Marx,
felsefeci, tarihçi, iktisatçı, siyaset bilimcisi veya sosyolog değildi. O, bu
disiplinlerde çalışma yürüten akademisyenler listesine bile girmezdi. Marx,
ayrıca bu malzemelerin tamamını kullanarak, birden fazla disiplini içeren bir
yemek yapmış, ehil bir profesör de değildi. Marx, tüm bu alanların dışında
duran biriydi.
Marx,
gerçek dünyanın eleştirisiyle yola koyulmuş olan biri olarak, modern zamanların
radikal eleştirisinin başladığı yerdir. Kapitalizme yönelik geliştirdiği
radikal eleştiri, piyasadaki yabancılaşmanın ve ondan ayrı ele alınamayacak bir
olgu olarak, emeğin sömürüsünün temellerini keşfetme imkânı sunar.
Kuruculuk
statüsüne sahip bir kavram olarak değer, bu radikal eleştiriden türer. Bu kavram,
tek başına gerçekliğin doğrudan gözlemlenmesi yoluyla algılanabilen yüzeydeki
hareketlerin temelinde olan sistemin yeniden üretildiği sürece hükmeden nesnel
yasaları kavramamızı sağlar.
Marx,
gerçek dünyanın eleştirisine o gerçeklikle ilgili olan, felsefe, ekonomi,
sosyoloji, tarih ve siyaset biliminin geliştirdiği söylemlerin eleştirisini
iliştirir. Bu radikal eleştiri, sermayenin her şeye hükmeden gücünün ortay
koyduğu pratikleri meşrulaştıran, son tahlilde her daim o pratikleri savunan
ilgili söylemlerin gerçek niteliğini açığa çıkartır.
Marksist
olmak, Marx’ın başlattığı çalışmayı sürdürmektir. Üstelik bu çalışma, eşitsiz
güç ilişkileri dâhilinde başlatılmıştır. Çalışma Marx’ta duramaz, onunla
başlar. Marx, hem gerçekliğin eleştirisi hem de gerçekliğin nasıl okunacağı
üzerinden doğru veya nihai olarak görülmesi gereken kimi çıkarımlara ulaşan bir
peygamber değildir. Onun asarı, kapalı bir teoriye işaret etmez. Marx, sınırsızdır,
zira onun başlattığı radikal eleştiri sınırsızdır, her daim eksiktir, kendisi
tarafından eleştirilmelidir. (“Belirli bir momentte formüle edilmiş olan
Marksizm de Marksist eleştiriye tabi tutulmalıdır.”) Marksizm, kendisini
radikal eleştiriyle zenginleştirir, gerçekte varolan sistemin ürettiği her
türden yenilik, yeni açılmış bilgi alanları olarak ele alınmalıdır.
Kapital’in alt başlığı
“Politik Ekonominin Eleştirisi”dir. Bu ifadeden, Marx’ın “kötü” (Rikardocu)
politik ekonomiyi eleştirip yerine “iyi” (Marksçı) politik ekonomiyi geçirdiği
anlamı çıkartılamaz. Bu çalışma, aslında ekonomi bilimi denilen teorik faaliyetin
eleştirisidir. Kitap, bu bilimin (ve burjuvazinin kendi pratiğiyle ilgili
sözlerinin) gerçek niteliğini ifşa eder, yani epistemolojik konumunu ortaya
koyar, sınırlarını belirler, buradan da tarihsel materyalizmden bağımsız olduğu
iddiasında olan bu sözde bilimin böylesi bir bağımsızlığa asla kavuşamayacağını
anlamaya davet eder.
Politik
ekonomi, kapitalizm koşullarında tarihsel materyalizmin (sınıf mücadelesinin) dışa
yönelik aldığı biçimdir. Mantık düzleminde tarihsel materyalizm ekonomiyi önceler,
fakat kapitalizm koşullarında sınıf mücadelesi bir boşlukta cereyan etmez: sınıf
mücadelesi, ekonomi temeli üzerinden işler ve nitelik olarak ekonomiye aitmiş
gibi görünen kanunları biçimlendirir.
Burada
ilkin ben, ortaya konulan tezi, Kapital’de sunulduğu biçimiyle,
kapitalist üretim tarzı teorisi, ardından da günümüzde hâkim olan kapitalist
sistemin gerçekliği, yani emperyalizm bağlamında inceleyeceğim. Benim tezim şu:
a.
Tarihsel materyalizm Marksizmin özünü teşkil eder, dolayısıyla;
b.
Kapitalizmin ekonomik yasaları epistemolojik açıdan tarihsel materyalizmin
yasalarına tabidir;
c.
Kapitalist üretim tarzında ekonominin yasaları, teoride, kapitalizm öncesi
üretim tarzlarında sahip olduklarından farklı bir konuma sahiptirler;
d.
Aslında ekonominin yasaları ancak kapitalist tarzda aranmalıdır;
e.
Kapitalizmin ekonomik yasaları nesnel olarak vardır ve son olarak;
f.
Bu yasalara hâkim olan unsur, son tahlilde değer yasasıdır.
Dolayısıyla,
benim kanaatime göre, genelde kapitalizm koşullarında işleyen sınıf mücadelesi,
özelde emperyalist dünya sistemindeki sınıf mücadelesi, belirli bir ekonomik
temel üzerinden sürer ve o temeli değiştirir.
Marx
okumalarımın nihayetinde beni teorik açıdan, makul ölçülerde doyurduğunu, Marx’ın
fikriyatının sahip olduğu güç karşısında ikna olduğumu söyleyebilirim. Fakat hâlâ
tatmin olmayan bir yanım var. Çünkü zihnimde hâlen daha önemli bir soru dolaşıp
duruyor: Ben, günümüzde Asya ve Afrika toplumlarındaki “azgelişmişlik” meselesine
gerekli cevabı Marx’ta bulamıyorum.
Hâşâ,
ne ona “sırtımı dönüyorum”, ne de onu “demode” sayıyorum. Ben, sadece ulaştığım
sonuç dâhilinde Marx’ın asarının eksik olduğunu söylüyorum. Tamamlamak için yola
koyulsa da Marx, o asarı bitiremedi. Kapitalizmin “küresel boyut”unu analizine
dâhil edemedi.
Burada
ben bu işe soyundum. Çıkarımlarımın ana eksenini, bir yandan Marx’ın
keşfettiği, kapitalizme has değer yasasının temelleriyle, diğer yandan dünya
ölçeğinde eşitsiz seyreden küresel gelişmenin gerçekleriyle uyumlu bir “küreselleşmiş
değer yasası”na dair formülüm oluşturuyor.
Yaptığım
önemli bir katkı olarak değer yasasından küreselleşmiş değer yasasına geçiş,
işgücünün değerini merkez alan fiyatların kendisi de küreselleşmiş olan
hiyerarşik yapılandırma sürecine dair fikri temel alıyor. Değerin
küreselleşmesi süreci, doğal kaynaklara erişim meselesine yön veren yönetim
pratikleriyle bağlantılı bir husus ve emperyalist rantın temelini bu değer
teşkil ediyor.
Benim
iddiam şu yönde: değerin küreselleşmesi süreci, kapitalizmin ve emperyalizmin
mevcut çelişkilerinin de onlarla bağlantılı çelişkilerin de açığa çıkmasına
neden oluyor, böylelikle, bu çelişkilerin özel ve somut ilişkisi dâhilinde
sınıflar ve milletler, o mücadeleleri ve aralarındaki çatışmalar dâhilinde üst
üste biniyor.
Kanaatimce
yirminci ve yirmi birinci yüzyıl, küreselleşmiş kapitalist/emperyalist sistemin
kıyısındaki halkların ve milletlerin “yeniden uyanış”ı veya ortaya çıkışı
olarak okunabilir.
Yorumlarımı
ve açıklamalarımı sunmak adına, Değer Yasası ve Tarihsel Materyalizm
isimli kitabımı yeni, revize edilmiş ve genişletilmiş baskısı dâhilinde, tekrar
ele aldım. Bu 1978 tarihli eski kitabımdan çok şey aldım. Genel olarak kitabın temel
argümanını muhafaza ettim. Yeni eklenen paragraflar, okurun dikkatini o günden
birikmiş yorumlarımın ortaya attığı zor sorulara çekmek için. Onların yerinde
olsam, derin okumalara mani olmayacak, kendi içinde yeterli olan, içerikle uyumlu
açıklamalar getirmeye çalışırdım.
Benim
gerçekte varolan, küreselleşmiş kapitalist sisteme dair teorik analizim, Marx’ın
Kapital’in birinci cildinde formüle ettiği değer yasasından başlıyor. Başka
bir çıkış noktasına da ihtiyaç yok zaten, zira değere dair bir anlayışımız yoksa
sermayenin birikimini de anlayamayız. Dolayısıyla, gözlemlenen fiyatlar konusunda
dile getirdikleri argümanlarda da görüldüğü üzere, pozitivist/emprisist metodolojinin
gerçekliği doğrudan kavradığı iddiasına kanıp, bu bahsini ettiğimiz yolu
atlayarak ilerlememiz mümkün değil.
Burada
sunduğum analiz, bu anlamda, bir sonraki aşamada, değerin,
1.
“üretim fiyatları”na;
2.
“piyasa fiyatları”na (günümüz kapitalizminde oligopolün belirlediği fiyatlara);
3.
küreselleşmiş emperyalist sistemde “küreselleşmiş fiyatlar”a dönüşümüne
bakıyor.
Kapital’in
üçüncü cildinin ilk bölümlerinde aktarılan ilk dönüşüm, kapitalizm koşullarında
ekonomik ve toplumsal hayata hükmeden piyasa yabancılaşmasının anlamını kavramayı
ve sistemin yeniden üretimine yön veren yasaları doğru yerlerine oturtmayı gerekli
kılıyor.
İkinci
dönüşüm olarak üretim fiyatlarının “piyasa fiyatları”na dönüşümü, Marx’ın
Kapital’in üçüncü cildinde kısmen ele aldığı, tarımda toprak mülkiyeti ile
ilgili olarak artık-değerin dağıtımı meselesini ele alırken incelediği bir
konu. Bizim devamında, oligopollerin/monopollerin ortaya çıkışıyla birlikte
fiyat sisteminde yaşanan tahrifatı ele almamız, her şeyin ötesinde, artık
artı-değerin emilmesinden, yani üçüncü bölümün hızla büyümesinin sonucu olarak,
Birinci, ama en çok da İkinci Dünya Savaşı sonrası dengeli sistemin devasa dönüşümünü
eksiksiz dikkate almamız gerekiyor.
Önerdikleri
“artık” kavramıyla Baran ve Sweezy, mevcut güçlüğe cevap sundu ve Marksçı
teorinin kapsamını tereddüt etmeden genişletti, teoriyi kendilerince
zenginleştirdi. Ben, bu noktada bugün Baran ve Sweezy’nin katkılarının sahip
olduğu önemi hâlâ görmeyen Marksistlerin günümüz kapitalizminin etkili bir
eleştirisini yapacak araçlardan yoksun olduklarını iddia ediyorum. Bunların “Marksizm”i,
Marx’ın metinlerinin tefsirlerinden ibaret.
Ben,
daha çok üçüncü dönüşüme odaklanıyorum. Bu odaklanma çabası bize, kapitalist
üretim tarzı bağlamında en yüksek soyutlama düzeyine ulaşmış olan değer yasasından
benim “küreselleşmiş değer yasası” dediğim, kapitalist ve emperyalist sistemin
mevcuttaki kutuplaşan hâlinin ulaştığı ölçeği anlama konusunda işlevli olan
kavrama geçmemize imkân sağlıyor. Kapitalizmin küresel düzeyde gelişmesiyle
yeni üretilen ve derinleşen kutuplaşma sürecinin kökeninde duran emperyalist
rant konusunda hükümde bulunmamızı sağlayacak yegâne şey, bu dönüşümdür.
Reel
kapitalizmi değer dönüşümlerinin incelenmesi için belirlenmiş teorik çerçevenin
dışına çıkarak analiz edenler, “dünyayı anlayamazlar.” Aynı şekilde, “dünyayı
değiştirme”yi amaçlayan bir strateji de ancak bu temellere dayanabilir.
Buna
karşılık, kaba iktisadın pozitivist ve emprisist yöntemi, bize ne “dünyayı
anlama” ve işçilerle halkların yüzleştikleri güçlüklerin niteliğini kavrama ne
de sonrasında dünyayı “değiştirme imkânı sunar. Üstelik, kaba iktisadın derdi,
zaten kapitalizmi aşmak değildir, çünkü o, kapitalizmi “tarihin sonu” olarak
görür. Kaba iktisat, sadece kapitalizmin temel ilkelerini meşrulaştırmaya ve
onun nasıl yönetileceğini göstermeye çalışır.
Ben,
Değer Yasası ve Tarihsel Materyalizm’den kapsamlı bir biçimde beslenmiş
olan bu yeni baskının tam zamanında çıktığı kanaatindeyim. Zira bugün mevcut
kriz, hep birlikte, günümüz kapitalizminin kıyısında kalmış toplumlarla
merkezindeki toplumlarda süren halk mücadelelerinin ve benim “genele teşmil
edilmiş, finansallaşmış ve küreselleşmiş oligopollerin kapitalizmi” adını
verdiğim üretim tarzının devam eden hâkimiyetini sorgulayan, hâkim emperyalist
toplumlarla çevre ülkeler arasındaki mücadelelerin birlikte yol açtıkları
etkilere tanık olunduğu koşullarda, değer yasasının biçimine hâkim olan
toplumsal ve beynelmilel ilişkilerin olası farklı gelişimlerini merkeze alarak
ilerlemektedir.
Samir Amin
[Kaynak: Modern Imperialism, Monopoly Finance Capital, and Marx’s Law of Value, New York: Monthly Review Press, 2018, s. 9-13.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder