Arap
coğrafyası bağlamında liberalizm, aynı anda farklı eğilimleri kucaklayan bir
ideoloji olarak, şişirilmiş ve karmaşık bir dizi anlama sahip. Genel teorik
çerçeve dâhilinde liberalizm, üç genel yaklaşım üzerine kurulu: ekonomide
piyasanın özgürlüğü ve finansal küreselleşme, kişisel özgürlükleri içeren,
otoriteye ve toplumun dini değerlerine karşı bir anlayış olarak laiklik, son
olarak da sandığı ve demokrasiyi temel alan siyaset anlayışı.
Bu
üç yaklaşım üzerinden Arap liberalizmi, politik otoritenin ve gücün desteğini
alan iki yapıya ayrıştırmak mümkün: ilkini Körfez ülkeleri desteklerken, demokrasi
anlatısı ve ideolojisi etrafında dönen ikinci yapının arkasında ABD, en azından
yeni muhafazakârlar var. Bu liberalizm, STK’ların, kalkınma fonlarının, Avrupa
ve Amerika’daki kurumlardan gelen bağışların desteğini alıyor.
İlk
kesime mensup olanları, Körfez ülkelerinin prenslerinin ve şeyhlerinin
desteğini aldıkları için “liberal prensler” olarak nitelemek mümkün. İkinci
kesim ise Arap Baharı liberallerinden oluşuyor.
Bu
“Arap Baharı liberalleri” terimi, duygusal ve nostaljiye atıfta bulunan
yapısıyla, “Bahar”ın estetik niteliklerini içeriyor. 2011 sonrası yaşanan
olaylara tanık olanlar, politik şiddet momentinde hepimizin tutuklandığını,
yalnız bırakıldığını, dostlarımız tarafından şehit edildiğimizi, başkalarının
hapse girmediğini gördüler. O kurulan sahnede hepimizin yaptığı en önemli
gözlemse o insanların canlarını feda edebilmesi, inandıkları fikirler ve düşler
için sonuna dek gidebilmiş olmaları idi.
“Arap
Baharı liberalizmi”, romantizme batmış bir terim. Bu hâliyle, eleştiriden muaf
tutuluyor. Zira ona yönelik eleştiri, canlarını feda etmiş kişilere yönelik bir
saldırı ve onların yaptıklarının inkârıymış gibi görülüyor. Oysa Batı basınının
dilinden dökülmüş bir terim olarak “Bahar”, yapısal kusurlara sahip. Kimse, bu
coğrafyanın özerk ve özgül yapısını dikkate almıyor.
2005’te
de Beyrut gösterileri aynı şekilde değerlendirilmişti. Sonra bu “Bahar” terimi,
Ocak 2011’de altmışlardaki “Prag Baharı”na atıfla kullanılmaya başlandı.
Son
on yıl içerisinde “Bahar” terimi destek gördü, benimsendi. Büyük paraların akıtıldığı
ağlar, fonlama programları ve politik destekler üzerinden Arap aktivistler,
demokrasiyi bir tür ideolojik doktrin olarak benimsediler. Selefiler için din
neyse bu aktivistler için de demokrasi oydu.
Selefiye
göre mesele, ortada din diye bir şeyin olmaması. Bu koşullarda Selefi, çözümü bir
vakitler varolmuş, kimsenin bilmediği ütopik devlete ve İslam toplumuna işaret
etmekte ve onlara geri dönmekte buluyor.
Arap
Baharı liberalleri de demokrasiyle bu şekilde ilişki kuruyorlar. Onlar için de mesele,
demokrasinin yokluğu, çözümse ütopik devlet olarak Batı toplumlarına bakmakta,
demokrasinin ta kendisinde.
Buradan
da Batı demokrasisinin sunduğu imaj, propaganda ediliyor, bu Batı demokrasisinin
burada yinelenmesi politik hedef olarak belirleniyor, buradan da Batı’dan maddi
destek alınıyor. Dolayısıyla, “Arap Baharı liberalleri”, bu Batı demokrasisine
ait imajı ve demokrasi putunu Avrupalılara kıyasla daha fazla muhafaza etme
ihtiyacı duyuyorlar, çünkü bu liberaller, varoluşlarını bu putun varlığına bağlamışlar.
Politik projelerini bu imaj üzerinde kurmuşlar.
Bugün
Filistin, liberal demokrasinin krizinin kaynağı. İfade hürriyetinden insan haklarına
birçok konu başlığını temel alan Batılı politik propaganda, boşa düşüyor. Oysa Filistin
davası değil bunu yapan. Aktivistler demokrasiyi vaaz ederlerken, Filistin
kıyıya köşeye fırlatılıyor, yok kabul ediliyor, çünkü o, Batı’nın çiziklerini,
defolarını açığa vuruyor. Arap Baharı aktivisti, yüzsüzlükle, Filistin meselesini
demokratik çözümlere dâhil ediyor ve “Önce Arap dünyasında sonra Filistin’de demokrasi
inşa edilsin” diyor.
Bugün
Filistin, sahneye aktif bir şekilde geri dönüyor. Bu geri dönüş, rastgele ve tesadüfi
bir gelişme değil.
Tarih,
Yahya Sinvar’ı Arap coğrafyasının ve Batı sömürgeciliğiyle mücadelenin gördüğü
en zeki devrimci stratejistlerinden biri olarak kaydetti.
2018-2019’da
Gazze’ye dönüş yürüyüşlerinin gerçekleşme imkânının bulunup bulunmadığı
sorusuna, yürüyüşün stratejik bir amacı bulunduğunu, barışçıl araçların
kullanılmasının nedeninin dünyadaki ve liberalizm, demokrasi, insan hakları
gibi değerlerdeki çelişkileri açığa çıkartmak olduğunu söyleyerek cevap verdi.
Sinvar,
Filistin’in bu dünyanın ve değerlerinin dışında tutulduğunu gayet iyi
biliyordu. O, Filistin’in görevinin, liberalizmin yalanlarına karşı birden
fazla sahneye sahip olan, sistem dâhilinde işleyen tarihsel süreçte çalışma
yürütmek olduğunun, bu mücadelenin temelde Filistin’in ve Arapların kurtuluşu
için verildiğinin bilincindeydi.
Sinvar,
bu gerçeği hiç gizlemedi. Çıktığı bir yayında “terimizle kanımızla tüm dünyayı
ve yalanlarını faş edeceğiz” dedi.
Sinvar,
Arap liberallerinin putlarını, tüm o yaklaşımlarını gözlerine soktu. Çıkıp o
yayında halkta karşılık bulan sloganlarla konuştu, halka hitap etti. Filistin’in
hedefini ortaya koydu. İşte Arap Baharı liberallerini tam da bu konuşma tarzı
rahatsız ediyor. Liberaller, bu konuşmaları halkın duygularına temas ettikleri
için “popülist” buluyorlar, elitizmden uzak kabul ediyorlar.
Sinvar,
konuşmalarında tüm halkın gerçekliğini değiştirecek politik projelerden
bahsediyor, liberal ise bir bireyci olarak, halkın ve milletin durumunun
değişmesini istemiyor, sadece kendi durumunun ve yaşam tarzının değişmesini
istiyor.
Aynı
şekilde, Sinvar, kıyafeti ve görünüşündeki doğallık ve sadeliğiyle, halkın
hikâyelerini anlatan diliyle aktivistlerin, kültür salonlarının, demokrasi konferanslarının
ve akademinin kaliteli damak tadına hiç uymuyor, gustosuna yakışmıyor. Filistin’in
kampta yetişmiş evladı olarak Sinvar, o gururlu hâli, öfkesi ve irticalen
konuşması ile birilerini hep rahatsız ediliyor. Bu vasıfları onun karalanmasına
neden oluyor.
Yıllar
önce Sıddık’ın dediği gibi Sinvar’ın amacı, bahsi edilen “sahneleri ateşe
vermek”. O “Tufan” için yapılan stratejik hazırlıklar dâhilinde, iç savaşın,
kimlik çatışmasının, siperlerin üzerindeki indirgemeci kılıf olarak “zulme
karşı demokrasi mücadelesi” denilen tehlikeli dili kesip atmak istiyor. Bir milletin
imkân ve becerilerinin yok edildiği koşullarda Sinvar, Filistinlilerden kenarda
durmayıp eyleme geçmelerini, Araplar arasındaki bölünmenin aşılması için
çalışmalarını istiyor. Filistinlilerin Siyonizme ve Batı sömürgeciliğine karşı
Arapların mevcut durumunu düzeltme girişiminde öncü rolü üstlenmesini talep
ediyor.
Sinvar’ın
öncülük ettiği tarihsel sürecin amacı, liberalizmin propaganda düzeyinde dillendirdiği
yalanları Batı’nın yüzüne vurmaktı. Bu liberalizmin diline doladığı, “Siyonizm
demokrasinin bu coğrafyadaki vahasıdır” yalanına Arap Baharı liberalleri de
inanıyor. Liberaller, o korumaya çalıştıkları demokrasi fikrini Arap siyasetine
büyük kurtuluş söylemi üzerine kurulu sloganlarla enjekte etmek istiyorlar.
Arap liberalleri, Ümmü Gülsüm’ün “Filistin’e Giden Tek Yol Var” şarkısından
beri, gerçekçilik ve Batı çatısı altında bulunmuş çözümlerden başka bir şey
söylemiyor.
Araplar
arasındaki ayrışmayı ortadan kaldırmak için Arap Baharı liberalleri, sınıfsal
ve kimliksel nefretlerinden arındılar. Buna karşılık, Yahya Sinvar, sadece “Filistin’i
terk etmeyin. Kolektif kurtuluşumuz için birleşin. O birliğin adı Filistin’dir”
dedi. İşte bu yüzden liberaller, Sinvar’dan nefret ediyorlar, biz de tam da bu
sebeple seviyoruz onu.
Musa Sedat
20
Haziran 2024
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder