“Bıçaklanmışız. Üstümüzden otomobiller, yıllar, cuntalar, faşizm
ve reklamlar geçmiş.”
Acımasız, konformist, açgözlü, rekabetçi bir
bireycilik kapitalizmin DNA’sına kayıtlıdır.
“Hazcı depresyon”: Kapitalist heyulanın,
insanları gerçekten de ahlaki çerçeveden yoksun bir çöle -her geçen gün daha
fazla- fırlattığına kimsenin şüphesi yok.
Elbette -kavramın en genel çağrışımıyla-
“yabancılaşma”nın hesaba katılması gereken başka katmanları da var.
Guy Debord, Gösteri Toplumu’nda her
geçen gün daha fazla derinleşen bu yabancılaşmanın bir başka boyutunu tespit
etmişti: “Modern üretim koşullarının hâkim olduğu toplumların bütün yaşamı, devasa
bir gösteri birikimi olarak görünür. Dolaysızca yaşanmış her şey bir temsile
dönüşür.” Toplum, “imgelerin dolayımı”ndaki “yaşamdan yoksun” bir “sahte
dünya”ya evrilir. Debord’a göre yabancılaşma çok uç bir noktaya varmıştı:
“Hâkim
ekonomik sistem yalnızlaştırma üzerine kuruludur; sistem, döngüsel bir
yalnızlık süreci üretmek üzere tasarlanmıştır. Yalnızlık, teknolojinin
dayanağıdır ve buna mukabil teknoloji de yalnızlık üretir; arabadan televizyona
kadar gösteri sisteminin önümüze sürdüğü bütün mallar, aynı zamanda ‘yalnız
kalabalıklar’ yalıtılmışlığını tahkim etmek için sistemin kullandığı
silahlardır”.[1]
Bu oldukça zengin bir diyalektik formülasyondur.
Maddi unsurlar imge içerisinde çözünür: “Gösteri, tamamen imge haline gelene
kadar birikmiş bir sermayedir.”
Süreç, tam da Marx’ın “meta fetişizmi”
şeklinde adlandırdığı; ancak muhtemelen hayal bile edemeyeceği bir gelişmeyi
imliyor. Aynı şekilde, gösterinin modern bilgi teknolojisi tarafından
çoğaltılma biçimi de sanki Debord’u bile hayrete düşürecek bir eşikte:
“Her
şey gösteriye dönüşebilir. Tıklama hızıyla sonsuz çeşitlilikte görüntü oluşturulabilir. Görüntüler
saniyeler içinde dünyanın dört bir yanına gönderilebilir. Milyarlarca insan
aynı anda veri iletiyor. Milyarlarcası da bu verileri alıyor.
Roma
yönetici sınıfı, kalabalığı yatıştırmak için ‘ekmek ve sirkleri’ kullanmıştı.
Modern yönetici sınıf ise spor müsabakalarını, devlet törenlerini, ünlülerin
düğünlerini, anma etkinliklerini, uluslararası zirveleri, müzik festivallerini
sonsuz bir elektronik gösteri dizisi olarak önümüze koyuyor. Sürekli büyüyen, anında
erişilebilen, şahsi yollarla seçilen, hiç çaba gerektirmeyen elektronik bir
eğlence yelpazesi sunuyor tüm bunlar. Ekranları akla gelebilecek her türden
saçmalıkla doldurdular. İnsanı nevrotik huzursuzluğundan, düşük özsaygısından,
yabancılaşmış iç boşluğundan yakalayarak avlamanın peşindeler. Zengin, güzel,
şık, zarif, seksi, saygın olmaya yönelik suya düşmüş arzular, bu sayede onları
tatmin edecek bir meta kataloğu keşfediyor.
Sosyal
medya da bir gösteri-performanstan ibaret: Narsisistik teşhirler, havai fişekler,
popüler bir şeyleri ıskalama korkusuyla yaşayanlar, sürekli telefonlarını kontrol
etme ayinleri… Kolektif kendini tüketim gösterisi…”[2]
Bütün bu tespitlere bir de şunu eklemek
gerek: Sosyal medya, nevrotik gösteri düşkünlüğünü ve yabancılaşmayı arş-ı
âlâya çıkardı. Sayısız analist; insanların sınıflı toplumda takmaları gereken
maskeleri, üstlerine nasıl boyun eğmeleri gerektiğini, kurumsal değerlere nasıl
riayet etmeleri gerektiğini, bürokratik normları nasıl içselleştirmeleri
gerektiğini, kıyafet kurallarına nasıl uymaları gerektiğini, nasıl pozitif bir
imaj yaratabileceklerini vb. ele aldı.
Amerikalı sosyolog Erving Goffman, insanların
sentetik bir kişilik yaratmaya ve pazarlamaya, bir sahnedeki aktörler gibi
sosyal oyuncular olmaya zorlandıklarını; hatta bireyin geriye görünüşten başka
bir şeyin kalmayıncaya dek tümden imaja dönüşme sürecini anlatmıştı.[3]
Goffman, temelde başkalarının benliğe
dayattığı roller ve performanslarla ilgileniyordu. Bugünse durum çok daha
karmaşık: Sosyal medyadaki algoritmalar tarafından belirlenmiş, tıklama yemli imge
karmaşasına ayak uydurmaya çalışan bir benliğin kendisine dayattığı birtakım
roller ve performanslar söz konusu.
Nihai yabancılaşma bu değilse nedir:
İnsanların kendilerini tüketim gösterilerine dönüştürmesi. Modern faşizm, doğal
olarak bu dijital distopyanın psişik yatağında büyüyor.
Yusuf K.
22
Haziran 2024
Dipnotlar:
[1] Guy Debord, Gösteri Toplumu, Ayrıntı Yayınları, 2012, Çev.: Ayşen
Ekmekçi.
[2] Neil Faulkner, Tırmanan Faşizmin Kitle
Psikolojisi, Yordam Kitap, Çev.: Utku Özmakas, 2024.
[3] Erving Goffman, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, Metis Yayınları, Çev.: Barış Cezar, 2018.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder