Filistin’deki Siyonist yerleşimci devletin tarihi,
onun göz diktiği toprakların sahiplerine karşı uyguladığı şiddetle tanımlıdır.
Siyonizme dair efsaneler uyduranları ve İsrail’in bağışlanabileceğini düşünen,
ona dair liberal Siyonist hayaller kuranları rahatsız etse de bu ifade, kişisel
bir görüş değil, sadece cehaletin, önyargının ve düz ırkçılığın ancak inkâr
edebileceği, tarih tarafından doğrulanmış, tartışılmaz bir gerçekliktir.
Aslında daha doğru ifade şudur: Filistin’deki Siyonist yerleşimci devlet, şiddetin ta kendisidir.
İsrail, tam da kendisini tanımlayan
ana özelliğin, doğasından kaynaklanan temel niteliğin üzerine inşa edilmiş, o
özellikten ve nitelikten kurtulması mümkün olmayan bir teşekküldür. O özellik
ve nitelikse varolmak için, topraklarını çaldığı Filistin halkına uyguladığı
sistematik şiddetle alakalıdır. Siyonist teşekkül, üstelik bu şiddeti sadece
Filistin halkına da uygulamamaktadır.
Bugün söz konusu şiddet Gazze’de, hayal edebileceğimiz
ve edemeyeceğimiz biçimler altında, kütlesel ölçekte uygulanmaktadır. Soykırım
boyutuna ulaşmış olan bu şiddet, giderek rutin bir hal almış, bununla kalmayıp,
saldırganlık, aşağılama, onur kırıcı davranışlar ve psikolojik işkence gibi
rezil ve kalleş biçimlere bürünmüştür.
7 Ekim 2023’ten beri zaten her daim varolan, önlenemez
hâliyle süren, tüm halka yönelik, artık soykırım boyutuna ulaşmış olan şiddet,
son yirmi-otuz yıl içerisinde çok daha fazla arttı. Bu türden kıyaslamalar, her
yönüyle kaba ve eksikse de İsrail’in bugün Gazze’ye yönelik gerçekleştirdiği dehşet
verici saldırı, kimi ölçümlere göre, 1948’deki Nekbe esnasında uygulanan şiddeti
ve gerçekleştirilen yıkımı ölçek ve yoğunluk açısından aşmış durumdadır. Filistin’in
bu sahil kentinde uygulanan şiddet, öyle ahlaksız, öyle vicdansız bir düzeye
ulaştı ki yaşanan olayları anlatan haberleri oradaki dehşeti biraz olsun idrak
edebilmek için birkaç kez okuma ihtiyacı duyuyoruz.
Çelişkili bir biçimde İsrail, gazetecilerin Gazze’ye
girişlerine mani oldu, Filistinli gazetecileri ve ailelerini katletti, ama bir
yandan da uyguladığı zulmün en çarpıcı kanıtlarını bize bizzat o zulmü yapanlar
sundu. Kendisine direnme cüretini göstermiş yerli halkın kanına susamış, onu
aşağılamak için çabalayıp duran faşist kitlenin gönlünü hoş etmek adına İsrail
askerleri, işledikleri suçların kanıtlarını sadistlere has bir keyifle
paylaştılar. Bu askerler ve onların paylaşımlarına bakan alçaklar, sürmekte
olan soykırım amaçlı şiddetin kanıtıdırlar. Bu kişiler, yerleşimci devletlerin sömürgeleştirdikleri
halklar üzerinde kurmaya çalıştıkları şiddete dayalı psikolojik hâkimiyetin
somuttaki tezahürleri. Aksa Tufanı operasyonunun bu hâkimiyetin temellerini sarsma
konusunda gösterdiği askeri başarı ve İsrail’in Gazze’de direnişi askeri düzlemde
mağlup edememesi ile birlikte söz konusu hâkimiyet, ortadan kalktı.
Bu dönemde dayanışma konusunda dört temel tespit
geliştirmek mümkün. Bu artık giderek berraklaşmış ve zihnime mıh gibi çakılan
tespitleri Filistin’le dayanışma hareketi içerisinde, zımnen ve alenen oluşan, salt
Binyamin Netanyahu’yu suçlayan, Filistin silahlı direnişini suçlayan veya
öğrencilerin teşkil ettikleri dayanışma hareketlerinin sloganlarını ukala bir
yaklaşım üzerinden eleştiren eğilimler ışığında, yinelemek gerekiyor. Bu
eğilimler, Siyonizmi özel bir yere yerleştirip pohpohlama alışkanlığının, zararlı
kimi yollardan, ona karşı verilen mücadeleyi boğduğunu ve elde edilecek zafere
mani olduğunu görmek gerekiyor.
Birinci Tespit: Filistinliler Silahlı Direniş Hakkına
Sahiptir
İsrail, Filistin halkına hayat ve onuru layık görmüyor.
Bu sömürgeci şiddetin ontolojisi karşısında Filistinliler, varlıklarını
savunma, devam eden mülksüzleştirme, sömürgeleştirme ve soykırım sürecine direnme,
silahlı mücadele dâhil, gerekli her türden araçla milli kurtuluşu için dövüşme konusunda
ahlaki, hukuki ve insani hakka sahip olan bir halktır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi veya diğer Batılı kurumlar
ne derse desin, zalimin şiddetiyle mazlumun şiddetini hiç kimse eşitleyemez,
kıyaslayamaz.
Sonrasında yaşanan çatışmaların habercisi olan Seyfü’l
Kudüs [“Kudüs’ün Kılıcı”] muharebesinin yaşandığı Haziran 2021’de Filistinlilerin
Direnme Hakkı’nı desteklemek için bir makale kaleme almıştım. O günlerde okumuş olsaydım, Rachel
Corrie’nin 2003’te Gazze’de İsrail ordusuna ait buldozer tarafından
katledilmesinden birkaç hafta önce annesine yazdığı şu güçlü sözleri yazıda
paylaşırdım:
“Hayatlarımızın
ve sağlığımızın boğazlandığı, o ufacık evlerde çocuklarımızla yaşarken, önceki
deneyimlerimizden askerlerin, tankların ve buldozerlerin her an gelip ürün yetiştirdiğimiz
tüm seraları yok edeceğini bilsek, elimizde kalan kırıntıları korumak için
hangimiz şiddete başvurmazdık? Onca yıl ilgilenilmiş, yetiştirilmiş olan
bostanları, seraları ve meyve bahçelerini görünce aklıma bu geldi. Sonra seni
düşündüm. Bunca o kadar şeyin yetiştirilmesinin ne kadar zaman alacağını,
sevgiyle harcanan onca emeği düşündüm. Bence aynı durumda olan birçok insan,
onları korumak için ellerinden geleni yapardı. Mesela Craig amca gözü gibi
korurdu onları. Muhtemelen Büyükannem de aynısını yapardı. Ben de.”
İkinci Tespit: Siyonizm Ortadan Kaldırılamayacak Bir
Günahtır
Filistin davasına desteklerimizi dile getirip ona dair
propagandayı çöpe atarken, Siyonistlerin insanı küçümseyen, duyguları
kendilerince maniple eden yaklaşımlarına, hezeyanlarına ve önyargılarına
hayatımızda zerre alan açmamalıyız. Siyonistin duyguları ve rahatı, en az bir
faşistin duyguları ve rahatı kadar saygıyı ve dikkati hak ediyor. Başka bir deyişle,
hiçbir şekilde hak etmiyor.
Siyonizm, zararlı bir kültürel kimlik ve dini
inançtır. O, tecrit edilmesi, karşı çıkılması ve mağlup edilmesi gereken, cani,
sömürgeci ve doğası gereği ırkçı bir politik ideolojidir.
Bu cümleyi okuyup şoke olanlar veya ondan hiç
etkilenmeyenler varsa demek ki bu kişiler, Siyonizmin faşizmin ve beyaz
üstünlükçülüğünün bir biçimi olduğunu henüz idrak edememişler.
Üçüncü Tespit: Kimse Kimsenin Sloganına Yasak Koymaya
Kalkmasın
Ezilenlerin dilinden dökülen hakiki hiçbir slogan, ezenlere
hoş gelmez. Dolayısıyla, Filistin kurtuluş hareketinin asli ve maddi arzularını
ifade eden sloganları ve terimleri kendince yasaklamaya çalışan veya açıktan
eleştiren, yüze dost görünen bir müttefik, gerçekte bu özgürlük davasını
desteklemiyordur, neticede bu kişilerin görüşleri, kesinlikle önemsenmemelidir.
Dördüncü Tespit: “İsrail”in Sonu Gelmeli
Yaygın olarak “İsrail” olarak bilinen Siyonist
teşekkül, ABD emperyalizminin kendi amaçları doğrultusunda yaşattığı bir
yerleşimci-sömürgeci projedir. Filistinlilerin, Suriyelilerin ve Lübnanlıların
toprağındaki geçici varlığı, en nihayetinde mağlup edilecek, son bulacaktır. Bu
kurtuluşa esas olarak sahada verilen kurtuluş mücadelesiyle varılacak, ancak o
gün gelene, Siyonist yerleşimci-sömürgeci devlet artık olmayana dek bize düşen,
Filistin’in varolma ve kurtuluş mücadelesine sorumluluklarımız, sahip olduğumuz
yetenekler ve içinde bulunduğumuz koşullar izin verdiği ölçüde katkı sunmaktır.
Nehirden Denize Özgür Filistin.
Louis Allday
24
Mayıs 2024
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder