İstanbul’da
1 Mayıs’a katılmaları nedeniyle gözaltına alınanlar adliyeye sevk edilince
İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri, adliye önünde yapılacak basın
açıklamasına çağrı yaptı. Sendikaorg’a konuşan bir ana, oğlunun 1 Mayıs’ta
Taksim’e yürüme çağrısına uyarak Saraçhane’ye gittiğini, evlerinin sabah beş
sularında basılarak oğlunun gözaltına alındığı bilgisini veriyor. Basın
açıklamasında konuşan KESK eşbaşkanı; ülkede açlık yoksulluk yaşandığını,
öğrencilerin barınma sorunundan dolayı yerleştiği üniversiteye kayıt
yaptıramadıklarını söylüyor. Megafonla konuşan platform sözcüsü ise “Bizi
yalnız bırakanlar oldu” diyor.
Oğlu
gözaltına alınan ana haklı. 1 Mayıs’ta Taksim’e yürümek için sendikalar, meslek
odaları ve CHP Saraçhane’ye çağrı yaptı ama onlardan kimse gözaltına alınmadı,
alanı terk edip kaçtılar. Platform sözcüsü de bu yüzden haklı, emekçiler alana
sıkıştırıldı ve Tertip Komitesi kaçtı. KESK eşbaşkanının ise söyledikleri doğru
fakat bu sorunların çözümü için attıkları bir adım yok.
Eğitim-Sen’in
öğrencilerin, DİSK ve KESK’in ise işçinin-emekçinin yaşadığı barınma krizine
yönelik bir çalışması yok. KESK eşbaşkanı, aynı zamanda bir eğitimci. Madem
öğrencilerin bu sorunları yaşadığını ve alana bu taleplerini dile getirmek için
geldiğini biliyor, neden öğrencilerini saldırıya açık hale getirip alanı terk
etti?
Tertip
Komitesi’ni oluşturan sendika ve meslek odaları başkanları adliye önündeki
açıklamada yok, sadece KESK eşbaşkanı var. Ayrı hareket ediyorsanız, o gün
neden otobüsün üstüne çıkıp yapılan anonsa ortak olup bu anonsu üyeleriniz
duysun diye görevlilerinizi alana yolladınız? Tertip Komitesi adına adliye
önünde açıklama yapıyorsanız, o zaman sorumluluğa ortaksınız demektir ve “omuz
omuza mücadeleyi büyütme” söyleminiz yine bir yalandan ibarettir.
Barınma
krizinin zirveye çıktığı İstanbul’da sendika olarak ne yaptınız? Hemen önünüzde
açıklama yapan platform sözcüsü haklı, onları yalnız bıraktınız. Hatta
Şişli-Beşiktaş hattından Saraçhane’ye kadar onlardan kaçtınız, kendi
bileşenlerinizden kaçtınız.
Platform
bileşenleri ve gözaltına alınanların mensup olduğu siyasi çevrelerin bir
gerçeği artık anlaması gerekiyor. Kendi üyesini kendisinin biçtiği kadere terk
eden Tertip Komitesi’ne sizden fayda da dayanışma da gelmez.
DİSK
başkanı doktor, patriyarka karşıtı TTB genel başkanı, insan haklarını sadece
belirli bir halkın hakları olarak milliyetçi politika yürüten İHD eşbaşkanı,
işçiler-emekçiler adına “hesap soracağını” iddia eden epik sesli TMMOB “lideri”
adliye önünde yok. Hepsi de sizden değil, sınıftan ve halktan kaçıyor.
Kurumuna
kayyım atanmasına direnemeyen TTB’den kimseye şifa gelmez. Depremle maden ocağı
göçüğüyle enkaz altında kalan halk için suspus olan TMMOB’un cetvelinden doğru
hesap çıkmaz. Ama bugüne kadar bu emek düşmanı politik anlayışları eleştiren ne
bir cümle eleştiriye ne bir cümle yazıya tahammül edebildiniz ama sizlere yakın
sendikal gruplar, KESK ve meslek odalarının yönetimini oluşturdu. Siz de
ihraçlar döneminde Saraçhane’deki kısmen birleşik direnişin benzerini
göstermediniz. “Bizi yalnız bırakanlar oldu” deseniz de siz de direnenleri
yalnız bıraktınız. Bu gerçekle yüzleşmek zorundasınız. Gerçek, kapınıza
dayandı.
Adliye
önünde CHP de DEM de yok. Her iki parti de kendi insanını taşıma kitle olarak
görüyor. Her ikisi de adliye önüne gelmezler. Evleriniz basılırken CHP de DEM
de yeni anayasa görüşmeleri yürütüyordu. 2019 seçimlerinde günlerce sandık
kurullarının önünde uykusuz nöbet tutup hatta saldırıya maruz kalanlar varken
İmamoğlu, aldığı seçimin tekrarlanmasına müsaade ederek hakkınızı
yedirmeyeceğini iddia ediyordu. İmamoğlu, siz adliyedeyken, Paris belediye
başkanını ziyaret edip proje ortaklığı geliştirmeye çalışıyordu. Aynı İmamoğlu,
neden anayasal bir hakkı bile savunmadan alanı sendikalarla ve genel başkanıyla
terk etti?
“Ergenekon
sürecinde Bursa Nutku var” diyerek hareket eden CHP’nin şimdiki genel başkanı, “ben
partimi tehlikeye atmam, partilimi bu tür olaylara karıştırmam” diyor. Öyleyse
neden insanlar sandık kurullarının önünde saldırıya uğradılar? Kılıçdaroğlu da
mühürsüz oyların geçerli sayılması karşısında partisini sokağa dökme nedeni
olarak duyumlarına göre provokasyon çıkacağını, kimsenin burnunun bile
kanamasını istemediğini söylüyordu.
CHP,
seküler sermayenin partisidir. Sermayenin dini ve milliyeti olmaz. Solun bu
gerçeği hatırlaması gerekiyor. Avrupa gezisi sırasında İmamoğlu, Avrupa Sosyalist
Partisi oturumunda, gittikçe sağcılaşan yönetimlere dikkat çekiyor ve ayakta
alkışlanıyor. Bunu, Türkeş’i rahmetle andığını dile getiren paylaşımlar yapan
İmamoğlu söylüyor. CHP’nin gerçeği bu. Koç grubu, CHP’nin yıllar sonra aldığı
Üsküdar Belediyesi’ne ziyarete gidiyor. 2019 yerel seçimleri sürecinde henüz
adayken Tunç Soyer, en büyük rüyasını paylaşıyor:
“Benim çok büyük bir rüyam
var. Bu rüya, Koç Holding’in genel merkezini İzmir’e taşıtmak. Tabii Koç
Holding bir sembol, Eczacıbaşı zaten İzmirliydi, İzmir’e dönecek. Vodafone,
Turkcell, Sabancı, aklınıza ne gelirse o şirketlerin yönetim merkezlerini
İzmir’e taşıtacak bir şehir hayal ediyorum ben. Bu, öyle bir ütopya falan
değil. Bu olay, yirminci yüzyılın başında Amerika’da olmuş. Birçok şirket,
yönetim merkezlerini New York’tan başka şehirlere taşımış. Starbucks’ın,
Boeing’in, Coca-Cola’nın merkezleri New York dışındaysa, Türkiye’nin büyük
şirketlerininki neden İzmir’de olmasın. Bir CEO düşün. Çocuğunun en iyi okulu
burada. Sağlık hizmetleri dünya çapında. Hafta sonu ofisinden çıktıktan sonra
Çeşme arabayla 45 dakika, Bodrum 2,5 saat. Bir gastronomi merkezi. Bugüne kadar
İzmirli genç, çalışmak için İstanbul’a gidiyordu, şimdi İstanbullu CEO,
çalışmak için İzmir’e gelecek. Ayrıca Türkiye’nin Silikon ve startup nabzı
burada, bu şehirde atacak.”[1]
Bu
rüya, Tunç Soyer'e değil, CHP’ye ait. O yüzden, yeni anayasa görüşmelerine
katılan Özgür Özel, Gezi tutuklularının durumunu dile getirdiğini söylüyor.
Saraçhane’de sığınılacak bir Divan Otel olsaydı, CHP alanı terk etmezdi. CHP de
Tertip Komitesi’nin temsilcileri de sendika ve meslek odaları da şu an
gözaltılar için o çok sevdikleri eylem biçimi olan hashtag’i bile açmazlardı. DİSK,
TTB, TMMOB başkanlarının sesleri çıkmıyor, çıkmaz.
Dün,
siyanürlü toprağın altından iki işçinin daha cansız bedeni çıkarıldı, TMMOB
nerede. TMMOB, kentsel dönüşümle yeni çizilecek projelerin karşılığı olarak ne
alacağının hesabını yapıyor. O yüzden, onlardan barınma krizi konusunda
açıklama yapması, adliye önüne gelmesi beklenemez.
TMMOB,
barınma krizinin dile getirilmemesi için KESK ve DİSK’e rapor verir. TTB de
okulların kapatılması için Eğitim-Sen’e rapor verir. Tertip Komitesi’nin durumu
da amacı da işçi-emekçi düşmanlığını sol içinden yürütmektir.
CHP
de DEM gibi Avrupa tarzı belediyecilik siyaseti yürütüyor. Bookchin’in yerelden
merkezi zorlama yönündeki ikili iktidar politikasını uygulamaya çalışıyor. Halk
TV’de yayınlanan Sınırsız programında halkın sandığa giderken
belediyecilikten çok ülke yönetimi için oy vermesini, globalleşmeye uygun
şekilde Batı belediyeleriyle ortak projeler yapıp gelir elde edilmesinin doğru
olduğunu, belediyelerin ülke siyasetine dair söz söylemesi gerekip sadece “kanalizasyon”
sorunuyla ilgilenmemesi gerektiği kitlelere aşılanıyor. Evet, ortada bir
kanalizasyon sorunu var, o da emperyalist kapitalizmdir.
Öte
yandan, ikinci bir gözaltı dalgasından sonra Halkevcilerin gözaltına alınmasına
rağmen Sendikaorg, basılan bir evde köpeğin korkudan kustuğunu, Ankara 1 Mayıs’ında
LGBT’nin “İşçiyim, ibneyim, patrona öfkeliyim” sloganlı pankartını paylaşıyor.
Sendikaorg’un sınıf kini ve 1 Mayıs anlayışı bu kadar: hayvan hakları ve cinsel
kimlikler mücadelesi. Saraçhane, sınıfın sözcüsünün CHP olması yönünde atılan
bir adımdır.
Aynı dil sorunu, solun geneline hâkim. Barikatın önünde yer alanlara Evrensel yazarı Nuray Sancar “gençler” diyor. Yani herhangi bir sınıf aidiyeti yok, sadece bir kuşak. Böylece öğrenci de olsa yetiştiği ailenin sınıfsal konumunu da bilinçlerden kaçırmaya çabalıyor çünkü sol, ailesiz bireyi hedefliyor. Sol, aynı siyasi çizgiden olmasanız bile politik bir dil kullanarak “dostlarımız, bileşeni olduğumuz platform üyeleri, işçiler-emekçiler” diyemiyor.
Bir önceki yazımızda, Saraçhane’de ortaya çıkan tablodaki birleşikliğin kendiliğindenciliğin ürünü olduğuna dair tespiti bu sebeple dile getirmiştik.
Gazete Yolculuk da
gözaltına alınan ve tutuklananlar için “yurttaş” diyor. Oysaki burjuva da
proleter de yurttaştır. Yurttaşlık, sınıfsal ayrımı düzleştirerek sınıf kinini
törpüler.
İşçiler-emekçiler
kendi vatanında kirada bile oturamıyor. Her gün emeği ve vatanı emperyalist
tekeller tarafından sömürülüyor. Yurtlaşmak, bir yer edinmektir. İşçiler-emekçiler,
yer bile edinemeyip kendi yurdunda köksüzleşiyorlar. “Yurttaş” denildiği anda CHP
siyasetinin dili ortaya çıkar. Aynı hataya düşülmüyor, aksine bilinçli bir
tercih yapılıyor. Saraçhane sürecinin özeti, CHP-HDP bileşeni tasfiyeci solun
tuzla buz olmasıdır.
Bugüne
kadar eğitimciler olarak her yazıda okulların duvarları faşist yazılarla
dolduruluyor, Ülkü Ocakları okullarda etkinlik düzenliyor, CHP-HDP, ırkçı
liderlerle ittifak kurup oy istiyor, barınma krizi ve açlık varken bu sollardan,
onların diliyle ifade edersek, “pazarlık” ticaretiyle yönetimine girdikleri
sendikalar ve meslek odalarından da ses çıkmıyordu. Sizi teslim alan politika
kendiliğindencilik, peşinden gittiğiniz parti ise CHP-HDP’dir. “CHP lideri
yürüseydi barikat açılırdı” popülizmine kapılıp geldiğiniz Saraçhane’nin hesabı
size bırakıldı.
Kim
kimi nerede ve nasıl bıraktı? Aslında neyi bıraktı? Bu soruların yanıtı için
bir anlatıya kulak verilebilir. Trabzon’un Rus işgalinden kurtuluş günü
stadyumda kutlanır. Şeref tribünündeki yaşlı bir gaziden konuşma yapması
istenir. Gazi kürsüye çıkar ve “O zamanlar ben on sekizundeyum. Rusları siperde
bekliyruk. Ruslar karşı tepeden/Yoroz Burnu’ndan görinince biz bi kaçayruk bi
kaçayruk, ardumuza bile bakmayruk” der. Bu konuşma üzerine kitle sessizleşir.
Kasveti dağıtmak için tekrar şiirler, coşkulu konuşmalar, şarkılar devreye
girer.
Bizim
yüzümüzü dönmemiz gerekenler; pazara getirdiği 50-60 yumurtanın 10’unu zor satabilen
köylüler, tarım ve ev işlerinde güvencesiz çalışan işçiler, emeği merdiven altı
tekstil atölyelerinde sömürülenler, maaşını ev kirasına yetirmeye çalışanlar,
yangınlarda ve göçüklerde katledilen işçiler, çocuğunu yanına alıp yüzünü akşam
karanlığında kapatıp pazar yerinden yiyecek toplayanlar, boyunun beş katı kâğıt
toplama aracını çekmeye çalışan çocuklar, güvencesiz çalışan kamu emekçileri,
aç yatan öğrencilerdir.
Karşısına çıkmamız gerekenler; emperyalizmin yerli işbirlikçisi tekelci burjuvazi ve onun
ortaya çıkardığı yozlaşma, uyuşturucu, kumar, fuhuş, çeteleşme, geleceksizleşme
gerçeğinin üstünü özgürlük diye kapatanlardır. Köpeğin korkudan ettiği
istifradansa alnından dökülen terin karşılığını alamadığı için öfkelenen işçiden-emekçiden
yanayız.
S. Adalı
6 Mayıs 2024
Dipnot:
[1] “Soyer: Külliye’ye Giderim, En Büyük Hayalim Koç”, 5 Mart 2019, Gerçekizmir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder