Ali
Şeriati, 23 Kasım 1933 günü Horasan eyaletinin başkenti Meşhed’de, oldukça
dindar bir ailenin içine doğdu.[1] Dedeleri, Sabzavar’ın bir kenar mahallesinde
yaşamış önemli hocalardı.[2] Bu dedelerden biri, Kaçar Şahı Nasreddin’in
(1848-1896) daveti üzerine Sipahselar’daki ilahiyat merkezinde İslam felsefesi
dersleri vermek üzere Tahran’a taşındı ve burada kısa süre çalıştı.[3] Ali
Şeriati’nin babası Muhammed Taki Şeriati, ülke genelinde ünlü olan, herkesin
bildiği bir âlim, aynı zamanda Kur’an müfessiriydi.[4]
Muhammed
Taki, iki geleneğe karşı geldi. 20 yaşında geriye dönmemek üzere şehre taşındı
ayrıca mollalar için kıyafet dikme işine son verdi. Ali Şeriati, modern
okullara gönderildi. Önce öğretmen okuluna girdi, ardından yeni kurulan Meşhed
Üniversitesi’ne kayıt yaptırdı. Okulu bitirdikten sonra devlet bursuyla Sorbon
Üniversitesi’ne eğitim görmek üzere Paris’e gitti. Mezuniyeti ardından İran’a
döndü ve Müslüman gençliğin önde gelen ideologu hâline geldi. Sonra ülkeden
ayrılıp Avrupa’ya gitti, 18 Haziran 1977 günü gizemli bir biçimde vefat etti.
Lisedeyken
babasının kurduğu İslami Hakikati Yayma Merkezi’nin derslerine katılan Ali
Şeriati kısa bir süre sonra Arapça metinleri Farsçaya çevirmeye başladı. Allame
Muhammed Hüseyin Kaşif Gita’nın o dönem Ortadoğu’nun Amerikalı Dostları
vakfının başkan yardımcılığını yapan Gerald Ivans Hopkins’e gönderdiği mektubu
tercüme etti. Mektupta Kaşif Gita Müslüman dünyanın şikâyetlerine batıya
aktarıyordu.[5]
Bir
yıl sonra Ali Şeriati, Abdülhamid Cevdet Sahhar’ın kaleme aldığı, sahabeden
Ebuzer Gifâri’nin hayat hikâyesini Farsçaya tercüme etti. Bu kitapta Mısırlı
devrimci Cevdet Sahhar, Ebuzer’i İslam peygamberinin yoldaşı ve bir Müslüman sosyalist
olarak takdim ediyordu. Şeriati, kitabın başlığının altına ikinci bir başlık
ekledi: Hüdaperest-e Sosyalist [“Allah’a Tapan Sosyalist”]. Burada aynı
zamanda 1944’te kurulmuş olan ve aynı isimle yeraltında faaliyet yürüten bir
örgüte de atıfta bulunuluyordu.[6] Tercüme metin epey ilgi gördü ve birkaç kez
baskı yaptı.[7]
Bu
dönemde Ali Şeriati, yaratıcı dini metinler kaleme aldı. Kur’an’ın en fazla
mecazla yüklü olan ayetlerinden olan Nûr suresi 35. ayetten ilham alan ve büyük
ölçüde Musaddık’ın Muvazene-ye Menfi [“Negatif Denge”] anlayışından
etkilenen Ali Şeriati, kendi Mekteb-e Vasati [“Orta Yolcu Mektep”]
anlayışını gündeme getirdi. Bu anlayışa göre:
“materyalizm ve idealizm
arasında konumlanan İslam, gerçekçilik olarak adlandırabileceğimiz, kendine has
bir yönteme sahip. İslam’ın toplumsal ve ekonomik düzeni Hüdaperesti’yi
[“Allah’a ibadeti”] esas alan pratik sosyalizmdir; bu düzen, kapitalizmin
yozlaşmış düzeni ile İştirakivat-e Mutlak’ı [“mutlak ortak mülkiyeti”] ifade
eden komünizm arasındaki orta noktaya denk düşer. Uluslararası planda İslam, Sovyetler
Birliği’nin liderliğinde hareket eden Doğu bloku ile ABD’nin liderliğinde
hareket eden Batı blokunun arasında bir konum alır ve her iki blokla da
ilişkisizdir. İslam saf bir ağaç olarak, ne Doğulu ne de Batılıdır.”[8]
1957’de
Ali Şeriati, politik suçlamalar üzerinden hapse atıldı. Sekiz ay içeride kalan
Şeriati, serbest kaldıktan sonra polisin kısa süre önce katlettiği[9] bir
üniversite öğrencisinin kız kardeşiyle evlendi ve 1959 yılında Paris’e gitti.
Paris’teki
çalışmaların detaylarına pek hâkim değiliz. Kendi aktarımına göre Şeriati, bu
dönemde beş yıl süreyle sosyolog George Gurvitch’ten ders aldı[10], aynı
zamanda İslambilimci Louis Massignon’un yakın dostu oldu.[11] Yaygın kanaate
göre Şeriati, biri tarih felsefesi veya İslam tarihi biri de sosyoloji olmak
üzere iki doktora tezi hazırladı.[12] Oysa biz, Farsça filoloji üzerine tez hazırladığını
biliyoruz.[13] Ama tabii bu tezine İslam’la alakalı sosyolojik görüşlerini
ekledi. Ama bu eklemeler ona hayran olan isimlerin iddia ettikleri ölçüde
değildi.[14] Esasında Şeriati, her çiçekten bal alan, çok boyutlu bir insandı. Konuşmalarında
ve yazılarında Hz. Ali’den, Ebuzer’den, Pascal’dan, Proudhon’dan ve Sartre’den
vs. alıntı yapan, farklı eğilimleri olan bir insan olarak Şeriati, birçok
isimden etkilenmişti.
Paris’teyken
İranlı ve başka ülkelerden gelen öğrencilerin siyasi çalışmalarına katıldı.
Ağustos 1962’de İran Öğrenci Konfederasyonu’nun yayın organı İran-e Azad
[“Özgür İran”] dergisinin yayın yönetmeni seçildi. Aynı yılın Eylül ayında İran
Kurtuluş Hareketi’nin yurtdışı bürosunun kuruluş çalışmalarına katkıda bulundu.
İran siyasetini eleştiren yazılar yazan Ali Şeriati, 16 Ocak 1963 günü Şah’a karşı
silahlı mücadele verecek bir çalışmanın planını hazırladı.[15] Cezayir Devrimi’ni
destekledi, Patrice Lumumba’ya destek sunduğu için kısa süre hapis yattı.
Bu
dönemde Frantz Fanon’un bazı eserlerini ve Che Guevara’nın Gerilla Savaşı
kitabını tercüme etti.[16] İran’a dönüş hazırlığı içerisindeyken, sonrasında
etkisini bir biçimde ispatlayacak olan bir devrim planı hazırladı. Bu plan,
kalıpların kırılmasını, İslam’ın toplumsal eylemin yeni ideolojisi olarak
takdim edilmesini, kalıplarını kırmış olanların halka yarardan çok zararı olan geleneksel
liderlerden farklı bir öncülük misyonu ifa etmesini gerekli kılıyordu.[17]
1964’te
ülkeye döndü. Dönüşü 15 Hordad 1342 [“5 Haziran 1963”] ayaklanmasını takip eden
döneme denk geldi. Politik suçlamalar üzerinden tutuklanan Şeriati altı ay
hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra Meşhed’in bir kenar mahallesinde bulunan
bir lisede öğretmenlik yapmaya başladı. O dönemde Louis Massignon’un kaleme
aldığı Salman Pak et les Premices Spirituelle de l'Islam Iranien [“Selman-ı
Pak ve İran İslamı’nın Manevi Temelleri”] eserini basacak yayıncı arayan
Şeriati, bir yandan da Tahran Üniversitesi kadrosuna dâhil olmak için uğraştı. İki
girişimi de başarısızlıkla sonuçlanınca Meşhed’e döndü.[18]
1966-1970
yılları arasında Meşhed’deki Firdevsi Üniversitesi’nde hocalık yapan Şeriati’yi
tanıyıp destekleyenlerin sayısı iyice arttı. Farklı üniversitelerde, camilerde
ve Müslüman aydınların kurduğu Hüseyniye-i İrşad Enstitüsü’nde dersler
verdi.[19]
Ondaki
İslam anlayışı, ulemanın ve kitlelerin anlayışından epey farklıydı.[20] Bu anlayış,
hem ulemayla hem de seküler aydınlarla çatışıyordu. Radikal bir ideolojiyi
savunduğu için hükümetle de başı dertteydi. Onun eserlerinde tektanrıcılık
anlayışı, bir dünya görüşü, bir ideoloji ve bir toplumsal dil olarak karşılık
buluyordu. Bu da onun “İslam hilafına Batılı düşünce okullarından besleniyor,
bilhassa varoluşçuluktan ve Marksizmden etkilenmiş biri” suçlamasıyla
yüzleşmesi için kâfiydi.
Öte
yandan, önemli bir kısmı Marksist olan seküler aydınlarsa Şeriati’ye “dile
getirdiğin ilerici fikirler bin dört yüz yıllık bir düşünce okulundan edinilemez”
diyerek karşı çıkıyorlardı. Şeriati, her iki kesime de karşı çıktı. Şiddetli eleştirilere
maruz kalan Şeriati, bir süre sonra iki kesimi de karşısında buldu. Bir kesim
kendisine “din savunucuları”, diğeri de “ilerlemenin savunucuları” adına saldırıyordu.
Şeriati, zulme uğradığı için bu ilerlemenin savunucuları iddiasıyla kendisine
saldıranlardan pek korkmuyordu. Halktan destek gören birinci grubun Allah’a hizmet
aşkıyla kanını dökmeye hazır olduğunu iyi biliyordu. Neyse ki bu dindar kesim,
ağır tedbirlere başvurmak yerine gidip babasına “oğlunla konuş, ona
tavsiyelerde bulun” demekle yetindi.[21] Bu işe yaramayınca ona lanet edip “inşallah
geberirsin!” dediler.[22]
Hükümetin
Şeriati’yi yakından takip ettiğine hiç şüphe yok. Ama o da hem mollaları hem de
Marksistleri aşağılayıp itibarsızlaştırmasından memnuniyet duyuyordu. Yanlış hesap
yapan hükümet, onu nesnel planda olabildiğince kullanmak istedi. Bu sebeple,
bir süre onu tutuklama yoluna gitmedi. Bu süreçte hükümet, mollaların devrimci
ve muhafazakâr kanat diye ikiye bölündüğünü, çok sayıda ilerici genç mollanın Şeriati’yle
ideolojik ve yöntemsel ayrıntılar konusunda anlaşamasalar bile, ilkesel düzeyde
onun davasına destek sunduklarını göremedi.
1973’te
İrşad Enstitüsü, devlet eliyle kapatıldı. Enstitünün kurucu üyeleri arasında
bulunan Şeriati, saklanmak zorunda kaldı. Nerede olduğunu öğrenmek için devlet,
babasını gözaltına aldı. Birkaç ay düşünüp taşındıktan sonra Şeriati, babası
serbest kalsın diye devlete teslim oldu. On sekiz ay hapis yatan Şeriati, kendi
köyü Mazinan’a sürgün edildi. Burada gizli polisin gözetimi altında yaşamak
zorunda kaldı. Gene de yazmaya, hatta kamuya yarı açık toplantılara katılmaya
devam etti.[23]
İran’daki
yaşam koşullarına tahammül edemeyen Şeriati, Avrupa’ya gitmeye karar verdi. Gidiş
sürecinin detaylarını hâlen daha bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, “hicret” sürecinde
hayatı için epey korktuğu ve pek alışıldık olmayan bir güzergâhı
kullandığı.[24] Ayrıca bildiğimiz kadarıyla Şeriati, oğlunun yanına gitmek için
ABD’ye gitmek istedi[25], ama 19 Haziran 1977 günü kaldığı dairede cesedi bulundu.
İngiliz makamları, kalp krizi geçirip öldüğünü açıklasa da destekçileri Şah’ın
gizli polisince katledildiğine inandılar.
Şeriati,
bin dört yüz yıl boyunca liderleri ya zalimlerin kılıcıyla ya da suikastçıların
zehriyle katledilmiş olan bir geleneğe mensuptu.[26]
Mehbi Abidi
[Kaynak:
Iranian Studies, 1986, Cilt 19 Sayı. 3-4, s. 229-234.]
Dipnotlar:
[1] Birçokları, Şeriati’nin Sabzavar yakınlarındaki Mazinan köyünde doğduğunu
söylüyor. Ailesine “Mazinaniler” (Mazinanlılar) deniliyor. Hatta Şeriati bu
ifadeyi bazen müstear ad olarak kullanıyor. Tabii hayat hikâyesini yazanlar
başarılarını daha da büyük göstermek adına mütevazı bir aile kökeni bulmaya
çalışmış da olabilirler. Babasının Şeriati doğmazdan çok önce Meşhed’e
taşındığını dikkate aldığımızda, Şeriati’nin doğum yeri muhtemelen Mazinan köyü
değil Meşhed.
[2]
Bkz.: Shariati, Kavir, s. 2-29. Ayrıca Şeriati’nin babasının verdiği
mülâkat: Kayhan-e-Farhangi. Sayı. 11, derginin bu nüshasında ayrıca
ailenin soyağacına da yer verilmiş.
[3]
A.g.e.
[4]
Muhteşem bir içeriğe ve biçime sahip olan kitabı Tafsir-e Novin İran’da
epey popüler oldu. Tefsir alanındaki uzmanlığının yanı sıra Şeriati, İran’daki
yeni Şii hareketinin kurucularından biri olduğu için de epey ünlü bir isimdi.
[5]
Collected Works. XXXI, s. 463-522. Mektup, Hopkins’in Kaşif Gita’yı
antikomünist bir seminere katılma davetine cevaben kaleme alınmış. Kaşif Gita
daveti geri çevirmiş, bunun yerine “komünizm Amerikan emperyalizmden daha az
kötüdür” diyen bir mektup göndermiş.
[6]
Bkz.: Yad Nameh Shahid Javid. s. 7-8.
[7]
Col. Ill, giriş bölümü ve s. 271-72’deki dipnotlar. Ebuzer Şeriati’nin
kahramanıydı.
[8]
Bkz.: Col., XXXI, s. 7.
[9]
ABD başkanı Nixon’ın 7 Aralık 1953 günü Tahran’a gerçekleştirdiği ziyarete
yönelik protesto eylemlerinde üç öğrenci katledildi. “16 Azar şehitleri” olarak
bilinen bu gençlerin öldüğü gün İran’da Ruz-e Danişçu (“Üniversite Öğrencileri Günü”)
olarak anılıyor. Sonrasında yurtdışında yayımlanan 16 Azar dergisi ismini bu
olaydan almıştı.
[10]
Örneğin bkz.: Kavir. s. 83.
[11]
Örneğin bkz.: Col. XXVII, s. 288-90 ve Kavir. s. 78-84.
[12]
Babasıyla yapılan mülâkat: Kavhan-e Farhangi. Sayı. 11 ve bir
destekçisinin yazdığı biyografi çalışması.
[13]
Bkz.: Nikki R. Keddie, Roots of Revolution (New Haven: Yale University
Press, 1981), s. 294.
[14]
Hamid Algar’ın Gulam Abbas Tevessüli’nin övgü dolu Şeriati biyografisi çeviri
için bkz.: On the Sociology of Islam: Lecturer by Ali Shari'ati
(Berkeley: Mizan Press, 1979).
[15]
Yad Nameh Shahid Javid. s. 23-26.
[16]
A.g.e., s. 31.
[17]
Haktab-e Mobarez. Cilt. XXIII, s. 131-48.
[18]
Daha fazla ayrıntı için Şeriati’nin Totem Parasti çalışmasına
bakılabilir.
[19]
Bkz.: Shahrough Akhavi, Religion and Politics in Contemporary Iran
(Albany: State University of New York Press, 1980), s. 143-45.
[20]
Hamid Enayat, Modern Islamic Political Thought (Austin: University of Texas
Press, 1982), s. 155-59.
[21]
Coll. I, s. 3-41.
[22]
Yezd şehrinde o dönemde özellikle bir mollanın evinde, Şeriati karşıtı en az
bir toplantı düzenleniyordu. Açıktan, halk içerisinde kendisine lanet okunması
durumları daha fazla yaşanıyordu. Bu olaylardan birini Şeriati hatıratında
aktarır. Col.. I, s. 17-18.
[23]
Toplu Eserler’in ikinci ve dördüncü ciltlerinin tamamı, yirmi üçüncü cildin
önemli bir kısmı ve bazı eserleri bu dönemde kaleme alınmıştır. Bkz.: Coll..
II, s. 279. Bu dönemde katıldığı toplantılar konusunda yarıda kalan ve
Toplu Eserler’in yirmi üçüncü cildinde yer alan Sohan-e Adem eserine
bakılabilir.
[24]
Yad Nameh Shahid Javid. s. 55.
[25]
Collected Works. Cilt. I, s. 263.
[26] Burada Şii inancında önemli bir yere sahip olan “on dört masum”un ölümünden ve diğer önemli isimlerin katledilmesinden bahsediliyor. İran’da Pehlevi dönemi boyunca Tahti, Behrengi, Ahmed gibi birçok ismin “gizemli ölüm”ü de bu bağlamda ele alındı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder