Bölgesel
Cephe
7
Ekim operasyonu, Filistin’deki askeri ittifak sistemine ait diğer unsurlarla
net bir koordinasyon teşkil edilmeden gerçekleştirildi. Bunun bir nedeni,
eylemin gizliliğini koruma arzusu, bir nedeni de Hamas’ın, IDF’in Hannibal
Doktrini’ni ne ölçüde tatbik edeceğini, misillemenin olası ölçeğini ve önceden
koordinasyon kurulmasına yönelik ihtiyacı kestirememesiydi. Buna karşın,
sonrasında bölge düzleminde teşkil edilen koordinasyon dâhilinde askeri
çatışmalar yaşandı.
Arap-İran
devlet sistemi, üç tip eylem ortaya koyuyor. Filistin’deki silahlı eylemlerin
bir türbin olarak harekete geçirdiği bu eylem türlerini şu şekilde sıralamak
mümkün:
1.
Direniş ekseni;
2.
İsrail ve ABD arasında açıktan kurulmuş askeri işbirlikleri;
3.
Arap milliyetçiliğine ve Siyonizm karşıtlığına farklı düzeylerde bağlı olan
veya bu hareketlerle perde gerisinde işbirliği kuran “aracıların” veya cephe
hattının dışında kalanların meydana getirdiği kamp. Silahlı mücadeleye farklı
tarzlarda destek sunan Yemen, Suriye, İran, Irak ve Lübnan gibi ülkelerin
meydana getirdiği cephenin birçok üyesi, ABD kontrolündeki güçlerin işgali veya
saldırısı altında. İsrail ve ABD ile açıktan askeri işbirliği kuran ülkeler
arasında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn, Ürdün ve
Mısır bulunuyor (tabii bu arada Mısır’da İsrail’le askeri düzeyde kurulan
işbirliğine karşı çıkan siyasetçilere rastlanıyor). “Aracılar” veya “yumuşak
destek” kategorisine ise Tunus, Katar ve Cezayir giriyor.
Direniş
ekseni, Irak ve Suriye’de ABD ordusuna ait üslerle ve birliklerle açıktan
savaşa girdi. Bombardımanlara şahit olduğumuz süreçte İsrail, eksenin Suriye’de
ortak askeri stratejileri ve malzeme hareketlerini koordine etmek için
kullandığı lojistik altyapısına sürekli saldırdı.
Yemen’de
Ensarullah, İsrail’deki hedeflere füzelerle ve dronlarla saldırdı. Örgüt, bu
saldırıları İslami kurtuluş teolojisini anıştıran ifadelerle gerekçelendirdi.
“Arap ve Müslüman milletlerin devrimi”nden söz eden Ensarullah, “Amerikan-İngiliz-Fransız
eliyle yürütülen Siyonist istilasına ve işgaline karşı milletin tüm
yurttaşlarının adalete kavuşma haklarını savunduğunu” söyledi (Al-Asaad, 2023)
ve bu yaklaşımını yoksulları dert edinen ideolojilerini dünyaya ihraç etme
girişimleriyle ilişkilendirdi (Moussaoui, 2023, s. 233). Yemenliler,
eylemlerinin düzeyini yukarı çekerek, İsrail bandıralı, İsrail adına çalışan
veya onunla bağlantılı olup Kızıldeniz’deki Babülmendep Boğazı’ndan geçen
gemileri durdurmaya, sonrasında da İsrail’e giden tüm gemileri donanmasıyla
engellemeye başladı. Bu eylemler, 21 Aralık Yemen Devrimi’nin ideolojik
taahhütleri ve meşruluğu zemininde anlam buldu.
Lübnan
cephesi, Lübnan Hizbullahı ile İsrail güçleri arasında süren yıpratma savaşının
damgasını vurduğu bir cephe. Bu çatışmalarda, İsrail’in yüksek teknoloji
üzerine kurulu askeri yapısı imha edildi, kuzeyden gelecek saldırılara karşı
oluşturulmuş Maginot Hattı’ndaki gözetleme merkezleri vuruldu, kışlalar, askeri
kamp yerleri ve İsrail’e ait zırhlı araçlar hedef alındı. Bu operasyon
sebebiyle IDF, askeri gücünün önemli bir kısmını ülkenin güneyinden ve orta
kesiminden kuzeye çekmek zorunda kaldı, böylelikle, ordunun Gazze üzerinde
kurduğu baskı belli ölçüde azaldı, bir yandan da İsrail’in kuzeyi boşaldı,
ayrıca İsrail’i (ve Akdeniz’e caydırıcı bir hamle olarak gemi göndermiş olan
ABD’yi) “ya Gazze’ye yönelik saldırıları durduracağız ya da geniş Arap coğrafyasında
Hizbullah’la ikinci bir cephe açacağız” seçeneğiyle yüzleşmek zorunda bıraktı.
İkinci cephe açılması durumunda Lübnan şehirleri hedef alınacak, buna karşılık,
İsrail’de nüfusun yoğun olduğu merkezler zarar görecek, Lübnan’a karadan
girilmesi durumunda İsrail de aynı akıbetle yüzleşmek zorunda kalacaktı. Irak,
İran ve Hizbullah’ın eylemlerine misillemede bulunuldu: Hamas lideri Salah
Aruri, 3 Ocak günü Beyrut’ta öldürüldü, 4 Ocak günü Bağdat’ta bulunan Haşdi
Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) karargâhı vuruldu.
Önemli
bir Filistinli nüfusunun yaşadığı bir ülke olarak Ürdün, 1994’te İsrail’le
barış anlaşması imzalamış, ABD ile askeri işbirliği içerisinde bulunan bir
ülke. Bu anlamda Ürdün, yeni sömürgecilik dairesinde kendisine düşen tarihsel
rolü oynamaya devam ediyor, Siyonist hareketle ve ABD’yle birlikte hareket
ediyor (Shlaim, 1988), zira ülkenin başındaki elitler, rejimin bekası adına,
emperyalizmin yardımlarına ve rant akışına eskisinden daha fazla muhtaç
(Ufheil- Somers, 2015). Burası, toplumdaki rahatsızlıkların bastırıldığı,
İsrail’i protesto etti diye binlerce eylemcinin hapse atıldığı, ABD’nin
varlığının güçlü bir şekilde hissedildiği, ekonomik, politik ve askeri
anlaşmalarla bir yerlere zincirlenmiş bir ülke. Bu süreçte Ürdün, Yemenlilerin
dronlarını ve füzelerini düşürdü. Yemenlilerin denizde tesis ettikleri ablukayı
aşma konusunda bir tür köprü işlevi gördü. Ürdün güvenlik güçleri, aslen
Filistinli olan çoğunluğu ve Filistinli sözcülerin giderek popüler hale gelip
destek buldukları Ürdün toplumunu kontrol altında tutmakta güçlük çekiyor. Son
anketlere göre, ülkede 7 Ekim olaylarını destekleyenlerin oranı yüzde 66 (Anon,
2023).
Suudi
Arabistan ve BAE, İsrail’in denizdeki ablukayı aşmasına yardım etti, İsrail’le
sessizce veya alenen normalleşti, bölgede uygulamaya konulan ABD projesi
yanında hizalandı. Hamas’ın başarısızlığı ve mahvolması, Suudilerin hoş
karşılayacağı bir durum. 7 Ekim saldırısı, Suudilerin İsrail’le normalleşme
ihtimalini ortadan kaldırdı ve Suudi liderlerinin ABD’ye bağlı aracılar
üzerinden İsrail’e lafta da olsa saldırmak zorunda kalmalarına neden oldu.
Mısır,
bu süreçte daha karmaşık bir role sahip. İsrail’le ilk barış anlaşmasını
imzalayan Mısır, İsrail’le gaz ihracatından özel ekonomik bölgelere dek birçok
konuda kapsamlı bir ekonomik işbirliği içerisinde. Mısır, aynı zamanda Gazze’de
insani yardım düzleminde yaşanan felaketin ve kuşatmanın derinleşmesine sebep
olan güç. Bu güç, Mısır-Gazze arasında uzanan ve kaçakçılık için kullanılan
tünellere baskın düzenledi. Ama bir yandan da Mısır, etnik temizliğe ve nüfusun
başka yerlere nakline de karşı çıktı. Burada biraz da kendi ekonomisinin
istikrarsızlaşmasından ve silahlı kuvvetleri dâhilinde oluşan çatlaklardan
endişelendi. Sonrasında Mısır, kapalı kapılar ardında Sina üzerinden Gazze’ye
silah geçişine izin verdi.
Bu
süreçte Katar, sistem yanlısı duruşuyla önemli bir rol oynuyor. ABD’ye ait bir
donanma üssüne ev sahipliği yapan Katar, “Arap Baharı” denilen rejim
değişikliğine yönelik propaganda faaliyetlerinin ve al-Jazeera Arabic
televizyonuyla mezhepçiliği körükleyen girişimlerin merkezi olarak iş gördü.
Kültür düzleminde ise Katar, Batı’daki ve Arap coğrafyasındaki “Arap
Merkezleri” üzerinden üretilen kültürün yayılmasında önemli bir rol oynadı. Doha
Yüksek Lisans Merkezi gibi okulları ve Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları
Merkezi gibi yayıncılık faaliyetleri ile bu sürece katkı sundu. Ayrıca Katar,
Suriye’de ABD eliyle ortaya konulan rejim değişikliği faaliyetlerini
destekledi.
Bugün
Katar’ın Hamas, Mısır, ABD ve İsrail arasında arabuluculuk yapma üzerine kurulu
rolünün “demokratikleşme” söyleminin “yeni” bir tür Arap milliyetçiliğiyle
kaynaştırılmasıyla oluşan anlayışla birlikte sahnelendiğini görmek gerekiyor. Bu
rol dâhilinde Katar, topraklarındaki ABD üsleriyle tarafsız bir ülke pozu
kesebiliyor.
Lobi,
ABD’nin Ulusal Güvenlik Doktrini ve Şiddete Dair Açıklamalar
ABD-İsrail
operasyonları, batıdaki İsrail veya Siyonizm karşıtı hareketler ve küresel
planda Arap dünyasında farklı biçimler alan yığınla tartışmaya sebep oldu. Bu
tartışma, özünde ABD-İsrail operasyonlarının “rasyonalite”si, ABD hükümetiyle
yönetici sınıfının İsrail’i diplomatik ve askeri düzlemde korumasının ardındaki
dürtü ile ilgili. Bu tartışmalarda bir de İsrail’in ABD’nin gücü ve işlettiği
birikim süreci açısından bakıldığında, İsrail’in dün olduğu gibi bugün de bir
ayak bağı olup olmaması meselesi de ele alınıyor. Buradan şu sorulabilir: “İsrail
Lobisi”, ABD’deki yönetici sınıfı İsrail’le uyum içerisinde, yıkıcı ve
irrasyonel bir şiddet pratiğinin inşa ettiği, duvarları aynalarla kaplı bir
salona mı kapatıyor?
Bu
tartışma, ilkin Mearsheimer ve Walt’ın kaleme aldığı The Israel Lobby [“İsrail
Lobisi” -2006] isimli kitabın yayımlanmasıyla birlikte batıdaki liberal
çevrelerde gündeme geldi. Bu tartışmada mesele, Arap-İran coğrafyasında ABD dış
politikasının toplumsal, politik ve ekonomik kökenleri. Özünde burada iki
argüman dillendiriliyor:
1.
Bölgede ABD dış politikası, “irrasyonel” bir nitelik arz ediyor veya “ABD’deki
İsrail lobisi dış politikayı yoldan çıkartıyor.”
2.
ABD, lobinin yok olması durumunda bölgede kendi “çıkarlar”ı peşinde koşar,
bunun için “rasyonel” yollar bulur.
ABD’nin
jeopolitik çıkarlarına dair özel bir vizyonu reklâm eden kurumlarının varlığını
inkâr etmek, irrasyonel bir yaklaşım olacaktır. Bu kurumlar, orta sınıfların,
özellikle Yahudilerin, ayrıca Batı’daki halk sınıflarının, örneğin evanjelik
Siyonist kesimin desteğini arkasına almak için uğraşıyorlar. Oysa bu noktada
ilgili tartışma, iç tutarlılıktan yoksun veya parçalı bir yapıda ilerliyor,
çünkü tartışma, analizini Arap-İran bölgesinin ABD’nin işlettiği birikim
sürecinde oynadığı rol üzerinde temellendirmiyor. ABD’nin “çıkarlar”ı sürekli
ve ısrarla gündeme getiriliyor veya ülkeyi her daim kısıtlayan lobiden söz
ediliyor. Bu genel çerçeveden yoksun yaklaşım dâhilinde sonuç, sebep
zannediliyor, eldeki sonuçlar da gelişigüzel veya seçici bir tarz dâhilinde
okunuyor.
İsrail,
1967 savaşında ilerici Arap milliyetçiliğin ana bileşenlerinin ortadan kaldırılmasında
önemli bir rol oynadı. Her ne kadar bu süreçte Irak ve Libya’ya dokunamasa da
İsrail, Sovyetler’in bölgedeki etkisini kırdı. Sovyetler dağıldıktan sonra
İsrail, onlarca yıl ilerici Arap milliyetçiliğinin aldığı biçimlere doğrudan
saldırmadı, sadece kimi vakit ABD’nin Irak ve Suriye gibi yerlere yönelik
saldırılarına katıldı. Dolayısıyla, İsrail’in yol açtığı kargaşa, ABD çıkarları
söz konusu olduğunda fazla abartılan bir konu.
ABD’deki
yönetici sınıfının tanımladığı hâliyle ABD çıkarları denilen şey, bu tür
konjonktürlerde gündeme gelmiyor. Bu “çıkar” denilen mesele esasen sınıfsal
açıdan ele alınmalı, millet içerisinde oluşmuş birleşik bloklara ait bir şeymiş
gibi görülmemeli. “Çıkar”, varsayımlarla değil, net tanımlarla açıklanmalı.
Bu
anlamda, “Lobi, ABD’deki iktidarı başka yöne yönlendiriyor” anlayışı, tarihsel
materyalizme yabancı. Çıkarlar konusunda geliştirilecek her türden anlayış, kapitalist
birikimin tarihini esas almalı.
Bu
tarih incelendiğinde, şiddetin ana unsur olduğu görülecektir. İlkel birikim ve
savaşlar, sömürgecilikte vazgeçilmez olgulardır. Bunların mantığı, durgunluk,
kıtlık ve soykırım yoluyla serveti çekip kendi kasasına akıtmak üzerine
kuruludur. Buna bugün toplumların yok edilmesini ve “atığın birikimi”
meselesini (Kadri, 2023; Patnaik & Patnaik, 2021) de eklemek gerekmektedir.
“Lobi
Amerika’yı yönetiyor” anlayışının kaynağı, Soğuk Savaş döneminde geliştirilen
modernizasyon teorisi. Bu teoriye göre, ABD’nin inşa ettiği ticaret ve kalkınma
faaliyetlerinin ana binasına girildiğinde ABD tarzı birikim, kalkınma ve
sanayileşme yoluna da giriliyor. Oysa tarih, henüz böyle bir şeyi kaydetmiş
değil.
ABD’nin
tercihi daha çok sıcak savaşlar yönünde (Kolko, 1986). Burada amaç, ülkeleri
ana hammadde ihracatı ile tarımdaki yoğunlaşmayı esas alan modellere entegre etmek,
onları stratejik açıdan belirlenmiş bölgelerde ihracat güdümlü sanayileşmeyi
temel alan yeni uluslararası işbölümüne dâhil etmek ve teknolojiyi merkezde
toplamak.
Mevcut
kutuplu sistemi ayakta tutmak adına ABD, sermaye, teknolojik gelişim ve
endüstriye ait özerk bir yapı inşa etmek yerine, çevre ülkelerini bir alt
seviyede entegre ediyor. Japonya ve Almanya’nın yeniden sanayileşmesine ve
ülkelerine inşa etmelerine bu sebeple izin verildi. Bunun tek şartı, bu iki
ülkenin ABD’nin elindeki savunma şemsiyesinin altında, Soğuk Savaş’ta devrimci
Çin ve Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılan kuşatma mekanizmalarının bir
parçası olarak durmasıydı.
Bu
dönem boyunca Arap-İran bölgesi, esas olarak ABD’nin öncülük ettiği dünya
sistemine önce petrol kanalları (Kolko & Kolko, 1972) ardından da silah
satışları üzerinden entegre edildi. Altmışların sonunda savaş sayesinde bölge,
ABD’nin birikim stratejisiyle bütünleşti. Bu süreçte bölgedeki istikrarsızlık
tohumlarını İsrail ekti, bölgedeki silah alımları için sürekli gerekçe üretti
(Ajl, 2024b).
Seksenler
ve doksanlar boyunca bu sisteme hiç halel gelmedi. İsrail’in bu dönemde
Filistinlilere ve Arap devletlerine yönelik gerçekleştirdiği askeri
operasyonlar, Arapların zayıflığının ve biçareliğinin kanıtı gibiydi. “Yenilgi
hali”, bu dönemde kökleşti (Kadri, 2014).
Öte
yandan, ABD’nin bölgeye yönelik saldırıları, yaptırımlar ve ülkeleri geri
bıraktırma çabaları aşamasından Irak ve Libya devletlerini ortadan kaldırma,
Suriye’de yıkıcı sonuçlar doğuran vekalet savaşı, Suriye ve Yemen’de savaş ve
yaptırımlar yoluyla kıtlığa sebebiyet verme aşamasına geçti. Bu süreçte söz
konusu ülkelerin önemli bir kısmında sermaye birikimi yok oldu, insan ömrü
kısaldı. Buradan söz konusu saldırı süreci Gazze’de zirvesine ulaştı. Bu politikalara
ABD’deki politik elitler tam destek verdiler.
Bu
“Lobi tezi”, bize emperyalizmin yönetim mekanizmasının daha rasyonel
politikalar uyguluyorken bu ülkeleri istikrarsızlığa sürükleyen savaşın onu yolundan
saptırdığını söylüyor. Görece zayıf olan ikinci hipotez ise İsrail saldırıları
ve ondaki intikamcılık olmasaydı, Arap bölgesinin Üçüncü Dünya’daki parçalı
sanayileşme ve tarımdaki yoğunlaşma gibi dinamiklerin damgasını vurduğu diğer
bölgeler gibi olacağı üzerinde duruyor.
Oysa
bu ikinci tez iki açıdan tarihe kör:
1.
Bu tez, Afrika’nın büyük bölümü ithal ikamecilik ve ihracat güdümlü ekonomi
üzerinden (Ossome & Naidu, 2021; Yeros, 2023) sanayileşme sürecinin dışında
tutulurken, ihraç mallarının Doğu Asya’ya hâkim olduğu koşullarda Latin Amerika’daki
eskiden beri emperyalizme bağımlı olan ülkelerin “prematüre” (Sato &
Kuwamori, 2019) bir sanayisizleşmeye evrilmesinde olduğu gibi, dünya ölçeğinde görülen
fazla sanayileşme sorununu görmezden geliyor.
2.
Bu tarih dışı teorik çerçeve, ABD’nin yönettiği birikim sürecinin dayandığı
genel sistem içerisinde birbirinden farklı bölgelerin birbirinden farklı roller
oynadığı gerçeğini göz ardı ediyor.
Petrol,
dünya piyasaları için zaruri olan, epey ticarileşmiş, yoğun bir metayı temin
eden bölgeyi ayrıksı kılan ana unsur. Petrol üretimi, dünya ölçeğinde üretim
baskılansın diye işleme tabi tutulmak, daha doğrusu, sabote edilmek zorunda
(Blair, 1976; Wolfe-Hunnicutt, 2021). Petrol satışları dolar üzerinden
gerçekleşiyor. Bu anlamda, bu satışlar petrodoların geri döngüsünün ana kaynağı,
oysa bu döngü İsrail için bir “engel” (Spiro, 1999).
ABD’nin
bölgede uyguladığı politikalar, kesintilerin dayatılması yoluyla uygulanan sistem
yanlısı politik mühendisliğin ana yöntemleri olarak yaptırımlara ve gelir
azaltma girişimlerine gayet uygun (Doutaghi, 2024; Doutaghi vd., 2022). Bu
düzlemde ABD ve İsrail’in Arap-İran bölgesinde savaş ve yaptırımlar üzerine
kurduğu düzen, ABD’nin işlettiği toplam birikim sürecine tek bir sorun bile
çıkartmıyor. Gelir eşitsizliği, hisse senedi getirileri gibi ABD’nin elindeki
zenginliğin ve gücün sağlam olduğuna dair göstergeler, bunu söylüyor.
Esasında
İsrail ve ABD’nin savaş ve yaptırımlar üzerine kurulu düzeni, dünya genelinde
ABD’nin ajandasına silahla ya da silahsız karşı gelen her türlü gücün
dağıtılması konusunda önemli katkılar sundu. Bu ajanda dâhilinde alternatif
sermaye birikimi merkezleri dağıtıldı, onlara eşlik eden devletler
etkisizleştirildi, Küba ve Venezuela’da devlet iktidarını ele geçirmiş olan
projeler budandı ve deforme edildi.
Soykırımın,
kıtlığın ve sivillere yönelik katliamların hüküm sürdüğü, her yanı saracak
savaş riskinin gündemde olduğu koşullarda, İsrail’in ABD’nin elindeki güç
açısından yol açtığı tehlikelere işaret edenlere şu soruyu sormak gerekiyor: “ABD,
Filistin’deki silahlı milislerin ve bölgedeki müttefiklerinin kendisine bağımlı
olan devlet olarak İsrail’in yenilmesine izin verebilir mi?”
ABD,
bölgedeki güvenlikle alakalı düzenlemeleri ve politikaları aracılığıyla, küresel
birikime hizmet eden politik siperler örüyor. Bu küresel birikimse petrodolarlar,
finans, silah, sınırlı sanayileşme ve kapsamlı hizmetler, ayrıca ihracat
güdümlü tarım üzerinden gerçekleşiyor. Ayrıca ABD, dünyanın askerileşmesini
istiyor. Bu anlamda İsrail’i ABD silahlarına, kontrgerillasına ve teknolojik
değerin oluştuğu kanallara bağlıyor. Bu süreç, Arap coğrafyasındaki işçi
sınıfının ilgili sistemin çıkarları adına mağlup olmasına neden oluyor.
Filistin
Yönetimi, Arap coğrafyasındaki yeni sömürgeci ve sistem yanlısı güçlerin
Filistin’deki yankısı olarak tasarlandı. Bu teşkilâtın amacı, Filistin demokrasisini
ve direniş faaliyetlerini ezmek, ayrıca milyarlarca doları bulan emlâk değeri
ve yürüyen altyapı geliştirme çalışmalarıyla Batı Şeria’daki geniş alanları ve
600.000 yerleşimciyi içine alan, İsrail eliyle yürürlüğe konulmuş yerleşim
projesini istikrara kavuşturmak. Filistin Yönetimi’nin bir amacı da Filistinli
sürgünlerin cumhuriyetçi ve devrimci hareketler içerisinde önemli roller
üstlendiği Arap devletlerini istikrarsızlaştıran bir yangın olarak Filistin’i
söndürmek (Kazziha, 1975, 1985).
İsrail’in
“içsel” çelişkilerinden bahsetmişken, şunu belirtelim: bu yerleşim projesi, toprak
ve kaynakların ilkel birikim sürecine tabi kılınması yoluyla Filistinlilerin
sırtının yere getirilmesini, bunun yanında, Filistin’in silahların ve diğer
İsrail yatırımlarının sınandığı laboratuvar işlevi görmesini ifade ediyor.
Yeni
sömürgecilik ve işbirlikçilere yaslanan kuşatma faaliyeti, Filistin halkını “şeyleştiriyor”
(Césaire, 2001). Bu şeyleştirme gayretinin karşısına Filistin, 2023 yılında “tarihi
hatırlatan” bir eylemlilikle çıktı (Allday & Omar, 2023). Tarihte açılan bu
yarığı kimse öngörmüyordu. Onun yol açtığı sonuçları şimdiden öngörmek
isteyenler, olmayanı varmış gibi düşünmenin alanına girmek zorunda.
Gene
de bugün elimizde kimi bilgiler mevcut: Eğer Hamas, 1967 öncesi sınırların
kabulünü karşı tarafa kabul ettirirse, şu an yerleşimlerde yaşayan
İsraillilerin yüzde onu evlerini boşaltmak durumunda kalacak. Bunun sonucunda
yüz binlerce ev yapılacak, netice Yahudi sağı harekete geçecek. İç savaş çıkma
veya toplumsal dağılma riski gündeme gelecek. Dolayısıyla, politik alanı
düzenleyenlerin tek derdi, İsrail’deki statükoyu değiştirme becerisine sahip politik
güçleri etkisiz kılmak, budamak veya parçalamak ki bu, Filistin Yönetimi’nin de
gayet iyi bildiği bir gerçek.
Filistin
Yönetimi’nden bir yetkili, bu sebeple “Hamas’ı yok edin, İsrail onu yok etmezse
biz bittik” diyor (Aktaran: Faleh, 2023). Çünkü Hamas, İsrail ve ABD’nin kontrol
altına alamadığı veya iç edemediği, ne kadar güç uygularsa uygulasın yok
edemediği bir politik güç.
Hamas
ve onun Gazze ile Batı Şeria’daki milisleri, Arap coğrafyasındaki ABD ve İsrail’in
1967’deki milliyetçi devletlerden oluşan Arap cephesine yağdırılan toplardan
beri ana çalışma tarzı dâhilinde işçi sınıfına dayattığı politik-askeri
yenilgiye meydan okuyorlar. Eğer Gazze’de ABD ve İsrail kaybeder, Hamas hayatta
kalırsa Filistin Yönetimi, dolayısıyla İsrail istikrarsızlaşır, ayrıca İsrail
ekonomisi savaş yüzünden ciddi kayıplar yaşar. İstikrarsızlaşma, hatta devletin
çöküşüyle birlikte yüz milyarlarca dolar değerindeki ekonomik varlık ile yüksek
teknolojiye yönelik sermaye yatırımları, buhar olur. Ayrıca bu asimetrik savaşta
karşı tarafın yaşayacağı yenilgi, elde silah dövüşen farklı örgütleri ve yüz
binlerce insanı yüreklendirir, Batı’nın askeri gücünün Batı Afrika’da olduğu
gibi yenilebildiğini veya defedilebildiğini gören herkese cesaret verir, Rusya
ile Çin’e yönelik caydırıcı adımlar hükmünü bir bir yitirir.
Sermaye
kaybı muhayyeldir. İsrail, bir engel olarak görülmeye başlanır. Zira sermaye,
kesintisiz askerileşme ve ilkel birikim süreci olmaksızın işlemez. Sermayenin
biriktiği rakip merkezler hükmünü yitirir veya buharlaşır. Şiddet, bunun için
devreye sokulur. Bu sürecin sonunda sermaye, dünya ölçeğinde birikim sürecine
destek olan politik adımların yol açtığı kayıpların ağırlığından kurtulma
yoluna da gidebilir.
Sonuçta
belki de ortaya, tarihte varolmayan bir kapitalizm çıkar. Alternatif birikim
merkezleri ve askeri güçlere varolma imkânı sunan, Üçüncü Dünya devletlerine
finansal ve askeri düzlemde alan açan bir kapitalizmdir bu. Bunun ABD’nin
arzulamadığı bir kapitalizm olduğu açık.
Bugün
görülüyor ki Hamas ve bölgede ona müttefik olan devletler ve milis güçler, ABD’nin
karşısına en uygun değilse bile ona yakın bir sonucun ve tercihler kümesinin
çıkmasını sağlıyorlar. Bu koşullarda İsrail, ABD’nin içteki hegemonyası
üzerinden bakıldığında, artık daha az cazip bir müttefikmiş gibi görünüyor. Ama
aynı zamanda işleyen süreç, ABD yönetici sınıfının her şeye kadir olmadığını da
ispatlıyor.
Bu
da bizi iki önemli soruyla baş başa bırakıyor:
1.
Lobi, madem ABD dış politikasının genel çerçevesini önemli ölçüde etkilemiyor,
sadece sınırlı bir etkiye yol açıyor, o zaman bu lobi, esas olarak ne yapıyor?
2.
Bu gerçek üzerinden stratejiyle alakalı ne tür sonuçlar çıkartabiliriz?
Esasında
kapitalizm, politik düzlemde, şiddetin ülke dışında hüküm sürmesiyle alakalı adımlar
üzerinden tasarlanması gereken bir şey değil. Şiddet ve politik baskılar, kapitalizmin
politik ve kültürel çerçevesini güvence altına alacak tarzlar. Öz olarak
kapitalizm, bu çerçeve dâhilinde politik onayı alıyor ve daha rahat işliyor. Dolayısıyla,
lobi denilen şey, sahip olduğu arayüzle esas olarak hegemonyanın teşkil
edildiği düzeyde faal. Lobi, politik kültürü kendi kalıbına dökerek, Siyonizm
yanlısı konum üzerinden muhalefeti disipline ediyor, uluslararası ölçekte
karşımıza çıkan politik, kültürel, düşünsel ve örgütsel alanlarda ise Siyonizmi
propaganda ediyor, daha da özelde, kendisini Yahudi olarak tanımlayan ABD’li
orta sınıfları Siyonizme örgütlüyor (Feldman, 2016). Sonuçta tarihsel planda
Filistin (ABD’nin İsrail’e verdiği destek üzerinden) altmışların savaş karşıtı
hareketinde ve Siyahî Güç hareketinde (Levin, 2017), seksenlerin nükleer
karşıtı solunda (Ahmad, 2006) ve 2000’lerin başındaki eylemlilik sürecinde (INCITE!,
2017) karşılık buluyor. Ayrıca bu Amerika’nın Ulusal Güvenliği Yahudi Enstitüsü
gibi biçimler alan “Siyonist” veya “Yahudi” lobisi, gerçekte Pentagon
binasındaki danışmanların girip çıktığı bir tür döner kapı işlevi görüyor. Bu Pentagon
binasındaki danışmanlarsa İsrail lobisinden çok silah lobisinin üyeleri.
Lobiye
bağlı kurumlar, ırkçılık, Siyonizm ve emperyalizm karşıtı örgütlere ve
örgütçülere karşı başvurulan, disipline edici bir mekanizma olarak iş görüyor. Ayrıca
bu kurumlar, ırkçılık karşıtı örgüt ve kişilerle mücadele eden gerici örgütleri
ve girişimleri besliyor. Gericiliğin politikası, bağışları alacaklara yönelik
tercihlere nazaran daha az tutarlılık arz ediyor (IJAZN, 2015).
Lobinin
ilk elden görünmeyen bir sonucu da onun sosyal adalet veya savaş karşıtı
çalışmalar etrafında oluşmuş genel ilerici uzlaşma düzleminde “Filistin’i
istisnai” gören anlayışların zemin bulmasını sağlaması. Bu bağlamda, Filistin’i
desteklemek, sistem karşıtı veya enternasyonalist politikanın bir alameti hâline
geliyor, hatta Üçüncü Dünya ülkelerinde, örneğin İran’da rejim değişikliğini
savunan görüşlerle ilişkilendiriliyor.[7]
Esasında
lafta anti-Siyonist olan kesimler, Siyonizmle mücadelenin gerçekte yükünü
omuzlamış olanlara dair hiçbir şey söylemiyor, hatta bazen onlara açıktan karşı
çıkıyorlar. ABD saldırıları karşısında lal olan enternasyonalizm karşıtlığı, ilerici
entelektüel alana, özellikle Batı akademyasına hâkim oluyor.
Strateji
düzleminde ise lobi, ABD-İsrail’in yürüttüğü sömürgeleştirme çabalarına yönelik
muhalefetin diğer muhalif kesimlerin yüzleşmediği çatlaklarla yüzleşmesini
ifade ediyor. İran ve Suriye’ye yönelik saldırılar konusunda çalışma yürüten
daha ufak lobiler var ama bunlarda İsrail lobisindeki güç yok. Ama gene de bu
yapılar, ABD’nin Suriye’yi işgal ettiği sürece karşı gelenleri örgütsüz kılma
konusunda epey başarılı oldular.
Lobiden
söz eden tez, bir yandan da önemli bir hususun gündeme gelmesini sağladı: bu
tez sayesinde ABD’nin İsrail’in askeri faaliyetlerine ve sömürgeciliğine
sunduğu desteğe onay veren kesimler içindeki çatlaklar ve kopuşlar görünür oldu.
Lobi
üzerinden yürüyen tartışma, ABD’nin jeopolitikasını ciddiyetle ele almasa da,
ABD’nin tarihi Filistin’de Arapların inşa edeceği demokrasiye destek olup
olmayacağı sorusunu gerektiği şekilde değerlendirmeye tabi tutmasa da Batı yarıküredeki
sistem karşıtı aktörlerin hedefiyle ilgili meselelerin gündeme gelmesini
sağladı. İsrail’e uluslararası planda ve ABD içerisinde gerçekleştirilecek her
türden itirazın, ABD, AB ve Körfez’deki yönetici sınıfların İsrail’in
uyguladığı şiddete destek sunma politikasının ve Arap coğrafyasındaki
sömürgeciliği normalleştirme çabalarının neticesinde ödeyeceği bedeli artırdığını
görmek gerekiyor.
Bir
de Lobi tezini sağından solundan düzeltmeye çalışan ama marjinal kalan bir
materyalist yaklaşım var. Bu yaklaşım, Filistinlilerin millet olarak maruz
kaldıkları zulmün dünya genelindeki birikim sürecinde oynadığı rol ile Arap
ülkeleriyle İran’ın politik egemenliğini savunan veya o egemenliği arzulayan
güçlerin yan yana gelişinin bu konjonktürde oynadığı sistem karşıtı rol
üzerinde duruyor. Bu bakış açısı, Hamas’ı gardiyan teorisi üzerinden ele alıyor
ve örgütün “İran’dan gelen askeri rantı muhafaza etmeye çalışan bir güç”, yani “yabancı
kapitalistlerle yapılan alışverişlerde aracı konumu üzerinden devasa gelirler
elde eden toplumsal bir yapı” olduğunu söylüyor. Bu bakış açısının debelendiği
çamurun adı, ekonomizmdir. Bu yaklaşıma sahip olanlara göre “Hamas,
proletaryayla aynı çıkarlara sahip değildir” (Minassian, 2023). Bu anlamda, bu
ekonomist isimler, yerleşimci-sömürgeciliğin saldırıları karşısında politik
egemenliğe kavuşma konusunda işçi sınıfının nesnel çıkarı olduğunu
göremiyorlar.
Batı’daki
Filistin Hareketi
2005
sonrası Filistinlilerin haklarına kavuşmasını talep eden BDS hareketi, onca
baskıya, ayrıca liberal ve sol çevrelerde de görülen Müslüman, Arap ve
Filistinli karşıtı ırkçılığa rağmen hızla büyüdü. 2013 sonrası bu hareket açıktan
kabul edilmese de kısmen içteki iki kanat, devletlerden farklı düzeylerde baskı
gördüğü için bölündü. Bu bölünme, esasında tarihsel planda Fetih’te, sonrasında
Filistin Yönetimi’nde ve diaspora dâhilinde farklı biçimler alan normalleşme
yanlısı örgütlerde somutlaşmış olan Filistin sağının yeniden ortaya çıktığının göstergesi.
Esasında
tarihsel süreçte politik spektrumun en ucunu hep bu kesimler işgal ettiler. Fetih’in
sağ kanadı, Aksa Şehitleri Tugayı içerisindeki sistem karşıtı unsurları bir
biçimde muhafaza ederken, sola sapan kadrolar, sonrasında İslami Cihad’ı
kurdular (Sing, 2013). Ama bu kesim, İkinci İntifada’nın sonlandırılmasıyla
birlikte yok oldu.
Politika
boşluk kabul etmez. Bahsini ettiğimiz, esasen belirli sınıfsal çıkarların
karşılığı olan sağı bugün Ulusal Boykot Komitesi, Amerika ve Avrupa’daki
Filistinli sürgünlerin ve diasporanın faaliyetlerine yön veren, ABD Filistinlilerin
Hakları Kampanyası, Yahudilerin Barış Yanlısı Sesi, Filistin Dayanışma Komitesi
gibi STK’lar ile BDS Ulusal Komitesi oluşturuyor. Silahlı mücadeleye açıktan
karşı çıkan bu güçler, BDS içerisinde silahlı mücadeleye destek sunan örgütlerin
kendilerini bu mücadeleyle tanımlamasına izin vermediği gibi, bu belirlenen hatta
itiraz eden örgütleri ve kişileri BDS’den atıyor.
Bu
bahsini ettiğimiz bölünme, Şam’daki Tahran elçiliğinin bombalanması karşısında 14
Nisan’da İsrail’e yönelik gerçekleştirilen misilleme eylemi sebebiyle İran’ın
kötülenmesine yönelik kampanyada açık biçimde hissedildi. Bu üzerinde
durduğumuz “sağcılar”, araştırma faaliyeti yürüten ağlarda, Kıbrıs İnşaat Şirketi’ne
ait (Filistin diasporasındaki en zengin vakıf olan) Sabbah Vakfı’nda, Şebeke
isimli, Rockefeller Vakfı’nın ve Alman Heinrich Böll Vakfı’nın fonladığı
vakıfta ve Körfez ülkelerindeki Filistinli kapitalistler ve yatırım bankacıları
dâhilinde epey güçlü bağlara sahipler. Bunların işi, Filistin sağını ideolojik
açıdan meşrulaştıracak bir yapı meydana getirmek.
Bu
sağın iki özel becerisi var:
1.
Mücadelenin bölgeselleşmesine mani oluyor, yani kitlelerin Yemen ve Hizbullah
konusunda sessiz kalmasını sağlamak için uğraşıyor;
2
ABD’nin Suriye ile Libya’ya yönelik gerçekleştirdiği savaşa destek sunuyor, ayrıca
uluslararası hukuk veya onun strateji düzleminde verimsiz olduğu iddiası
üzerinden silahlı mücadeleye karşı çıkıyor (Baconi, 2018; Intercepted, 2023). Bu
kişilerin dilinde Gazze’ye ve dertlerine asla yer yok (Ajl, 2023a).
Bir
de Avrupa ve Kuzey Amerika’daki örgütler içerisinde hâkim olan, ABD ve Avrupa’daki
doğrudan eylem hareketleri içerisinde yer alan “radikal” bir kanat var. Bunların
üyeleri, esas olarak sürgüne giden ilk kuşak Filistinlilerin içinden çıkmış organik
aydınlar ve sürgündeki hareketlerde yer alan gençlerden oluşuyor. Bu insanlar,
Batı Şeria’da, Gazze’de ve Lübnan gibi yerlerde çalışma yürütüyorlar, seslerini
Mondoweiss ve Electronic Intifada gibi platformlarla akademi dışı
yayınlar üzerinden duyuruyorlar. Silahlı direnişi savunan bu kesim, ABD’nin Arap
coğrafyasına yönelik müdahalelerine karşı çıkıyorlar.
Hareketin
her iki kanadı da kriminalize edilmese de yaptırımlarla yüzleşiyor. Çünkü Avrupa
ve ABD, devlet düzeyinde BDS hareketine veya Siyonizm karşıtı fikirlerin
açıktan ifade edilmesine zerre hoşgörü göstermiyor.
Terörle
mücadele yasalarının radikal hattı benimseyenleri ezdiği koşullarda, onca
baskının karşısına daha az radikal olan bir hatla çıkılıyor. Bu noktada “yumuşak”
dil tutturan sivil toplumcu kontrgerilla faaliyetleri, akademi içerisindeki
disipline edici adımlarda karşılık buluyor. Böylece ortaya akademi ve popüler
fikir düzleminde Filistin ve İsrail konusunda uzlaşmacı bir anlayış çıkıyor. Burada
asıl radikal olanın Filistin olduğu gerçeği üzerinden, dile getirilen
stratejiler arasındaki farklılıklar göz ardı ediliyor. Milli hareket
içerisindeki farklı güçler, birbirinden kopuk ve tek tek ele alınıyor. Milli hareketin
sürgündeki hareketlerle ve sivil toplum kuruluşları arasındaki bağ ve bu
unsurların sınıfsal niteliği bulanıklaştırılıyor.
Sonuç
Bölümü Vesilesiyle Geleceğe Dair Notlar
Bu
yazının yazıldığı sıralarda İsrail, açlık kuşatması üzerine kurulu savaş
pratiğine, Gazze içerisinde ara sıra gerçekleştirilen baskınlar aşamasına ve
kesintisiz bombalama faaliyetine geçiş yaptı. Nisan 2024 başından itibaren
İsrail askerlerinin önemli bir bölümünü Gazze’den çekti. Şehri harap eden
İsrail, 18 milyar dolarlık bir zarara yol açtı, tüm üniversite sistemini çökertti,
Şifa Hastanesi’ni yıktı, kuzeydeki ve orta kesimdeki tüm evleri kullanılamaz
hale getirdi.
Buna
karşın, İsrail’in üst düzey analizcileri, ülkelerinin sadece İsrail-Filistin
düzleminde değil, bölge düzleminde de yenildiğini kabul ettiler:
“Gerçek şu ki savaş
dâhilinde belirlenmiş hedeflere ulaşamayacağız. Hamas yok edilemez. Rehineler, askeri
baskı uygulayarak geri alınamayacak. Güvenlik yeniden tesis edilemeyecek.”
(Levinson, 2024).
Eğer
savaş, politikanın bir uzantısı ise Washington ve Tel Aviv’deki operasyonel
düşünce şunu tespit ediyor olmalı: Eylem düzleminde çatışma sürecinden
yenilgiyle çıkılması durumunda zafere bilinçli yaratılan kıtlığın uygulayacağı “dolaylı”
şiddetle ulaşılabilir. Bu kıtlık üzerine kurulu şiddet eylemine İsrail’in
Filistin’in karasını, denizini ve havasını kontrol altına almasına yönelik
dolaysız şiddetle destek sunulmalı.
Savaşın
tırmanma riski ortadan kalkmış değil. İsrail, Gazze’yi yaşanılmaz bir yer
haline getirme hedefine ulaştı. Bu hedef, tek muhtemel stratejik seçenek aktarılırken
dillendirildi. Bu stratejiye göre Sinvar ve Hamas’ın diğer liderleri, salgın
hastalık ve kıtlık için atılacak adımlar üzerinden saklandıkları yerden
çıkacak, böylelikle askeri-politik liderlik kuşatma savaşı üzerinden bu isimler
diz çökmeye mahkûm edilecekti.
Onca
şeye rağmen Hamas, askeri kapasitesini yitirmedi. Hatta görebildiğimiz
kadarıyla Gazze’ye yeni yardımlar geldi. Politik pazarlıklar dâhilinde yapılmış
olmasına ve sınırlı bir nitelik arz etmesine rağmen bu yardım önemli.
Bugün
sayısız senaryo dillendiriliyor. İnsani düzeyden bakıldığında, bu savaşın
kazananı olmayacak. Politik düzeyde ise İsrail, eski konumuna kavuşma imkânı
bulamayacak. Politik egemenliğe, toprak bütünlüğüne ve silaha dayalı birikim
sürecinin güvenliğine ihtiyaç duyan küresel birikim mekanizmasının bir dişlisi
olarak İsrail’in geleceği de ABD ve NATO için oynadığı bölgesel jandarma rolü
de riske girdi. Şurası artık kesin: 7 Ekim her şeyi değiştirdi.
Max Ajl
5
Haziran 2024
[Kaynak:
Agrarian South: Journal of Political Economy, Cilt 13, Sayı 2, s. 200-217.]
Dipnotlar:
[7] Bu noktada, bazen İran İslam Cumhuriyeti’ni İsrail’le kıyaslayan, bu devlet
yanlısı yazıları ve yayınları “savunmacı” çalışmalar olarak niteleyen, İran
İslam Cumhuriyeti’ni “özgürlük” adına yıkmak isteyen, diasporadaki isimlerin
oluşturduğu Jadaliyya [“Polemik”] sitesinin İran sayfasında bazı
yazıların yayımlanmaması üzerinde durulabilir. Bkz.: Eshaghi (2020) ve Farnia
(2023).
Kaynakça:
Abdel, K. N. (2013). Economic repercussions for the dissolution or collapse
of the PA. Palestinian Center for Policy & Survey Research.
Abdo,
N. (2014). Captive revolution: Palestinian women’s anti-colonial struggle within
the Israeli prison system. Pluto Press.
Abu-Sittah,
G. (2020). “Forum on biospheres of war: A discussion on the rights of future
generations.”, Jadaliyya.
Ahmad,
A. (2004). Iraq, Afghanistan, and the imperialism of our time. Leftword Books.
Ahmad,
E. (1971). “Revolutionary war and counter-insurgency.” Journal of International
Affairs, Sayı. 25(1), s. 1–47.
Ahmad,
E. (2006). “Cracks in the Western world(view).” Yayına Hz.: C. Bengelsdorf, M.
Cerullo & Y. Chandrani, The selected writings of Eqbal Ahmad içinde (s.
232–41). Columbia University Press.
Ajl,
M. (2014). “From containment to counterinsurgency in the Gaza strip”, Jadaliyya.
Ajl,
M. (2015). “What’s wrong with the Iran deal.” Warscapes.
Ajl,
M. (2023a). “Interview with Mohammed Majdalawi.” Agrarian South Network
Research Bulletin, Sayı. 19, s. 1–9.
Ajl,
M. (2023b). “Logics of elimination and settler colonialism: Decolonization or national
liberation?” Middle East Critique, Sayı. 32(2), s. 259–283.
Ajl,
M. (2024a). “Palestine: Solidarity or National Liberation?” Middle East Critique,
yakında yayımlanacak.
Ajl,
M. (2024b). “Palestine’s great flood: Part I.” Agrarian South: Journal of Political
Economy, Sayı. 13(1), s. 62–88.
Al-Asaad,
S. (24 Kasım 2023). “Palestinian cause is one of the first priorities of
Yemen’s policy.” Tehrantimes.
Alavi,
S. (2017). “Iran’s relations with Palestine: Roots and development” [Doktora
Tezi]. School of Oriental and African Studies.
Alavi,
S. (2019). Iran and Palestine: Past, present, future. Routledge.
Albanese,
F. (26 Mart 2024). Anatomy of a genocide: Report of the special rapporteur on
the situation of human rights in the Palestinian territories occupied since
1967 (A/HRC/55/73) (Advance Unedited Version). Human Rights Council
Aljazeera. (5 Eylül 2018). Israel says it launched 200 strikes in Syria since 2017. Jazeera.
Allday,
L. & Omar, A. (16 Kasım 2023). “An unyielding will to continue:” An
interview with Abdaljawad Omar on October 7th and the Palestinian Resistance. Ebb.
Anon.
(2023). Istitlaa. Mawqa’ Amman Net. Amman.
Asharq
Al Awsat. (16 Ekim 2023). “Israel targets Aleppo, Damascus airports 10
times in over a year to fight Iran.” Aawsat.
Asharq
Al Awsat. (23 Ocak 2024). “Hamas: Communication network via special
hubs, written messages.” Aawsat.
Baconi,
T. (2018). Hamas contained: The rise and pacification of Palestinian resistance.
Stanford University Press.
Barakat,
R. (2021). “Ramadan does not come for free:” Refusal as new and ongoing in
Palestine. Journal of Palestine Studies, Sayı. 50(4), s. 90–95.
Bhungalia,
L. (2023). Elastic empire: Refashioning war through aid in Palestine. Stanford
University Press.
Blair,
J. R. (1976). The control of oil. Pantheon Books.
Césaire,
A. (2001). Discourse on colonialism. Monthly Review Press.
Cohen,
S., & Doumani, B. (1981). “Contesting Zionism: Two views of the question of
Palestine.” MERIP Reports, Sayı. 100/101, s. 44–48.
Doutaghi,
H. (2024). “Wealth drain and value transfer: A study of the mechanisms, harms,
and beneficiaries of the sanctions regime on Iran” [Doktora Tezi]. Carleton
University.
Doutaghi,
H., Mullin, C., & Farnia, N. (21 Aralık 2022).” How sanctions are a weapon
of imperialism, used to subordinate the global South” Geopoliticaleconomy.
Dunning,
T., & Iqtait, A. (2023). “Arming Palestine: Resistance, evolution, and
institutionalisation.” Yayına Hz.: M. Eslami & A. V. G. Vieira, The arms
race in the Middle East: Contemporary security dynamics (s. 171–93). Springer.
Eshaghi,
P. (22 Kasım 2020). “Mourners in common: Qassem Soleimani, Mohammad Reza
Shajarian, and the ´pattern´ of Iranian culture.” Jadaliyya.
Faleh,
A. (2023). “October 7th: The permanent death of the Oslo Accords.” Ebb.
Farnia,
N. (2023). “The Iranian-American intelligentsia in U.S. foreign affairs: Ahistoricism,
anti-Structuralism, and the production of idealism.” Middle East Critique,
Sayı. 32(2), s. 243–258.
Feldman,
K. (2016). A shadow over Palestine. University of Minnestota.
Gowan,
P. (1999). The global gamble: Washington’s Faustian bid for world dominance.
Verso.
Haider,
A. (2021, May 27). “Land and existence in Gaza.” Viewpointmag.
Hanaysha,
S. (2023). “‘Little Gaza’ in Jenin refugee camp: The resistance fights for
survival.” Mondoweiss.
Hanieh,
A. (2011). “The internationalisation of gulf capital and Palestinian class formation.”
Capital & Class, Sayı. 35(1), s. 81–106.
Higgins,
P. (2018). “The enemy at home: U.S. imperialism in Syria.” Viewpointmag.
Higgins,
P. D. (2023). “Gunning for Damascus: The US war on the Syrian Arab Republic.” Middle
East Critique, Sayı. 32(4), s. 1–25.
Hroub,
K. (2017). “A newer Hamas? The revised charter.” Journal of Palestine Studies,
Sayı. 46(4), s. 100–111.
Hussein,
A. Q. (2021). “The evolution of the military action of the Izz Al-Din al-Qassam
Brigades: How Hamas established its army in Gaza.” AlMuntaqa, Sayı. 4(1),
s. 78–97.
INCITE!
Women of Color Against Violence. (2017). The revolution will not be funded:
Beyond the non-profit industrial complex, yeni basım. Duke University Press
Books.
Intercepted.
(2023). Historian Rashid Khalidi on Israel’s long reign of violence. Intercept.
International
Institute for Strategic Studies (IISS). (2021). Open-source analysis of
Iran’s missile and UAV capabilities and Proliferation. ISS.
International
Jewish Anti-Zionist Network (IJAZN). (2015). The business of backlash.
Kadri,
A. (2014). Arab development denied: Dynamics of accumulation by wars of
encroachment. Anthem Press.
Kadri,
A. (2016). The unmaking of Arab socialism. Anthem Press.
Kadri,
A. (2017, April 19). “Imperialist reconstruction or depopulation in Syria and
Iraq.” Network.
Kadri,
A. (2023). The accumulation of waste. Brill.
Kates,
C. (2014, January 27). “Criminalizing resistance.” Jacobinmag.
Kazziha,
W. (1975). Revolutionary transformation in the Arab world: Habash and his
comrades from nationalism to Marxism. Charles Knight.
Kazziha,
W. (1985). “The impact of Palestine on Arab politics.” The International Spectator,
Sayı. 20(2), s. 11–19.
Kolko,
G. (1986). Confronting the Third World: United States foreign policy, 1945–1980.
Pantheon Books.
Kolko,
J., & Kolko, G. (1972). The limits of power: The world and United States
foreign policy, 1945–1954. Harper & Row.
Lesch,
A. M. (2023). “Prelude to the uprising in the Gaza Strip.” Digitalprojects.
Levin,
G. P. (2017). “Arab students, American Jewish insecurities, and the end of
pro-Arab politics in mainstream America, 1952–1973.” The Arab Studies Journal,
Sayı. 25(1), s. 30–59.
Levinson,
C. (11 Nisan 2024). “Saying what can’t be said: Israel has been defeated—a
total defeat.” Haaretz.
Majdalawi,
M. (12 Mayıs 2021). Başlıksız. Facebook.
Malm,
A. (8 Nisan 2024). “The destruction of Palestine is the destruction of the Earth.”
Versobooks.
Matar,
L., & Kadri, A. (2018). Syria: From national independence to proxy war.
Springer.
Mearsheimer,
J., & Walt, S. (2006). “The Israel Lobby.” London Review of Books, Sayı. 28(6).
LRB.
Minassian,
E. (2023). “Gaza: An extreme militarization of the class war.” Brooklynrail.
Mohsen,
A. (8 Kasım 2023). Limatha nuqatil [“Neden Mücadele Ediyoruz?”]. Al-Akhbar.
Morag,
N. (2023). “Urban warfare: The recent Israeli experience.” Journal of Strategic
Security, Sayı. 16(3), s. 78–99.
Mousa,
R. (2006). “The dispossession of the peasantry: Colonial policies, settler
capitalism, and rural change in Palestine, 1918–1948” [Doktora Tezi].
University of Utah.
Moussaoui,
F. (2023). “Imamate’s asymmetrical strategies influence and the empowerment of
Ansar Allah” [Doktora Tezi]. Instituto Universitario General Gutiérrez Mellado.
Moyo,
S., & Yeros, P. (2011). “The fall and rise of the national question.” Yayına
Hz.: S. Moyo & P. Yeros, Reclaiming the nation: The return of the
national question in Africa, Asia and Latin America içinde (s. 3–28). Pluto
Press.
New
York Times. (13 Ocak 2019). “Israel, in rare admission, confirms strike on
Iranian targets in Syria.” NYT.
Ofir,
J. (2023). “Influential Israeli national security leader makes the case for genocide
in Gaza.” Mondoweiss.
Omar,
A. (2023). “Hopeful pathologies in the war for Palestine: A reply to Adam Shatz.”
Mondoweiss.
Ossome,
L., & Naidu, S. (2021). “The agrarian question of gendered labour.” Yayına
Hz.: P. Jha, W. Chambati & L. Ossome, Labour questions in the Global South
içinde (s. 63–86). Springer.
Patnaik,
U., & Patnaik, P. (2021). Capital and imperialism: Theory, history, and the
present. Monthly Review Press.
Pearlman,
W. (2017). We crossed a bridge and it trembled: Voices from Syria. Harper
Collins.
Popular
Front for the Liberation of Palestine (PFLP). (1969). Strategy for the liberation
of Palestine. PFLP.
Qato,
M., & Rabie, K. (21 Nisan 2013). “Against the Law.” Jacobin.
Rabie,
K. (2021). Palestine is throwing a party and the whole world is invited: Capital
and state building in the West Bank. Duke University Press.
Rezeg,
A. A. (2020). “Understanding Iran-Hamas relations from a defensive neorealist approach.”
İran Çalışmaları Dergisi, Sayı. 4(2), s. 385–409.
Roy,
S. (2016). The Gaza Strip: The political economy of de-development. Institute
for Palestine Studies.
Salamanca,
O. J. (2011). “Unplug and play: Manufacturing collapse in Gaza.” Human
Geography, Sayı. 4(1), s. 22–37.
Samara,
A. (1992). Industrialization in the West Bank. Al-Mashriq.
Sato,
H., & Kuwamori, H. (2019). “A note on premature deindustrialization” [IDE Discussion
Paper, Sayı. 763]. Chiba.
Shavit,
A. (6 Ekim 2004). “Top PM aide: Gaza plan aims to freeze the peace process.” Haaretz.
Shlaim,
A. (1988). Collusion across the Jordan: King Abdullah, the Zionist movement
and the partition of Palestine. Oxford University Press.
Shoufani,
Y. (2024). Palestinian class and anti-imperialism. Conference presentation,
International Studies Association. San Francisco.
Sing,
M. (2013). “From Maoism to Jihadism: Some Fatah militants’ trajectory from the
mid-1970s to the mid-1980s.” Yayına Hz.: R. Lohlker & T. Abu-Hamdeh,
Jihadi thought and ideology içinde (s. 55–82). Logos. Türkçesi: İştiraki.
Skare,
E. (2021). A history of Palestinian Islamic Jihad: Faith, awareness, and revolution
in the Middle East. Cambridge University Press.
Skare,
E. (2022). “Affluent and well-educated? Analyzing the socioeconomic backgrounds
of fallen Palestinian Islamist militants.” The Middle East Journal, Sayı.
76(1), s. 72–92.
Spiro,
D. E. (1999). The hidden hand of American economy: Petrodollar recycling and
international markets. Cornell University Press.
The
Research Unit for Political Economy (RUPE). (2003). Behind the invasion of
Iraq. Monthly Review Press.
Ufheil-Somers,
A. (26 Mayıs 2015). “Jordan’s longest war.” Merip.
Usher,
G. (1995). “What kind of nation? The rise of Hamas in the Occupied Territories.”
Race & Class, Sayı. 37(2), s. 65–80.
Usher,
G. (2003). “Facing defeat: The Intifada two years on”. Journal of Palestine Studies,
Sayı. 32(2), s. 21–40.
Watkins,
N. J., & James, A. M. (2016). “Digging into Israel: The sophisticated tunneling
network of Hamas.” Journal of Strategic Security, Sayı. 9(1), s. 84–103.
Wolfe-Hunnicutt,
B. (2021). The paranoid style in American diplomacy: Oil and Arab
nationalism in Iraq. Stanford University Press.
Yeros, P. (2023). “Generalized semiproletarianization in Africa.” The Indian Economic Journal, Sayı. 71(1), s. 162–186.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder