Pages

18 Haziran 2024

Ali Şeriati ve Filistin Meselesi

Ali Şeriati ve Filistin Meselesi:

Filistin: Zulme ve Hâkimiyete Karşı İsyanın Kutsal Simgesi


Dr. Ali Şeriati, İslam Devrimi’nin en etkili aydınlarından biriydi. Yazılarının ve görüşlerinin halk nezdinde bıraktığı tesir ve edindiği destek, bugün İran toplumu genelinde hâlen daha hissediliyor. 

Doktorasını Paris Üniversitesi’nde sosyoloji bölümünde yapan Şeriati, altmışların sonu ve yetmişlerin başında devrim davasının önemli savunucularından biriydi. 

Bir aydın olarak Şeriati, modern sosyoloji ve felsefeyi temel alan bakış açısıyla iç içe geçirdiği İslami ilkeler üzerinden, Müslüman toplumlarının yüzleştikleri sorunları açıklamaya ve bunlara çözümler bulmaya çalıştı.

Şeriati, en ünlü konuşmalarını 1969-1972 arası dönemde Hüseyniye-yi İrşad adını taşıyan, Tahran’ın kuzeyinde bulunan dini-kültürel merkezde yaptı. Bu dersler, öğrencilerin epey ilgisini gördü. 1978-1979’daki İran devrimini koşullayan o büyük düşünce gücünü üretti. 

Neticede dilinden dökülen sözlerle birlikte edindiği popülarite, toplumun tüm kesimlerine hızla yayıldı. Şeriati’nin görüş ve öğretileri, orta ve üst sınıflar dâhil, her kesimde karşılık buldu.[1]

Şeriati’nin Filistin meselesine dair ilk yorumlarından biri, Temmuz 1967’ye, Altı Gün Savaşı’ndan birkaç hafta sonraya kayıtlı. O yorumda Şeriati, İsrail’i destekleyen solcu aydınları eleştiriyordu.[2] O yazıda Şeriati şunları söylüyordu:

“Arapların yenilgisi, Kudüs’ün, Sina’nın ve Suriye’nin binlerce yoksul ve evsiz Arap’ının çektiği sefalet karşısında üzülene ‘burjuva’ denir. […] İsrail’in Batılı bir yapı olduğunu söyleyen, burjuvadır. […] Kendi şehirlerinden, evlerinden ve topraklarından kovulup Ürdün’ün yakıcı çöllerine sürülmüş olan Filistinli mültecilere sevgi duyan bilsin ki bu sevginin kaynağı burjuvazidir! […] Tarihte Müslümanların gerçekleştirdikleri tüm o şanlı fetihlerden sonra Kudüs’ün Siyonist Yahudilerin eline geçtiğini, Müslümanların Yahudi-Hristiyan ittifakının savunmasız kurbanları hâline geldiğini ve kutsal topraklardan en acımasız yöntemlerle kovulduklarını görüp içini nefret ve intikam duyguları kaplayan kişi, en aşağılık burjuva duygularının etkisi altındadır!”[3]

Bu paragraf üzerinden Şeriati’nin Siyonizme yönelik düşmanlığının sebeplerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

1. İsrail, Ortadoğu’da Batı’nın icat ettiği bir yapıdır;

2. İsrail, Arap halkına zulüm ve adaletsizlikle muamele ediyor;

3. Filistin, Müslüman dünyanın ayrılmaz parçasıdır.

Bazı solcu yazarların “İsrail’in özgür, demokratik, sosyalist ve anti-emperyalist bir hükümet” olduğuna dair görüşlerine karşı çıkan Şeriati, bu yazarları, İsrail’in gerçek niteliği konusunda cahil olmakla suçluyor.[4] İsrail’in Yahudi halkına bile “adaletsizlik”le ve zulümle yaklaştığını söyleyen Şeriati, şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Bugün içi insan sevgisiyle dolu, açık fikirli birçok Yahudi, Siyonizmin ve İsrail devletinin hem Yahudiliğe hem de insanlığa ihanetinin somut ifadesi olduğunu düşünüyor. […] İsrail devleti, bugün Hitler ve Mussolini’yi bile geride bırakan bir zulme ve aşırı faşizme imza atıyor. Paris, İtalya ve İngiltere’de yaşayan çok sayıda İranlı, Mısırlı, Suriyeli, Iraklı ve Kuzey Afrikalı Yahudi var. Bu Yahudilerin aydın olanları, bugün şunu söylüyor: ‘Bu Siyonistler ve İsrail devleti, yüzlerce yıldır vatanları ülkede yaşayan Araplara tepeden bakmakla kalmıyor, tıpkı Hindistan’daki dokunulmaz kişiler gibi, Siyonist propagandanın oyununa gelip İran’dan, Mısır’dan, Fas’tan ve diğer Müslüman-Arap ülkesinden Vaat Edilmiş Topraklar’a gelmiş olan Yahudileri bile yabancı ve el olarak görüyor.’ […]”[5]

Şeriati, İsrail’de Batılı ve Doğulu Yahudiler arasında yapılan ayrımcılıkla ilgili tartışmasında Doğulu Yahudilerin aşağılanan bir azınlık hâline geldiğini, bu kesimin Doğu’da Müslümanların ve Yahudilerin uzun süre birlikte yaşadığı dönem boyunca “Araplaştığını” ve “Müslümanlaştığını” düşündüğü için, bu Doğulu Yahudilerin Amerikalı ve Avrupalı Yahudilerden aşağı görüldüğünü söylüyor. Şeriati’ye göre, İsrail toplumu için yük olarak görülen Doğulu Yahudiler, politik ve ekonomik ilerleme düzleminde her türlü hak ve imkândan mahrum bırakılıyorlar.[6]

Şeriati, bazı solcu yazarlarının eleştirdiği, anti-siyonizmle anti-emperyalizmi Ortadoğu ölçeğinde bir araya getiren yaklaşımın gayet doğal ve anlaşılır bir sonuç olduğunu söylüyor. Zira Şeriati, emperyalizmin “şehvet, şeytani dürtüler gibi soyut ve metafizik bir olgu olmadığı” görüşünde.[7] Ama bir yandan da emperyalizmin nesnel bir yüzü olduğunu söyleyen Şeriati, İngilizlerin İran’da eskiden sahip oldukları petrol şirketi, Doğu Hindistan Şirketi, Kongo’daki Madenler Birliği ve Arap coğrafyasında Siyonizmin bu nesnel yüzün parçası olduğu üzerinde duruyor.[8]

Şeriati, Müslüman Türklere karşı Yunanlıların yürüttüğü savaş veya Hindistan-Pakistan Savaşı karşısında aynı şekilde etkilenmeyen, şoke olmayan İran halkının Arap coğrafyasında İsrail’in gerçekleştirdiği saldırıdan neden bu kadar etkilendiğini merak edenlerin, İran halkındaki İsrail karşıtlığının ardındaki gerçek sebepleri bilmediklerini söylüyor. Bu noktada Şeriati, İranlı aydınların Filistin’deki Siyonizme ve onun Mısır, Suriye ve Irak’a karşı gerçekleştirdiği saldırılara Filistin halkıyla din konusunda ortaklaşması sebebiyle karşı olmadıklarını, karşıtlığın ana sebebinin, “emperyalizme ve Batı sömürgeciliğine yönelik itiraz” olduğunu iddia ediyor.[9]

Şeriati Siyonizmi, istikrarsız kılınmış Müslüman milletlerin kalbinde emperyalizm için bir zemin inşa etme rolünü üstlensin diye Batı sömürgeciliği tarafından yaratılmış bir güç olarak tarif ediyor.[10] Şeriati’nin görüşüne göre İsrail devleti, faşist bir devlet:

“Oradaki rejim, İngiltere, Amerika ve Fransa yapımı silahların gücüyle toprakları işgal ediyor, tüm Avrupa’dan kapitalistleri yoksul bir Arap ülkesine getirip oradaki yerli halkı Sina’nın, Ürdün’ün kavurucu çöllerine, tüm Afrika ve Ortadoğu geneline kovuyor, Müslüman köylüleri köylerinden alıp hapse atıyor, emperyalistlerden gelen emirle Batı sömürgeciliğinin hâkimiyetinden kurtulmak isteyen Arap ülkelerinin tepesine biniyor, savaş tutsaklarına acımasızca işkence ediyor, insanları evlerinden çıkartıyor, politik ve toplumsal faaliyetlerini tümüyle Yahudi ırkı ve dini üzerine inşa ediyor. Böylesi bir rejim, faşist değil de nedir? […] Arapların sömürgecilik karşısında geliştirdiği dayanışma değil, Siyonizmdir, faşizmle bir tutulması gereken.”[11]

Şeriati, aynı zamanda, dünyada toprak konusunda yaşanan diğer ihtilaflarla Arap-İsrail çatışmasının kıyaslanmasına karşı. Şeriati, Arap-İsrail çatışmasını olağan bir toprak kavgası olarak gören ve antisemitizme dair her türden işarete karşı çıkılması gerektiğini söyleyen İranlı aydınlara karşı öfkeli ifadelerle itiraz ediyor.

“İsrail, devrimci sosyalizmle ilişkilendirilmesi gereken bir sınıf ve ekonomi meselesi değil. Onun ilericilikle veya gericilikle de bir alakası yok. Burada tek mesele, kendi vatanının bir parçasını işgal edenler ve bir bütün olarak bir halkın ait olduğu milliyete saldıranlar. Burada sağcısı solcusu, feodali sosyalisti, Müslümanı materyalisti, her Arap’ın canı yanıyor.”[12]

Antisemitizm suçlamasına cevap veren Şeriati, İsrail’in Filistin işgaliyle Nazilerin Fransa’yı işgal edişini kıyaslıyor ve bu işgalde her Fransız yurttaşının aşağılandığını ve sıkıntıya düştüğünü söylüyor. İranlı solcu aydınlara şu soruyu soruyor: “İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Paris’i işgal etmeleri karşısında öfkelenmiş olan ve intikam duygusuyla yüklenen Montpellier’deki bir Fransız aydını için ne derdiniz?”

“Onu, kitlelerin duygularının peşinden gittiği, aydın olma vasfının sahip olduğu özden vazgeçtiği, Paris’in işgalini olağan bir toprak kavgası olarak görmediği, Alman karşıtı ırkçı nefretten etkilendiği, Fransız milliyetçiliğiyle Nazizm ve Almancılık karşıtlığını harmanladığı için suçlar mıydınız?”[13]

Şeriati yürüttüğü tartışmanın devamında, Filistin’de İsrail’in Batı’nın Almanya, Polonya, Fransa, İspanya ve Rusya’da Yahudi halkına karşı işlediği suçların, yaptığı zulmün bir tür tazminatı ve telafisi olarak kurulup kurulmadığını soruyor. Eğer tam da bunun için kurulmuşsa, o vakit bu tazminatı neden Ortadoğulu Müslümanların ödemek zorunda kaldığını merak ettiğini söylüyor:

“Batı ve Hristiyanlık, Müslüman Filistin’i neden işledikleri suçların cezası karşılığında ödenecek bedel olarak görüp ondan vazgeçti? Yahudilere en korkunç işkenceleri yaptıkları Polonya’nın bir kısmını neden onlara vermediler? İkinci Dünya Savaşı’ndaki Yahudi Soykırımı (Holokost) karşılığında ödenecek bir tür tazminat olarak neden Federal Almanya Cumhuriyeti’ne bağlı bir eyaleti onlara teslim etmediler? Hristiyanlar, son iki bin yıldır Yahudilere yaptıkları işkencelerin tazminatını neden İslam’ın cebinden ödüyorlar? Batı, işlediği suçların cezasının bedelini, neden Ortadoğulu milletlerin zaten boş olan ceplerinden karşılamaya çalışıyor? Yüz binlerce evsiz Müslüman Arap’ın evleri ve canları, neden kilisenin işlediği suçlar, Avrupa’nın günahı ve Nazilerin gerçekleştirdiği Yahudi Soykırımı’nın tazminatı olarak Yahudilere teslim edilmek zorunda? Oysa Yahudiler, Müslüman ülkelerde kendi vatanlarıymış gibi yüzlerce yıl yaşadılar, tüm toplumsal ve ekonomik haklardan yararlandılar.”[14]

Şeriati, uzun yazısının sonunda şu sonuca ulaşıyor: Batılı güçlerin kendi geçmişlerinde Yahudilere karşı işledikleri suçların ve yaptıkları zulmün tazminatını kendi kaynaklarıyla karşılamak yerine Yahudi halkını maceracı kimi militarist liderlerin eline teslim etti ve onları tıpkı son iki bin yıldır Yahudilere zulmetmiş olan Batı gibi, Yahudileri de Ortadoğulu Müslümanlara zulmetmek için gerekli araç olarak kullandı.[15] Bu tespit üzerinden Şeriati, özünde hem Müslümanların hem de Yahudilerin Batı emperyalizminin kurbanları olduğunu söylüyor.

İran’ın Müslüman Kimliğini Yeniden Okumak isimli çalışmasında Şeriati, analizinin bir kısmını milliyetçilik tartışmasına ayırıyor. Burada Şeriati, Batı’daki milliyetçiliğe dair algı ve anlayışların, her yanı sarmış olan, neticede savunmacı bir tepki olarak Siyonizmin doğmasına yol açan ırkçılığın ve antisemitizmin sonucu olduğunu söylüyor. Ona göre Siyonizm, Müslüman toplumlarında etnik Arap milliyetçiliğini tetikliyor. Analizinin sonunda Şeriati, politik düzeyde birbirlerine karşıtmış gibi görünseler de tüm milliyetçi hareketlerin bu zeminde oluştuğu, bu zemin üzerinden birbirlerini güçlendirdiği sonucuna ulaşıyor.[16] Devamında Şeriati, İran’da milliyetçiliğin ırkçılığa hiçbir zaman meyletmediğini, dolayısıyla, hiçbir zaman Yahudi karşıtı olmadığını söylüyor:

“Toplumumuzun onur duyacağımız en önemli özelliklerinden biri de kültürümüzün ve dinimizin, ırkçılık üzerinden başkalarını aşağılayan yaklaşımların gelişip serpileceği zeminin oluşmasına hiçbir zaman izin vermemiş olmasıdır. Bunun en iyi kanıtı, İranlı Yahudilerdir. İranlı Yahudiler, binlerce yıl içerisinde toplumumuz tarafından özümsenmiş, ama bir yandan da bu insanlar, dini ve ırki ayrım noktalarını muhafaza etmeyi bilmişlerdir. İçinde yaşadıkları ortamlara uyum sağlarken hiçbir güçlükle karşılaşmamış, hatta Müslüman İranlılardaki dini duygulara her daim kaynaklık etmiş olan Müslüman pazarımıza kolaylıkla kabul edilmişlerdir. İranlı Yahudiler, Müslüman meslektaşlarıyla çoğunlukla insani ve samimi ilişkiler kurmuşlardır. Bu nedenle, bu insanların Vaat Edilmiş Topraklar’ı düşlemiyor, Siyon’a geri dönme fikrinin cazibesine kapılmıyor, ırki üstünlük fikri, aynı zamanda bağımsız bir politika ve hükümet kurma fikri uyarınca hareket etmiyor olmaları, gayet doğal bir durumdur. Buna karşılık, Batı’da saldırgan bir yaklaşım içerisinde olan Siyonizm güçleniyorsa, bu, merhamet nedir bilmeyen, zalim bir pratik olarak antisemitizme karşı geliştirilmiş tepkinin bir sonucudur. Bu süreç, İsa’dan yetmiş yıl önce Romalılarca başlatılmış, Hristiyan kilisesince devam ettirilmiş, Avrupa ve Amerika’daki faşizm ve Nazizmle bugüne taşınmıştır. Bu güçler, Yahudileri ‘aşağılık ırk’, ‘tanrı katilleri’ ve ‘doğaları gereği hain’ bir millet olarak görmüş, onların her türden işkenceyi ve aşağılama pratiğini hak ettiğine inanmışlardır. Tüm Müslüman ülkelerde Yahudi nüfusu içerisinde tek bir Siyonistin bile çıkmamış olması, tesadüf değildir.”[17]

Şeriati’nin görüşüne göre, faşizm, Nazizm ve Siyonizm, Batı’daki ırkçı milliyetçiliğinin ürünleridir. Her ne kadar Siyonizm, Batı’daki Hristiyan antisemitizmine tepki olarak oluşmuşsa da o da aynı ırkçı özü miras almıştır.[18] Başka yazılarında ise Şeriati Siyonizmi, “Nazizmden sonra yaşanmış en büyük ikinci trajedi” olarak nitelendirir.[19]

“Faşist ve Nazi olan Almanların suçlarını tüm dünyaya sürekli ve yorulmak nedir bilmeden gösteren Batılı filmlerin yalan söylediğini mi düşünüyorsunuz? Hayır, hepsi de doğru söylüyor! Fakat asıl mesele de bu filmlerin ‘hakikatin belirli bir kısmı’na karşı hassasiyet geliştirip diğer kısımları görmezden geliyor olmalarıdır.”[20]

Şeriati, İsrail’in Filistin işgalini Filistinlilerin İsrail’de bir Arap ülkesine kıyasla daha iyi bir hayat yaşadığını söyleyerek meşrulaştırmaya çalışanları sert bir dille eleştiriyor. İsrail’in Arap rejimlerine kıyasla daha demokrat olduğunu kabul eden Şeriati, gene de İsrail’in varlığına itiraz ediyor ve İsrail’in politik konumuyla ilgilenmediğini söylüyor:

“Bu cümleyi helvadan yapılmış put gibi imal ettiler ve götürüp Avrupalı ve Amerikalı insanların ağzına bıraktılar. Aynı cümleyi Batı sömürgeciliği dönemi öncesi Müslüman Hintli idarecilerin hükümetine kıyasla İngiliz idaresinin daha iyi olduğunu söyleyen cümle gibi geçmişteki sömürgecilik pratiğini meşrulaştırmak için kullandılar. […] İsrail’in Filistin’deki idaresi konusunda Ben Gurion ve Golda Meir’in yönettiği rejimi, yurttaşlarına yönelik tavır açısından, Kral Faysal ile Kral Hüseyin’in yönettiği rejimle kıyaslamak yanlış. İlk rejim, ikincisine kıyasla tabii daha demokratik ve daha özgürlükçü. Fakat biz, burada politik rejimin tarzından veya halkına yönelik tavrından bahsetmiyoruz. Biz burada, sömürgecilikten, işgalden, bir halkın bağımsız olma hakkının elinden alınmasından, toprakların ele geçirilmesinden bahsediyoruz. İngiliz idarecilerinin ve genelde İngiliz halkının Afrika’daki kabilelerin kurdukları hükümetlerden daha demokrat ve daha medeni olduğunu herkes biliyor. […] Öyleyse ne olmuş? Bu kıyası her fırsatta ve her durumda neden yapmak zorunda kalıyoruz?”[21]

Şeriati, Batı emperyalizminin ve Siyonizmin Müslümanlara karşı “birleşik cephe” meydana getirdiğine inanıyor.[22] Bir yerde İslam’ın ve Müslümanların düşmanlarını şu şekilde sıralıyor:

“Bu dönemde bizim düşmanlarımız şunlar: emperyalizm, materyalizm ve kapitalizm, burjuvazinin ruhu, sömürü, makinecilik, sınıfsal farklılıklar, faşizm, Siyonizm, nihilizm, servet konusunda duyulan açgözlülük, tüketim çılgınlığı, kültürel sömürgecilik, kendine yabancılaşma, başıboşluk, tarihsel dağılma, kültürel dönüşüm, ahlaki değerlerin ortadan kalkması ve paranın egemenliği.”[23]

Şeriati, aynı zamanda “Dünya Siyonizmi”ni, “beynelmilel emperyalizm”i, “eski ve yeni sömürgeciliği” mevcut dönemin en büyük sorunları olarak “zorbalık”la, “ırkçılık”la ve “Batıyla ağulanma” ile birlikte anıyor.[24]

Şeriati, Müslümanların “emperyalizm ve Siyonizm arasında teşkil edilmiş olan ittifak” dediği yapıya karşı birleşmelerini öneriyor.[25] Filistin meselesine özellikle 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın ve Kudüs’ün İsrail tarafından işgal edilmesinin ardından yoğunlaşıyor.[26] O dönemde Şii-Sünni kavgasına dair şunları söylüyor:

“Müslümanların cephe hattını bölmek için komplo kuruyorlar, bu, Müslümanların dikkatini Siyonizm tehdidinden uzaklaştırmanın en iyi yolu. Bu anlamda, Sünnileri Şii İslamı ile korkutuyorlar, Şiileri de Sünni İslamı’nın yol açacağı olası tehlikelerle yıldırmaya çalışıyorlar. Düşmanı en çok rahata erdirecek şeyse karşı cephede iki askerin dövüştüğünü görmek olmalı. […] İslam’ın ilk yıllarına ait hesapları görmeye çalışan bu iki kardeşin gürültülü kavgalarının ötesine kulak kabarttığınızda, nehrin Batı yakasından yükselen, zafer kazanmış olmanın verdiği keyifle atılan kahkahaları işitebilirsiniz.”[27]

Şeriati’nin tespitine göre Şiiler ve Sünniler içerisindeki müfrit ve tutucu din adamları, Müslümanlar içerisindeki bu iki büyük grubun duygularıyla oynuyor ve boş, gereksiz bir kavganın ateşine benzin taşıyorlar.[28] Şeriati bu tespit üzerinden, her iki tarafın Siyonizmin ve dünya emperyalizminin çıkarlarına bilerek ya da bilmeyerek hizmet ettiğini söylüyor. Bu noktada her fırsatta Şiilerle Sünniler arasındaki tartışmaların düşmanın kurduğu “komplo”nun parçası olduğuna işaret ediyor:

“Onlar istiyorlar ki biz birbirimizi korkutup yıldıralım, böylelikle emperyalizmin tehlikelerinden zerre korkmayalım; onlar istiyorlar ki biz birbirimize düşelim, böylelikle Siyonizmi hiç görmeyelim; onlar istiyorlar ki biz birbirimizle kavga edelim, gerçek savaşın nerede yaşandığını unutalım. Tüm bu tartışmalar, provokasyonlar, kavgalar, nizalar, her iki tarafta aynı sonucu veriyor, her iki taraf da birbiri aleyhine fetvalar yayınlıyor. Bir taraf diyor ki ‘Şia İsrail’den kötü’, diğer taraf diyor ki ‘Sünniler İsrail’den kötü’. Mantıksal açıdan bu tartışmalar, esasında şu sonuca ulaşıyor: ‘İsrail tüm Müslümanlardan iyi.’ Müslümanların bunu kabul etmelerini sağlamak için kaç para harcanmıştır sizce?”[29]

Şeriati, Altı Gün Savaşı’nın ve Kudüs’ün işgalinin hemen ardından bazı güçlerin İslam dünyası içerisinde Şii-Sünni kavgasını tetiklediğini söylüyor. Bu noktada Şii aydınlardan, Sünnileri Şiiler için İsrail’den daha tehlikeli gören kimi gelenekçilerin yorumlarını açıktan redde tabi tutmalarını istiyor.[30] Şii ve Sünni Müslümanlar arasındaki düşmanlığı körükledikleri için Şii düşmanlığını ifrata vardırmış olan Sünnileri eleştiren Şeriati, Sünnileri, tüm Müslümanları tehdit eden en önemli düşman olarak gördüğü Siyonizme karşı Şiilerle yan yana gelmeye çağırıyor:

“İslam’ı ve Müslümanların bugünkü dünyadaki mevcut durumunu gayet iyi bilen Sünni Müslüman aydınlar, Şia karşıtı propagandayla yönlendirilmemeleri için kendi insanlarını aydınlatmalıdırlar. Bu aydınlar, kendi insanlarının aslında dostları olan Şiilere karşı düşmanlıkla İslam dünyasının kalbine girmiş olan sömürgeci Yahudilerden ve Hristiyanlardan nefret etmelerini sağlamalıdırlar.”[31]

Şeriati, bazı yerlerde Siyonizm ve Müslümanlar arası dayanışma gibi iki özel konu başlığı ile ilgili görüşleri sebebiyle iki taraftan baskı gördüğünü söylüyor.[32] Bu bağlamda, İran toplumunun bu iki konu başlığına “aşırı hassas” olduğunu söyleyen Şeriati, Şii ve Sünni Müslümanlar arası birlikten neyi kastettiğini ayrıntısıyla izah ediyor:

“Benim İslam toplumu için savunduğum birlik, aynı İslam karşıtı güçlere direnmekte olan, İslam’ın iki farklı kolu arasındaki birliği ifade ediyor: Bu birlik, dış düşmana, yani emperyalizm ve Siyonizme karşı teşkil edilecek bir birliktir. Şiilerin ve Sünnilerin teolojik düzeyde birleşmelerinin bir anlamı bulunmamaktadır. Bu makul ve yürünebilir bir yol değildir. […] Ben ‘birlik’ derken, daha önce birçok kez belirttiğim gibi, Şiiliğin ve Sünniliğin birleşmesini, Şiilikle Sünniliğin tek bir varlık hâline gelmesini değil, Şiilerin Şii olmayan Müslümanlarla emperyalizme ve Siyonizme karşı birliğini kastediyorum. Kim ‘Şiilerle Sünniler birleşsin’ diyorsa o ne Şiiliği ve Sünniliği biliyordur, ne de tarihten, dinden, düşünsel ve bilimsel meselelerden haberdardır.”[33]

Ali Şeriati ve Ayetullah Mutahhari gibi devrimin önde gelen aydınlarının en önemli konuşmalarını yaptığı Hüseyniye-ye İrşad Enstitüsü, hükümetin baskıları ve idari yapıda karşılaşılan kimi güçlükler sebebiyle, yetmişlerin başında kapandı. Enstitünün kapanmasından önce verdiği son derslerden birinde Şeriati gençleri, Müslümanları bölme konusunda düşmanın yürüttüğü propagandanın etkisi ile ilgili olarak uyarıyor ve konuşmanın bir yerinde, “Yahudilerle Hristiyanlar arasında teşkil edilmiş ittifak”ı “Batı sömürgeciliğinin kara gücü” olarak nitelendiriyor.[34] Aynı konuşmada Siyonistlerin dünya medyasını kontrol ettiği üzerinde duran Şeriati, onların birçok aydını bile kontrol edip yönlendirebildiğini söylüyor:

“1961, 1962 ve 1963 yıllarında Fransa’da iken, en çok saygı gören politik, toplumsal ve devrimci sima olan, günümüz felsefesinin en önemli kurucu babası kabul edilen, hümanizmi ve varoluşçuluğun üstadı olarak görülen Jean Paul Sartre gibi Fransa’nın ve Batı’nın en büyük politik, ideolojik, felsefi ve toplumsal karakterinin bile dünya Siyonizminin insanları yönlendiren propagandasından etkilendiğine bizzat şahit oldum. Sartre’ın düşünceleri, sözleri, söyleşileri, yazıları ve davranışları, tümüyle Siyonizmin elindeki gücü savunmaya teksif edilmişti. Zira Sartre, Siyonizmin ‘Ortadoğu’daki yegâne sosyalizm deneyimi’, ‘Arap ülkeleri içerisinde Batı demokrasisinin bir simgesi’ ve ‘insani liberalizmin gelenekçi, gerici toplumlardaki tezahürü’ olduğunu düşünüyordu. Ancak sonrasında birçok Yahudi aydın, Siyonistlerin dünyadaki en kötü faşistler olarak, Yahudi dini ve Yahudi halkının yüzkarası olduklarını anladılar.”[35]

Devrimci bir aydın olarak Şeriati, İran toplumunun sorunlarına çözüm bulma konusunda faydalı olabilecek yeni bir İslam yorumunu sunma çabası içinde olan bir isim. İmam Ali’yi ele aldığı bir yazısında, Şii İmamlarının öğretilerinin mevcut hayata eksiksiz bir biçimde, “sanki onlar bugün karşımızdalarmış, şuan ne yapmamız gerektiğini bize öğretebiliyorlarmış gibi” uygulanabileceğini söylüyor.[36] Devamında şu tespiti yapıyor:

“Hz. Ali, sadece övmemiz gereken ‘kutsal bir simge’ değil. […] İmam Ali’ye taraftar olmak soyut bir anlayış olamaz. O ‘pratik bir olgudur’. Çünkü ‘Şia’ takip etmek demektir ki bu nesnel ve belirli bir amaca matuf olan ‘eylem’, duygu temelli bir öznellik değildir, sadece bir duygu ve söz olarak görülmemelidir. […] Hz. Ali’nin hayatı üç bölümde özetlenebilir: ‘İdeoloji, birlik ve adalet.’ Bunlar, tüm zamanları ve mekânları kuşatan üç büyük derstir. Bunlar, dünya Müslümanlarının yaşadıkları düşünsel çöküş, ideoloji eksikliği, sınıfsal farklılıklar, sömürü ve zulüm, emperyalizm ve Siyonizm gibi dış düşmanlarla mücadele etmek için ihtiyaç duydukları üç capcanlı şiardır. İmam’daki canlılığın anlamı burada saklıdır. İmam’ın her zaman burada olmasının, Hz. Ali’nin her zaman rehberimiz ve imamımız olmasının sebebi budur.”[37]

Üniversite öğrencileri arasında epey popüler hâle geldiği 1973 yılında Şeriati, Şah’ın gizli polis teşkilâtı Savak’ın eline geçti. On sekiz ayını hapiste geçirdi. Bu, Paris’ten döndüğü 1964 yılından sonra ikinci hapis pratiğiydi. Halkın baskısı ve uluslararası planda dile getirilen itirazlar neticesinde, belirli şartlar uyarınca, 20 Mart 1975 günü hapisten çıkartıldı. Artık ders vermesine, kitap yayımlamasına, özel ya da kamusal toplantılar düzenlemesine izin yoktu. Ayrıca devletin güvenlik aygıtı olarak Savak, onun her hareketini yakından takip ediyordu. Şeriati, bu koşullara yönelik tepkisi üzerinden, ülkeden ayrılıp İngiltere’ye gitmeye karar verdi. Londra’ya gittikten üç hafta sonra kalp krizi geçirip öldüğü söylendi.

Son Sözler

Altmışlar ve yetmişler boyunca İran’daki dini söyleme anti-emperyalizm gibi birçok yeni kavram dâhil oldu. Bu süreçte Ali Şeriati gibi hocaların oynadığı rol ve Celâl Âl-i Ahmed gibi isimlerin Müslüman düşünürler üzerinde bıraktığı etki, önemli bir yere sahipti. 1967 sonrası İranlı mütedeyyin düşünürler, Şeriati’nin söyleminde karşılık bulan, İsrail’in Batı sömürgeciliğinin ve emperyalizmin Ortadoğu’daki temsilcisi olarak gören yaklaşımı kullanmaya başladılar. Şeriati, Müslümanların İsrail’e ezen-ezilen çatışmasının dünya genelinde hüküm sürdüğü bağlam dâhilinde, “özgürlük arayışı” gibi kavramlar üzerinden karşı çıkmaları için gerekli zemini sağladı.

Afrika ve Asya’daki birçok Üçüncü Dünya ulusunun Batı sömürgeciliğinden kurtulup bağımsızlığına kavuşmak için mücadele ettiği altmışlı ve yetmişli yıllarda dünyanın ezen-ezilen ayrımı üzerinden tasvir edildiği teorik yaklaşım, Şah’ın iç ve dış politikası yanında Batılı güçlerin İran’a müdahalesine de karşı çıkan birçok Müslüman düşünüre cazip geldi. Tam da bu bağlam dâhilinde İran’daki birçok İslamcı devrimci, Filistinlilerin İsrail’e karşı sürdürdükleri direnişi hem ülke içinde hem de dünya ölçeğinde zulme karşı verilen mücadelenin kutsal bir simgesi ve örneği olarak gördü. Solcularda ve Şiilerde karşımıza çıkan “adalet arayışı” ve “zulümle mücadele” gibi kavramlar, Filistin kavşağında kusursuz bir biçimde bir araya geldi.

Şeriati, Ayetullah Kaşani gibi İsrail karşıtı mütedeyyin güçlerin bakış açıları ile Celâl Âl-i Ahmed gibi İranlı sosyalistlerin bakış açıları arasında köprü kurmak suretiyle, İran’da İsrail ve Siyonizm konusunda gelişen politik söyleme katkıda bulundu. İslam’ın bir tür solcu yorumunu yapmak suretiyle bu isimler, Şia’dan “adaletten yana durma” anlayışını, soldansa “İsrail’in emperyalizmin kuklası” olduğuna dair fikri ödünç aldılar.[38] Sonuçta ortaya, Müslüman ve sosyalist fikirlerin oluşturduğu terkibi temel alan, öfkeli bir Siyonizm karşıtlığı çıktı.

“Şeriati’nin Filistin meselesine dair görüşlerini en iyi özetleyen söz nedir?” sorusunun cevabı büyük ihtimalle şu olacaktır: “Biz Yahudilere değil İsrail’e düşmanız. Bu düşmanlığın sebebi, İsrail’in dini değil, onun faşist oluşu, Batı sömürgeciliğinin ve emperyalizmin kullandığı bir üs oluşudur.”[39]

Mehdi Ahuyi

[Kaynak: Ali Shariati and the Future of Social Theory: Religion, Revolution, and the Role of the Intellectual, Brill, 2017, s. 271-276.]

Dipnotlar:
[1] Şeriati’nin politik hayatına dair derinlikli bir tartışma için bkz.: Houchang E. Chehabi, Iranian Politics and Religious Modernism, The Liberation Movement of Iran under the Shah and Khomeini, Ithaca and New York: Cornell University Press, 1990.

[2] Şeriati, esas olarak aylık Firdevsi dergisinde yazan, Halil Maliki’nin öğrencilerinden Daryuş Aşuri’nin İsrail’e destek sunan, İranlı aydınları anti-emperyalizmle anti-siyonizmi hatta antisemitizmi birbirine karıştırmakla suçlayan yazısına cevap veriyor. Aşuri’nin makalesi için bkz.: Daryoush Ashouri, “Zedde Sahyunism va Zedde Amperialism dar Sharq!” Ferdowsi, Sayı 820, 11 Temmuz 1967, s. 6–7. İranlı Marksistler içerisinde belirli bir yeri olan Halil Maliki hizbi konusunda daha fazla bilgi edinmek için Hümayun Katuzyan’ın şu çalışmaya yazdığı giriş yazısına bakılabilir: Khalil Maleki, Khaterat-e Siyasi [“Siyasi Hatırat”], Üçüncü Basım, Tahran: Ravaq Publications, 1360 (1981), s. 35–80. Ayrıca bkz.: Mehrzad Boroujerdi, Iranian Intellectuals and the West: The Tormented Triumph of Nativism, Siraküza: Syracuse University Press, 1996, s. 53.

[3] Ali Shariati, Asaar, s. 617–618.

[4] Burada da daha önce bahsini ettiğimiz Aşuri’ye ait makaleye atıfta bulunuluyor. Halil Maliki ve Celâl Âl-i Ahmed, İsrail “demokrasi”si ve “reel sosyalizm” konusunda benzer görüşlere sahip. Ama Ahmed, 1967 sonrası İsrail karşıtı bir isim hâline geliyor. Maliki’nin İsrail’i destekleyen yorumları konusunda bkz.: Elm va Zendegi, Ferverdin 1332 (Mart–Nisan 1953), s. 87; Nabard-e Zendegi, Day 1337 (Ocak 1959), s. 32–33.

[5] Shariati, Asaar, s. 628.

[6] A.g.e., s. 629.

[7] A.g.e., s. 623–624.

[8] A.g.e.

[9] A.g.e.

[10] A.g.e., s. 631–632.

[11] A.g.e., s. 630–631.

[12] A.g.e., s. 634–635.

[13] A.g.e.

[14] A.g.e., s. 635.

[15] A.g.e.

[16] Shariati, Bazshenasi-ye Hoviyat-e Eslami va Irani, s. 89.

[17] A.g.e., s. 113.

[18] A.g.e., s. 114.

[19] Shariati, Ali, s. 248.

[20] Shariati, Nameha, s. 93–94. Şeriati’nin Celâl Zarrini Münferid’e gönderdiği mektuptan alıntı.

[21] A.g.e., s. 94.

[22] A.g.e., s. 114.

[23] A.g.e., s. 176. Şeriati’nin eşine yazdığı mektuptan alıntı.

[24] Shariati, Shiʾeh, s. 77.

[25] A.g.e., s. 168. Şeriati aynı zamanda başka bir yerde “sömürgecilik, Kilise ve İsrail’in teşkil ettiği birleşik cephe”den bahsediyor. Bkz.: Shariati, Shiʾeh, s. 269.

[26] A.g.e., s. 269. Ayrıca bkz.: Shariati, Tashayo’, s. 52.

[27] A.g.e., s. 244.

[28] Shariati, ba mokhatabha, s. 189–190.

[29] Shariati, Tashayo’, s. 252.

[30] A.g.e., s. 249.

[31] A.g.e., s. 248.

[32] Shariati, Ali, s. 130.

[33] A.g.e., s. 179.

[34] A.g.e., s. 283.

[35] A.g.e., s. 283–284.

[36] A.g.e., s. 175–176.

[37] A.g.e.

[38] Şeriati, “İslam’ın bir tür solcu ve ilerici yorumuna inandığını” açıktan dile getiriyor (Shariati, Nameha, s. s91). Ancak bu, onun Marksizme inandığı anlamına gelmiyor. Bilâkis, Şeriati Marksizme ve/veya Komünizme karşı olduğunu açıktan dile getiren bir isim. O, İslam’ın “bir tür solcu” yorumu derken dine yönelik devrimci ve sosyalist yaklaşımı kastediyor, yoksa Şeriati’nin görüş ve düşüncelerinin özünü teşkil eden ana unsur hâlen daha İslam.

[39] Shariati, Shiʾeh, s. 267.

Kaynakça:
Ashouri, Daryoush. “Zedde Sahyunism va Zedde Amperialism dar Sharq!” Ferdowsi, Sayı 820, 11 Temmuz 1967.

Boroujerdi, Mehrzad. Iranian Intellectuals and the West: The Tormented Triumph of Nativism. Siraküza: Syracuse University Press, 1996.

Chehabi, Houchang E. Iranian Politics and Religious Modernism, The Liberation Movement of Iran under the Shah and Khomeini. Ithaca and New York: Cornell University Press, 1990.

Shariati, Ali. Ali. Tahran: Nashr-e Azmun, 1384/2005.

Shariati, Ali. Asaar-e Goonegoon. Cilt. II, Tahran: Agah Publication, 1384/2005.

Shariati, Ali. Ba Mokhatabhaye Ashna, Tahran: Hosseinieh-ye Ershad, n.d.

Shariati, Ali. Bazshenasi-ye Hoviyat-e Eslami va Irani. Tahran: Elham Publications, 1381/2002.

Shariati, Ali. Nameha. Tahran: Qalam Publications, 1384/2005.

Shariati, Ali. Shiʾeh. Tahran: Elham Publication, 1378/1999.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder