Aşağıda
Şapur Ravasani’nin Sowjetrepublik Gilan: Die Sozialistische Bewegung
im Iran seit Ende des 19 Jh. bis 1922 [“Gilan Sovyet Cumhuriyeti: 19. Yüzyılın
Sonundan 1922’ye Dek İran’da Sosyalist Hareket” - Basis-Verlag, Berlin
(Postfach 645, 1 Berlin 15), 1973, 638 sayfa] isimli çalışması ele alınacak.
* * *
“Bir İran masalı mı
anlatıyorum ben? Bizim birkaç yüz adamımız, Rusları oracıkta dağıttı. Bir gün
Merkez Komite’den bir telgraf geldi: ‘Bu kadar kayıp verdiğiniz yeter, İran’da
devrim sona erdi.’ Ama devrimi sona erdirmek için bile bizim Tahran’a gitmemiz
gerekiyordu.” [Yakov Blumkin, Komintern delegesi, aktaran: Victor Serge, Memoirs
of a Revolutionary, Londra, 1963, s. 256.]
Gilan:
Bir Simgeden Fazlası
Rus
Devrimi’ni takip eden dönem, Avrupa işçi hareketi içerisinde bugüne bile özel
bir yere sahiptir ve bu dönem, hâlen daha heyecan verici bulunmaktadır.
Merkezi
güçlerin çöküşü sonrası allak bullak olan dünyada, Petrograd ve Moskova’da
yaşanan olayların verdiği ilhamla, işçi iktidarının sınırlarını genişletmek
için bir dizi girişimde bulunuldu. 1919’da Berlin, Münih ve Budapeşte’deki
hamleler, 1919-1920’deki Torino sovyetleri bu girişimlerden bazılarıydı. Tüm bu
çabalar, karşı-devrimin isyancı güçlerince mağlup edildi. Yenilgilerin bedeli
çok ağır oldu. Bu bedeli sadece tek tek hareketler değil, Rusya’da devrim
sonrası kurulan rejim de gelişim süreci dâhilinde ödemek zorunda kaldı.
Spartakistler
ve Budapeşte milisleri, Avrupa işçi hareketinin hafızasında özel bir yere halen
daha sahipse de aynı şeyi, Haziran 1920’de İran’ın kuzeyindeki Gilan eyaletinde
kurulan, ertesi yılın Ekim ayında merkezi hükümet eliyle yıkılana dek on altı
ay varlığını sürdüren, isyancılar eliyle kurulmuş, Ortadoğu komünist
hareketinin tarihinde önemli bir yere sahip olan cumhuriyet konusunda
söyleyemiyoruz.
Ortadoğu
komünist hareketinin tarihi, çoğunlukla Avrupa ve Doğu Asya’daki hâkim devrimci
politikadan kopuk, yeraltında dağınık hâlde işleyen bir süreç olarak görülüyor.
Bu tespit, kısmen doğru. Bölgeyi etkileyen ve besleyen en önemli kanal, Doğu
Avrupa’da faal olan Yahudi militanların Filistin’e göçü ile oluşuyor. Fakat
Ortadoğu komünist hareketinin izole oluşu, sonradan yaşanan bir gelişme. Bu
yalnızlaşma, esasen Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkmış olan
hareketlerin aldıkları ilk yenilginin bir ürünü. Aynı durum, Avrupa için de
geçerli. Yenilgi, eski imparatorlukların yıkıldığı koşullarda, Rus Devrimi’yle
yakından bağlantılı olan süreçte gerçekleşiyor. Türkiye ve İran’daki
hareketler, Avrupa’daki militan öncülerin oluştuğu koşullara benzer koşullarda
inşa ediliyorlar. İran’daki hareket, bu yıllarda İranlı proleterlerden oluşan
önemli bir gücü harekete geçiriyor.
Gilan
Cumhuriyeti, İran’da devrimci hareketin fitilini ateşledi. Bu süreçte Asya, ilk
komünist partisinin kuruluşuna, kızıl bayrağın devlet iktidarına yönelik
örgütlü kalkışmanın bir parçası olarak, Ortadoğu toprağına ilk kez dikilişine
şahit oluyor. Tıpkı Orta Avrupa’daki ayaklanmalarda olduğu gibi bu hareketin
yaşadığı yenilgiyle birlikte savunmaya çekilmiş güçlerin gizli faaliyetleriyle
tanımlı dönemin başladığını görüyoruz. Bunun neticesinde, mevcut potansiyel
ortadan kalkıyor, bu gelişme, Rusya’nın kuşatılmasına katkıda bulunuyor,
neticede İran KP’si, tümüyle SBKP’ye tabi hâle geliyor.[1]
Kısa
süren bölgesel bir olgu olarak Gilan Cumhuriyeti, antika meraklılarının ilgi
duyacağı veya sembolik değere sahip bir mesele değil. Avrupa’daki olaylar gibi
bu da sömürgeler dünyasındaki komünist hareketin tarihi bağlamında önemli
konuların gündeme gelmesini sağlamıştır. Bu konular, sömürge ve yarı-sömürge
ülkelere uygun sınıfsal ittifak biçimleri, devrimci mücadelede tarım sorununun
yeri, anti-emperyalist mücadeleyle toplumsal açıdan devrimci mücadele
arasındaki bağlar, bölgesel bir isyanı ülke genelini kuşatacak bir harekete
dönüştürme meselesi, İslam diniyle ve Müslüman din adamlarıyla ilişki gibi
başlıkları içerir.
Gilan
deneyimi, aynı zamanda sömürgeler dünyasını aşan bir meseleyi, bir ülkede
verilen devrimci mücadelenin zaten kurulmuş olan devrimci devletin
politikalarıyla ilişkisi meselesini gündeme getirmiştir.
Gilan’daki
Rus desteğini arkasına almış olan hareket, bir süre sonra bu destekten mahrum
kalmış, Ruslar, neticede gidip Gilanlı devrimcilerin karşı olduğu merkezi
hükümetle anlaşmıştır. Bu politika değişikliği, ne Stalinist yozlaşmaya
tanıklık edilen dönemde ne de Mao’nun Üç Dünya Teorisi’ni dile getirdiği
dönemde meydana gelmiştir. Değişiklik, tam da Rus partisi içerisinde Lenin ve
Trotskiy’nin nüfuzunun zirvede olduğu dönemde yaşanmıştır. Bu durum, Rusların
politikasının meşru olduğunu göstermez. Devrimci hareketlerle devletler
arasındaki bağlara dair ilginç bir örneğe tanık olan Gilan, enternasyonalist
dış politika anlayışı konusunda genel bir anlayışa varmamızı mümkün kılacak bir
olgudur.
Tüm
cesaretine karşın Gilan Cumhuriyeti, aynı zamanda İran’daki devrimci hareketin
tarihi açısından da önemlidir. Haziran 1920’de İran Komünist Partisi’nin
kurulacağı genel bağlamı temin eden cumhuriyet, aynı zamanda Latin Amerika veya
Uzakdoğu ile bağlantılı olan radikal kır gerillası hareketlerine benzer bir
örneğin içerisinde Ortadoğulu komünistlerin aktif olarak yer aldığı ilk ve tek
faaliyettir.
Komünistlerin
radikal milliyetçilerle kurduğu ittifak, 1906 sonrası ortaya çıkmış olan
anayasa hareketinin sol kanadının bir ürünüydü. Bu anlamda, Gilan Cumhuriyeti,
bahsi edilen kalkışmanın toplumsal açıdan devrimci potansiyelini temsil
ediyordu. 1921’de yüzleştiği yenilgi, Avrupa’da da benzerlerini gördüğümüz
anayasa hareketinin sonuna işaret etmekle kalmadı, aynı zamanda yeni bir
karşı-devrimci rejimin kurulacağı süreci başlattı.
1921
yılı, İngilizlerin Kuzey İran’da devrimci hareketi ezmek için iktidara taşıdığı
askeri diktatör Rıza Han’ın öne çıktığı yıldı. Elli sekiz yıl sonra Pehlevi
hanedanlığının yıkılması sonrası, proleter ve devrimci geleneği hatırlamak
gerekiyor. Zira o hanedanlık, tam da söz konusu geleneği tarihe gömmek için
kurulmuştu.
İlk
ortaya çıkan hareketlerin bastırılması üzerinden Pehleviler, kendi konumlarını
güçlendirmekle kalmadılar, aynı zamanda ilerici olmayan muhalif akımlarının
gelişip serpileceği politik bir boşluğun oluşmasına neden oldular. Ayetullah
Humeyni ve arkadaşlarının bizi İran’da geçerliliği olan yegâne politik
muhalefet geleneğini temsil ettiklerine inandırmaları, tam da bu boşlukta
mümkün olabildi.
Gilan
Cumhuriyeti’nin Yükselişi ve Çöküşü
Gilan
Cumhuriyeti, İran siyasetindeki iki farklı radikal eğilimin bileşkesini ifade
ediyordu.
İlk
hareket, Kafkasya’da çalışan İranlı göçmen işçiler içinden çıkan devrimci
sosyalistlerce inşa edildi. Bu isimler, 1904’te Gürcülerle ve Azerilerle
birlikte Himmet Partisi’ni kurdular. Anayasa devrimi süresince sosyal demokrat
örgütler, Kuzey İran şehirlerinde pıtrak gibi çoğaldı. Bu örgütlerden biri
Tebriz’de Kautsky ve Plehanov ile mektuplaşıyor, aynı zamanda Himmet’le ve
Rusya’da yeraltında faaliyet yürüten devrimci örgütlerle temaslar kuruyordu.[2]
1916’da
herkesi kucaklayan bir parti kuruldu. Rusya’daki işçiler yanında, İran’da
yeraltında faaliyet yürüten işçilerin kurduğu, Adalet Partisi ismini alan
partinin 1917’ye gelindiğinde toplam 6.000 civarında üyesi olduğu iddia
ediliyordu.
İran’da
bir başka akım ortaya çıktı. Gilan’da toprak sahibi bir ailenin yanında çalışan
bir adamın oğlu olan Küçük Han’ın liderlik ettiği bu hareket, anayasa devrimine
destek veren devrimci harekete mensup radikal bir hizbin ürünüydü. Cengeliler
olarak da anılan İttihad-ı İslam örgütü, 1911 yılında kurulmuştu. Milliyetçi
olan örgütün amacı, ülkedeki İran ve Rus nüfuzuna son vermek ayrıca şahın
otokratik idaresini yıkmaktı. Yoksullara fayda sağlayacak reformların
yapılmasını talep eden hareket, bu reformların ne olduğu konusunda net
değildi.[3]
Birinci
Dünya Savaşı süresince Küçük Han ve 5.000 kadar takipçisi Gilan’ın ormanlık ve
dağlık bölgelerinde konuşlandı. 1917 sonrası İngilizlerin ve Beyaz Rus
güçlerinin Kuzey İran’ı Bolşeviklere saldırmak için bir tür üs olarak
kullandığı koşullarda Küçük Han, tıpkı 1918 sonrası Polonyalıların
mücadelesinin Rus cephesi boyunca yaşanan olaylarla ilişkilenmesinde olduğu gibi,
bir şekilde Rusya’daki iç savaşa dâhil oldu.
Bahsini
ettiğimiz iki eğilim, Mayıs 1920’de iç içe geçti. Bu kaynaşmanın gerçekleştiği
zemin, Bolşevik donanmasının Hazar Denizi’ndeki Enzeli limanını ele geçirmesi
ile birlikte oluştu. Sonrasında Küçük Han güçleriyle 2.000 kadar Adalet Partili
bir araya geldi ve hep birlikte bu insanlar, 5 Haziran’da Gilan Cumhuriyeti’ni
ilân ettiler. Her ne kadar Bolşevikler, İran’da aktif bir rol
üstlenmeyeceklerini söyleseler de devrimci hareketi desteklediler. Bu desteğin
verilmesindeki amaç, İngilizleri ülkeden kovmaktı.
Haziran
1920’de Adalet Partisi, Enzeli’de kongresini düzenledi ve ismini İran Komünist
Partisi olarak değiştirdi. 2.000 kadar üyeyi temsilen 48 delegenin katıldığı
kongrede program tartışıldı. Ardından da toprak reformu, anti-emperyalizm ve
Bolşevik devrime destek konusunda partinin çizgisine dair görüşler paylaşıldı.
Böylelikle “İran’ın sovyetleştirilmesi” konusunda ilk adım atılmış oldu.
Her
ne kadar yeni kurulan İKP ve Küçük Han, bir koalisyon hükümeti kursa da
aralarında somut bir anlaşma bulunmamaktaydı. Zamanla aralarında sorunlar
çıkınca Küçük Han, toprak reformu programını fazla radikal bularak, tepkisini
göstermek adına, yeniden dağlara çekildi.
İKP
ise bu dönemde Gilan’a sıkışmamak, devrimci hareketi tüm ülkeye yaymak
istiyordu. Fakat Ağustos 1920’de Tahran’ı ele geçirmek için harekete geçen
parti güçleri mağlup edildi.
Bu
yenilgilerin sonucu olarak Rus partisi, İKP ve başında Sultanzade’nin bulunduğu
merkez komitesine baskı uyguladı. Neticede Ekim 1920’de yeni bir merkez komite
teşkil edildi. Bu değişikliğin altında, o dönemde Kafkas siyasetinden sorumlu
olan Stalin’in imzası vardı. Atılan adım, ne Moskova’daki liderlerin ne de
Komintern’in onayını almıştı.
Başında
Haydar Han Emmioğlu’nun bulunduğu yeni komite, radikal bulunan toprak reformu
programını askıya aldı, Küçük Han’la yeniden ilişki kurdu. Ancak Mayıs 1921’de
Küçük Han güçlerinin Gilan hükümetine yeniden dâhil olduğu koşullarda
devrimciler karşılarında, Tahran’da başını Rıza Han’ın çektiği, yeteneklerini
ve imkânlarını artırmış bir merkezi ordu buldular. Bu yeni kurulan askeri
rejim, Ağustos 1921’de Tahran’a ikinci kez yürüme girişiminde bulunan Gilan
güçleriyle mücadele etti, bu güçleri Küçük Han’la yapılan görüşmelerle bölmeye
çalıştı. Ancak bu görüşmelerden bir sonuç alınamadı. Tam da bu dönemde Küçük
Han, İKP’den bir kez daha koptu. Eylül ayı içerisinde parti lideri Haydan Han’ı
öldürttü. Ekim ayında, devrim kampının bölündüğü koşullarda Rıza Şah’a bağlı
güçler, Gilan’ı ele geçirdiler. İKP liderleri Rusya’ya kaçtılar. Merkezi
hükümetle uzlaşma yolu bulamayan Küçük Han, dağlarda kaçak hayatı yaşamaya
başladı. Neticede kış ayları içerisinde donarak öldü.
Gilan
Cumhuriyeti’nin kaderinin değişmesine neden olan en önemli gelişme, Rusların
İngilizlerle ilişkiler ve Tahran hükümetiyle ilişkiler konusunda geliştirdiği
siyasette yaşanan değişimdi. 1919’da ve 1920 başlarında Ruslar, İran hükümetine
düşmanlardı. Ruslar, bu hükümeti İngiliz emperyalizminin bir aracı olarak
görüyorlardı. Tek umutları, onun yıkılıp yerine Rusya’ya sempati duyan bir
hükümetin kurulması yönündeydi. Üstelik bu yeni hükümetin milliyetçi
anti-emperyalist bir hükümet olmasının veya İKP liderliğinde hareket eden
devrimci bir hükümet olmasının da bir önemi yoktu. Rusya’ya göre asıl amaç,
İngilizlerin İran’daki nüfuzunu kırmaktı. Bu ise askeri saldırıdan ziyade
Londra ve Tahran’la yürütülecek müzakerelerle mümkündü.
1921
baharında Ruslar, İngilizlerle ve İran hükümetiyle anlaşmalar imzaladı.
Karşılığında, bu ülkelerden Rusya’nın içişlerine karışmama garantisi aldılar. Ruslar
da anlaşma gereği İran’ın tarafsızlığına saygı duyacaktı. İngiltere’yle imza
edilen ve ticaret meselesine odaklanan anlaşmada, Bolşeviklerin Asya’da İngiliz
karşıtı propaganda faaliyeti yürütmemeyi taahhüt etmesine dair bir madde yer
alıyordu. Rıza Han’la imzalanan anlaşmada ise Rus askerlerinin Gilan’dan
çekileceğine dair taahhüde yer verilmekteydi. Askerlerini çekmek suretiyle
Ruslar, Gilan Cumhuriyeti’ne sunduğu desteğe son vermiş oldular. Bir yandan
Gilan’daki hareketle merkezi hükümeti uzlaştırmaya çalışan Ruslar, bu konuda
hiçbir sonuç alamadılar. Rus KP’sinin Bakû seksiyonundaki tepkilere rağmen
Ruslar, güney komşusunun tarafsız kılınmasına dönük genel kampanyasının ihtiyaç
duyduğu adım dâhilinde, İran’da oluşmuş devrimci kurtarılmış bölgenin imhasına
onay verdi.
Ravasani’nin
Analizindeki Zayıf Yönler
Bahsini
ettiğimiz olaya dair birbiriyle çelişen değerlendirmeler kaleme alınıyor.
İranlı milliyetçiler, komünistler, İran solu, Sovyet tarihçiler Gilan
Cumhuriyeti’ni farklı değerlendiriyorlar. Dolayısıyla, Batı’nın diline ilgili
cumhuriyet farklı içerik ve biçimlerle dâhil oluyor.
Şapur
Ravasani’nin kitabının önemli bir kısmı, Gilan dönemi öncesi tarihi ve ekonomik
koşullara odaklanıyor. Gilan ile ilgili bölümlerde ise yazar, bu hareketin
yenilgisini iki ana sebebe bağlıyor.
1.
İran Komünist Partisi’nin Temmuz-Ekim 1920 döneminde uyguladığı siyaset: Yazar
bu bağlamda, aşırı solcuların Rusların geliştirdiği politik programları çok
farklı koşullara sahip olan İran’a mekanik bir tarzda uygulamaya çalışmaları üzerinde
duruyor. Neticede yazar, Küçük Han’ın temsil ettiği “milliyetçi-devrimci”
akımla çalışmanın hata olduğunu düşünüyor (s. 267-272).
2.
Rusların Gilan’da genel politikalarının emirleri uyarınca hareket etmesi: İlk
başta Gilan hareketini destekleyip cesaretlendiren Ruslar, sonrasında onu
İngilizlerle iyi ilişkiler kurmak adına feda ediyorlar (s. 354-5).
Ravasani’nin,
dönemin devrimci hareketini alan ve yaklaşık 300 sayfa tutan belgeleri içeren
kitabı İran’da ilgili dönemde mevcut olan döneme dair görüş ve fikirleri bir
araya getiriyor. Marksist terimlere başvuran tartışmasında yazar, Lenin’in “milliyetçi
devrimci” liderlerle işbirliğine dair tavsiyesini önemsememesi sebebiyle İKP
lideri Sultanzade’yi ağır bir dille eleştiriyor. Onca aktarıma ve belgeye
rağmen, eleştirisinin birçok yönü okuru ikna edecek düzeyde değil. Şeklen
materyalist ve devrimci bir çerçeveye sahipmiş gibi görünen analizinin ardına
bakıldığında, idealist, olumsuz manada, milliyetçi kimi unsurlara rastlanıyor.
Ravasani’nin
analizindeki ana sorun, konuyu ele alan diğer birçok çalışmada da karşımıza
çıkıyor. Bu anlamda kitap, Gilan hareketini politik ve uluslararası gelişmeler
bağlamında özgül bir yere oturtuyor. Ama bunu yaparken, Gilan’daki özel sosyo-ekonomik
koşulları analiz etmiyor. Oysa Küçük Han hareketinin niteliğini anlamak ve
Gilan’da devrimci koşulların ülkenin geri kalanında ne ölçüde varolduğu
konusunda hükümde bulunmak için bu analiz şart.
Ravasani,
bize Küçük Han ve İKP’nin İran’da devrimin nesnel koşullarının bulunduğunu, ama
bunun salt iradeci bir tarzda dile dökülemeyeceğini söylüyor (s. 285). Döneme ait
kimi kaynaklarsa Gilan’ın ülkedeki eyaletler içerisinde özel ve müstesna bir
yere sahip olduğunu ortaya koyuyorlar.
O
dönem 350.000 civarında nüfusu bulunan Gilan, İran’ın geri kalan kısmından
farklı kimi özelliklere sahip: sık ormanlarla kaplı olan bölgenin yerli halkı
Farsçanın özel bir lehçesi olan Gilaki’yi konuşuyor. Daha da önemlisi, ekonomisi,
1870’lerde Rusya ile temas kurulması üzerinden dönüşüyor. Bu ekonomide pirinç
gibi ürünlerin ihracatı ile çay gibi ürünlerin ithalatı önemli bir yere sahip.
Bölgede
ilgili dönemde kapitalizm öncesinden kalma kırsal ilişkiler ortadan kalmakta. Topraksız
emekçilerin sayısı giderek artıyor. Şehirlerdeki tüccarlar, kırsal ekonomide
önemli bir güce kavuşuyor. Kapitalizmin gelişimiyle birlikte toplumda yaşanan
sınıfsal ayrışma, ülkenin geri kalan kısmına nazaran daha net ve güçlü bir şekilde
hissediliyor. Rusya ile kurulan sıkı ilişkilere bağlı olarak 1920 yılında Gilan,
Rus devrimi ardından mevcut ekonomik bağların kopmasından olumsuz yönde
etkileniyor.[4]
Kırsal
hareketlerin yüzleştikleri ana sorunlardan biri de kendilerini üreten koşulların
sınırlarını aşamıyor olmaları. Bu tür hareketleri ve mücadeleleri ülke geneline
teşmil etmek güç bir iş. Umman’da kısa süre önce tanık olduğumuz devrimci
hareket, bunun bir örneği. Güneydeki Zofar kentinde ortaya çıkan hareket,
ülkenin kuzeyine sıçrama imkânını bir türlü bulamadı.
1945
sonrasında Filipinler’de mücadele yürütmüş olan Huk gerillaları [“Halkın
Japonya’yla Mücadele Ordusu”] da benzer bir kısıtlılık haliyle yüzleştiler. Bu hal,
onların ölümüne neden oldu. Afrika ve Latin Amerika’da da aynı sorunla uğraşmak
zorunda kalan çok sayıda örgüt ve hareketten bahsetmek mümkün.
Görebildiğimiz
kadarıyla Gilan’daki koşullar, köylülük temelli gerilla savaşı için gerekli,
klasik koşulların bir kısmını karşılıyor. Küçük Han hareketi, bu koşulların
ürünü. Ama gene de hareket, ilgili koşulların sınırlarını aşamıyor. Ravasani’nin
kitabı, Gilan hareketinin bu yönünü hiç ele almıyor.
Hareketin
bölge bağlamını aşmasının imkânsız olduğuna dair iddia temelsiz, aynı zamanda,
bunu yapabileceğine dair varsayım da soyut. Küçük Han ve İKP’nin önermesini
ispatlamak için o dönemde İran’da faal olan sosyo-politik güçlere dair genel
bir fikrimiz olması gerekiyor. Ravasani gibi Küçük Han ve İKP’nin sunduğu
fikirler de şematik olmaktan kurtulamıyor.
Ravasani’nin
değerlendirmesindeki ikinci önemli sorun, onun İKP içi ayrışmalara dair tarifi ve
“aşırı sol” çizgiye yönelttiği eleştiri. Bu eleştirinin milliyetçi bir temayül
üzerine kurulu olduğunu görmek gerekiyor. Zira yazar bir yerde, Sultanzade’nin
ve örgütünün Bolşeviklerin düşünsel ve örgütsel etkileri neticesinde hatalı bir
analize imza attığını tespit ediyor.
Ravasani,
İKP’nin “İran toplumuna yabancı bir yapı” olduğunu düşünüyor (s. 267). O
dönemde İKP, İran toplumunu yanlış yorumluyor, şematik analizler yapıyor,
buradan da partinin programının da eylemlerinin de gayrimeşru olduğu sonucuna
ulaşılıyor. Ama Ravasani, burada durmuyor ve sorgulanması gereken şeyler
söylüyor. Örneğin, Sultanzade’nin Rusların kullandığı bir alet olduğunu söyleyen
Ravasani, kendi değerlendirmesinde, Komintern’in ikinci kongresinde Lenin’in
karşısına dikilmeye hazır olduğunu ortaya koyuyor, buradan da Ekim 1920’de
Haydar Han’ın Rus komünistlerinin baskısıyla İran komünist hareketinin başına
geçirildiğini söylüyor. Ravasani’nin iddia ettiği gibi örgütsel düzeyde net ve
açık olan bu ilişki, esasında politik düzeyde o kadar aleni değil.
Ravasani,
İKP’nin İran’da toplumsal devrimin vaktinin gelmediğini düşündüğünü, partinin
İngiliz emperyalizmine karşı milli burjuvaziyle ittifak kurulmasına dair
ihtiyacın bilincinde olduğunu söylüyor.[5]
Ravasani,
özünde Haydar Han’ın politikalarına onay veriyor. Ama bir yandan da Haydar’ın
partideki Rus nüfuzunun örgütsel düzeyde ortaya koyduğu bir ürün olduğunu söyleyen
de kendisi. Bu anlamda yazar, Sultanzade’yi Haydar kadar dikkatli analize tabi
tutmuyor.
Eylül
1920’deki Bakû Doğu Halkları Kurultayı’nda Haydar Han, Bolşeviklere İranlıları
emperyalistlere karşı silahlandırmaları çağrısında bulunuyor ve “Kuzey İran’daki
sovyet rejiminin Tahran’ın üzerine yürümeyi planladığını” söylüyor (s. 326).[6]
Ravasani, farklı milliyetçi örgütlerin varlığını tanıyan bir cumhuriyetin Rus
etkisiyle talep edildiğini söylerken, bir yandan da Haydar Han’ın “birleşik
cumhuriyet” kurulmasına dönük vurgusuna destek veriyor. Eğer Rus nüfuzu ve
etkisi, hareketi yanlışa sürüklemişse o vakit İranlı milliyetçilerin konumu da
yanlış.
İran
solunun milliyetler meselesinin derinliğini idrak edememiş olması, bugüne dek
işleyen süreci bir biçimde etkiliyor. Milliyetler denilen bomba, nihayetinde
Şah’ın ülkeyi terk etmesi ardından patlıyor. Bu gelişme, İran’ı Rusya’ya
milliyetler bağlamında bağlayan gerçek benzerliklerin somut bir kanıtı aslında.
Ravasani,
İKP ve Küçük Han arasındaki çelişki konusunda net hiçbir şey söylemiyor. Bildiğimiz
kadarıyla iki taraf ta birbirini suçluyor. Sonrasında Sovyet tarihçileri,
Sultanzade karşıtı bir dil tutturuyorlar. Buna karşın, gerçekte olan biten
konusunda detaylı bir değerlendirmeye sahip değiliz. Örneğin, toprakların
yeniden dağıtılması politikası, toprağın gerçekte nasıl dağıtıldığı, İKP’nin
pratikte nasıl bir “din karşıtı” politika uyguladığı konusunda hiçbir şey
bilmiyoruz.[7] Aynı şekilde, Küçük Han’ı savunmasına rağmen Ravasani, kitabında
onu net bir değerlendirmeye tabi tutmuyor. Görünen o ki yazar, Küçük Han’ı
seviyor, İKP’ye ise öfkeli. Oysa biz biliyoruz ki İKP ile Küçük Han,
Bolşeviklerin İngilizlere yönelik düşmanlığı temelinde ittifak kuruyor. Bu
noktada Ravasani, İKP’nin analizinin karşısına herhangi bir analizle çıkamıyor.
Ravasani,
Bolşeviklerin İran üzerindeki etkilerinin sonuçlarını değerlendiriyor ama bu
değerlendirme, aradaki ilişkinin pozitif sonuçlarını görmezden geldiği için tek
taraflı. Her şeyden önce yeraltında faaliyet yürüten komünistlerin müdahalesi
ve onlarca yıl Rusya’da çalışan İranlı göçmen işçilerin varlığı olmasaydı, İKP
diye bir şey olmazdı. Gilan Cumhuriyeti de o dönemde İngilizlerin Bolşeviklere
yönelik saldırıları neticesinde Rus iç savaşının Kuzey İran’a uzanması sonucu
kurulabildi.
Ravasani,
kendi değerlendirmesi dâhilinde, Sultanzade ve Haydar Han’ı karşı karşıya getiriyor.
İKP politikaları konusunda ikazda bulunanın Ruslar olduğunu görmüyor. Bu değerlendirmede
Ravasani, tümüyle Rusları suçluyor. Oysa bu abartılı yaklaşım, ana meseleyi,
yani İran’daki devrimci hareketin gücünü görmezden geliyor. Yazar, ne Gilan’daki
koşulları, ne de harekete zarar veren unsurun geliştiği zemini analiz ediyor.
Komintern’in
hatalı görüşlerinin etkisi ve Rus askerlerinin yokluğu, Çin’deki komünist
partisinin 1927’deki yenilginin geride bıraktığı küllerden doğmasına ve ilgili
dönemde üs bölgeleri inşa etmesine mani olmadı. İran Komünist Partisi ÇKP’nin
yaptığını yapamamışsa bu, Rusların hatası kadar İran’daki koşulların
neticesidir.
İhanete
mi Uğradı?
Rusların
rolüne dair değerlendirme, başka bir soruyu sormamızı gerekli kılıyor: Ruslar,
İKP’ye askerlerini çekip Şubat 1921’de Tahran hükümetiyle anlaşma imzalayarak
Gilanlılara ihanet mi ettiler?
Ravasani’nin
eleştirisinin dayandığı ana önermeye göre Ruslara düşen, Gilan’daki hareketi kayıtsız
şartsız desteklemekti. Eğer öyleyse, o vakit 1921’de Gilan’dan çekilme kararı,
Rusya ve Çin’in devrimci hareketlere yönelik olarak sonradan
gerçekleştirdikleri “ihanetler”le aynı düzlemde değerlendirilmesi gereken bir
olay. Gilan’dan askerlerin çekilmesi, Stalin’in İspanya’da, Yunanistan’da ve
Polonya’da; Çin’in Sudan’da, Şili’de ve İran’da oynadığı rolle aynı düzlemde
görülmesi gereken bir hamle. Burada aslında tüm olası “yozlaşma” ihtimalleri
öncesinde, devrimci devletlerle devrimci hareketler arasında kurulacak
ilişkiler meselesinin üzerinde durulması gerekiyor.
Devrimci
devletler, devrimci hareketlere yönelik sorumluluklarına birçok kez ihanet
ettiler. Bu ihanetler dâhilinde enternasyonalist düzlemde sunulması gereken
politik ve maddi yardımları sunmadılar. Bu noktada dile getirilen, devrimci
devletin bekasının önceliğine dair argümanlara sıklıkla başvuruldu. Bu argümanlar
her durumda istismar edildi.
Esasen
bu düzlemde tehlikeli ve tuhaf bir yaklaşım sergileniyor, ardından da bu
yaklaşımın karşısına ilkeliymiş gibi görünen bir tür idealizm çıkartılıyor. Ama
çoğunlukla enternasyonalist yardımın ancak belirli koşullarda verilebileceği,
devrimci devletlerin her şeyi yapmalarının mümkün olmadığı, her fırsatta
devrimci hareketlere yardım sunamayacakları gerçeği unutuluyor. Bu tür yardımlar,
en genel manada, “beynelmilel düzeylerde sınıflararası güç dengesi”ne tabi. Devletin
içinde bulunduğu durum ve devrimci hareketin gücü, bu noktada belirleyici. Bu tür
argümanların istismar edilebildiğini, devrimci devletin yapacaklarının nesnel
sınırlarının bulunduğunu görmek gerek.[8]
Uç
bir örnek olarak şu olay aktarılabilir: Eylül 1973’te Küba, faşist darbeyle yüzleşen
Halkın Birliği hükümetinin ayakta kalmasına katkıda bulunmak için ülkeye
paraşütçü birliği indirebilirdi. Şu da başka bir örnek: Sovyetler veya Çin, Vietnam
Savaşı’na doğrudan müdahale etmek adına bu ülkeye donanmasını veya hava
kuvvetlerini gönderebilirdi. Ama bunların hiçbirisi olmadı. Olması gerektiğini kimse
söyleyemez. Çünkü o dönemde uluslararası planda belirleyici olan güçler dengesi,
buna izin vermiyordu. Küba, Rusya ve Çin bu adımları atsaydı, sonuçlarına
katlanamazdı.
Rusların
Gilan’dan çekilme ve Rıza Han hükümetiyle anlaşma imzalama kararına geri
dönelim. Gene aynı şekilde, uluslararası planda belirleyici olan güçler dengesi,
Bolşeviklerin Kuzey İran’daki askeri faaliyetlerini sürdürmesini imkânsız
kıldı. Bu anlamda, Rusların güçlerini çekmesi üzerinden onları “ihanet”le
suçlayan yaklaşım, yanlış, idealist bir enternasyonalizm anlayışının ürünüdür.
Rusya,
yedi yıl savaşmış, hâlihazırda iç savaşın yaşandığı bir ülkeydi. Bu anlamda,
İngiltere ve diğer ülkelerin dayattığı ekonomik ablukayı aşmanın yollarını
arıyordu. Aynı zamanda, bir düzine ülkenin karıştığı karşı-devrimcilerle
girişilen cenkle geçen iki yılın ardından Bolşevikler, İngilizlerin Türkiye,
İran ve Afganistan gibi sınır ülkeleriyle kurduğu emperyalist çıkar ilişkisinin
kesilmesinin ana mesele olduğunu tespit ettiler. Bu belirlenmiş olan amaç, bencilce
ve milliyetçilik üzerinden değil, Rus devriminin bekası için belirlenmiş bir
amaçtı. İran’dan çekilmeselerdi, bu amaç doğrultusunda ortaya konulan
çalışmalara zarar vermiş olurlardı. Ruslar, 1920’de İKP’ye sundukları yardımın
düzeyini muhafaza edecek güce ne içeride ne de dışarıda sahipti.[9]
O
zaman buradan Gilan hareketine bakmamız gerekiyor. Hareket güçlü olsaydı, Mayıs
1920’de ülke geneline yayılma imkânlarından faydalanabilirdi. İran’da gerçek
bir devrimci durum bulunsaydı, İKP’nin öncülük ettiği hareketin iktidara gelme
ihtimali söz konusu olsaydı, o vakit Ruslar, farklı hesaplar yaparlardı. O durumda
harekete sırtını dönmüş olsaydı, daha ağır bir sorumluluğu sırtına almak
zorunda kalırdı.
Rusları
Gilan’a ihanet etmekle suçlayanlar, ilkeli enternasyonalistler oldukları
iddiasındalar. Oysa yakından bakıldığında, bu yaklaşımın yüzündeki yaldız
kazındığında, o sırdaki milliyetçilik bir biçimde açığa çıkıyor. Bu milliyetçilik,
özünde Gilan deneyiminin dışarısı, özelde Rusların nüfuzu üzerinden başarısız
olduğunu söylüyor. Bu yaklaşımın sahipleri, bir devrimin mümkün olmasını
sağlayacak, ülke içinde varolan asli temeli değerlendirmeye tabi tutmadıkları
gibi, İran’daki hareketin çıkarları yanında, tüm beynelmilel komünist hareketin
çıkarlarını dikkate alan enternasyonalist bir değerlendirmede bulunmaktan
imtina ediyorlar.
Geçmişi
ve Geleceğiyle İran
Gilan
Cumhuriyeti’nin yenilgisi, Rusya haricinde devrimci girişimlerin, Almanya,
Macaristan, İtalya, Türkiye ve İran’da ortaya konulan iradenin yaşadığı toplam
yenilginin bir parçası. Bu yenilgi, basit bir yaklaşımla “Bolşeviklerin ihaneti”
meselesine bağlanamaz. Bağlayanlar, uluslararası planda belirleyici olan sınıf
güçleri arası dengede proletaryanın zayıf konumunu, Gilan’daki hareketin
sınırlarını, bölgesel kısıtlarını ve içteki ayrışmayı dikkate almıyorlar.
O
süreçte İngilizler, Şubat 1921’de darbe yapabildiler ve bu darbe, Gilanlıları
askerî açıdan hezimete uğratacak bir gücü bağrından çıkartabildi. Bu yeni
hükümetin ülkede İngilizlerin sahip olduğu askerî nüfuza son verebileceği
görülünce Bolşevikler, onunla içişlerine karışmayacağı taahhüdünü içeren
anlaşmayı imzaladılar.
O
dönem kurulan karşı-devrimci rejim 1979’da yıkıldı. Bugün İran, 1921’dekinden
sosyo-ekonomik açıdan çok farklı bir ülke. Buna karşın, Gilan’da gündeme gelmiş
olan politik meselelerin önemli bir bölümü tekrar açığa çıktı. Sosyalistlerle
milliyetçiler arası ilişkiler, laik ve dindar muhalefet arası ilişkiler,
bölgesel güçlerle milli güçler arası ilişkiler, İran’ın kuzey komşusuyla
ilişkiler gibi meseleler, devrim sonrası tekrar gündeme geldi.
1921’de
İKP’nin yaşadığı yenilgi ve sonrasında 1953’te Tude Partisi’nin yok edilmesi
neticesinde meydan dini muhalefete kaldı. Bugün bu muhalefet, İran siyasetinde 1890’lardan
beri sahip olduğu alandan daha büyük bir alanı işgal ediyor. Ama hareket,
etkisiz, kafası karışık ve anti-demokratik bir niteliğe sahip. Bu anlamıyla
İslamî hareket, İran’ın bugün yüzleştiği büyük sorunlara çözüm bulamaz. Bu,
ancak sosyalist bir programla mümkün.
Onca
yıl ezilen, sayısız ayrışma ve bölünmeyle uğraşan, Ortadoğu’daki en eski
sosyalist hareket, bugün İranlı işçileri ve köylüleri kazanma imkânına yeniden
kavuştu. Son otuz yılda Sovyet sınırlarında oluşan devrimci durum önemli
sonuçları doğurabilir.
Not
Ağustos
1979’da, yukarıda yaptığım eleştiriyi tamamladıktan sonra İran’ı ziyaret etme, Gilan’ı
kısa süreliğine gezme imkânı buldum. Gördüğüm kadarıyla Gilan Cumhuriyeti
döneminin tarihi halkta hâlen daha diri, aynı şekilde, o dönemin tartışmaları
farklı şekillerde hâlâ sürüyor.
Tahran’da,
Rus Savaş Anıtı’na uzanan Stalin Caddesi’nin adı Mirza Küçük Han Caddesi olarak
değiştirilmiş. Gilan eyaletinin idari başkenti Lahican’daki ana meydanda Şah’ın
Beyaz Devrimi’ne ait ilkelerinin kazılı olduğu kaidenin üzerine Küçük Han’ın
resimleri konulmuş. Son elli yıldır Bender (“Liman”) Pehlevi olarak bilinen Enzeli
Limanı, eski ismine yeniden kavuşmuş. Reşt sokaklarında işportacılar, Cengeli
hareketinin hatırasını yaşatmak adına, Cengel isimli radikal solcu gazetenin
nüshalarını satıyor. Gilan dönemini sadece sol hatırlamıyor. Müslüman radikaller,
İslam’la komünizmin zıt olduğunu düşünüyorlar. “Komünistlerin Sovyetler’e bağlı
Orta Asya ülkelerinde, Afganistan’da, Eritre’de ve Filistin’de Müslümanlara
zulmettikleri” üzerinde duruyorlar. Bu noktada Müslüman radikaller, Rusların
kontrolünde olan komünistlerin, Müslüman devrimci olarak kabul ettikleri ve
kahraman gördükleri Küçük Han’a ihanet ettiklerini söylüyorlar.
Fred Halliday
1980
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Gilan döneminin arka planına dair bilgileri şu çalışmanın birinci bölümünde
bulmak mümkün: Sepehr Zabih, The Communist Movement in Iran, Berkeley
& Los Angeles, 1966. Bu kitap, konuyu ele alan ve ana ölçüt olarak kabul
gören bir çalışmadır. Türkiye’de o dönemde komünist hareketin durumu konusunda
bkz.: George Harris, The Origins of Communism in Turkey, Stanford, 1967.
Gilan meselesi, bu dönemde Sovyet dış politikasını ele alan önemli çalışmalarda
da tartışılıyor: E. H. Carr, The Bolshevik Revolution 1917-1923, Cilt.
3, Londra 1953; Louis Fischer, The Soviets in World Affairs, Londra
1930; X. Eudin ve R. North, Soviet Russia and the East: 1920-1927,
Stanford, 1957. Gilan deneyiminin gündeme getirdiği teorik meseleler ve o
dönemde Sovyet stratejisinde Asya devriminin yeri meselesi, şu çalışmada
tartışılıyor: H. Carrere d'Encausse ve Stuart Schram, Marxism and Asia,
Londra, 1969.
[2]
Cosroe Chaqueri, La Social-Democratie en Iran, Editions Mazdak (Casella Postale
517, 50100 Floransa, Italya) ,1979. Bu çalışma, erken tarihte ortaya çıkmış
olan bu hareketin önemli belgelerini paylaşıyor. Bu belgeler arasında, Tebrizli
devrimcilerin Kautsky ve Plehanov’a yazdığı mektuplar ile Himmet partisinin
programatik hattına dair belgeler bulunuyor.
[3]
Cengeli programının ilk hali şu çalışmada paylaşılıyor: M. Marthcenko, “Kutchuk-Khan”,
Revue du Monde Musulman, Cilt. 4041, Eylül-Aralık 1920. Ravasani s. 585-7’de
programın 1920 halinin İngilizcesini paylaşıyor.
[4]
Gilan’daki ekonomik ve toplumsal koşullara dair bilgiler için bkz.: H. Rabino, Revue
du Monde Musulman, Cilt. 32, s. 1916-17.
[5]
Editions Mazdak [“Mazdek Yayınları”] Sultanzade’nin yazılarından oluşan bir
seçkiyi kısa süre önce yayımladı: Politische Schriften, Floransa, 1975.
Çalışmanın giriş bölümünü ve Sultanzade’nin hayat hikâyesine ait notları Hüsrev
Şakiri kaleme aldı. 1921’de Rusya’ya giden Sultanzade, kendisini siyaset
alanından çekti ve bir bankada çalışmaya başladı. 1928’de Komintern’in altıncı
kongresinde yeniden ortaya çıktı. Bankacılık alanında edindiği deneyimler
üzerinden, kongreye Buharin’in sunduğu, kapitalist dünyada finans sermayesinin
hâkimiyetiyle ilgili resmi tezlere itiraz etti. Aynı zamanda Sultanzade, Sovyetler’in
İran şahı Rıza Han’ı ilerici bir güç olarak tanımlamasına da karşı çıktı.
Otuzların başında politik sahneden silindi. 1938’deki tasfiye sürecinde
öldürüldü. Dolayısıyla, bu bağımsız kaynaklar, bize Sultanzade’nin Rus KP’sinin
yumuşak başlı bir aracı olduğuna dair tasviri kesinlikle teyit etmiyor.
[6]
Aktaran: N. Fatemi, A Diplomatic History of Persia, New York, 1952, 12.
Bölüm.
[7]
Bu dönemde sol, gerici kabul edilen ve toprak ağalarıyla bağlantılı olan
mollalardan oluşan azınlık hizbiyle yoksul sınıflara yakın olan mollaların
teşkil ettiği çoğunluk arasında ayrım yapmak gibi bir konuma sahip. Bkz.:
Ravasani, s. 74-76.
[8]
Bu tür bağlamlar dâhilinde, devrimci bir devletin desteğini geri çekmesi veya
kısıtlaması ile komünist bir harekete uygulanan baskıya maddi veya politik açıdan
onay vermek suretiyle gericiliğe sunulan aktif destek arasında ayrım yapmak
gerekiyor. Hitler-Stalin anlaşması, Çin’in üçüncü dünyadaki karşı-devrimci
eylemlere verdiği onay gibi örneklerin meşru görülmesi mümkün değil. ama
Ruslar, Gilan’dan çekildi diye suçlanamazlar.
[9] Sovyetler’in İran’da İngilizlerle yürüttüğü kavganın arka planı için şu çalışmaya bakılabilir: Richard Ullman, Anglo-Soviet Relations 1917-1921. Vol 3, The Anglo-Soviet Accord, Londra 1972, s. 317-394. Kitap, İngilizlerin Sovyetler’in İran’da oynadığı role dair algılarını, Rusların Tahran hükümetini tarafsız kılma girişimlerini ele alıyor. Sovyetler’in Gilan’la ilgili değerlendirmelerindeki değişimi ele alan genel bir inceleme için bkz.: Central Asian Review, Cilt. 4, 1956. Rusların bu döneme ve sonuçlarına dair yaklaşımını öğrenmek için şu kısa süre önce yayımlanan çalışmaya bakılabilir: USSR Academy of Sciences, Lenin and National Liberation in the East, Progress Publishers; Moskova, 1978, Onuncu Bölüm: “Leninist Foreign Policy and the Peoples of Iran in their Fight for Independence and Social Progress”. Ama bu çalışmada Gilan hareketi içindeki ayrışmalardan ve Sovyetler-İran anlaşması sonrası Gilanlıların başına gelenlerden hiç bahsedilmiyor. Çalışma, tüm Sovyet güçlerinin Mayıs 1920’de ülkeye adım attıktan hemen sonra İran’dan ayrıldığı imasında bulunuyor (s. 316). Kitap aynı zamanda Lenin’in Rus partisinin Bakû seksiyonu içerisinde Gilan’dan çekilme kararına karşı çıkanları disipline sokma girişimlerini ve bir yandan da Gilanlılarla aktif dayanışma üzerine kurulu ilişkilerini sürdürme çabasını övgüyle anıyor (s. 321). Makale, Şah’la Sovyet hükümeti arasındaki devlet dolayımıyla kurulan ilişkileri olumlu gören, ama bir şekilde, 1967 ve 1975’te Rusların İran hükümetine sattığı askeri teçhizattan hiç bahsetmeyen bir değerlendirmeyle son buluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder