2000’lerin
başında Turgut Özal’ın oğlu bir TV kanalında Perinçek’e, “siz Çin’den 1 milyon
dolar aldınız” diye bağırıyordu. O para alındı mı bilinmez, ama söz konusu
dönemde partinin Çin’le kurduğu akçeli işlerin başındaki isim, sonradan partisinden
ayrıldı. Bir yayınevi kurdu. Çin’deki teorik tartışmaları Almanya’daki yayınevi
üzerinden, Google Translate yardımıyla, Çinceden İngilizceye çevirtti. Bu
üçkâğıt ardından, tek kitabı beş-on parçaya bölüp, üç kuruşa çalıştırdığı
çevirmenlere gönderdi. “Kolektif Çeviri” imzasıyla veya uydurma çevirmen
isimleriyle basılan kitapların Çin’deki tartışmaları buraya taşımak gibi bir
derdi yoktu, sadece gelen paranın uzun vadede değer kaybetmesine karşı önlem
olarak başka bir alana yatırım yapılıyordu. Bu emek hırsızlığından ve kötü
çevrilmiş Çin Marksizmi eserlerinden Çin hükümetinin haberi var mıdır,
bilinmez.
Şimdilerde Çin Büyükelçiliği resepsiyonuna katılan Teori ve Politika’nın serveti de çeviri emeğinin gaspı üzerine kurulu. O da Çin’le sahte ve gerçek dışı bir ilişki kuruyor. İlişki, devletle ve ticaretiyle kuruluyor, Maoizmle değil. İlişkinin amacı da Maoizmi tasfiye etmek.
Bu
derginin mensubu iki kişi, çeviri bürosu kurdu, çeviri emekçilerinin emeğini
çalan, sigorta primlerini ödemeyen bu çeviri bürosu, çok zengin oldu. Sonra
şef, “çalışmak istemiyorum, beni maaşa bağlayın” dedi. O çeviri şirketinden
para aktarıldı. Şefe bu para da yetmedi. “Yoldaşlar”ına karşı kumpas kurup şirkete
çöktü. Şirketin sahibi olan kişi, İspanya’ya iltica etti. Bugünlerde Amerikan
ordusunun Ankara’yı işgal etmesine, Pontus ve Kürdistan cumhuriyetlerini
eşzamanlı olarak kurmasına dair hayaller kurmakla meşgul.
2000’lerin
başında “devrimler çağı sona erdi, bundan sonra devrim de olmaz, devrimci
mücadele de” diyen derginin şefi, Çin konusunda başka şeyler söylüyor,
birilerinin nabzına şerbet dağıtıyordu. Nasıl olduysa dün “İran da, Çin de,
Rusya da yıkılsııın!” diyen bu dergi ve şefi, makas değiştirdi, gene hiç hesap
vermedi, bu siyaset değişikliğini kimseye açıklama gereği duymadı. “İktidar
namlunun ucunda” diyen Maoizmi sulandırıp akçeli işlerine bağladı. Çin
sempozyumu konusunda Çin’den para aldı mı bilemeyiz ama bu değişikliğin Maoizmle
ve devrimcilikle bir alakası olmadığını biliyoruz. Bu pratiğin Corç Habeş’i ve
daha birçok ismi örgütleyen, devrim mücadelesine teksif edilmiş fikir ve amelle
bir alakası yok. İlgili pratik, sadece Çin-Avrupa arasında açılan ticaret
yollarıyla ve lojistik hatlarıyla tanımlı. O yola ve hatta uyumlu.
TP
dergisi, Çin Sempozyumu’na tabii ki bu apolitik ve karşı-devrimci Çin ilgisine
uygun isimleri çağırmış. Sempozyumun konuşmacıları arasında olan bir isim,
kendisinin Alman vakıflarıyla iş tuttuğunu söylüyor.[1] Fikri katkıda bulunduğu
Alman vakıfları, devletine bağlı, o devlet de Çin’de yatırımları ve ticari
ilişkileri olan sermayeye hizmetkâr.
Teori
ve Politika’nın bu liberal yazarı, yeni dönemi Asya-Avrupa bağlantısı üzerinden
analiz ediyor. Bu analizlerde “üçüncü dünya”, “kitle çizgisi” ve “devrim” gibi
kavramlara yer yok. Demek ki Teori ve Politika, aslında “serdümen ve kerteriz
noktası” olarak gördüğü Perinçek’in peşinden dökülen nalları topluyor. Devletin
Çin sermayesiyle kurduğu ilişkilere Perinçek denk düşüyorsa, sermayenin Çin
devletiyle kurduğu ilişkilere Teori ve Politika denk düşüyor. Düşmek istiyor. Özünde
dergi, Manisa’da yatırım yapan Çinli otomobil devi BYD adına konuşuyor.
Çağdaş
Üngör gibi isimler, “despotik, tek tipçi, totaliter Çin rejimi aman burada
tesir yaratmasın” diye var. TP, bu isimlere kürsü olmak zorunda. Eski Tarafçı
olarak TP dergisi, eski Tarafçıların yayın organından bir isme mikrofon vermeye
mecbur. Bu ilişki, politik-ideolojik yüklerinden arındırılmış, ticaretin ve
sermaye yatırımlarının konusu olan Çin’le kuruluyor. TP, uyanık küçük burjuva
olarak suyun başına oturmaya çalışıyor. Olan bu. Devletin ve sermayenin turizm
üzerinden Küba ile kurduğu ilişkilerde suyun başına oturmak için çalışan TKP
ile TP arasında hiçbir fark yok. TKP de Küba’yla politik-devrimci bir ilişki
kurmanın derdinde değil.
Bu
ilişkilerin tesis edildiği düzlemde kimse, “Türkiye’nin ülkenin Sovyet
çizgisine ve TKP’ye haset edip onun ayna görüntüsü olmaktan öteye geçemeyen,
Çinli bir sol çizgiye ihtiyacı var mı?” diye sormuyor. TP, Sovyet devletiyle
ilişki kuran Türkiye’ye hizmet yemini etmiş Kadro dergisinin muadilini
örgütlüyor. Kadro hareketi komünist harekete ne yaptıysa o da bugün onu
yapacak.
Kadro’nun
fikriyatı “ezilen devlet” düsturu üzerine kuruluydu, TP, birey, beden ve kimlik
bağlamında “ezilen sermaye” üzerinden yeni postmodern Kadro olmaya çalışıyor. Kadro’nun en azından bu millete dair bir önerisi vardı, Çin’le ilişkileri
istismar üzerine kurulu yeni postmodern Kadro olarak TP’nin kendi kariyerinden
ve çıkarından gayrısının bir önemi yok.
TP’nin
sempozyum konuşmacısı Çağdaş Üngör, dekarbonizasyonu ve dördüncü sanayi
devrimini aynı liberalizm düzleminde savunuyor.[2] Türkiye’nin köprü olma
vasfını yitirdiğini söylüyor. Bu anlamda, yüzyıllık jeopolitik değerin
aşındığını iddia ediyor. Ahmed Davutoğlu’na göz kırpan yazar[3], “merkez ülke”
olması için gerekli liberal önerilerine zemin hazırlıyor.
TP’nin
Kürdistan’la alakası da bu liberallikle tanımlı. Liberallik, mülkünü bölüşmek
istemeyenlerin direnci ve o direncin ideolojisi. Kürd’ün cefasını, kahrını,
çilesini omuzlamak istemeyen İstanbullu liberaller, Kürd hareketini sulandırmak
için bin bir uğraş verdiler, veriyorlar. HDP projesini onlar yönetiyor. TP, bu
liberalleşme çabasının ürünü. Bu çabanın komünist siyaset ve Marksizm alanına
sızmış hâli.
Bugün
Dünya Maoizminde Afganistan, Hindistan, Filipinler ve Peru gibi ağırlık
noktaları var. Yoğun bir tartışmaya tanık olunan bu düzlem, Kaypakkaya’yı yeni
tanıyor. Onu tanınmaz hâle sokmak, liberal suya daldırmak, İdris Küçükömer’in
öğrencisi kılmaksa TP gibi Tasfiye Programlarına düşüyor. Maoizm içi
tartışmanın hiçbir başlığı Türkiye’ye uğramıyor. Türkiyeli Maoistler bu
tartışmaları, en fazla, ait oldukları Avrupa başkentleri üzerinden
öğreniyorlar. Bu başlıkların Türkiye ve Ortadoğu ölçeğiyle alakasını hiç
sorgulamıyorlar. Avrupa filtresinden süzülen Türkiye Maoizmi, burada “tek tip
önlük de ne ya!” diyen feministleri ve “LGBT milisleri”ni örgütlemekle meşgul.
Burada
Maoizmi uhdesine alan, kasasına kapatan, kendisiyle tanımlı kılmak için PR
çalışması yürüten TP dergisi, sempozyumuna “Maoizm 21. yüzyılda müflis, yani
iflas etmiş bir Soğuk Savaş ideolojisidir”[4] diyen Çağdaş Üngör’ü çağırıyor.
Üngör orada Çin düşmanı, liberal Batıcı ve tabii ki akademisyen kimliğiyle,
Birikimci biri olarak konuşuyor. TP, “Maoistlerin Birikim’i” olarak Üngör’e kürsü
olmaya mecbur.
Sempozyumu
örgütleyenler, Üngör’den ideolojik olarak uzak biri değil. Vaktiyle Oslo
Anlaşmaları’nı savunan, Ortadoğu’yla ancak liberal fikriyat üzerinden bağ
kurabilen bu isimler, her daim kendi tecimi ve kariyeri üzerinden düşünüyorlar.
Yönelimlerini, makas değişikliklerini bunlar tayin ediyor.
Derginin
sahibi Kayaoğlu’nu bir gün “yoldaş”ları Birleşik Metal-İş’in Gönen’deki kampına
panel için götürüyorlar. Yolda “yoldaş”larına sitem eden Kayaoğlu onlara, “işçi
kampı da ne ya, beni bir türlü NTV’ye çıkartamadınız, yuh size” diyor. Bu kişi,
“İslam” diye dosya çıkarttığında da Samanyolu’ndan telefon gelsin de
televizyona çıkayım diye aylarca bekleyen biri. Bunların teoriyle ve pratikle
ilişkisi çıkarcı, benmerkezci ve rantçı.
Kayaoğlu
ile Garbis arasındaki bağ da Marksizm-Leninizm veya komünist siyaset değil,
kişisel kimlik ve etiket merakıyla tanımlı. Kendisini ilk gördüğünde
“Ermenistan’a gitmiyor musun?” diye sormasının nedeni de bu. Garbis’in fikriyle
değil, Ermeni kimliğinin liberal cenahta yarattığı etkiyle ilgileniyor.
TP,
Çinlilerin senkronizasyon, disiplin ve örgütlülük üzerine kurulu spor
gösterisinden değil, eşcinsel ve “yaratıcı” Paris açılışından yana! Yoldaşlık
ve politika anlayışını o “yaratıcılık ve özgürlükçülük” tayin ediyor.
Bu
liberalizm, esas olarak İran, Türkiye ve Ermenistan ile ilgili olan Bakû
Kurultayı’na, dolayısıyla Komintern’e düşmanlık ediyor. Sosyalist hareket
içerisindeki liberal solcular, devletçi Kadro’nun milliyetçiliğine karşı kendi
sermayeci liberalizmine yol açıyorlar. O Bakû’de Macar komünist Béla Kun
konuşmasında, “Bugün Doğu’nun Batı ile ilişkisi, sömürgeci birliklerin baskı ve
zulüm politikası üzerine kuruludur. Sömürgeci idarenin elindeki araçlar daima
alkol, frengi ve silâh olmuştur”[5] diyor. Zinovyev de “frengi, afyon ve zevk
düşkünü subaylar”dan söz ediyor. Bugün sol liberalizm, sosyalizmi o zevk
düşkünlüğüne, alkole ve uyuşturucuya, hatta o Batılı subaylara göre tarif
ediyor.
Solcuların
derdi, suyun başına oturup oturduğu yerin rantını yemek ve birilerine bekçilik
etmek. Doğu’nun kavgasına refik olanlarsa uyanık olmalı. Hikmet Kıvılcımlı gibi
söylersek: uyarmak için uyanmalı, uyanmak için uyarmalı. Biz buna mecburuz.
Eren Balkır
4
Ağustos 2024
Dipnotlar:
[1] Çağdaş Üngör, “İki Cihan Arasında Türkiye: Jeopolitik Açıdan Çin’in Yükselişi
ve Batı’nın Cevabı”, 28 Şubat 2024, Boell. Heinrich Böll Vakfı, Yeşiller’e;
Yeşiller de CIA’ye bağlı. Peki Teori ve Politika’nın CIA aparatı Fethullahçıların
15 Temmuz darbe girişimini Fethullahçılardan daha fazla sahiplenmesi ile bu bağlarla ilişkilendirmek mümkün mü?
[2]
Çağdaş Üngör, “A Bridge No More? Turkiye’s Geopolitical Significance in the
Twenty-first Century”, 25 Temmuz 2024, Tand.
[3]
Çağdaş Üngör, “Asya ve Avrupa’yı Türkiye’siz Bağlamak: Hint-Arap-Akdeniz
Koridoru”, 14 Eylül 2023, Uik.
[4]
Çağdaş Üngör, “Yurtta Maoculuk Dünyada Maoculuk: Küresel Bir İdeolojinin
Türkiye’deki İzleri”, Toplumsal Tarih, Mayıs 2022, s. 53, Academia.
[5] To See the Dawn: Baku, 1920 First Congress of the Peoples of the East, Yayına Hz.: John Riddell, Pathfinder, 1993, s. 178.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder