Bolşevizmden
yana olduğunu birçok kez beyan etmiş olmasına rağmen Enver, Bakû’de Rusların
kendisine yönelik güvensizliğini ortadan kaldırma konusunda pek başarılı
olamadı. Hatta bu kurultay sürecinde, 4 Eylül tarihli oturumda Zinovyev,
İttihatçı liderler aleyhine, oldukça sert bir karar aldırdı:
“Kurultay, geçmişte Türk
işçi ve köylülerini emperyalist gruplardan birinin çıkarları adına kıyımlara
sürükleyen ve bunun yanı sıra Türk emekçi kitlelerini bir avuç zengin insanın
ve yüksek rütbeli subayların çıkarları adına çift taraflı yıkıma maruz bırakan
bu hareketin liderleri ile ilişkide özel bir dikkat gösterilmesini gerekli
görür. Kurultay, faaliyetleriyle emekçi halka hizmet etmeye hazır olduklarını
ispatlayan bu liderlere, geçmişte attıkları yanlış adımları düzeltmeyi
önermektedir.”[64]
Ne
var ki Enver, cesaretinin kırılmasına izin vermedi. Doğu Halkları Kurultayı’nı
takip eden aylar içerisinde Bolşeviklerle Halil Paşa[65] üzerinden görüşmeye
devam etti. Bu dönemde kendisini Bolşeviklerin onayı ve mali desteğiyle[66],
İslam İhtilâli Cemiyetleri İttihadı ve onun Türkiye şubesi olarak Halk Şuralar
Partisi’nin kurulmasına yönelik çalışmalara vakfetti.
Ekim
1920-Şubat 1921 arası dönemde Almanya’da kalan Enver, İtalya ve İsviçre’ye kısa
seyahatler gerçekleştirdi. Bu Avrupa seyahatini fırsat bilen Enver, İtalya ve
Almanya’da[67] silâh tedarikçileriyle temas kurdu. Bu temaslarda yanında İslam
İhtilâli Cemiyetleri İttihadı’nın ilk “kongre”sine katılmış, kendisine sadık az
sayıda insan da vardı.
Bu
kongrede yeni yüzleşilen sorunlar ele alındı. “Kongre”nin[68] nihai
protokolünde emperyalizme karşı mücadelenin sürdürülmesi ihtiyacına vurgu
yapılıyor, bu bakış açısı üzerinden, hangi siyasete ve hangi dine bağlı olursa
olsun, aynı hedefe doğru ilerleyen diğer teşkilâtlarla ittifak kurma fikri
savunuluyordu.
Ana
hedefse Anadolu direnişine destek sunulmasıydı. Fakat “Kongre”, aynı zamanda
diğer Müslüman ülkelerdeki devrimci hareketlere destek verme kararlılığındaydı.
Kurulan bağlantılar üzerinden İslam İhtilâli Cemiyetleri İttihadı, Sovyet
hükümetinin ve Üçüncü Enternasyonal’in liderliğini tanıdı, bu ilişki
neticesinde birliğin merkezini Moskova’ya taşımaya karar verdi.
Bu
noktada “Kongre”nin her şeyden önce İslam birliği ile ilgili argümanları
üzerinden çekincelere sebep olduğunu hatırda tutmak gerekiyor. Kongre’nin amacı,
Müslüman dünyası genelinde yaşanacak ayaklanmaları teşvik etmekti, fakat bu
ayaklanmalar, sadece anti-emperyalist bakış açısıyla ele alınıyordu. Özel
olarak İslamî arzu ve niyetler nisyana gömülüyordu. Bu türden nisyanın,
sessizliğin sebebi ise açıktı. İttihad, Komintern’in[69] ikinci kongresinden
beri panislamizme düşman olduğunu beyan etmesi sebebiyle Bolşeviklerin
şüphelerini üzerine çekmek istemiyordu.[70]
Dahası,
belki de Enver, 1921 yılının ilk aylarında Panislamizm meselesine yönelik
ilgisini yitirmişti. O dönemde Enver, daha çok Türkiye’ye bakıyordu. İslam
İhtilâli Cemiyetleri İttihadı, onun için sadece Mustafa Kemal’in “gasp ettiği”
iktidarı geri almasına katkıda bulunabilecek bir araçtan başka bir şey değildi.
1920 sonlarından 1921 başlarına dek kaleme aldığı mektupların ana fikri,
Türkiye’ye dönmekti. Bu amaç doğrultusunda Sovyetler’i para, silâh ve asker
gibi talepleriyle sürekli rahatsız edip durdu. Ayrıca Enver, sırtını politik
açıdan sağlama almak adına ülkedeki İttihatçı teşkilâtı konsolide etmek için de
uğraştı.
Askeri
projeleri konusunda Halil Paşa’ya 4 Kasım 1920’de yazdığı şu mektup çok şey
söylüyor:
“[…] Osmanlı İmparatorluğu,
gelecekte varlığını federasyon olarak sürdürmelidir. [...] Bu isteğimizin
gerçekleşebilmesi için bahar aylarında askerlerle Anadolu’ya geçmemiz
gerekiyor. Ruslar, bahar aylarında benim emrime birkaç süvari birliği verecekler
mi? O askerleri bizim eğitmemize izin verecekler mi? Bu bölükler Müslümanlardan
oluşmalı. Bu askerlerle Anadolu’ya geçmeme izin verilirse Moskova’ya bizzat
gidip oradan Anadolu’ya gideceğim. Eğer geçmişte olduğu gibi bunun imkânsız
olduğu görülürse veya Ruslar güçlerini kendi komutanlarıyla göndermeye karar
verirlerse Berlin’den Anadolu’ya geçip orada benim emrim altında çalışmak
isteyen yoldaşlarla buluşacağım.”[71]
Burada
şu hususu belirtmek gerek: Anadolu’da işleyen sürece müdahaleyi esas alan
projesini meşrulaştırmak adına Enver, Osmanlı İmparatorluğu’nun eski
sınırlarını (tabii ki ayrılıkçı hareketlere verilecek ciddi tavizler
karşılığında) savunma ihtiyacını gündeme getiriyordu. Burada Enver, esasında
Mustafa Kemal’in Anadolu’da bir Türk devleti kurma politikasını açıktan
eleştirmekteydi. Gelgelelim, ilgili dönemde Enver’in metinde dile getirilen,
belirli topraklar üzerinde iddia ettiği hakkın gerçekte bir karşılığı yoktu.
Sonrasında hak iddialarıyla ilgili gerekçelerini “içeride dile getirilen
sayısız çağrı” üzerinden temellendirme ihtiyacı duydu.[72] Neticede Osmanlı
Konfederasyonu fikri unutulup gitti.
Rus
tarafı da askeri güçleri Enver’e teslim etme fikrine pek sıcak bakmıyordu.
Sovyet liderleri, o dönemde İngiltere’yle yürütülmekte olan müzakerelerin
zeminini ortadan kaldıracak her türden girişime korkuyla yaklaşmaktaydı. Dahası
bu liderler, aynı zamanda Mustafa Kemal’le ilişkilerini de riske atmak
istemiyorlardı. Buna karşın Halil Paşa, Enver Paşa’ya yazdığı mektubunda,
Ruslarla ilişkinin ısrarla devam ettirilmesinden yana olduğunu ortaya koyan
cümlelere yer vermekteydi:
“Dışişleri Bakanı
Yardımcısı Karahan’a Sovyetler’in sana olan güvenini ortaya koyması
gerektiğini, senin onlara sadakatle bağlı oluşunun gelecek için çok önemli
olduğunu söyledim. Ayrıca kendisine senin itibarın zedelenmediği sürece sen
Türkiye’ye askerlerle dönmesen bile Sovyet iktidarının sana asker yollamasının
iyi olacağına dair fikrimi de ilettim. Neticede ben, Mustafa Kemal’in kavgadan
yana durmayacağını, sana itaat etmeye alışkın olduğunu düşünüyorum.”[73]
Ne
var ki Enver’le Sovyetler arasında sürmekte olan müzakereler, Eylül 1921’e dek
sürdü. Birçok çözüm önerisi üzerinde duruldu ama ardından bu çözümlerden
vazgeçildi. Bir süre o dönemde İstanbul’da sürgünde olan, Bolşeviklerin davaya
kazanmayı umdukları Wrangel’in ordusunun Enver’e teslim edilmesi meselesi
tartışıldı.[74] Fakat bu askerler, 1921 yılının ilk aylarında Müttefik
Kuvvetler’ce silahsızlandırılınca bu proje suya düştü. Kemalistlerin Sakarya’da
Eylül 1921’in ilk yarısında kazandığı zaferin ardından Ruslar, Anadolu’ya
orduyla girme fikrinden kesin olarak vazgeçtiler.
Eylül
1920 gibi erken bir tarihte Enver, mecburen “politik” çözüm arayışına girmek
durumunda kaldı. Bu noktada solcu bir programa sahip olan, Mustafa Kemal’e
muhalif bir partinin kurulması fikri üzerinde duruldu. Bakû sonrası bu fikir,
kendi mecrasında yol buldu. Ülke içerisindeki destekçileriyle kalıcı bağlar
kuran Enver, her yana gönderdiği talimatlarla yeni partinin kurulmasını istedi.
28 Ocak 1921 tarihli mektubu dönemin dilini gayet iyi yansıtıyor:
“Şükrü’ye[75] yazdığım
mektupta ülke içerisinde bize doğrudan bağlı olan kişileri bir araya getirecek
bir partinin örgütlenmesi gerektiğini ve bu teşkilâtın gerektiği yerde mevcut
duruma hâkim olacak şekilde tasarlanmasının şart olduğunu söyledim. Bugün Talat
Paşa’yla çalışmaya devam ediyor olsam bile ben, onun etrafındaki kişilerden
emir alanlardan biri değilim. Kanaatimce, en nihayetinde önderliği ele
geçireceğimiz güne hazırlık yapmalıyız. İslam İhtilâli Cemiyetleri İttihadı’nın
kontrolünü şahsen elimde tutmamın sebebi budur. İstanbul’da da bir teşkilât
kurduk. Ne olursa olsun, tazının tasmasını salan Talat Paşa’yla uğraşmak
zorunda kalmak yerine Mustafa Kemal’le çalışmayı yeğlerim. Fakat şuan hazırlık
aşamasında olduğumuzu bilelim. Bugün niyetim, iki taraftan birine savaş açmak
değil.”[76]
Enver’in
bu çevirdiği dolapları hafife almamak gerek. Bunların Kemalist rejimin ciddi
bir tehdit aldığında olduğu özel bir dönemde gündeme geldiğini görelim. O
dönemde İttihatçı kadroların[77] ve birçok subayın[78] Enver’e sadık olduğunu
söylemek lazım. Savaşın yol açtığı onca felâkete rağmen Enver, halk nezdinde
inkâr edilemez bir itibara sahipti. Onunla kıyaslandığında, onca askeri ve
politik başarısına rağmen Mustafa Kemal, ikincil konumda ve daha az önemli bir
isimdi. Dahası, Ankara’da bir araya gelmiş olan milletvekilleri de Kemal’in
diktatörlere has yöntemlerini sineye çekmekte güçlük çekiyorlardı. Dolayısıyla
Mustafa Kemal, zayıf ve hassas bir konumda bulunuyordu.
Mayıs
1920 gibi erken bir tarihte Kâzım Karabekir, TBMM başkanı Mustafa Kemal’e
yazdığı uzun raporda önemli bir tehlikeden bahsediyordu.[79] İlgili dönemde
aynı yılın güz aylarından itibaren İttihatçılığa karşı alerji, Kemal’in ülke
içine yönelik politikalarını belirleyen faktörlerden biri hâline geldi.
İttihatçıların kalesi olan Trabzon gibi şehirler ile muhalif politik gruplar
üzerinde hâkimiyetini tesis eden Kemal, sürgündeki liderlerin ülkeye girişine
yasak getirdi.[80] Ayrıca ülke dışındaki İttihatçı liderler hakkında yığınla
rapor hazırlayıp bunları Ankara’ya gönderen Türk diplomatlar, aynı liderleri
yakından izliyorlardı.[81]
Bu
türden sıkı tedbirlere rağmen Enver, planını uygulamaya başladı. 1921 yılının
Şubat ayının sonlarında Halil Paşa, cebinde oradaki güç ilişkilerini tahrip
edecek evraklarla birlikte, Trabzon’a gitti. Oraya varır varmaz işe
koyuldu.[82] Halil Paşa, Küçük Talat[83] ile Trabzonlu kayıkçıların başı
Yahya’nın kurduğu milis güçlerini yeniden örgütledi, ayrıca bölgenin ileri
gelenleriyle temas kurdu ve Enver’in destekçilerini gizli bir politik teşkilât
içerisinde örgütledi. Fakat Ankara, yapılanlara cevabını kısa sürede verdi.
Nisan ayının ortalarında bazı İttihatçılar ülkeden kovuldu.[84] Zaman kazanmaya
çalışsa da Halil Paşa da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Mayıs ayında
Trabzon’dan ayrılan paşa, Batum’a gitti. Tehlike, kısa süreliğine savuşturuldu.
Enver,
Moskova’ya Şubat 1921’de döndü. Uygun anı bekleyen Enver, Sovyet liderlerine
bir dizi sunum yaptı, Kemalist hükümetin SSCB’deki temsilcisi Ali Fuad
Cebesoy’la görüşmeler gerçekleştirdi[85], Türkiye’ye ajanlar gönderdi ama bu
isimler, Mustafa Kemal’e bağlı polisin eline geçti, özetle, Anadolu’da iktidarı
yeniden ele geçirmek için elinden gelen her şeyi yaptı.
Bu
dönemde ağırlıklı olarak Halk Şuralar Partisi’nin örgütlenmesiyle ilgili
işlerle ilgilendi. Sovyetler’in sıcak bakmaması sebebiyle Anadolu’ya yönelik
askeri sefer ihtimali ortadan kalkmıştı. Bu koşullarda Enver, politik
eylemlerini daha çok Kemal’e karşı doğrultulmuş bir tür silâh olarak kullandı. Nisan
başında hatta belki de daha önce[86] partinin programına son hâli verildi. Mesai
isimli çalışmada dile getirilen argümanları temel alan seksen beş maddelik bir
metin kaleme alınmıştı. Yalnız yeni metinde Bolşevizme yapılan atıfların özenle
ve dikkatle silindiği görülüyordu. Enver’e göre bu değişikliklerde amaç,
“Bakû’de hazırlanan ve irticalen gelişen komünist fikri esas alan programa
mevcut koşullara uygun düşecek popülist bir görünüm kazandırmak”tı.[87] Oysa
gerçekte yeni programın dile getirdiği tavizler kâğıt üstünde kalacak
tavizlerdi. Öngörülen tedbirlerin detayına baktığımızda yeni program Mesai’den
daha radikal bir metindi.[88]
Metinde
kapitalizmi yargılayan Enver, “sosyal asalaklar” olarak gördüğü tefecileri,
tekelcileri, zengin ve tembel insanları mahkûm ediyor, onları medeni hayatın
dışında tutuyordu. İdare ve politika sahasında ise Enver sovyet sistemini
methediyor, şura denilen kuruma seçimler ve devlet memurlarının kontrolü
üzerinden, bürokrasiyi reforme etme görevi veriyordu. Ekonomi konusunda ise
Enver, meslek birliklerine özel önem veriyor, ama bir yandan da üretim
araçlarının kolektifleştirilmesi üzerinde duruyordu. Dış ilişkiler başlığında
ise Sovyet rejimini benimsemiş ülkelerin kendi aralarında özel ilişkiler
kurması, koşullar el verdiği ölçüde bu ülkelerin birbirine destek olması
gerektiğini söylüyordu.
Programın
en radikal maddelerinden biri, tarım kolektifleştirilmesiyle ilgiliydi. Mesai’de
önerilen bu konu, köy şuralarının yönettiği “sovyet bölgeleri” biçimi dâhilinde
kurumsallaştırılıyordu.
Hâsılı,
Enver, Bolşeviklere sırtını dönmek şöyle dursun, devrimci odağa daha fazla
teslim oldu. Bunun sebebi, Enver’in hâlen daha Sovyet desteğine bel bağlıyor
olmasıydı. Ayrıca Mustafa Kemal’in görüşleriyle kendi görüşleri arasındaki
farkı vurgulamak istiyordu. Bu şekilde sadece İttihatçı destekçilerini değil,
Türkiye’deki “solcu fikirlere sahip” herkesi örgütlemeyi umut ediyordu. Zaten
ilgili dönemde Anadolu’daki birçok komünist örgüte eski İttihatçılar sızmıştı.[89]
Enverci hareketin elindeki en önemli maddi varlık buydu.
Temmuz
ayı civarı Enver’in uzun zamandır beklediği doğru an nihayet gelip çattı.
Kemalist hareket, o günlerde askeri düzlemde ciddi güçlüklerle boğuşuyordu. Yunan
ordusu 10 Temmuz’da saldırıya geçti. Kütahya-Eskişehir bölgesinde şiddetli
çatışmalar yaşandı. 25 Temmuz’da Türk askerleri yenildi ve Sakarya’nın ötesine
geri çekilmek zorunda kaldı. Yunanlıların zafere ulaşacağı kaçınılmazmış gibi
görünüyordu. O güne dek sızma girişimleri hep başarısızlıkla sonuçlanmış olan
Enver, Anadolu hükümetinin yüzleştiği bu yenilgiden istifade ederek, kendisini
halka kurtarıcı olarak sunabileceğini düşündü.
Neticede
16 Temmuz günü Türklerin yüzleştiği yenilgiden de önce Mustafa Kemal’e
gerekçelerini, sitemlerini ve aleni tehditlerini içeren bir mektup gönderdi. Mektupta
Enver, yakın gelecekte İttihatçı kongresi tertipleme niyetinden bahsediyor,
sonunda da en kısa sürede Türkiye’ye dönme kararını bildiriyordu.[90] 28 Temmuz
günü, Kemalist güçlerin geri çekilmesinden üç gün sonra, Enver, Sovyet
dışişleri bakanı Çiçerin’le buluşma isteğini ilgili makamlara iletti. 30’unda
Moskova’dan ayrılıp Batum’a gitti.[91]
Enver,
Ağustos ayı boyunca krizin seyrini izledi, sınırı geçmeden önce Kemalistlerin tam
anlamıyla yenilmesini bekledi. Etrafına topladığı Halil Paşa, Dr. Nazım, Küçük
Talat ve Hacı Sami[92] gibi isimlerle Batum’da bir araya geldi. Ortalıkta kendi
konumlarını yeniden gözden geçiren Rusların Kafkasya’ya on ilâ on beş bin askerden
oluşan bir Müslüman gücünü gönderdiğine, bu gücün komutasının ise Enver’e
verileceğine dair söylentiler dolaşıyordu. Batum’u heyecan sardı. Planlar hazırlandı,
Trabzon’la kurulan temaslar artırıldı, Anadolu’ya geçiş tarihi belirlendi.
Fakat
süreç istenildiği gibi işlemedi. Ağustos ayı süresince Anadolu’daki askeri
güçler toparlandı. 5 Ağustos’ta TBMM’nin genelkurmay başkanı olarak atayıp
kendisine diktatörlük yetkileri bahşettiği Mustafa Kemal, bir iki hafta
içerisinde orduyu yeniden organize etti, askeri teçhizatı yenilemek için
gerekli tedbirleri aldı, askerlerin moralini artırdı ve stratejiyi tepeden
tırnağa değiştirdi.[93] Çatışmalar 23 Ağustos günü daha güçlü bir şekilde
başladı. Yunanlılar ve Türkler arasındaki savaş daha da şiddetlendi. Ama bu
sefer iki taraf eşit şansa sahipti. Kemalistler, hâlen daha yenilecek tarafmış
gibi görünse de artık kimse, bu yenilgiyi kesin bir sonuç olarak değerlendirmiyordu.
Dolayısıyla Batum’da Anadolu’ya yönelik planlar kuranlar, sabırlı olup mevcut
durumun netleşmesini beklemek zorunda kaldılar. Batum’daki isimlerin politik
kaderi, Sakarya Savaşı’nın sonucuna bağlıydı (ya da en azından onlar böyle
olduğuna inanıyorlardı). Kemal yenilirse iktidarı onlar alacak, Kemal kazanır
da düşmanı savuşturursa göçmen olma hâllerine alışmakla yetineceklerdi.
Halk
Şuralar Partisi kongresi, Batum’da 5-8 Eylül tarihleri arasında, tam da bu belirsizlik
ortamında toplandı.[94] Fırsattan istifade, Enver Paşa, İttihat ve Terakki
ismini yeniden gün ışığına çıkarttı. Batum’da bulunan İttihatçıları da
yakındaki Türk şehirlerinden gelen ve kendisine sadık olan isimleri de bu herkesin
bildiği isim sayesinde toplayabilmişti.
Kongre
belgeleri[95], Enverciliğin o dönemde uç konumlar aldığını ortaya koyuyor. Bu
belgelerde savaş öncesinde İttihatçıların uyguladığı politika eleştiriliyor,
bunun yanında, Üçüncü Enternasyonal’in öğretilerinden yana duran açıklamalara
yer veriliyordu.
Halk
Şuralar Partisi programı, hiçbir değişiklik yapılmadan kabul edildi.
Milliyetçilik ve İslam ile güçlendirilmiş bir sosyalist devrimden bahseden program,
ülkenin ızdırabına son verecek yegâne önerinin “Sovyet Türkiyesi” olduğunu
söylüyor, bu bağlamda, “Yaşasın Sovyet Türkiyesi” sloganını dile getiriyordu. Öte
yandan, Kemalist hükümete kimi suçlamalarla saldıran kongre katılımcıları, bu
hükümeti yurttaşlar arasındaki bağları kopartmakla, keyfi ve zalimane bir
kindarlıkla hareket eden liderlerinin peşinden gitmekle ve muhalefete karşı yasa
dışı tedbirler almakla suçluyorlardı. Bu türden suçlamaların ardından kongre
katılımcıları, Kemal’e seslenip ondan Türkiye sınırlarını sürgündeki İttihatçılara
açmasını ve millet nezdinde belirli bir görüş birliği oluşsun diye onlara
politik haklarını vermesini istediler.
Bu
türden azarlamaların ve iddiaların hiçbir işe yaramadığı kısa sürede görüldü. 13
Eylül günü Sakarya Savaşı, 22 gün süren çatışmaların ardından, Türk ordusunun
zaferiyle sona erdi. Kemal’in elde ettiği bu başarı ardından Yunanlılar Anadolu’dan
çekilmeye başladılar. Bu koşullarda Enver’in hazırladığı müdahale planının
artık hiçbir başarı şansı kalmamıştı. Ayrıca TBMM’nin Mustafa Kemal’e verdiği diktatörlük
yetkileri[96] Türkiye’de Halk Şuralar Partisi’nin kurulması ihtimalini ortadan
kaldırdı. Muhtemelen bu dönemde Sovyetler, Sakarya zaferinden itibaren hesaba
katılması gereken bir güç olduğunu ispatlamış olan Kemalist hükümetle ilişkilerini
tehlikeye atmaktan korktu ve İttihatçılara sunduğu desteği geri çekti. Bu gelişme
dâhilinde Envercilik isimli gemi her yandan su almaya başladı. Eylül ayının
ortalarında Batum’da herkes dermanı olmayan bir dertle karşı karşıya
olduklarının farkındaydı.
Sonrasında
yaşananları hepimiz biliyoruz.[97] Avrupa’da göçmen olarak huzurlu bir hayat
yaşamayı tercih etmek yerine Enver Paşa, Hacı Sami ile birlikte Batum’u gizlice
terk etti. Ekim ayının ortalarında Buhara’ya gelen Enver, burada Başkurtların
liderlerinden Zeki Velidi Togan’la[98] bir araya geldi. Togan, Enver Paşa’yı
Afganistan’a geçmeye ikna etmek için uğraşsa da Enver kararını çoktan vermişti.
Ava çıkma bahanesiyle dağlara doğru yola çıkan Enver, 8 Kasım 1921 günü
Türkistan’da faal olan Basmacı hareketine katıldı.[99] O dönemde Sovyetler’e
karşı isyanda olan hareketin başına geçen Enver, Ruslara askerlerini bölgeden
çekme çağrısı yaptı.
Halk
Şuralar Partisi’nin eski lideri artık Panturanistti. Bolşeviklere karşı verdiği
mücadele, gaye ve menzil açısından, Basmacıların sınırlarını aşan bir niteliği
haizdi. Kendisini o büyük Asyalı ve Müslüman imparatorluğun başı olarak gören
Enver, emirlerini “Büyük Turan’ın devrimci ordularının genelkurmay başkanı” unvanıyla
imzalıyordu. Takipçileri de sultanlara bahşedilen sıfatlardan daha görkemli sıfatlarla
anıyorlardı kendisini.
Ne
var ki bu Turancı serabın ömrü çok uzun olmadı. Birkaç baskında başarılı sonuç
alan Enver, eski Buhara Emiri’ne sadık kimi kabilelerin ihanetine uğrayınca
yenilgiler yaşamaya başladı. Kızıl Ordu, halkı Basmacılara karşı örgütlemeyi
bildi ve Haziran 1922’de kuşatma harekâtını başlattı. Bu harekât kısa sürede sonuç
verdi. Bir avuç adamıyla Belcivan bölgesinde kuşatılan Enver, 4 Ağustos günü süvarilerin
elde kılıç Sovyet makineli tüfek birliğine karşı saldırıya geçtiği sırada
öldürüldü.
Enver’in
hayatının bu son deminde yaşanan olayı yorumlamak gerçekten güç bir iş. Genelde
bu noktada psikolojik faktörler üzerinde duruluyor. Batum’daki yenilgi sonrası
hayal kırıklığına uğrayan Enver’in intikam alma hırsıyla hareket ettiği,
megalomaninin tuzağına düştüğü söyleniyor. Ama öte yandan Enver’in bir ajan
provokatörün tuzağına düşmüş olması da bir ihtimal. Bu noktada Türkistan seferi
konusunda Enver’i tahrik eden isim olarak Hacı Sami’nin rolünün ne olduğunu
anlamak gerekiyor.[100] Ayrıca, Enver’in Sovyetler’le başarısızlıkla
neticelenmiş iki yıllık ilişkinin ardından gerçekleri gördüğü hipotezini de
dışlamamak gerek. Bazı açıklamalarında Sovyetler konusunda muğlak ifadelere yer
veriliyor. Belki de bu muğlaklık, onun Sovyetler’in gerçek yüzünü önceden
görmüş olmasıyla ilgili.
Bazı
isimlerse Enver’in Ekim 1921 sonrası kopuş yaşadığını varsayıyorlar. Bugün için
Enver’in Halk Şuraları denilen girişimle Basmacıların çalışmasının uyumsuz
olduğunu gördüğünü söyleyebiliriz. Ama dışarıdan bakıldığında ikisi arasında
bir tür süreklilik varmış gibi görünüyor. Bu da her iki girişimin Türk ve
Müslüman olana özel bir yer vermesiyle ilgili bir mesele.
Aynı
devrimci aktivizm ile aynı ırki ve dini aidiyet anlayışı, 1920-1921’deki “sosyalist”
tecrübeye de Türkistan seferine de nüfuz ediyor. Tek fark, “duygusal” bağlamla
alakalı. Batum komplosuna kadar köleleştirilmiş milletlerin doğal müttefiki
olarak görülen Bolşevizm umut kaynağı olarak değerlendirilirken, Bolşeviklerin Eylül
1921’deki “ihanet”i sonrası Bolşevizm eski Rus emperyalizmiyle
ilişkilendiriliyor ve neticede Türklerin bir numaralı düşmanı hâline geliyor.
Batum
kopuşu sonrası Türk-İslam vurgusunun sürekliliği bizi Enverci girişimdeki
tutarsızlıkları hafife almamıza sebep olmamalı. Bu makalede de dile
getirdiğimiz biçimiyle, Enver ve çizgisine mensup olanlar, Mondros’tan itibaren
oportünist adımlar atıyorlar.
Artık
sadede gelebiliriz: Mesele, Enver’i yüceltmek, onu ferasetli ve vicdanının
sesinin peşinden giden bir lidermiş gibi takdim etmek değil. Neticede Enver,
Bolşeviklerle bir kedi-fare oyununa tutuşuyor, ama bu oyunda fare olan,
kendisi, zira Enver, kendi boyunu aşan bir oyuna dâhil oluyor.
Peki
o zaman Batum’a kadar geçen sürede geliştirilmiş olan fikirler hinlik ve
kurnazlığın ürünü mü? Bu konuda duyulacak her türden şüphe meşru. Jön-Türk hareketinin
geliştirdiği ilerici fikirlere vakıf insanlar olarak Envercilerin yetersiz bir
biçimde formüle ettikleri anlayışları dâhilinde, değişim konusunda gerçek bir
iradeye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ama gene de Batum komplosu başarıya ulaşmış
olsaydı ve Enverci güçler Anadolu’ya geçip iktidarı alsalardı, İttihatçılar o
fikirleri uygulamaya çalışacaklar mıydı çalışmayacaklar mıydı, bu sorunun
cevabını bilmek zor. Enver’in müdahalesi ve beraberinde Bolşevik askerlerin Anadolu’ya
gerçekleştireceği hücum, muhtemelen Müttefiklerin saldırısını tetikleyecek,
neticede Enver’in imparatorluk rejimi varlığını ispatlama fırsatı bile bulamayacaktı.
Dipnotlar:
[64] Le premier congrès des peuples de l'Orient, a.g.e., s. 112.
[65]
Bkz.: les mémoires de Halil pacha, s. 350. Enver Paşa-Halil Paşa
arasındaki yazışmalar konusunda bkz.: A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları,
s. 163-172, ve S. S. Karaman, A.g.e., s. 100.
[66]
Ruslar, muhtelif harcamaları karşılaması için Enver’e kâğıt para olarak 500.000
mark gönderdi. Bkz.: Halil Paşa’nın 16 Ocak 1921 tarihli mektubu, A. F.
Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 169; ve H. Bayur, a.g.e. s.
636-637.
[67]
Bkz.: Kâzım Karabekir’in 28 Eylül 1920 tarihli mektubu, a.g.e. s. 48. Ayrıca
bkz.: A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 164.
[68]
A.g.e., s. 224-225. Bu kongreyle ilgili olarak elimizde bulunan bilgiler
çelişkili. Toplantının gerçekten de Roma’da yapılıp yapılmadığı bilinmiyor. Tek
bilinen, Türk Milliyetçileri Kongresi’nin Ocak 1921’de yapıldığı (AMAEF, ser.
E, Levant 1918-1929, Turkey, back. 162, s. 51-123) ve Fransa yanlısı bir isim
olan Ahmed Rıza’nın kongreye başkanlık ettiği. Rıza, elindeki yetkileri
kullanarak, kongrede tartışmalara sebep olan İttihatçıları toplantıdan atıyor. Tabii
Enver’in Roma’ya tebdili kıyafet gelmiş olma ihtimali de mevcut. Belki de Ahmed
Rıza’nın toplantısı öncesi ya da sonrası Avrupa’daki sürgün isimlerle ve Ankara
hükümetinden delegelerle aynı şehirde bir başka kongre düzenledi.
[69]
Bkz.: “Komünist Enternasyonal İkinci Kongresi, Millet ve Sömürge Meseleleri
Üzerine Tezler ve Eklemeler” Les quatre premiers congrès mondiaux de
l'Internationale communiste. 1919-1923 içinde, Bibliothèque communiste,
1934 (kopyası, Paris, Maspero, 1971), s. 58.
[70]
Buradan şunu söylemek gerekiyor: Mustafa Kemal 4 Ekim 1920 tarihli mektubunda (A.
F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 55-57) Enver’i Panislamizm konusunda
uyarıyor ve Rusların bu akıma şüpheyle yaklaştığını söylüyor. Bu uyarı
hasmından gelmiş olsa da muhtemelen Enver’in İttihatçıların kongrelerinde
konuyla ilgili olarak benimsedikleri stratejiyi şekillendirmesine katkıda
bulunuyor.
[71]
S. S. Karaman, a.g.e., s. 100-101; A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları,
s. 163.
[72]
Halil Paşa’nın 8 Şubat 1921 tarihli mektubu, S. S. Karaman, a.g.e. s.
106.
[73]
4 Ocak 1921 tarihli mektup, A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 165.
[74].
A.g.e., s. 185-187. Müttefikler de bu ordunun askerlerini yakından
izliyordu. Onlara göre söz konusu ordunun mensupları, “Bolşevik propaganda için
çalışacak gizli ajanlar hâline gelebilirlerdi”. (AMAEF, ser. E, Levant
1918-1929, Turkey, back. 279, s. 75). 2 Haziran 1922 tarihli bir raporda ise
şunlar söyleniyordu: “Yaşanan köklü değişiklikler yüzünden demoralize olan,
vatanlarını ve ailelerini bir daha göremeyecekleri konusunda ümitsizliğe
kapılan askerler, Moskova’dan gelen ajanların önerdiği güzel hayat karşılığında
vicdanlarını keyifle feda edebilecek durumdalar.” Oysa Bolşevizm safına geçenlerin
sayısı çok azdı. Genelde Balkanlar’a yerleşen Wrangel’in askerleri yeni
geldikleri ülkelerde hayatla kolayca bütünleştiler.
[75]
Enver Paşa’nın eski yaveri.
[76]
S. S. Karaman, a.g.e., s. 26 ; A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları,
s. 171-172; Ş. S. Aydemir, a.g.e., cilt III, s. 556-557.
[77]
Türkiye’nin dört bir yanına dağılan İttihatçılar ülkede kurulmuş birçok
yurtsever örgütü kontrol ediyorlardı. Buna ek olarak Ankara’daki mecliste büyük
bir grup meydana getirdiler. Bu grup yaklaşık kırk kişiden oluşuyordu. Hükümetin
yoluna taş koyma siyaseti güden bu grup Kemalist hükümeti epey rahatsız
ediyordu. Konuyla ilgili olarak bkz.: R. N. İleri, a.g.e., s. 193 ve
diğer sayfalar; S. Selek, a.g.e.; S. S. Karaman, a.g.e., s. 38.
[78]
Bkz.:. K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz; ve S. S. Karaman, a.g.e. s.
26.
[79]
K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 659-661.
[80]
Kemalistlerin Trabzon’u ele geçirme konusunda yüzleştikleri güçler konusunda şehirde
bulunan Fransız elçisinin raporlarına bakılabilir: AMAEF, ser. E, Levant
1918-1929, Turkey, back. 23. Muhalif gruplara karşı atılan adımlar konusunda
bkz.: “Yeşil Ordu Cemiyeti”, Yakın Tarihimiz, 3.10.1962. Bu Yeşil Ordu
denilen gizli örgüt muhaliflerin toplandığı ana merkezlerden biriydi. 1920
yılının son aylarında dağıtıldı. Tutuklanan İttihatçılar mahkemeye çıkartıldı
ve uzun hapis cezalarına çarptırıldı.
[81]
Ankara’nın muhbirleri arasında İttihatçılar da vardı. Bu isimlerden biri de
Talat Paşa’nın yeğeni Hayretî Bey’di.
[82]
Halil Paşa’nın Trabzon’da kalışı konusunda bkz.: S. Karaman, a.g.e., ayrıca
A. F. Cebesoy ve K. Karabekir’in hatıratları. Başka bir görüş için Halil Paşa’nın
hatıratına bakılabilir (a.g.e., s. 351 ve devamı.) Halil Paşa burada
Kemalist makamların kendisinin şehirde nekahet dönemi boyunca kalıyor oluşunu
yanlış yorumladığını söylüyor.
[83]
Yahya Trabzon’un ileri gelenleri içerisinde önemli bir isim. Kayıkçılar loncası
başkanı olması sebebiyle önemli bir güce sahip. Ayrıca istediği geminin şehirdeki
limana yanaşmasına mani olabiliyor (Fransız elçisinin raporları, AMAEF, ser. E,
Levant 1 918-1929, Turkey, back. 23, s. 116). Ocak 1921’de adamları Mustafa Suphi’nin
başkanlık ettiği komünist parti heyetini katletmiş olmakla övünüyorlardı. İttihatçılığın
sadık bir adamı olan Yahya ayrıca milis güçler de örgütledi. Bu güçlerin amacı,
sadece Müttefiklerin Karadeniz sahillerine çıkmasına mani olmak değil, ayrıca
Enver’in Anadolu’ya geri dönüş sürecine destek olmaktı. Bu plan suya düşünce
Kemalistler 1922 yılının başında kendisini tutukladılar ve yargıladılar. Ama neticede
dava düştü. “Konuşmaya kararlı” olduğunu söyleyen Yahya serbest kaldıktan kısa
bir süre sonra öldürüldü. Suç, Trabzon’daki kışlalardan gelen askerlerin
üzerine atıldı. Oysa büyük olasılıkla Yahya’yı 1921’de İttihatçıların kurduğu
komplodan rahatsız olanların azmettirdikleri kişiler öldürdüler.
[84]
K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 893; A. F. Cebesoy Moskova
Hatıraları, s. 187. Bu iki çalışma İttihatçıların Mayıs ortalarında
kovulduğunu söylüyor.
[85]
Bkz.: a.g.e., s. 173-185 ve devamı.
[86]
Enver Paşa, Halk Şuralar Partisi programından ilk kez Halil Paşa’ya yazdığı 12
Nisan 1921 tarihli mektbunda bahsediyor (S. S. Karaman, a.g.e., s.
139-141). Fakat bu belge muhtemelen Enver’in Berlin’de olduğu sırada, 1921
kışında kaleme alındı. Tarih ne olursa olsun, belgenin Anadolu’da Mayıs ayına
dek dağıtılmadığını biliyoruz (K. Karabekir, İstiklâ Harbimiz, s. 894).
[87]
Enver’in Cavid Bey’e gönderdiği 27 Mayıs 1921 tarihli mektubu (Tanin, 1.11.1944;
Ş. S. Aydemir, a.g.e., Cilt III, s. 592).
[88]
Bu programın tam metni için bkz.: Mete Tunçay, Mesaî, s. 85-104.
[89]
Yeşil Ordu ve Halk Şuralar Partisi’nin 1921’de tutuklanan üyelerinin sorgusu
konusunda bkz.: Yakın Tarihimiz, 3.10.1962.
[90]
A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 231-235.
[91]
Batum’daki Türk elçisi olan F. Kesim, Enver’in Zinovyev’e ait olan bir evde
kaldığını iddia ediyor (Yakın Tarihimiz, 18, 28.6.1962, s. 117). Buradan,
o dönemde Enver’in Bolşeviklerden tam destek gördüğü sonucuna ulaşabiliriz. Fakat
eski elçi muhtemelen yanlış bilgi veriyor, zira Enver Ermeni komitacılarının
terk ettiği, kullanılmayan bir vagona götürülmesini istiyor (Ş. S. Aydemir, a.g.e.,
Cilt III, s. 604-606).
[92]
Şüpheli bir isim olarak Hacı Sami, Teşkilat-ı Mahsusa üyesi. Savaş esnasında
Orta Asya ve Uzak Doğu’ya gönderilen Hacı Sami her türden maceraya atılıyor. Çatışmalar
sona erene dek dönmüyor. Moskova’daki İttihatçılara katılıyor. Batum’da yaşanan
fiyaskonun ardından Enver’i Türkistan’a gitmeye ikna ediyor. Fakat her şey kötüye
gitmeye başlayınca Enver’den ayrılıyor.
[93]
Ekim 1927’deki o büyük konuşması için bkz.: Nutuk, İstanbul, MEB, 12. Baskı,
1972, s. 609-618.
[94]
Bu kongreyle ilgili olarak bkz.: K. Karabekir, İstiklâl Harbimizde Enver
Paşa, s. 151 ve devamı. Ayrıca bkz.: A. F. Cebesoy, a.g.e., s
237-238; Öte yandan Halil Paşa, hatıratında bu tür bir kongrenin yapılmadığını
söylüyor.
[95]
K. Karabekir, kitabında belgenin A ve C kısımlarını paylaşıyor; B kısmı A. F.
Cebesoy’un kitabında yer alıyor.
[96]
4 Ağustos 1921’de çıkartılan kanunla TBMM başkanına üç ay süreyle özel yetkiler
verildi ve bu süre birkaç kez uzatıldı (31.10.1921, 4.2.1922, 6.5.1922). En
sonunda, 20. Temmuz 1922 günü süresi net bir tarih verilmeden uzatıldı.
[97]
Burada yirmilerde basılan, J. Castagne’nın çalışmasına ve H. Carrèe d'Encausse
tarafından yazılmış olan, Réorme et réolution chez les musulmans de l'Empire
russe [“Rus İmparatorluğu Müslümanlarında Reform ve Devrim”] isimli kitaba (Paris,
A. Colin, 1966, s. 263-266) atıfta bulunuyoruz; ayrıca, bu konuyla ilgili
olarak Sovyet dergisi Novyj Vostok’ta çıkan makalelere, bilhassa D. Solovejcik’in
yazdığı “Revoljucionnaja Buhara” başlıklı (Novyj Vostok, 2, 1922, s. 272-289)
makaleye bakılabilir.
[98]
Zeki Velidi Togan, Enver’le karşılaşmasını Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın
Tarihi isimli (1942-1947, s. 434 ve devamı) kitabında anlatıyor.
[99]
Basmacı hareketinin tarihi konusunda şu eserlere bakılabilir: J. Castagne, Les
Basmatchis. Le mouvement national des indigèes d'Asie Centrale, Paris, 1925
ve H. Carrèe d'Encausse, a.g.e., s. 261 ve devamı.
[100] Bu konuda Enver’le eşi arasındaki yazışmalar, özellikle 1921 Ekim tarihli mektuplara bakılabilir (S. S. Karaman, a.g.e., s. 97-98).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder