1934’te ölen bir Rus psikolog ve
eğitimcinin çalışmaları, insanların nasıl öğrendikleri ve kendilerini nasıl
geliştirdikleri konusunda bize neler söyleyebilir? Bu kitaplar, bugün
oluşturmak zorunda olduğumuz eğitim tarzı ile ilgili olarak bize ne verebilir?
Bu soruların cevabı, 1917 Rus Devrimi’ni takip eden yıllarda Lev Vigotski’nin
kaleme aldığı zengin birikimde saklı.
Vigotski, özel eğitime ihtiyaç duyan
çocuklar da dâhil tüm çocuklara yeni toplumun inşası bağlamında öğrenme
süreçlerinde destek olmak için gerekli yol ve yöntemleri ortaya koymaya
çalıştı. Ancak Vigotski daha da ileri giderek, bilinçli, düşünen ve hisseden
varlıklar hâline nasıl geldiğimiz konusunda belirli bir anlayış geliştirdi.
Vigotski’nin Rus Devrimi’yle ilişkisine
bakan bu makale, onun kavramları nasıl geliştirdiğimizle ve nasıl
öğrendiğimizle ilgili önemli fikirlerini, bunun yanında, hayal gücünün ve
oyunun niteliğine dair görüşlerini keşfe çıkıyor. Makale, aynı zamanda onun
muhtemelen en fazla ünlü olan teorisi, “yakınsak gelişim alanı” teorisinin
taşıdığı ilerici potansiyeli tartışıyor. Ardından da Vigotski’nin görüşleriyle
neoliberal eğitim politikasında karşımıza çıkan, giderek yönlendirici bir
nitelik arz eden pedagojilerle ve müfredatla kıyaslıyor.
Burada ben, İngiltere’deki eğitim
sistemine odaklansam da bu yönlendirici politikaların başka ülkelerde de
karşımıza çıktığını görmek gerekiyor. ABD ve Avustralya’da sınav ve testlere
vurgu yapılıyor, ABD’deki okullarda çocukların belirli metinlere ulaşmasına
sansürcü bir yaklaşımla mani olunuyor. Örneğin Teksas’ta Cumhuriyetçi Parti’nin
çıkarttığı kanun, bir ebeveyn itiraz ettiği vakit bir kitabın okul
kütüphanesinden ve müfredattan çıkartılmasını öngörüyor. The Bluest Eye
[“Masmavi Göz”] ismini taşıyan, Nobel ödüllü Afrikalı-Amerikalı yazar Toni
Morrison’ın klasikleşmiş ırkçılık karşıtı kitabı, bu politikanın kurbanlarından
biri.[1]
Bu tedbirler, devlet eliyle yürütülen,
yönetici sınıfların piyasanın ihtiyaçlarına uyumlu, yeterince esnek işgücünü
üretme ve öğrencilerin öğrendiklerini kontrol etme ihtiyacı uyarınca işleyen
eğitim faaliyetinin amaç ve sınırları konusunda geliştirilmiş, alabildiğine
ideolojik ve merkezi gözeten bir yaklaşımın tezahürleri. Buna karşılık,
Vigotski ve Brezilyalı eğitimci Paulo Freire gibi ilerici düşünürler, bugün ve
gelecekteki sosyalist toplumda talep edeceğimiz pedagoji ve müfredat anlayışı
konusunda istifade edebileceğimiz önemli bir zemin sunuyorlar.
Vigotski’nin eserlerine yönelik
ayrıntılı bir değerlendirme, mevcut eğitim sisteminden bizi bütün yönleriyle
kopartan meseleye dair çok şey öğrenmemizi sağlayacaktır. Ayrıca böylesi bir
değerlendirme, kâra değil de çocuğa değer veren insani bir eğitim sistemi talep
edenlerin yüzleşecekleri mücadelenin niteliğini anlamamıza katkıda
bulunacaktır.
Bugün İngiliz toplumunun her noktasında
öğrenciler ve eğitmenler, krizde olan bir sistemin içinde çalışma yürütüyorlar.
Okullara yeterince para gelmiyor, kaynaklar kesiliyor, öğretmenler ve eğitime
destek olan personel ülkeyi terk ediyor, okul binaları çöküyor, akıl sağlığı
sorunları yaşayan öğrencilerin sayısı artıyor, okul sisteminden binlerce
öğrenci kopuyor. Bu sorunlar, Muhafazakâr Parti’nin eğitim politikalarının ve
Yeni Sağ’ın özerkleştirme, özelleştirme ve Ofsted’in (Eğitimde, Çocuklara
Verilen Hizmet ve Becerilerde Standartlar Bürosu) denetlediği işgücü üzerindeki
katı kontrolden oluşan ajandasının bir sonucu olarak görülmeli.[2] Bu
reformlar, öğretmenleri özgürlüklerinden mahrum etti, sınıflarda yapıp
ettiklerinin kontrol altına alınmasını sağladı, onların eğittikleri çocuklara
en iyi desteği nasıl verecekleri konusunda gerekli kararları alma yetisini
ellerinden aldı.
Devletin onay verdiği müfredat,
pedagoji ve öğrenimle alakalı yaklaşımlar, davranışın denetlenmesini ve
tektipleştirmeyi öngören ağır politikalarla birlikte dayatıldı. Bu tür bir
rejim, en çok da özel eğitime ihtiyacı olan öğrencileri, engelli öğrencileri ve
siyahi öğrencileri etkiledi. Bunun sonucunda “zor” kabul edilen öğrenciler,
yani ek bakıma ve desteğe ihtiyaç duyanlar, okuldan dışlandı ve anne-babalarına
“bu çocuğunuz başka bir kurumda veya evde eğitim görse daha iyi olur” denildi.
Burada amaç, “sorunlu” görülen öğrencileri dışlamak suretiyle, onların ülke
sıralamasında okulu aşağıya çekmesine mani olmaktı.
Bu tür uygulamalara, beyaz ya da siyahî
fark etmez, işçi ailelerine mensup öğrencilerin eğitim imkânlarını salt “temel
bilgiler”e odaklanan böylece yaratıcılığı ve becerileri değersizleştiren sınav
odaklı müfredat üzerinden sınırlayan adımlar eşlik etti.
Eğitim sendikasının yayın organı olan Educate
[“Eğit”] dergisi için yazdığı yazıda Ulusal Eğitim Sendikası yetkilisi Ken
Jones, bu hususu anlatırken, yaratıcılığı teşvik eden imkânların niteliği
konusunda bağımsız okullarla devlet okulları arasındaki zıtlıktan bahsediyor.
Gerçekten de 2015-2023 arası dönemde devlet okullarında okuyup bir tür liseye
geçiş sınavı olan İkinci Eğitim İçin Genel Sertifika sınavına ve A Düzeyi (Gelişkin
Düzey) denilen bir tür üniversite sınavına giren öğrenci sayısının, yani lise
ve üniversiteye geçiş şartlarını yerine getiren öğrenci miktarının düştüğünü
görüyoruz.[3] Dahası, sınavlara ve sınavda gösterilen başarılara odaklanan
yaklaşım, bir yandan da “akademik” konulara yaklaşımda ihtiyaç duyulan
yaratıcılığı öldürüyor.
Vigotski: Hayatı, Asarı ve Rus Devrimi
Vigotski 1896’da, bugün Belarus
topraklarında bulunan, ancak o günlerde Rus Çarı’nın yönettiği imparatorluğun
parçası olan Gomel şehrinde, orta sınıfa mensup bir Yahudi ailenin içine doğdu.
Yahudiler, Rus İmparatorluğu genelinde ayrımcılığa maruz kalıyor, Yahudi
toplumuna yönelik katliamların (pogromların) sayısı giderek artıyordu. Çarlık
rejiminin Yahudi karşıtı ırkçı kanunlarına maruz kalmasına, antisemitik bir
nitelik arz eden kota sistemi dâhilinde Yahudilerin yüksek eğitimde ancak kura
yöntemiyle okuma imkânı buluyor olmasına rağmen Vigotski, Moskova
Üniversitesi’ne girmeyi bildi. Burada hukuk okuyan Vigotski, bir yandan da özel
Şanyavski Üniversitesi’nde felsefe, edebiyat ve psikoloji dersleri aldı.
William Shakespeare’in Hamlet’i ile ilgili tezini bu okulda
tamamladı.[4] Rus Devrimi’nden sonra, Gomel’e dönen Vigotski, öğretmenlik
yapmaya başladı. Ardından, 1924 yılında tekrar Moskova’ya gitti.
Vigotski, birçok alana hâkim bir
isimdi. Eğitim düzeyi epey yüksek olan Vigotski, birkaç dil biliyordu. Şiire ve
tiyatroya ilgisi vardı. İlk çalışmalarından biri olan Sanatın Psikolojisi
estetik meselesini ele alıyordu. Düşünme ve Konuşma gibi teorik
çalışmalarında bile edebiyat eserlerine atıflara rastlamak mümkündü.[5] Meslek
hayatı boyunca Vigotski, psikoloji, öğrenim ve eğitim alanlarında yeni fikirler
geliştirdi, teorik ve pratik düzeyde bu alanlara dair yeni şeyler keşfetmeye
çalıştı.
Burada, çok farklı konularda yazılar ve
kitaplar yazan Vigotski’nin tüm asarını ele almak imkânsız. Zaten benim bu
çalışmam da bir ortaokul İngilizce öğretmeninin onun yazılarına dönük ilgisiyle
sınırlı.
Vigotski’nin oyunla ilgili çalışması,
ilkokul öğrencilerine verilecek eğitimin niteliği ile ilgili tespitleri
konusunda söylenecek çok şey var. Aynı şekilde, onun matematik ve bilim
alanında kavram ve bilgi geliştirmeyle ilgili düşüncelerini değerlendirmek
gerek. Vigotski, bu düşünceleri farklı konuları ele alan çalışmaları üzerinden
geliştirdi. Bu konular, engelli çocukları, özel eğitime ihtiyaç duyan
çocukları, bunun yanında, yetimleri ve sokak çocuklarını da kapsıyordu.
Vigotski, 1934’te 37 gibi erken bir
yaşta vefat etti. Shirley Franklin’in kitabı Vygotsky, Education and
Revolution [“Vigotski, Eğitim ve Devrim”] onun hayatı ve fikirleri
konusunda net ve faydalı bir değerlendirme sunuyor. Bu anlamda, Jaan Valsiner
ve René van der Veer’in birlikte kaleme aldıkları Understanding Vygotsky: A
Quest for Synthesis [“Vigotski’yi Anlamak: Bir Sentez Arayışı”] isimli
kitap için de aynı tespiti yapmak mümkün. Her iki kitap, Rus Devrimi’nin
Vigotski’nin düşünceleri üzerinde bıraktığı muazzam etkinin altını çiziyor.
Devrimin yol açtığı büyük değişim ve
umutlar, eskisine nazaran daha iyi olan, özgürleştirici eğitime yönelik
taleplerde karşılık buldu. Daha öncesinde 1871’de Fransız işçi sınıfının
gerçekleştirdiği kalkışma olarak Paris Komünü’ne destek sunanlar da inşa etmek
istedikleri yeni toplumun ihtiyaç duyduğu eğitim sistemi tarzını
tartışmışlardı. Marksist tarihçi Sandra Bloodworth, Paris’teki komün rejiminin
yaptığı eğitim reformlarını şu şekilde anlatıyor:
“Çocukların
üçte biri eğitim alamıyordu. Komün, bu koşullarda kız ve erkek çocuklarının
eşit eğitim almasını ve bu eğitimin zorunlu olmasını kararlaştırdı.
Öğretmenlerin ücretleri artırıldı, kadın ve erkeğe eşit ücret verildi. Bir
endüstriyel sanatlar okulu kuruldu ve başına müdür olarak bir kadın atandı.
Öğrencilere bilim ve edebiyat konusunda eğitim verildi. Öğrenciler, günün
belirli bir bölümünü edindikleri becerileri ve çizim yeteneklerini sanayi
alanında uygulamakla geçiriyorlardı.”[6]
Mayıs 1871’de zafer kazanan
karşı-devrim, Komün’ü kan deryasında boğdu. Gene de onun geliştirdiği
“politeknik” anlayışı, Ekim Devrimi sonrası Rusya’da ortaya çıktı. Bolşevik
Parti’nin idealleri, sonrasında Stalin döneminde geliştirilen eğitim sistemi
içerisinde yapılan reformlarla, ayrıca bugünün araçsalcı ve otoriter sistemiyle
çelişiyordu. Sovyet hükümetinin 1918’de yürürlüğe koyduğu Eğitim Kanunu şunu
söylüyordu:
“Sosyalist
kültürde kişiye en yüce değer verilmeli. Ancak kişi, her türden zevke yönelik
eğilimini ancak eşitlerden oluşan ahenkli bir toplumda geliştirebilir. Bireyin
kendisini kendisine has şekilde geliştirme hakkı bulunduğunu aklımızdan
çıkartmamalıyız. Kişi, lal edilmemeli, aldatılmamalı, bir kalıba dökülmemeli,
zira sosyalist toplumun istikrarı kışlalardaki tektipliliği, yapay,
gerçeklikten kopuk talimleri, dinin ve estetiğin aldatıcı sözlerini değil,
kişilerin çıkarlarının fiiliyatta tesis ettiği dayanışmayı temel almalıdır.”[7]
Bu kanun maddesinde dile getirilen
hükümler arasında, 17 yaşına kadar her insanın zorunlu eğitime tabi olması,
çocuklara ücretsiz sıcak yemek verilmesi, okulların çocukları da içeren bir
kolektif eliyle yönetilmeleri, ev ödevleriyle fiziksel cezanın yürürlükten
kaldırılması gibi maddeler de yer alıyordu.[8]
Vigotski, yeni toplumun ve yeni bir
eğitim sisteminin inşası ile ilgili projeye ve belirtilen değerlere bağlı olan
bir isimdi. Londra’daki bir konferansta, devrim için “en yüce davamız” diye
bahseden Vigotski, o günlerde kaleme aldığı bir yazısında, Leon Trotskiy’nin
“devrimci süreç insanlığı dönüştürür” tespitine atfen, “devrim insanlığı
yeniden eğitir” diyordu.[9] Devrimi takip eden yıllarda, yeni toplumun
oluşmasına dönük umutların fitilinin ateşlendiği dönemde Vigotski, eğitim, dil
ve öğrenimle ilgili fikirlerini derinleştirdi.
Vigotski’nin bu fikirleri geliştirdiği
süreç, yeni sosyalist düzenin yüzleştiği pratik sorunlar ışığında ele alınmalı,
ama aynı zamanda ilgili süreç, Rus Devrimi’nin yol açtığı muazzam düşünsel
heyecan ile coşkunun parçası olarak değerlendirilmeli.
O dönemde Moskova, politika, kültür ve
sanat sahasında süren tartışmaların ve münazaraların merkeziydi. Vigotski, bu
tartışmaların merkezinde oluşan ağların bir parçasıydı. Örneğin o dönemde şair
Osip Mandelstam’la dost olan Vigotski’nin görüşleri, dilbilimci Valentin
Voloşinov gibi Sovyet teorisyenlerinin görüşleriyle benzerlik arz ediyordu.[10]
Eğitim ve psikoloji ile ilgili çalışmaları, bir yandan da onun farklı konularda
çalışma yürüten, nöropsikoloji alanında önemli ilerlemelere imza atmış Aleksey
Leontiyev gibi aydınlarla süren işbirliği bağlamında ele alınmalı.[11]
Yüce ideallerin peşinden koşmasına
rağmen Vigotski, oldukça zor koşullarda çalışıyordu. O muhteşem eseri Vygotsky
the Teacher: A Companion to His Psychology for Teachers and Other Practitioners’da
[“Öğretmen Vigotski: Öğretmenler ve Diğer Uygulayıcılar İçin Onun Psikolojisine
Dair Bir Rehber”] eğitimci Myrs Barrs, Birinci Dünya Savaşı, Rus İç Savaşı ve
1921-1922’de Sovyetler’de görülen kıtlık sonrası yaşanan sefaleti ve içine
düşülmüş olan ümitsizlik hâlini gayet güzel aktarır. Bu ardı ardına yaşanan
felâketler neticesinde Sovyetler Birliği’nde sokaklarda yaşayan çocuk sayısı
yedi milyona çıktı. Her hafta Moskova’ya bin kadar sokak çocuğu geliyordu.
Vigotski ve meslektaşları, bu çocukların bazılarıyla çalışmalar
yürütüyorlardı.[12]
Vigotski’nin çalışmalarında sorunlu bir
yön var, o da Luria’nın öncülüğünde Orta Asya topraklarına “ilkel” halkların
psikolojisini keşfetmeye yönelik olarak gerçekleştirilmiş olan sefere iştirak
etmiş olmasıyla ilgili. Bu yazıda, ilgili konuyu derinlemesine ele alacak
yerimiz yok. Ama gene de bu seferlerin ve etnoloji araştırmalarının en iyi
hâliyle Avrupamerkezci olduklarını, bugün ırkçı bulduğumuz kimi önermelerden
istifade ettiklerini söyleyebiliriz. Van der Veer ve Valsiner, kitaplarında bu
konuyu detaylarıyla ele alıyor.[13]
Ayrıca Vigotski’nin bugün genelde uzak
durduğumuz bazı terimleri kullandığını da ifade etmemiz gerekiyor. Franklin’in
dile getirdiği biçimiyle, “özüroloji”, “anormal”, “engelli” ve “ketlenmiş” gibi
terimler, bugün “özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklarla engelli çocuklara dair
geliştirdiğimiz anlayışın genel bağlamıyla pek uyuşmuyor.”[14] Bugün çocuklara
veya yetişkinlere destek olunması meselesiyle ilgili olan hiçbir eğitimci, bu
tür bir dili kullanmıyor.
Ama öte yandan, özel eğitime ihtiyaç
duyan çocuklarla ve engelli çocuklarla ilgilenen, onlarla ilgili çalışmalar
yürütmüş olan, bu çalışmaları ömrü boyunca geliştirmeye devam eden Vigotski, bugün
“toplumsal bir engellilik modeli” olarak görülen bir anlayışa sürekli işaret
etmiş bir isim. Onun görüşüne göre kişideki engellilik, kişideki bir
noksanlığın doğal sonucu değil, toplumun dünyayı bu tür bir bireye açamaması
ile ilgili bir sorun. Myrs Barrs, Vigotski’nin “engelli çocuklara yönelik
eğitimle ilgili geleneksel yaklaşımları şiddetle eleştirdiği, onun bu
yaklaşımları kişiyi küçümseyen, ona lütufta bulunan ve acıyan yaklaşımlar
olarak gördüğü” yorumunda bulunuyor.
Vigotski, özel eğitime ihtiyaç duyan
çocuklarla engelli çocuklar da dâhil, tüm çocukların öğrenim sürecinde
zorlandığı üzerinde duruyordu.[16] O, destek sunduğu bireylerle yakından
ilgilenen bir isimdi. Barrs, çalışmasında, Moskova’daki Deneysel Özüroloji
Kliniği’nde yürüttüğü çalışmalara dair vakalardan bahsediyor. Bunlardan birinde,
Vigotski’nin Kolya ismindeki bir oğlan çocuğunun annesi ve öğretmenleriyle
ilişkileri üzerinde duruluyor.[17]
Ülkenin belirli bölgelerinde çocukların
temel eğitimden yoksun kaldıkları, okuma-yazma bilmedikleri koşullarda
Vigotski, sağlığının kötüleşmesi gibi kimi sorunlar ve güçlüklerle yüzleşti.
Ama gene de Vigotski, yeni toplumun inşası fikrine bağlı olduğunun kanıtı olan
çalışmalarını yürütmeyi sürdürdü.
Vigotski, Ekim Devrimi’nin
kazanımlarının yitirildiği Stalin döneminde vefat etti. Eğitim sistemi, zamanla
baskıcı ve otoriter nitelikler kazandı. Neticede eskiden uygulanan konu temelli
öğretim modeli yeniden gündeme geldi, “proje temelli müfredatı esas alan
aktivite yöntemleri” terk edildi. Ev ödevlerine ve disiplinli eğitim
modellerine geri dönüldü. Öğretmenlerin seçimle belirlendiği model çöpe atıldı,
atama uygulaması yeniden gündeme geldi.[18] Otuzların başında Vigotski, 1936
tarihli Pedoloji Karşıtı Kararname ile zirvesine ulaşan saldırıların ve
itirazların ağır baskısıyla yüzleşti.[19] Çalışmalarının büyük bir kısmı,
Stalin’in öldüğü 1953 yılından sonra yayımlanma imkânı bulabildi.[20]
Altmışlarda Batı’da yeniden keşfedilen
çalışmaları, ilk başta sansürlü olarak basıldı. Bu sansür dâhilinde onun
yaklaşımının temelini oluşturan Marksizmin üzeri örtüldü. İtalyan psikolog
Luciano Mecacci’nin detaylı çalışmalarından istifade eden Myrs Barrs, Vigotski’nin
araştırmalarının ve yazılarının önemli bir kısmının bölük pörçük
yayımlandığını, editör müdahalelerine maruz kaldığını, farklı şekillerde
tercüme edildiklerini ortaya koyuyor.
İngiltere’deki okurların en fazla aşina
oldukları çalışmalardan olan Düşünce ve Dil, sonrasında hazırlanan L.
S. Vigotski’nin Toplu Eserleri isimli çalışmada “Düşünme ve Konuşma” adıyla
yer aldı. 1978’de yayımlanan Toplumda Zihin isimli makale derlemesini
eleştiren Barrs, çalışmayı, editörün ağır müdahalelerine maruz kalmış, bizzat
uydurduğu cümleleri de içeren “oldukça kusurlu alıntılar demeti” olarak tarif
ediyor. Barrs, alıntılanan cümlelerin budandığını, metne başka metinlerden
alınan pasajların eklendiğini söylüyor. Vigotski’nin yazılarının tamamını Collected
Works [“Toplu Eserler”] çalışmasında bulmak mümkün. Bu yazıyı yazarken, ben
bu çalışmadan yararlandım.[21]
Buna ek olarak, özgün Rusça metinden
yapılan farklı çevirilerin doğru olup olmadıkları da tartışmalı. Hatta bazı
yazıların Vigotski’nin kaleminden çıkıp çıkmadığını da bilmiyoruz. Bu
tartışmaların süzgecinden geçen fikirleri farklı şekillerde ele alındı. Bu
fikirlerinden birisi de “yakınsak gelişim alanı”.
Dil ve Bilinç: Anlayışların Gelişimi
Ömrünün son yılında Vigotski, bilinç ve
duygularla ilgili kitaplar kaleme almayı planlıyordu, ama bu çalışmaları
ölmeden önce tamamlayamadı. Ama yazıları boyunca bu iki konu başlığıyla meşgul
olduğunu görüyoruz.[22] Düşünce yapısının merkezinde bilinçli, düşünen ve
hisseden insanlara nasıl dönüştüğümüz sorusunu temel alan araştırma faaliyeti
duruyor.
Vigotski’nin teorisi, “bireyleri
biçimlendiren ve toplumsallaştıran, onların içinde yaşadıkları toplumdur” diyen
Marksist anlayışı temel alıyor. Zira Marx ve Engels de “Dilin bilinç kadar eski
olduğunu, dilin başka insanlar için geliştirilmiş olan pratik bilinç olduğunu,
bu sebeple dilin kişi için de varolduğunu” söylüyor.[23] Vigotski’nin çağdaşı
olan ve aynı hatta ilerleyen Voloşinov ise “bireyin bilincinin ideolojik
üstyapının mimarı olmadığı, sadece ideolojik işaretlerin meydana getirdiği
toplumsal yapıda ikamet eden bir kiracı olduğu” üzerinde duruyor. Buradan
Voloşinov, diyalogun merkezi bir unsur olduğuna vurgu yaptıktan sonra şunu
söylüyor: “Bireyin bilinci, sadece bir şeyi izah etmek için kullanılan bir şey
olamaz. […] O, toplumsal-ideolojik bir olgudur.”[24] Vigotski de benzer bir dil
anlayışı üzerinden hareket ediyor ve bu noktada dili ve kelimeleri sembolik
araçlar olarak gören Engels gibi isimlerin eserlerinden yararlanıyor.[25]
Vigotski, çocukların toplumsal dünyayla
etkileşimi içerisinde olgunlaştıkları süreçte bilincinin ve içe dönük
konuşmanın nasıl geliştiğini anlatırken “kelime anlamlandırma” tabirine
başvuruyor. Bu konuda Barrs şunu söylüyor:
“Marx
gibi Vigotski de bilinç ve faaliyet arasındaki ilişki konusunda etkileşim
üzerinde duran bir isim. Zihin, başkalarıyla kurulan etkileşimler, dünyada ortaya
konulan deneyimler aracılığıyla, insana ait kültürle ilişki içerisinde
oluşuyor. Dil, bu etkileşimde önemli bir rol oynuyor. Dil aracılığıyla yüksek
zihinsel işlevler içselleşiyor ve gelişiyor. Dolayısıyla bilinç, bu toplumsal ve
kültürel süreçlerin bir ürünü. Giderek karmaşıklaşan psikolojik sistemlerle
etkileşim içerisinde gelişen zihinsel işlevler, demek ki sürekli diyalektik bir
değişim süreci içerisinde gelişen zihne dâhil oluyorlar.”
Vigotski’nin Düşünme ve Konuşma
kitabının sonuç bölümünde dile getirdiği biçimiyle:
“Eğer
dil bilinç kadar eski bir şeyse, eğer dil, başka insanlar dolayısıyla benim
için pratikte varolan bilinçse o vakit sözün gelişimiyle sadece düşüncedeki
gelişim değil, bir bütün olarak bilincin gelişimi de bağlantılıdır. Yürütülen çalışmaların
da ortaya koyduğu biçimiyle söz, sadece belirli işlevlerde değil, bir bütün
olarak bilinçte merkezi bir rol oynuyor. Feuerbach’ın ifadesiyle, bilinçte söz,
tek kişi için imkânsız olan, ancak iki kişi için varolabilen bir şey. Söz,
insan bilincinin tarihsel niteliğinin en dolaysız tezahürü.”[26]
Vigotski, Düşünme ve Konuşma
kitabı boyunca gelişim konusunda bu türden bir toplumsal ve dinamik bir
anlayışa vurgu yapıyor. Ama öte yandan Vigotski’nin Marx’ın “Her toplumda hâkim
fikirler yönetici sınıfın fikirleridir” sözünün ideolojik sonuçlarını derinlemesine
ele almadığını görüyoruz.[27]
Bunun yerine Vigotski, başka psikologlarla,
özellikle İsviçreli çocuk gelişimi teorisyeni Jean Piaget’yle temas kuruyor.
Piaget’nin çocuk gelişimiyle ilgili görüşü dün olduğu gibi bugün de etkili bir
görüş. Vigotski ona hayran ama bu görüşü benimsemiyor. Düşünme ve Konuşma
kitabının bir bölümünü ona ayırıyor.[28] İkili, esas olarak “benmerkezci
konuşma” meselesi konusunda anlaşamıyor. İki isim, küçük bir sorun hakkında
düşünen çocukların dili edindikçe düşüncelerini sesli bir şekilde aktarmaları
konusunda farklı şeyler söylüyor.
Piaget, çocukluğun ilk döneminin ve
benmerkezci konuşmanın niteliği itibarıyla “otistik” olduğunu düşünüyor.[29]
Burada yazar, bugün hâkim olan sinirsel yapının farklılığına işaret eden anlayışa
değil, artık modası geçmiş olan çocukluk deneyimine dair klinik anlayışına
atıfta bulunuyor. Bu anlayışa göre “otizmin” ilk aşaması, kendini merkeze koyan,
gerçekçi olmayan hayaller kurma eğilimini içeriyor. Psikolojik açıdan olgunlaşabilmek
için bu özelliğin bir süre sonra ortadan kalkması gerekiyor.
Buna karşılık Vigotski, çocuğun benmerkezci
konuşmayı dolaysız düşünme pratiğine katkıda bulunacak bir tür araç olarak
kullandığını, bu konuşma biçiminin bir faaliyet olarak son bulmasını
sağladığını, böylelikle kişiye yön verecek, planlayıcı bir işlev gördüğünü
söylüyor. Bu pratiği “herkesin bildiği, çizimlere isim verme pratiğindeki
gelişim sekansı”yla kıyaslıyor. “Çocuk önce çiziyor, sonra ne çizdiğine karar
veriyor, biraz büyüdüğünde çizdiği şeyi daha bitirmeden adlandırıyor. Son olarak
da çizmeden önce neyi çizeceğine karar veriyor.”[30]
Çocuk olgunlaştıkça benmerkezci konuşma
pratiğine başvuru sayısı düşüyor, iç konuşma hâlini alıyor, böylelikle dil,
düşünme için gerekli bir araca dönüşüyor. Bu anlamda, bir sınıfta yüksek sesle
konuşan, sorunlarıyla ilgili düşüncelerini sesli olarak dile getiren bir çocuk
gördüğümüzde, çocukları uzun süre sırada oturtup biçimsel bir eğitime tabi tutan
mevcut pedagojilerin uygunsuz ve zararlı olduklarını anlayabiliriz.
Çocuğun dili nasıl içselleştirdiğiyle
ilgili olarak geliştirilmiş olan bu toplumsal ve tarihsel anlayış, Vigotski’nin
kavramların gelişimiyle ilgili teorilerinin temelini teşkil ediyor. Vigotski,
gündelik hayatta öğrendiğimiz kavramlarla “bilimsel” kavramlar arasında ayrım
yapıyor ve “bilimsel” kavramları eğitim ve okul hayatı süresince edindiğimizi
söylüyor.
Bilimsel kavramların okulda çocuklara
nasıl öğretileceği meselesini ele alan Vigotski, eğitimcilerin rolünün önemli
olduğunu söylüyor. Sağcıların “ilerici eğitim öğrencilere boş yere çabalamasına
ve vakitlerini heba etmesine imkân sağlayan bir şeydir” lafına cevaben, Vigotski,
öğrencilere itiraz edilmesinin, karşı konulmasının gerekli olduğu üzerinde
duruyor. Sağcıların ezberlenecek “doğru” bilgilerden bahseden yaklaşımına karşı
çıkan Vigotski, öğrencilere itiraz etme meselesinin öğrencileri ezberciliğe mahkûm
etmek olmadığını söylüyor. O, ilgili yaklaşımın özel eğitime ihtiyaç duyan
çocuklarla engelli çocuklara yönelik eğitimde de dikkate alınması gerektiğine
inanıyor. Vigotski’ye göre bilimsel kavramlar, “çocuğun basitçe edinebileceği,
ezberleyebileceği, hafızaya kaydedebileceği şeyler değil. Onlar, çocukların düşünme
konusunda ortaya koydukları olağanüstü çabadan doğuyor ve oluşuyor.”[31]
Piaget, çocuktaki düşünme pratiğinin
yerini yetişkine has düşünme pratiğinin aldığını söylerken Vigotski, meseleyi
farklı ele alıyor. O, gündelik kavramlarla bilimsel kavramlar arasındaki
ilişkinin diyalektik bir ilişki olarak görülmesi gerektiğini söylüyor. Bu tespitini
ispatlamak adına Vigotski, üzerlerinde isimlerin yazılı olduğu renkli bloklarla
bir deney yapıyor. Bugün “Vigotski blokları” olarak bilinen bu deneyde amaç,
çocukların o blokları düzenlemek suretiyle kendi düşünme pratiklerini nasıl
geliştirdiklerini ortaya koymak.
İlk başta bloklar rastgele seçilirken
zamanla çocuklar, farklı blokları belirli bir hedefe yönelik olarak düzene
sokuyorlar. Ortaya böylelikle Vigotski’nin “sahte kavram” dediği şey çıkıyor. Bu
görünüşte soyut olan kavram, esasında somut düşünme pratiğinden kaynaklanıyor.
Vigotski’ye göre çocukların hayatlarına
ve anlama pratiklerine ait somut gerçeklik, çocuklar geliştikçe kaybolmuyor, eğitim
süreci boyunca tanıştıkları ve geliştirdikleri soyut kavramların parçası hâline
geliyor.
Vigotski’ye göre gündelik kavramlar
geliştikçe bilimsel kavramları; bilimsel kavramlar geliştikçe gündelik
kavramları dönüştürüyor. Bu noktada yabancı dil öğrenimine değinen Vigotski, bu
pratiğin insanın kendi dilini öğrenmesinden tümüyle farklı olduğunu,
dolayısıyla, dilbilimsel biçimlere dair soyut bir anlayışın öğrenilen yabancı
dili ve anadili kapsayacak şekilde genişlediğini söylüyor.
Aynı şekilde, bir çocuğun temel
aritmetiği ve sayıları anlama pratiği de genellemeyi ve soyutlamayı içeren cebir
konusunu öğrenmek suretiyle dönüşüyor. Burada Vigotski, çocukları boş beyaz
sayfa gibi gören, onların geçmişlerinin, mevcut bilgilerin ve önceki
deneyimlerinin şu anki eğitimleri için sahip olduğu değeri ve o eğitimle
alakasını göz ardı eden eğitim ve pedagoji teorilerine karşı çıkıyor. “Öğretim Sorunu
ve Okul Çağında Zihinsel Gelişim” başlıklı yazısında Vigotski, şunları
söylüyor:
“Üzerinde
durmamız gereken ilk husus şudur: çocuğun eğitimi, o okula gitmezden çok önce
başlar. Okulsa boş bir alanda başlamaz. Çocuğun okulda öğrendiklerinin bir
öntarihi vardır.”[32]
Burada Vigotski, bir yandan da sağcı
eğitimcilerin öğrencilerin çiftdilliliğini tanıyıp destekleyen okullara karşı
geliştirdikleri argümanlara itiraz ediyor. Sağcılar, öğrencilerdeki
çiftdillilik hâlinin okulca kabul edilmesinin toplumsal ve ırksal bütünleşme
süreciyle çeliştiğini, bu yanıyla öğrencilerin kafalarını karıştırdığını
söylüyorlar. Esasında elimizde, çocukların anadillerinin desteklenmesinin
onların toplumsal ve duygusal gelişimlerinde önemli olduğunu, bunun kavram
oluşturma süreçlerine katkıda bulunduğunu gösteren birçok kanıt mevcut.[33]
Jane Bassett
1 Nisan 2024
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Hixenbaugh, Mike, 2022, “Here are 50 Books Texas Parents Want Banned from
School Libraries”, MSNBC (1 Şubat), NBC.
[2] Ofsted: Eğitimde, Çocuklara
Verilen Hizmet ve Becerilerde Standartlar Bürosu, okulları teftiş eden devlet
kurumudur. Tarafsız bir kurum olmayan Ofsted, özelleştirme sürecini hızlandırmak,
okulları ve öğretmenleri disipline etmek için kullanıldı.
[3] Jones, Ken, 2024, “Time for a
Revolution in Creative Education”, Educate (Ocak-Şubat 2024).
[4] Şanyavski Üniversitesi, 1908’de
altın madeni sahibi Alfons Şanyavski tarafından kuruldu. Rus Devrimi’nden sonra
millileştirilen okul, Moskova Devlet Üniversitesi’nin parçası hâline geldi.
[5] Sanatın Psikolojisi 1925’te
tamamlandı, ancak altmışlara dek basılamadı. Bkz.: Vygotsky, Lev, 1971, The
Psychology of Art (MIT Press).
[6] Bloodworth, Sandra, 2021,
“Revisiting the Paris Commune of 1871: ‘Glorious Harbinger of a New Society’”, Hampton
Institute (19 Mart), Hampton, s. 2.
[7] Rosenberg, Chanie, 1972, Education
and Revolution (Rank and File Pamphlet): MIA Rosenberg, 1972, s. 2.
[8] Rosenberg, a.g.e., s. 5-6.
[9] Franklin, Shirley, 2021, Vygotsky,
Education and Revolution (Bookmarks). s. 10-14; Van der Veer, Rene ve Jaan
Valsiner, 1991, Understanding Vygotsky: A Quest for Synthesis (Blackwell),
s. 55-56.
[11] Bkz.: Voloshinov, Valentin, 1973
[1929], Marxism and the Philosophy of Language (Seminar). Muhtemelen
Voloşinov, otuzlarda, Stalin’in gerçekleştirdiği tasfiyelerde tutuklandı ve
öldürüldü. Bir yazısında Vigotski’nin adını andığı Mandelstam, Stalin’i
hicveden bir şiir kaleme aldı. O da 1938’de kampta öldü.
[11] Van der Veer ve Valsiner, 1991, a.g.e.,
s. 288-292. Luria ve Leontiev, kolektifleri Sovyet devletinin itirazı
üzerine dağılınca Ukrayna’nın Harkov şehrine taşındı. Otuzlarda Vigotski’nin
yaklaşımından uzaklaşan Leontiev, Stalin Rusyası’nın kabul ettiği bir isim
hâline geldi.
[12] Barrs, Myra, 2022, Vygotsky the
Teacher: A Companion to His Psychology for Teachers and Other Practitioners
(Routledge), s. 5.
[13] Van der Veer ve Valsiner, a.g.e.,
dokuzuncu ve onuncu bölümler.
[14] “Özüroloji”, Sovyetler’de özel
eğitime ihtiyaç duyan çocuklarla engelli çocukların gelişimi alanında ve bu
çocuklarla çalışacak öğretmelerin eğitimi konusunda çalışmaların yürütüldüğü
bir araştırma sahasıdır. Bu terime Vigotski’nin 1929’da yazdığı “Özürolojinin
Temel Sorunları” gibi metinlerde rastlıyoruz. Vygotsky, Lev, 1987 [1929], “The
Fundamental Problems of Defectology”, The Collected Works of L S Vygotsky
(Springer).
[15] Barrs, a.g.e., s. 37.
[16] Barrs, a.g.e., üçüncü bölüm;
Franklin, a.g.e., yedinci bölüm.
[17] Barrs, a.g.e., s.116-117, burada
Vigotski’nin defterlerinden istifade edilmiş.
[18] Barrs, a.g.e., s. 163-164.
Rosenberg, a.g.e., s. 19-24; van der Veer ve Valsiner, a.g.e., s.
288.
[19] Pedoloji, çocuğun gelişimini ve
davranışlarını inceleyen bilim dalı. “Çocuk bilimi” olarak da biliniyor.
[20] Van der Veer ve Valsiner, a.g.e.,
s. 374-389.
[21] Barrs, a.g.e., s. xiv ve
tüm kitapta.
[22] Barrs, a.g.e., s. 182-185.
[23] Marx, Karl ve Friedrich Engels,
1968 [1845], The German Ideology (Progress), s. 51.
[24] Voloshinov, a.g.e., s. 12-13.
[25] Engels, Friedrich, 1934 [1895], The
Part Played by Labour in the Transition from Ape to Man (Progress), MIA.
[26] Vygotsky, Lev, 1987 [1934],
“Thinking and Speech”, The Collected Works of L S Vygotsky (Springer), s.
246.
[27] Marx ve Engels, a.g.e.
[28] Vygotsky, “Thinking and Speech”,
ikinci bölüm; ayrıca bkz.: Barrs, a.g.e., s. 168-172.
[29] Vygotsky, a.g.e., s. 222.
[30] Vygotsky, a.g.e., s. 28;
Barrs, a.g.e., s. 168-172.
[31] Vygotsky, a.g.e., s. 127.
[32] Vygotsky, Lev, 2017 [1935], “The
Problem of Teaching and Mental Development at School Age [Problema obuchenija i
umstvennogo razvitija v shkol’nom vozraste]”, Changing English, Cilt 24,
Sayı 4.
[33] Örneğin bkz.: Yayına Hz.: Gregory, Eve, 2017, One Child, Many Worlds: Early Learning in Multicultural Communities (Routledge).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder