Kriz
ve savaş koşullarındayız. Finansal krizin militarizasyonu beslediğine dair
tezler tartışılıyor bugünlerde.[1] Kâr oranlarının düştüğü, finans alanına
kaçıldığı, bu alana yönelik yatırımların silâh şahsında cisimleştiği iddia
ediliyor. Emeğin payı düşüyor, ücretleri ve hayatı eriyor. Toprak gaspları,
madencilik, bu koşullarda gündeme geliyor.
Bu
ülkede kriz ve savaşla bağlantılı gelişmeleri emperyalizm bağlamında
okumayanlar, ya cahil ya da hain. Emperyalizm, eksik ve yanlış
değerlendiriliyor. AKP’nin bu bağlamdaki yeri görülmüyor. AKP karşıtlığı
temelinde, gizliden ya da açıktan, emperyalizmden medet umulduğu için AKP’nin
varlığı yanlış anlaşılıyor. Bu nedenle, bu tür seçim momentleri ve sonuçları
yanlış değerlendiriliyor.
Bizim
Geert Wilders’in “devrim” saydığı gelişmeye sevinmemizi kimse beklemesin.[2] Bu
seçimin sonucunu “AKP’ye karşı Atatürk’ün zaferi” olarak okuyanlar, yalan
söylüyorlar. AKP’nin o Atatürk cumhuriyetine hizmet eden bir aparat olduğu
gerçeğini örtbas ediyorlar.
AKP
ve CHP’nin gerisinde bir devlet var. O devlet içi gerilimler, AKP ve CHP’yi var
ediyor. Onlara yön veriyor. 2019’da olduğu gibi bu seçimde de o devlet, çeşitli
müdahalelerle krizin ve savaşın yükünü taraflara dağıtma yoluna gitti. Neticede
seçim sonrası AKP saflarında “yanlış adaylar çıkarttınız” yaygarası
kopartılıyor. Onca yılın deneyimine sahip partinin aday tercihlerini yanlış
yapması imkânsız. Bunu, AKP’nin belediye seçimi sathından çekildiğinin delili
olarak görmek mümkün. Bu çekilme, devletin emri olmalı.
Ayrıca, bu ülkede istihbaratın eski adı “Seferberlik Tetkik Kurulu”. Bugün eski
genelkurmay başkanı “Ordu olarak biz Fethullah’a karşı koyamadık, Fenerbahçe
koydu” gibi komik bir açıklama yapıyor. Bu söze inanmamızı istiyor. “Kozmik
odayı açmak zorundaydım” diyor. Bu zorunluluk, iradenin başka ellerde olması
ile ilgili. O oda açıldığında bir isim TV’ye çıkıyor ve “Fethullahçıların bu
ülke işgal edildiği vakit devletin seferber edeceği, halk içine yerleştirilmiş
kadrolarının listesini almak istediğini” söylüyor. Bu liste bir Kurtlar Vadisi
uydurması mıdır, yoksa Kurtuluş Savaşı öncesinden beri gerçek midir, devletin
elinde gerçekten de yönlendirebildiği kadrolar ve kitleler var mıdır, seçim
sabahının ilk saatlerinde oya giden askerler, gerçekten AKP’ye mi yoksa CHP’ye
mi oy vermeye gitti, bilmiyoruz.
Neticede
AKP’nin “yanlış tercihler”i, kötü adayları nesnel planda CHP’yi ve kitlesini
krize ve savaşa ortak etti. İzleyen konumundan çıkarttı. Belediye seçiminin
sonucu, bu ortaklaşma sürecinin tamama erdirildiğini gösteriyor. Nesnel planda
CHP’nin eli artık taşın altında. Kriz ve savaş düzleminde CHP, kitlesinin hükümet
karşıtı pozisyonunu yalan da olsa korur, ama devlet karşıtı pozisyon almasına
asla izin veremez. Bu “zafer”, CHP’yi de dönüştürecektir. Dönüşümünü
hızlandıracaktır.
Devlet,
biz kriz ve savaş konusunda belirli sonuçları haberlerden okumazdan önce önlem
alıyor, hamleler yapıyor, kadrolar yetiştiriyor, kullandıklarını rafa
kaldırıyor. Ülkenin “kara kitle”sini AKP-MHP’yle, “mavi kitle”sini CHP’yle
tutuyor. Devlet, 2001 esnaf eylemleri veya Yozgat’ta çıkan isyan gibi olaylar şahsında,
o kara kitlenin neler yapabileceğini biliyor. Arada AKP ve kitlesinin de dayak
yemesi gerekiyor.
Bu
seçimde birden, son haftada bir dip dalganın açığa çıktığı söyleniyor. Devletin
bu tür ani sürprizleri kabul etmesi mümkün değil. Bu anlamda, “Devletten ve
sermayeden ari, azade, bağımsız bir AKP var ve ona geri attırmak görevimiz”
diyen, devleti ve/veya sermayeyi sütten çıkmış ak kaşık gören sol yanılsamadan
uzak durmak gerekiyor. Solun “bak” dediği yere bakmamak, “bakma!” dediği yere
bakmak şart.
Seçim
sonucu bağlamında bugünün sorusu şu: devlet ve sermaye, yıllardır aradığı, beklediği,
hayal ettiği “AKP tipi rejim”i yıkmaya hazır mı, gerçekten yıkmak istiyor mu?
Erdoğan denilen kişinin kaprislerinden ve heveslerinden bağımsız bir devlet var
mı? Varsa o devletin derdini, muradını anlamadan, sadece Erdoğan’ın mimik ve
jestlerine odaklanmak, siyaseten ve teorik olarak bize ne kazandırır? Bugün “Erdoğan
var, AKP yok” diyenler, o AKP’yi ve kitlesini yok etmek isteyen iradenin
sınıfsallığını hiç sorguladılar mı? O iradenin yok edilmesini Erdoğan da istemiş
olabilir mi? Onu “yüce bir dava adamı” gibi sunan yanılsama, sola ne etti
böyle?
Sol,
AKP’nin varlığını, 2006’daki Cumhuriyet gazetesinin attığı “Tehlikenin
farkında mısınız?” manşetiyle öğrendi. O manşetten beri AKP’yle mücadele
ediyor. Tüm gündemini rafa kaldırdı ve AKP’yi geriletmek için uğraşıyor. Tek siyaseti
bu. Onu bağdan ve bağlamdan kopuk ele alıyor. O manşetten önce AKP’nin liberal,
AB’ci, demokrat imajına aldandı, onunla birlikte yürüyebileceğini düşündü.
Gazetenin
o reklâmının altına bir de bir emir pusulası iliştirilmişti. Orada
“Cumhuriyet’inize sahip çıkın” yazıyordu. “Cumhuriyet” sözcüğünü takip eden
iyelik eki, bizi bir şeylere ortak etmek istiyor gibiydi. Kandık. Hiç bizim
olmayan, ağaların-paşaların olan düzene hep beraber bağlandık. O günden beri o
ağalar-paşalar tehlike dediği AKP’yle iş tuttu, güçlendi, bize onların
kâhyalığı ve bekçiliğini yapmak düştü. Biz marabaydık, onlar efendi. Cumhuriyetlerini
savunduk. Oysa Erdoğan da o savunmanın parçasıydı. İstediği zaman devletin
sahneden indireceği bir aparatıydı. Onun bir kitlenin, halkın, kolektifin,
tarihin sorumluluğunu, bilincini ve davasını üstlenmesi mümkün değil.
Kızıl
Goncalar diye bir dizi çekildi. AKP ile girişilen ağız dalaşı sonrası
bazı sosyalist örgütler, dizi için sokaklarda eylem bile örgütlediler. Bugün
galiba herkes, dizinin esasında bir “AKP” projesi olduğunu anlamış bulunuyor.
Dizi konusunda kopartılan fırtına dindi, yerini, dost sohbetlerinde yapılan
utangaç eleştirilere bıraktı.
Esasında
dizi, Birleşmiş Milletler bünyesinde başlatılan, kız çocuklarının okutulması
projesinin uzantısıydı. Bu ülkede Bahar ve İnci Taneleri gibi
diziler de dâhil, tüm diziler, devletin ve sermayenin planları uyarınca
çekiliyor. Feminizm de LGBT de veganizm de devletin projelerinin alt
başlıkları. Başka türlüsü olamaz. Bugün bu kesimler, polis ve zabıta eşliğinde,
onların koruması altında, şehirlerin parklarında bildiri dağıtıyorlar. Bir
plana ve projeye dâhiller. Kentler, toplumsal ilişkiler, hayat yeniden
düzenleniyor.
Kimse,
bu koşullarda, o BM projesi için Türkiye’de yapılan sempozyumun baş
konuşmacısının kim olduğuna bakmıyor: Emine Erdoğan. Dizi, AKP sayesinde
ortalıkta daha fazla görünür olan Müslüman ahalinin, sömürgeci ideolojisiyle
büyümüş kesimle barıştırılması ile ilgili bir planın parçasıydı. Dizinin ikinci
kesime, ana hedef kitleye izletilmesi için bir kayıkçı dövüşü organize edildi.
Sanki AKP diziden rahatsızmış gibi bir hava estirildi. Oysa onun da parçası
olduğu devletin bir işiydi bu dizi. Neticede toplum mühendisliği, kontrgerilla
talimnameleriyle birlikte icra edilmesi gereken bir işti.
Benzer
bir kayıkçı dövüşü, üç harfli zincir marketler için de organize edildi. Bu
marketler, “İngiliz sömürgesi” olan yanımıza uygun biçimde, İngiltere’den ithal
edilmişti. Zam yağmurunun ilk başladığı, insanların rafta ve kasada ürün
fiyatlarının farklı oluşunu kasiyere öfke kusarak protesto ettiği, gerilimin
tırmandığı bir dönemde “yalandan” bir atışma, ağız dalaşı organize edildi.
Hükümetin bu marketlerle kavgalı olduğuna dair bir izlenim yaratıldı. AKP’li
zaten ses çıkartmıyordu, CHP’li de “ya bunlar bizdenmiş” deyip, mevcut
ideolojik gerilim ortamında, market zamlarını sessizlikle karşıladı. Zamlara
yönelik öfke, bastırıldı.
Bu
belediye seçimlerini de buradan okumak mümkün. Orta Vadeli Program, Şimşek
adımları, bizzat “laik” sermayenin onayını aldı, yürüyor. AKP, Altılı Masa’nın
programında yazanlar, “faizleri yükseltin” diye bağıran CHP’li yazarların
önerileri uyarınca hareket ediyor. Böylece CHP kitlesinin de rızası alınıyor.
Altılı
Masa’nın dağılmadığı, seçim sonuçlarında görülüyor. Masa dağılmadığı gibi, AKP,
belki de bilinçli olarak, kitlesini sahadan çekiyor. Gerekli seçim çalışmasını
yapmayarak, alanı CHP’ye bırakıyor. Bu, CHP ve kitlesine kurulmuş bir “tuzak”
da olabilir. Tıpkı Kızıl Goncalar gibi geride bir plan ve proje vardır,
ona kentli kitle oluşturuluyordur.
Bugün,
misal, CHP’li Üsküdar belediye başkanı Validebağ’ı inşaata açarsa buna ses
çıkartacak kimsenin kalmadığı daha net görülecek. Ya da Koç’un adamı olduğu
söylenen İmamoğlu, Koç toplantısında Kanal İstanbul’a verilen onaya ses
çıkartabilecek mi, o yönde atılacak adımlara “dur” diyebilecek mi, o da ileride
anlaşılacak. Genel seçim ABD; yerel seçim AB demek. Bu sonuç AB’ye teslimiyet
bağlamında bir şeyler söylüyor mu hep birlikte işiteceğiz.
Kriz
ve savaş koşullarında ülkenin topyekûn girdiği bir yol var. O yol, belirli
emirler veriyor. O emirlerin yerine getirilebilmesi için AKP kadar CHP
kitlesinin de dönüştürülmesi gerekiyor. Sosyalist hareket, bu dönüşümde
Cumhuriyet bayramlarında bacaklarına tayt geçirip zumba yapan, parklarda yogaya duran, yıldız falı bakan, kişisel haz ve çıkarlarını baş tacı eden siyasete
teslim oluyor. Kara kitlenin de mavi kitlenin de sınıfsallığını ve sınıfsal-ekonomik-politik
dönüşümünü anlamak istemiyor. “Tayyip’in sonu neyin başlangıcı?” sorusunu
sormuyor. Körlemesine, ağaların-paşaların düzenine kulluk ediyor. Seçim sonuçlarını
bu düzlemde anlamak gerekiyor.
Eren Balkır
2 Nisan 2024
Dipnot:
[1] Spectrum of Communism, “Die Börse rüstet auf: Über Militarisierung und
Finanzmarktkapitalismus”, 25 Mart 2024. Türkçesi: İştiraki.
[2] Geert Wilders, “From Kurum to Atatürk”, 31 Mart 2024, X.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder