sonra, barikat savaşı siyasetini kabul etmeye tümüyle
hazır olduğunu belirtti.
II
Genel
marksist önermeleri belirledikten sonra, şimdi Rus devrimine geri dönelim ve
onun ortaya koymuş bulunduğu mücadele biçimlerinin tarihsel gelişimini
hatırlayalım. Öncesinde işçilerin ekonomik grevleri (1896-1900) vardı, ardından
bunları işçilerin ve öğrencilerin politik gösterileri (1901-02) ve köylü
ayaklanmaları (1902), çeşitli gösterilerle birleşen kitlesel politik grevlerin
başlaması (Rostov 1902, 1903 Yaz’ı ve 9 Ocak 1905’teki grevler), yer yer
yereldeki barikat savaşlarının eşlik ettiği tüm Rusya’yı kapsayan politik grev
(Ekim 1905), kitlesel barikat savaşı ve silâhlı ayaklanma (Aralık 1905),
barışçı parlamenter mücadele (Nisan-Haziran 1906), kısmî askerî ayaklanmalar
(Haziran 1905-Temmuz 1906) ve kısmî köylü ayaklanmaları (1905 Sonbahar’ı-1906
Sonbahar’ı) takip etti.
Mücadele
biçimleri ile ilgili olarak, 1906 Sonbahar’ındaki genel durum bu şekildedir.
Otokrasinin “misilleme” olarak seçtiği mücadele biçimi, Kara Yüzler’in 1903
Bahar’ından (Kışinev) 1906 Sonbahar’ına (Sedlet) kadar geçen sürede
gerçekleştirmiş olduğu katliamdır. Bütün bu dönem boyunca Yahudilerin,
öğrencilerin, devrimcilerin ve sınıf bilincine sahip işçilerin döven Kara
Yüzler’in katliam örgütleme becerisi sürekli gelişti ve yetkinleşti, Kara
Yüzler birliklerinin şiddeti, para ile tutulmuş zorbaların şiddeti ile
birlikte, kasaba ve köylerde toplar kullanılmasına, herkesin gözü önünde yapılan
işkence gösterilerine, işkence trenlerine, vb. kadar vardırıldı.
Resmin
esas arka planı bu şekildedir. Bu arka planın karşısında, bu makalede incelenip
değerlendirilecek olan, kısmî, ikincil ve yedek olduğu tartışma götürmez bir
olgu durmaktadır. Bu olgu nedir? Biçimleri nasıldır? Nedenleri nelerdir? Ne
zaman doğmuştur ve nereye kadar yayılmıştır? Devrimin genel gidişatı içindeki
önemi nedir? Sosyal demokrasinin örgütlediği ve önderliğini yaptığı işçi sınıfı
mücadelesi ile bağı nedir? Resmin genel arka planı çizildikten sonra, şimdi
incelenmesine geçmemiz gereken sorular bunlardır.
Bizim
burada ilgilenmekte olduğumuz olgu, silâhlı mücadeledir; bu mücadele, bireyler
ve küçük gruplar tarafından yürütülmektedir. Bir bölümü devrimci örgütlere ait
iken, diğer bölümü (Rusya’nın belirli kesimlerinde çoğunluğu oluşturan)
herhangi bir devrimci örgüte bağlı değildirler. Silâhlı mücadele,
birbirlerinden kesin surette ayrıştırılması gereken iki farklı amacı takip
eder; bu mücadelenin ilk amacı, ordu ve polisteki bireylere, âmirlere ve
astlara suikast düzenlemek; ikinci amacı ise hem hükümete hem de özel kişilere ait
para kaynaklarına el koymaktır. Kamulaştırılan paralar, kısmen parti kasasına,
kısmen özel silâhlanma amacına ve ayaklanma hazırlığına, kısmen de tanımlamakta
olduğumuz mücadeleyle ilişkili kişilerin idâmesine harcanır. Büyük
kamulaştırmalar (Kafkasya’daki 200.000, Moskova’daki 875.000 rublelik
kamulaştırmalar) gerçekten de öncelikle devrimci partilere gitmiştir, küçük
kamulaştırmalarsa çoğunlukla, bazen de tümüyle “kamulaştırıcılar”ın idamesine
gider. Şüphesiz ki mücadelenin bu biçimi, ancak 1906’da, yani Aralık
ayaklanmasından sonra geniş ölçüde gelişti ve yaygınlaştı. Politik krizin
silâhlı mücadele noktasına dek yoğunlaşması ve özelde yoksulluk, açlık ve
işsizliğin kasaba ve köylerde artması, tarif ettiğimiz mücadelenin önemli
nedenlerinden biriydi. Bu mücadele biçimi, toplumsal mücadelenin tercih edilen,
hattâ yegâne biçimi olarak, halkın başıboş unsurları, lümpen proletarya ve
anarşist gruplar tarafından benimsendi. Burada sıkıyönetimin ilânı, yeni
birliklerin harekete geçirilmesi, Kara Yüzler katliamı (Sedlet) ve askerî
mahkemeler, otokrasi tarafından benimsenen “misilleme” niteliğinde bir mücadele
biçimi olarak görülmelidir.
III
Sözünü
ettiğimiz mücadeleye dönük olağan değerlendirme, onun, işçilerin moralini
bozan, halkın geniş tabakalarını geri iten, hareketin örgütlenmesini dağıtan ve
devrimi yaralayan anarşizm, blankizm ve eski terörizm türünden, yığınlardan
kopmuş bireylerin hareketi olduğu yönündedir. Bu değerlendirmeyi destekleyen
örnekler, her gün gazetelerde verilmekte olan olaylar arasında kolayca
bulunabilir.
Ama
bu örnekler inandırıcı mıdır? Bunu sınamak için, incelemekte olduğumuz
mücadelenin en gelişkin olduğu yerlerden birini, Litvanya Bölgesi’ni ele
alalım. Novoye Vremya [“Yeni Zaman”] 9 ve 12 Eylül tarihli nüshalarında,
Litvanya sosyal demokratlarının eylemlerinden yakınıyor. Litvanya Sosyal
Demokrat İşçi Partisi’nin (Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin bir
seksiyonunun) çıkarttığı gazete düzenli olarak 30.000 baskı yapıyor. İlân
sütunlarında her dürüst insanın yok etmeyi görev addedeceği casusların
listesini yayınlıyor. Polise yardımcı olan bir kimse, yok edilmeye lâyık, hattâ
malları kamulaştırılması gereken “devrim düşmanı” olarak ilân ediliyor. Halkın
Sosyal Demokrat Parti’ye, yalnızca imzalı ve mühürlü makbuz karşılığında para
vermesi öğütleniyor. Yıllık toplam geliri 48.000 ruble olarak gösteren
Parti’nin son raporu, bu miktarın içinde, Libau silâh kolunun kamulaştırarak
temin etmiş olduğu 5.600 rublelik bir paranın da bulunduğunu söylüyor. Doğal
olarak da Novoye Vremya bu “devrimci yasa”ya, bu “terör idaresi”ne karşı
öfkelenip ateş püskürüyor.
Hiç
kimse, Litvanya sosyal demokratlarının bu eylemlerini anarşizm, blankizm ya da
terörizm olarak nitelemek küstahlığında bulunamaz. Peki, ama neden? Çünkü
burada biz, mücadelenin yeni biçimi ile Aralık’ta patlak veren ve yeniden
mayalanmakta olan ayaklanma arasında açık bir bağlantı buluyoruz. Rusya
gerçeğinde bu bağlantı, bütün olarak algılanabilir düzeyde değilse de
mevcuttur. Aralık’tan sonra “gerilla” savaşlarının belirgin bir biçimde
yaygınlaşması ve onun yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda politik krizin
şiddetlenmesi ile arasındaki bağlantı, tartışma götürmez bir gerçekliktir. Eski
Rus terörizmi aydın komplocuların işi idi; bugün, genel bir kural olarak
gerilla savaşı, işçi savaşçılarca ya da sadece işsiz işçilerce verilmektedir.
Blankizm ve anarşizm, klişecilik zaafı olan kimselerin kafasında kolayca oluşur,
ama bir ayaklanma ortamında ki bu Letonya bölgesinde çok açıktır, böylesine
bilinen yaftaların işe yaramazlığı artık aşikârdır. Litvanyalılar örneği,
aramızda çok yaygın olan, bir ayaklanma ortamının koşullarına atıfta
bulunmaksızın yapılacak bir gerilla savaşı analizinin ne denli yanlış, bilimsel
ve tarihsel olmaktan uzak olduğunu açıkça göstermektedir. Bu koşullar akılda
tutulmalı, büyük ayaklanma hareketleri arasındaki ara dönemin kendine özgü
özellikleri düşünülmeli, bu tür koşullar altında ne tür mücadele biçimlerinin
kaçınılmaz olarak ortaya çıkacağı anlaşılmalı ve papağan gibi ezbere öğrenilen
bir söz yığınıyla, tıpkı Kadetler ve Novoye Vremyacıların kullandıkları
“anarşizm”, “hırsızlık” ve “holiganizm” gibi ifadelerle meseleden kaçmaya
çalışılmamalıdır!
Gerilla
hareketinin bizim çalışmamızı örgütsüzleştirdiği söyleniyor. Şimdi bu iddiayı
Aralık 1905’ten bu yana var olan duruma, Kara Yüzler’in katliam ve sıkıyönetim
dönemine uygulayalım. Böyle bir dönemde hareketi daha çok ne dağıtmaktadır:
direniş yokluğu mu, yoksa örgütlü gerilla savaşı mı? Rusya’nın merkezini, batı
sınırlarıyla, Polonya ve Litvanya toprakları ile karşılaştırın. Tartışma
götürmez olan şu ki, batı sınır bölgelerinde gerilla savaşı çok daha yaygın ve
gelişkindir. Ayrıca genel olarak devrimci hareket ve özel olarak da
sosyal-demokrat hareketin, merkezî Rusya’da, batı sınır bölgelerine göre çok
daha örgütsüz olduğu aynı ölçüde tartışma götürmez bir gerçekliktir. Elbette
bundan, Polonya ve Litvanya sosyal demokrat hareketinin gerilla savaşı
sayesinde daha az dağınık olduğu sonucu aklımıza gelmemelidir. Hayır. Çıkarılabilecek
tek sonuç, 1906’da, Rusya’da sosyal demokrat işçi sınıfı hareketinin
dağınıklığından ötürü gerilla savaşının suçlanmaması gerektiğidir.
Bu
bağlamda millî koşulların özelliklerine sıkça anıştırmada bulunulur. Ancak bu
anıştırma tüm açıklığıyla, yaygın iddianın zayıflığını ortaya koymaktadır. Eğer
bu millî koşullara ait bir mesele ise o zaman tüm Rusya’nın, hattâ özellikle
Rusların ortak birer günâhı olan anarşizmin, blankizmin ya da terörizmin değil,
başka bir şeyin meselesidir. Beyler, bu başka şeyi somut olarak inceleyin! O
zaman göreceksiniz ki, millî baskı ya da karşıtlık bir şey açıklamaz, çünkü
bunlar, batı sınır bölgesinde her zaman var olmuştur, oysa gerilla savaşı,
sadece bugünkü tarihsel dönemde ortaya çıkmıştır. Millî baskının ve karşıtlığın
bulunduğu çok yer vardır, ama kimi zaman millî baskı ve benzeri şeyler varken
bu sefer de gerilla savaşı orada mevcut değildir. Meselenin somut analizi,
bunun bir millî baskı değil, ayaklanma koşulları meselesi olduğunu
gösterecektir. Gerilla savaşı, kitlesel hareketin gerçek mânâda bir ayaklanma
eşiğine ulaştığı ve iç savaştaki “büyük çarpışmalar” arasında epeyce geniş bir
aralığın oluştuğu bir dönemde kaçınılmaz olan bir mücadele biçimidir.
Hareketi
dağıtan gerilla eylemleri değil, bu tarz eylemleri kontrol altına alma
yeteneğinde olmayan partinin zayıflığıdır. Biz Rusların, gerilla eylemlerine
karşı sık sık savurduğumuz lânetlemelerin, gerçekten de Parti’yi dağıtan gizli,
gelişigüzel ve örgütlenmemiş gerilla eylemleriyle el ele gitmesinin nedeni
budur. Bu mücadelenin doğmasına neden olan tarihsel koşulların neler olduğunu anlama
becerisi gösteremediğimizden, onun zararlı yanlarını giderme hususunda da
yetersiz kalıyoruz. Oysa mücadele sürüyor. Güçlü ekonomik ve politik nedenlere
bağlı olarak oluşuyor. Sözkonusu nedenleri ya da mücadelenin kendisini yok
etmek bizim gücümüz dâhilinde olan bir şey değil. Bizim gerilla savaşına dönük
şikâyetlerimiz, bir ayaklanma gerçeğinde partimizin yaşadığı güçsüzlükle
ilgilidir.
Dağınıklık
konusunda söylediklerimiz, moral bozukluğu için de geçerlidir. Moral bozukluğunu
yaratan, gerilla savaşı değil, örgütlenmemiş, düzensiz, parti dışı gerilla
eylemleridir. Biz, gerilla eylemlerini suçlayarak, ona söverek bu en tartışma
götürmez moral bozukluğundan birazcık olsun kendimizi kurtaramayız, zira
suçlama ve sövme, derin ekonomik ve politik nedenlerden ötürü ortaya çıkmış
bulunan bir olguyu kesin olarak durdurmak gücünden mahrumdur. Olağandışı ve
moral bozucu bir olguya son verme gücüne sahip olmayışımızın, Parti’nin
olağandışı ve moral bozucu mücadele yöntemlerini benimsemesi için bir neden
teşkil etmeyeceği yönünde bir itiraz geliştirilebilir. Ancak böylesi bir itiraz
marksist değil, saf anlamda burjuva liberal bir itirazdır, çünkü bir marksist
iç savaşa ya da onun biçimlerinden biri olan gerilla savaşına genel olarak
olağandışı ve moral bozucu bir olgu olarak bakamaz. Marksist, toplumsal barışı değil, sınıf mücadelesini temel alır. Şiddetli ekonomik ve
politik krizin belirli dönemlerinde sınıf mücadelesi, doğrudan bir iç savaşa,
yani toplumun iki kesimi arasındaki silâhlı mücadeleye doğru olgunlaşır. Bu
tarz dönemlerde marksistler, iç savaştan yana saf tutmak zorundadırlar.
Marksist açıdan iç savaşa yönelik herhangi bir ahlâkî suçlama kesinlikle
benimsenemez.
Bir
iç savaş döneminde proletaryanın ideal partisi, savaşan bir partidir. Bu,
tümüyle inkâr edilemez bir gerçekliktir. İç savaşa ilişkin genel bakış
açısından yola çıkarak herhangi bir özgül harekette ortaya çıkmış belirli bir
iç savaşa ait biçimlerin uygunsuzluğunu tartışıp ispatlamanın mümkün olduğunu
kabul etmeye tümüyle hazırlıklıyız. Askerî uygunluğa ilişkin genel bakış
açısına dayalı farklı iç savaş biçimlerine yönelik eleştiriyi tümüyle kabul
ediyoruz ve bu meselede son sözü söylemesi gerekenin, her özel yerellikte
pratik mücadele veren sosyal demokrat işçiler olduğu tespitinde uzlaşıyoruz.
Ancak marksizmin ilkeleri adına biz, iç savaş koşulları analizinin anarşizm,
blankizm ve terörizm ile ilgili basmakalıp, klişe sözler aracılığıyla
savuşturulmamasını, ayrıca Sosyal Demokrat Parti’nin, genel olarak gerilla
savaşına katılması gibi meselelerin tartışılması esnasında, Polonya Sosyalist
Partisi’nin şu ya da bu örgütünün, şu ya da bu anda benimsediği anlamsız
gerilla eylemleri yöntemlerinin bir tür umacı gibi kullanılmamasını talep
ediyoruz.
Gerilla
savaşının hareketi dağıttığına ilişkin tezin eleştirel bir gözle ele alınması
zorunludur. Elbette yeni tehlikeleri ve yeni fedakârlıkları beraberinde getiren
mücadelenin her yeni biçimi, bu yeni mücadele biçimine hazırlıksız olan
örgütleri kaçınılmaz olarak “dağıtır”. Bizim eski propagandacı gruplarımız
ajitasyon yöntemlerine rücu ettiklerinden dağıldı. Arkasından da komitelerimiz
gösterilere rücu ettiğinden dağıldı. Her savaşta askerî harekât savaşçıların
saflarını belli ölçülerde bozar. Ancak bu tespit insanların savaşmamaları
değil, aksine onların savaşmayı öğrenmeleri gerektiğini anlatır, hepsi bu.
Sosyal
demokratların gururla ve böbürlenerek, “biz, anarşist, hırsız, soyguncu
değiliz, biz, bunların çok üstündeyiz, gerilla savaşını kabul etmiyoruz”
dediklerini görünce kendime soruyorum: Bu adamlar ne söylediklerinin
farkındalar mı? Ülkenin her yerinde Kara Yüzler hükümeti ile halk arasında
silâhlı çatışmalar ve çarpışmalar oluyor. Devrimin bugünkü gelişme aşamasında
bu, kesinlikle kaçınılmaz bir olgudur. Halk da kendiliğinden ve örgütsüz bir
yoldan ve tam da işte bu nedenden, talihsiz ve arzulanmayan biçimlerde bu
olguya silâhlı çatışma ve saldırı yoluyla tepki gösteriyor. Ben, örgütümüzün
zayıflığı ve hazırlıksız oluşu yüzünden, belli bir yerde ya da zamanda, bu
kendiliğinden mücadelede parti önderliğinden kaçınmamızı anlayabilirim. Ben, bu
sorunun yerelde eylemdeki işçiler tarafından saptanması gerektiğinin, ayrıca
zayıf ve hazırlıksız örgütlerin yeniden biçimlendirilmesinin kolay bir şey
olmadığının farkındayım. Ama bu bir sosyal demokrat teorisyen ya da gazetecinin
bu hazırlıksızlık karşısında pişmanlık duymaktan çok, gururlu bir böbürlenme ve
kendini beğenmiş bir edayla anarşizm, blankizm ve terörizm konusunda papağan
gibi ezberlediği cümleleri tekrarladığını gördüğümde, dünyanın en devrimci
öğretisinin bu şekilde aşağılanması karşısında içerliyorum.
Gerilla
savaşının sınıf bilincine ulaşmış proleterleri aşağılık ve sarhoş ayaktakımı
ile yakın işbirliğine sokacağı söyleniyor. Bu doğrudur. Ancak bu sadece,
proletaryanın partisinin gerilla savaşına, biricik ya da hattâ baş mücadele
yöntemi olarak hiçbir zaman bakamayacağı anlamına gelir; bu, sözkonusu yöntemin
diğer yöntemlere bağlanması, yani savaşın baş yöntemleriyle uygun hâle
getirilip sosyalizmin aydınlatıcı ve örgütleyici etkisiyle yüceltilmesi
gerektiğini anlatır. Ayrıca bu sonuncu koşul olmaksızın, burjuva toplumundaki
mücadele yöntemlerinin eksiksiz tümü, proletaryayı altındaki ve üstündeki
proleter olmayan çeşitli katmanlarla yakın ilişkiye sokup olayların
kendiliğinden akışı içine terk ederse o yıpranır, yozlaşır ve fahişeleşir.
Grevler, eğer olayların kendiliğinden akışına bırakılacak olursa “ittifaklar”a,
tüketicilere karşı işçilerle patronlar arasındaki anlaşmalara doğru yozlaşır.
Parlamento, bir burjuva politikacıları çetesinin, “millî özgürlük”, “liberalizm”,
“demokrasi”, cumhuriyetçilik, kilise nüfuzu karşıtlığı, sosyalizm ve talep
edilen tüm diğer satılık eşyaları toptan ve perakende takas ettikleri kokuşmuş
bir geneleve dönüşerek yozlaşır. Bir gazete, umumî bir pezevenge, ayaktakımının
düşük içgüdülerini tatmin edip kitleleri yozlaştıran bir araca ve benzerî
şeylere dönüşerek yozlaşır. Sosyal demokrasi, proletaryayı biraz altında ya da
biraz üstünde bulunan katmanlardan bir Çin seddi aracılığıyla ayıracak hiçbir
evrensel mücadele yöntemi bilmemektedir. Farklı dönemlerde sosyal demokrasi,
farklı yöntemler kullanır ve bu yöntemlerin seçimini tümüyle önceden tanımlı
ideolojik ve örgütsel koşullar tarafından nitelendirir.[2]
IV
Avrupa’daki
burjuva devrimleriyle kıyaslandığında Rus devrimindeki mücadele biçimleri sahip
olduğu muazzam çeşitlilikle ayrışır. 1902’de Kautski, geleceğin devriminin (bir
ihtimal Rus devriminin istisna teşkil edeceğini ekleyerek), halkın yönetime
karşı mücadelesinden çok, halkın iki kesimi arasındaki mücadele biçiminde
gerçekleşeceğini söylediğinde bunu kısmen öngörmüştür. Şüphe yok ki Rusya’da,
halkın iki kesimi arasında cereyan eden mücadele biçiminin Batı’daki burjuva
devrimlerinden daha kapsamlı bir gelişime tanık olduğunu görüyoruz.
Devrimimizin düşmanları halkın arasında sayıca çok azdır, ancak mücadele
büyüyüp şiddetlendikçe bu düşmanlar giderek daha çok örgütlenmekte ve
burjuvazinin gerici katmanlarının desteğini almaktadırlar. Bu nedenle, millet
genelinde politik grevlerin yaşandığı böylesi bir dönemde, bir başkaldırının
çok kısacık bir zaman ve daracık bir alanla sınırlanmış eski bireysel eylem
biçimini var sayamayacağı kesinlikle doğal ve kaçınılmaz bir gerçekliktir.
Başkaldırının tüm ülkeyi kucaklayan uzun süreli bir iç savaş, yani halkın iki
kesimi arasındaki silâhlı bir mücadele şeklinde, daha yüksek ve daha karmaşık
bir biçimi varsayacağı kesinlikle doğal ve kaçınılmazdır. Böylesi bir savaş,
nispeten uzun aralıklarla gerçekleşen birkaç büyük çarpışma ile bu
aralıklardaki çok sayıda gerçekleşen küçük çarpışmadan oluşan bir çatışmalar
dizisinden başka bir şey olarak düşünülemez. Tüm bunlar yaşanacaksa ki bu,
şüphe götürmez bir gerçekliktir, sosyal-demokratların bu büyük çarpışmalarda ve
aynı zamanda da olabildiği kadarıyla, ilgili küçük çatışmalarda kitlelere en
iyi bir biçimde önderlik edecek örgütlerin yaratılmasını kendilerine görev
edinmeleri kesinlikle zorunludur. Sınıf mücadelesinin iç savaş noktasına
kavuştuğu bir dönemde, sosyal demokratlar, yalnızca bu iç savaşa katılmayı
değil, aynı zamanda onun içinde önderlik rolünü oynamayı da görev
edinmelidirler. Sosyal demokratlar, düşman güçlerine zarar verecek tek bir
fırsatı bile kaçırmayan bir savaşçı cephesi olarak hareket edebilme becerisine
sahip olmaları için tüm örgütlerini eğitmek ve hazırlamak zorundadırlar.
Bunun
zor bir görev olduğu inkâr edilemez. Bu görev tek seferde başarılamaz. İç
savaşın gelişimi içinde, tıpkı halkın tümünün yeniden eğitilmesi ve savaşmayı
öğrenmesi gibi, bizim örgütlerimiz de eğitilmeli ve bu görevle eşdeğerdeki
deneyimden çıkan derslerle uyumlu olarak yeniden kurulmalıdır.
Bizde
mücadelenin herhangi bir yapay biçimini eylemdeki işçilere zorla kabul ettirme
ya da hattâ Rusya’daki iç savaşın genel gelişimi dâhilinde gerilla savaşının
herhangi bir özel biçiminin hangi rolü oynayacağına koltuğumuzda oturarak karar
verme hususunda en ufak bir eğilim mevcut değildir. Biz, belirli gerilla
eylemlerinin somut değerlendirilmesini, sosyal demokrasi içindeki bir eğilime ait
bir gösterge olarak bakma düşüncesinin çok uzağındayız. Ancak öte yandan da
biz, pratik yaşamın doğurduğu yeni mücadele biçimlerinin doğru teorik
değerlendirmesine ulaşılmasına mümkün olduğu ölçüde katkı sunmayı görev
addederiz. Biz, yeni ve zor bir meselenin doğru olarak takdim edilmesi ve
çözümüne doğru olarak yaklaşılması konusunda sınıf bilincine sahip işçileri
engelleyen basmakalıp klişelerle ve önyargılarla durmadan savaşmayı görevimiz
olarak kabul ederiz.
V. I. Lenin
30
Eylül 1906
Proletari, Sayı: 5
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Bezzaglavtsi: Rus burjuva entelijansiyasına ait yarı Kadet, yarı
Menşevik Rus grup. (Prokopoviç, Kuskova, Boguçarski, Portugalov, Kijniyakov ve
diğerleri.) Grup, 1905-07 devriminin ilk çöküş aşamasında ortaya çıktı.
Sonradan, Prokopoviç editörlüğünde, 1906 Ocak-Mayıs tarihleri arasında
Petersburg’da yayımlanan Bez Zaglaviya [“İsimsiz”] adlı haftalık politik
derginin ismini aldı. Sonradan sol Kadetlerin dergisi Tovariş’e (Yoldaş)
katıldı. Resmî partidışılık kılıfı altında grup, burjuva liberalizminin ve
oportünizmin propagandasını yaptı, ayrıca enternasyonal sosyal demokrasi ile
revizyonist Rusları destekledi.
[2]
Bolşevik sosyal demokratlar, gerilla eylemlerine karşı anlamsız bir tutku
taşıdıkları suçlamasıyla sık sık karşılaşırlar. Gerilla eylemleri konusundaki
karar taslağında (Partiniye Izvestia, Sayı: 2 ve Lenin’in Kongre’ye
Raporu), gerilla eylemlerini savunan Bolşevik seksiyonunun, bu eylemlerin
benimsenmesi için aşağıdaki koşulları önerdiğini anımsamak, bu nedenle, yanlış
olmayacaktır: Hangi koşul altında olursa olsun, özel mülkiyete “el konulması”na
izin verilmemeliydi; hükümet mallarına “el konulması” önerilmemeli, bu
işlemlerin partinin kontrolü altında olmasına ve gelirlerinin bir ayaklanmanın
ihtiyaçları için kullanılmasına imkân sağlanmalı, bu yönde hazırlıklı
olunmalıydı. Terörizm biçimindeki gerilla eylemleri, zalim hükümet memurlarına
ve Kara Yüzler’in faal üyelerine, salt şu koşullara bağlı olarak önerilmeliydi:
1) kitlelerin duyguları dikkate alınmalı; 2) ilgili yerellikteki işçi sınıfı
hareketinin koşulları hesaba katılmalı ve 3) proletarya kuvvetlerinin ziyan
olmaması hususuna dikkat edilmelidir. Bu taslak ile Birlik Kongresi’nin
benimsediği karar arasındaki pratik farklılık, özellikle hükümet mallarına “el
konulmasına” izin verilmemesi olgusuyla ilgilidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder