Feodal çağda din ve din adamlarının hegemonyası ve
onların idealist felsefesi, benimsedikleri metafizik yöntemi, hiçbir şeyin
değişmediğini, dönüşmediğini, durağan ve açıklanamaz olduğunu iddia eder ve
kadere boyun eğmenin mevcut düzenin en iyisi olduğunu, eğer mevcut düzen
bozulur ise bu yaşananın insanın doğasına uymayacağını, uygun olmayacağını
söyler.
Bu felsefe, insanın ve toplumun doğasına uygun olarak,
ezenin ve ezilenin, zengin ve fakirin, aç ve tokun normal olduğu üzerinde
durur, çelişkileri insan doğası anlayışı üzerinden açıklar ve bu çelişkileri
normallaştirir.
Peki nedir bu insan doğası? Kavramın bilimsel
açıklaması nedir? Yoksa insanın doğası denilen şey egemenlerin özel mülkiyetini
ve sistemini korumak için uydurduğu bir kavram mıdır? Ya da bu kavram, eğer bir
karşılığı varsa bile egemenler tarafından pragmatik bir şekilde mi
yorumlanıyor?
Feodal çağdaki bu idealist metafizik yöntem, bugün
burjuvazinin yeminli kadrolu elemanları tarafından da kullanılan bir felsefe ve
yöntem.
Burjuvazinin yeminli elemanları, düzenli, planlı bir
üretimin olmayacağını, insanın doğasına uymadığını söylüyor ve bunu en az
kendisi kadar saçma, hiçbir ampirik deneysel bilimsel bir yanı olmayan tezler
sunarak işin içinden sıyrılıp burjuvazinin özel mülkiyet anlayışına,
ekonomisine, siyasetine biraz daha yaşaması için suni teneffüs yapıyor. Sanki
kitlelerin maddi yaşam koşullarını ve onların düşünselliğini onlar
belirlemiyormuş gibi “insan doğası da insan doğası” deyip duruyorlar. Örneğin
“eğer insanları çalışmaya zorlamazsak, insanlar insan doğaları gereği çalışmaz
ve üretmez” diyorlar.
Bu söylemin tarihte karşılığı yoktur, onun edebi bir
metinden öteye gidemeyen bir savdan ibarettir. Ve hadi kısa süreliğine de olsa
insan doğası kavramı ile düşünelim ve şunu soralım: Madem insanlar belli
özellikleri ile kodlanarak doğmuştur, bu, onun doğasında vardır. O zaman bir
yoksul veya en geniş anlamda en temel yaşam haklarından mahrum (edilen!) bir
kişi, yapmış olduğu hırsızlıktan sorumlu tutulamaz. Zira o, insan doğası
gereği, içinde barındığı yaşama güdüsü ile hareket ediyor ve yaşaması için
gerekli olanı alıyor. Ama bu sefer burjuvazi ve onun sadık savunucuları
liberaller, nefret ve öfke ile özel mülkiyet kavramını hatırlatıyor ve “insan
doğası” kavramı üzerinden bir perde çekiyor.
Ama biz çok iyi biliyoruz ki “insan doğası” gibi bir
kavram yoktur. Kimse, bu kavramı ikircikli, pragmatik bir biçimde
savunmamalıdır.
Mesele, bu kavram üzerinden birilerinin dünya
nimetleri üzerine çöküp bu durumun yarattığı “suçluluk duygusu”ndan bir nebze
olsun kurtulmak için “Ne olacak canım, insanın doğası bu işte, doğanın kendisi
de böyle değil mi? Güçlü, güçsüzü ezmiyor mu?” demeleri. Bu kişiler,
vicdanlarını rahatlatıp özel mülkiyeti koruyorlar.
Marks, “İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen,
onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler”
diyor.
Biz çok iyi biliyoruz ki “insan doğası” kavramı,
burjuvazi ve onun her türden temsilcisi tarafından yalanları gizlemek için
kullanılan bir kavramdan öte bir şey değildir. Zira insanları, toplumu
belirleyen, şekillendiren, koşullandıran, kapitalist-emperyalist sistemin
kendisidir. Marks’ın söylemiyle: Mademki insanı biçimlendiren yaşadığı
koşullar, koşullar en insani şekilde biçimlenmelidir.
Serkan Yıldırım
26 Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder