5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü yaklaşıyor.
Filistin’de öğrenciler, akademisyenler,
öğretmenler, şairler, sanatçılar katlediliyor ve okullara saldırılar
düzenleniyor. Dünya halkları ve ülkemiz halklarının muhafazakâr kesimi bir yıla
yakın süren bir boykotu geliştiriyor.
Ayşenur
Ezgi Eygi adlı genç bir kadın, dayanışmak için gittiği Filistin’de Siyonistler
tarafından katledildi. Kendisi yurtdışında üniversiteyi yeni bitirmiş sosyalist
bir insan, bir karanfil artık diğer kızıl karanfiller gibi. Karanfil kendini
kanattığı için kızıldır, o kızıl kanı da tomurcuğunun içinde saklar.
5
Ekim, aynı zamanda Aksa Tufanı’nın başlangıcından birkaç gün öncesine denk
geliyor, bu Ekim’de onurlu Filistin halkının direnişi bir yılı buluyor.
Filistin’de
öğretmen ve öğrenciler katledilirken eğitim emekçileri de kitlesel grevlere
çıkıyor fakat ülkemizde böyle bir durum yok. Bizde Eğitim Sen, enternasyonalist
eğitimci dayanışmasını savunduğunu iddia ediyor ama Filistinli öğrenci ve
öğretmenler konusunda sessiz. Siyonistlerin konsolosluğu önünde henüz bir
açıklama yapmış değil.
Eğitim
Sen, 5 Ekim’e hazırlanıyor. Sendikanın İstanbul şubeleri kokteylli alkollü
tekne gezileri ve Taksim Hill Otel’de kokteyl düzenleyeceğini duyuruyor.
Şubelerin durumu bu. Ekonomik kriz ve sömürü koşullarında öğretmenler
kiralarını ödemekte ve ev bulmakta zorlanırken, Filistinli öğretmenler
katledilirken lüks otellerde ve teknelerde 5 Ekim kokteylleri düzenleyip kutlama
yapmak sınıfla ve enternasyonalistlikle, hatta vicdanla ilgili bağı kesmek
demektir. Kitlelerin “Geçinemiyoruz!” haykırışını göstermelik basın
açıklamalarıyla kitleden kopuk, geçiştirme politikasıyla kokteyl aynı cümlede
bağdaşmıyor.
Öncelikle
Taksim’in emekçi sınıflar ve egemenler açısından birbirine karşıt anlamları
var. 1 Mayıs’ları Taksim’de kutlamak için canla ödenmiş bedeller var.
İngilizcede “Tepe” anlamına gelen “Hill” sözcüğünün Taksim’de bir otelin adı
olması ve bu otelde kokteyl düzenlenmesi emekçilerin ortak hafızasını alkolle
ve yozlaştırmayla silme taktiğidir.
1
Mayıs 77’de bir otelin ve Sular İdaresi’nin “tepesinden” açılan ateşle işçiler emekçiler
katledildi. İnsan, kavramlarla düşünür ve hayatı algılar. Kavramlar manipüle
edildiğinde, zihnin düşünme biçimi, değerler ve davranışlar dönüşüme uğrar.
Diğer yandan, teknede ve otellerde düzenlenen alkollü kokteyller, burjuvaya
olan özentinin ve imrenmenin yansımalarıdır. Kitle, kendi sınıfsal gerçeğini
unutup sınıf atlamaya çalıştığında hem ideolojik bunalıma girer hem de sosyal
sınıfsal özünden kopuş yaşar.
Otelin
çalışanı işçi ve emekçilerin dünya öğretmenler gününde civardaki okullarda
eğitim gören öğrencilerinin öğretmenlerine alkol için servis yapıp ter
dökmeleri, hem öğretmen ile emekçi halk hem öğretmen ile veli hem de “Geçinemiyoruz”
düzleminde öğretmen ve işçi sınıfı arasındaki kopuşun gün yüzüne çıkmasıdır.
Öğretmenin bireysel yaşam biçimi kendisinin sorumluluğundadır fakat burada
kitlesel bir kutlama vardır, lüks otel ve teknelerde alkol alındığının
gösterilmesi hiçbir şekilde sınıfa samimi gelmez. Beyazlaşma ve sterilizasyon,
burada bir kez daha devreye girer.
“Motorları
maviliklere sürüp, dostların arasında güneşin sofrasında olup, hoş geldin
kokteyli düzenleyip” ardından alkol partisine geçmenin hiçbir şekilde sınıf
kültürüyle ve sendikal gelenekle ilişkisi olamaz. Alkol, girdiği yeri kirletir,
kişiyi bilinç durumundan uzaklaştırır, değerlerin ve ilişkilerin yanlış
davranış biçimleriyle yozlaşmasına yol açar. Bu yaşanan çarpıklık, tam olarak
burjuva ahlakının, yaşam biçiminin ve kültürünün sömürülen sınıflara aşılanmaya
çalışılmasıdır. Burjuvazinin ve egemenlerin kitleyi manipüle etme yöntemlerine
ortak olup onu sınıfa ve kitleye taşımak hiçbir şekilde kabul edilemez.
Hafta
sonu sınav görevlerine giden öğretmenler var, geçinebilmek için fakat Eğitim
Sen’in sınav ücretlerine dair bir mücadelesi yok. Tüm gün süren uygulamalı
sınavlar var fakat yine sendikadan ses yok. Eğitim-öğretime hazırlık ödeneğinin
yıllardır düşük tutulması karşısında sendikadan yine ses yok.
Öğretmenin
yıllık internet aboneliği ücreti bile bu ödeneği aşıyor, cep telefonu faturası
hesabı katılmadığı hâlde. Öğretmenin herhangi bir yol ve yemek ücreti ödeneği,
yemekhane imkânı yok. Kira ve barınma konusunda sendikanın ne bir kooperatif
girişimi ne de bir çadır eylemi var. Zincir marketler ve enerji şirketlerinin
emekçilerin sırtına yüklediği yüksek faturalar karşısında sendikanın bir eylemi
ve sendikal programı yok. Buraya kadar olup da alınmayan haklar ekonomik. Buna
emeklilik yaşının 65 olması karşısında çıkarılamayan ses de eklenebilir. MESEM’e
bağlı iş yerlerinde bir yılda on civarı çocuğun can vermesi karşısında da
sendikanın bir eylemi yok.
E-sınavlarda
öğretmenin yüz tarama sisteminden, merkezi sınavlarda kameralar eşliğinde
öğretmenin üstünün aranıp itibarsız duruma düşürülüp mahremiyetinin ihlal
edilmesi karşısında geliştirilmesi gereken “öğretmenlik onuru” söylemine
rastlamıyoruz. Mobbing, her geçen ivme kazanırken, öğretmenin bir emekçi olarak
onurunu korumaya yönelik bir sendikal mücadele hattı yok. Bu olmadığı gibi TTB
ile birlikte düzenlenen mobbing seminerleri ve panelleri de yok. Öğretmenin
çalışmalarını sunacağı bir sendika dergisi yok, varolan dergi de
akademisyenlere yönelik, puan toplama sistemine uygun bir yayın. Kadın
bültenleri ve süreli yayınları/dergileri var. Yokları saydık, sendikanın neleri
var?
Sendikanın
ritüelleri ve buna uygun takvimi var. Her yıl 5 Ekim’de tekne gezintileri ve
otelde kutlamaları var. Sendika kuruluş yıldönümünde kokteylleri var. Şube’de
kutlanan Newroz’a eklenen alkol serbestisi var. 21 Şubat ana dil gününde sınıf
defterine yazılması çağrısı yapılan ana dil konulu ders planı var. Belediyelere
atanan ya da atanacak olan kayyum için protesto eylemi var. Depremlerde,
yangınlarda ve sellerde yaşamını yitirenler için pencerede ve meydanda mum
yakma “eylemi” var. Üyesinin tepkisini itidal etmek için belirli periyotlarla
düzenlenip şube yöneticileri dâhil 20 üyeyi aşmayan sendika şube toplantısı
var.
Toplulukta
eleştiriyi kabullenmediklerinden şube toplantısına çağırırlar, düşük katılımlı
toplantıda eleştirileriniz hiçbiri genel merkeze iletilmez. Genel merkez
yöneticisine doğrudan bildirdiğiniz eleştiri sumen altı edilecek şekilde
dinlenir ya da ajandaya yazılır ama genel merkez toplantısına ulaşmaz,
ulaştırılmaz. İşyeri ve okul panolarına eğitim ve sınıf gündemi olmayan
afişlerin basılması var. Eleştiren üyeyi “sekter, bozguncu, hizip, ulusalcı,
şoven, eril, Kemalist” ilan etme var. Her yıl okulların kapandığı gün il milli
eğitim müdürlükleri önüne gidip “MEB’e karne verme” eylemi var. Kadınlara özel
atölye, kitap okuma etkinliği ve eylem düzenlenmesi var. Yoga, sirtaki, beden,
dans, İngilizce atölyeleri var. Çok şey var ama ortada sendikal bir durum yok.
Tekrar
5 Ekim kokteyline ve kutlamalarına dönersek, bölgedeki şubelerin
etkinliklerinde alkol alınmadığı ve kendi yerel kültürlerine uygun etkinlikler
düzenlendiği görülecektir. Radikal demokrasi hareketinin sendikal anlayışı ve
yönetim biçimi bölgeler arası farklılığa bağlı şekilde gelişir. Bölge
şubelerinde halkın değerleri ve hassasiyetleri gözetilirken, batı şubelerinde
yozlaştırıcı ve AB tandanslı etkinlikler düzenlenir. Bunun tek sorumlusu,
radikal demokrasi hareketidir.
2014
Kobane sürecinde bölge illerindeki sendika şubeleri “süreç ve sürecin
hassasiyeti gereği” kutlama etkinlikleri yapmamıştı. Bu örnek bile radikal
demokrasi hareketinin alkollü-alkolsüz tekne ve otel kutlamalarının kararını
bürokratik şekilde tepeden aldığını ve üye inisiyatifini ölçüt almadığını
gösterir. Bu durum bile batı şubelerini ayrı bir sendikasızlaştırma, üyeyi
apolitize-depolitize etme politikasının emperyalizm adına yürütüldüğünün
kanıtıdır. Tepeden başlatılan yozlaştırma pratikleri, zaman içinde “gelenek”
hâlini alarak üye talebine dönüşüyor. Tıpkı Cesur Yeni Dünya romanında
günlük uyuşturucu, sakinleştirici tableti geç dağılan işçilerin “kargaşa” çıkarmasında
olduğu gibi. Bu kokteyller de zamanla bir kesim üye profilinin talebine
dönüşüyor çünkü depolitize edilen sendikada ideolojisiz liberal üye profili
oluşturmak hedefleniyor.
Sendika,
onlar için ülke siyasetinde bir taraftar, sivil toplum kuruluşu ve egemenlerle
“pazarlıkta” el güçlendirici yapı olarak görülüyor. Sendikacılık yapılması
doğrudan engelleniyor. Sınıf dinamiği ne zaman harekete geçse sendikanın
gündemine kimlik politikaları dayatılıyor. Diğer sol çevrelerin de “sınıf
mücadelesiyle kimlik-demokrasi-barış mücadelesi sendikalarda at başı
gitmelidir” söylemi, bu zemini daha da güçlendiriyor.
Bir
sendika sadece sınıf hareketidir. Üyesini ekonomik, siyasi ve ideolojik
mücadeleye hazırlar. Sendikaların sivil toplum kuruluşu ya da siyasi parti
olmak gibi misyonu yoktur, olamaz. Bu politikaların mücadelesinin verileceği
yer siyasi partidir. Sendika siyaset yapar, yapmak zorundadır fakat bu, sınıf
siyasetidir, çünkü her sınıf mücadelesi aynı zamanda ideolojik-politik
mücadeledir.
5
Ekim’de içilecek şarap, Filistinli çocukların ve öğretmenlerin kanıdır. O gün
içilecek bira, burjuvazinin ve Siyonistlerin uyuşturucusudur.
Söylem
değil, hayat son derece sert ve acımasız işliyor. Her gün kendimizi ideolojik
olarak yenilememiz gerekiyor, her gün ideolojik-politik ikna yeteneğimizi ve
gücümüzü geliştirmemiz gerekiyor.
Eyleme
20, tekne gezisine ve otel kokteyline 300 üyenin geldiği hiçbir sendika
şubesinin sendikacılık yaptığı söylenemez. Bu bağlamda, tüm üyelerimize
çağrımız, bu etkinliklere gidilmemesi ve bu etkinliklerin kendi sınıfsal
gerçekleri ve gerekçeleri düzleminde sendika bürokratlarının eleştirilmesi
yönündedir. O teknelerde lise öğrencilerinin organizasyon ekibinde yer alarak
okul çıkışı çalıştığı da unutulmamalıdır. Öğretmenin mücadelesi, o öğrencilerin
ve ailelerinin emeğiyle yeniden bağ kurmalı, o bağ ile varolabilmelidir.
S. Adalı
28
Eylül 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder