“Dayan İnce Memed dayan
Şimdi direnecek çağdır”
Bir
devrin tanıklarından o günleri dinlediğinizde duyacağımız en önemli cümle “Onlar
gibisi yoktu, bir daha öyle insanlar gelmez, şimdikiler öyle değil!” Bu
serzeniş, aslında birkaç soruya kapı aralıyor. Şimdi değişen nedir? İnsan mı?
Geçmişteki
insanları güzellikleriyle anmak, farkına varmadığımız bir nostaljiye neden
olmakla birlikte onların mücadele ettiği döneme ve içinde bulundukları
çevrelere/yapılara haksızlık etmektir. Meseleyi insan özelinde ele almak,
mücadelenin de öznel alana sıkıştırılmasına yol açar. Bazen de insanın
değiştiği sitemi, aslında aynı hatayı yeniden üretir.
O
güzel insanlar o güzel atlara binip gitmediler, bindirildiler. Ata binip
rotasız gezen varsa o da sol çevrelerdir, çünkü onlar ÇED raporlarının soludur.
O
insanlar fedakardı, anlayışlıydı, çözüm odaklıydı, içten ve sıcaktı gibi
sıfatların tespih tanesi gibi dizileceği cümlenin kısa olması beklenemez. Tüm
bu olumlu sıfatlar, o güzel insanların doğuştan getirdiği özellikler değildir.
Bir insanı o sıfatlara eriştirip kitlelerin hafızasına kazıyan asıl neden, ona
mücadelenin birikimini, deneyimini, anlamını, değerlerini, kültürünü ve
ilkelerini kazandıran yapıdır.
Bugün
liberal ve reformist dediğimiz çevrelerde sayısı azımsanmayacak derecede insan
var. Birey bazında önemli bir çoğunluğu da sömürüsüz ve adil bir düzeni
istediği için o yapıların “tabanını” oluşturuyor. Eleştiriye tabi tuttuğumuz bu
insanlarda ve ilişki biçimlerinde gördüğümüz yozluğun asıl nedeni, onlara bir
kimlik ve karakter veremeyen yapılar.
Bugün
sorunlarımızın çözülmemesinin en önemli kaynaklarından biri, emek mücadelesini
tarihin çağrısına uygun şekilde yürütecek bir mücadele hattının hayata
geçirilmemesi. Bunun nedeni de yapıların düştüğü durumlarda aranmalı. Süreklileşen
bu durum hayatın dinamiğine aykırı olduğundan, şu an kazanımla sonuçlanan
mücadeleler ise geçmişin birikimini kolektif hafızasında taşıyıp
kendiliğindenciliğe terk edilmiş emekçi halk sınıfları sayesinde verilebiliyor.
Umut,
mücadele için gereklidir ama asıl umut, ayakları yere basılarak büyütülendir.
Yanılgıya düşmek, umudu da bir eziyete ve hayalciliğe çevirir. Bu anlamda,
belirli yanılgılardan kurtulmak gerekiyor.
-
12 Eylül, 7 yıl sürdü ama işçi sınıfının bahar eylemleriyle 90 sürecinde önemli
bir ivme yakalandı. Doğru. O dönem 5 yıllık bir süreci kapsar. O süreç de 12
Eylül öncesinin deneyimlerinin hatalarıyla birlikte tekrar edilmesinden gelişen
süreç uzun sürmemiştir. Umudu buradan geliştirirsek, OHAL döneminde havalimanı
inşaatında çalışan işçiler greve çıktı. Sonraki dönemde Trendyol işçileri
kazanımla sonuçlanan mücadele yürüttü. Ülkedeki farklı iş kollarında kazanım
elde edilen grev ve direnişler tarihe geçti. Öyle ki feodalitenin merkezi
noktalarından biri olan Urfa’da dahi kadın işçiler direnişe başladı. Aynı
şekilde, adalet temelli hak eylemleri birçok şehirde boy verdi. O zaman neden
ikinci bahar eylemlerinde tarihin akışına yön verilemedi?
95
sonrası süreçte hızlanan reformistleşme ve sivil toplumculuk tüm bu dinamikleri
ve kazanımları seçime kanalize ederek kitleleri CHP’ye endeksledi, sol da CHP’lileşti.
Mücadele bayrağını yükselten işçi emekçi sınıf var ama o mücadeleye yön verecek
bir sol yok. Bu gerçek aşılmadığı sürece tarihin aynı biçimde tekerrür
edeceğini ummak en masum tabirle iyimserliktir.
-
Reformist çevrelerde yer alan insanlardaki yozlaşmada da bu insanları hedef
tahtasına yerleştirmek bir başka öznelcilik hatası. O insanlar, mücadeleyi
kendilerine öğretildiği şekilde yürütüyor. Demokratik bir yürüyüşe giden gence
anne-baba tavsiyesi olarak verilen “Ne önde ne arkada dur, madem gidiyorsun
ortalarda kal!” diye verilen kaygılı öneri, bugün o yapılara göre daha ilerici.
Söz konusu çevreler, kendi insanına o yürüyüşlere “Hiç gitmeyin!” uyarısı
yapıyor. Birbirine ev-araç sattırmak, bar-meyhane açtırmak, elit semtlerde
oturmak ve oturulmasını salık vermek, bir siyasi kültüre dönüştü.
Yumurta
aslandan değil, tavuktan türer. Yumurtadan çıkan varlığa “Neden aslan değilsin?”
diye tepki vermek, bilimsel yönteme aykırıdır. Bu çevrelerin şefleri/vekilleri
katıldıkları programlarda “Bana işkence yapıldı!” diyor. Ortada “ben” var, yapı
yok, müstakil özne var, yapının “mimarı” var. Sana sen olduğun için işkence
yapılmadı. Bu yüzden, artık gelenekleri anlatan kitaplar yazılmayıp öznelerin
biyografilerini boca eden kitaplar, son 15 yıldır politik gündemimizde kendine
alan buldu. O alan da gitgide sınırını genişletiyor. Bu kitapların hiçbirinde o
insanlara o meziyetleri ve güzellikleri kazandıran asıl kaynağın ne olduğundan
bahsedilmiyor, kitleye o kaynağın mimarı olarak özne sunuluyor. Özne yapıyı
temsil edemiyorsa ortada bir sorun var demektir. “Tek” kaldığında beyaz bayrak
açıyorsa ortada bir yapı olduğu iddia edilemez.
-
Mitinglerde çalınan müzikler, otel lobilerinde düzenlenen kokteyller, çocuklara
verilen isimler, trekking-tekne gezileri, yurt dışında yaşama hayalleri ve
önerileri, olsa olsa bir yapıyı değil, göçük altı yaşamı ifade eder. “Kitle bir
anda dönüşür” demek kitlenin nelerden vazgeçemeyeceğini hesaba katmamaktır.
Değişecek kitle varsa kaybedecek çok az şeyi olan ya da olmayan ezilen ve
sömürülenlerdir.
-
Takvimsiz bir “mücadele” dayatılıyor. Burjuvazinin ve egemenlerin gündemi
belirlediği takvime uyum sağlanmaya çalışıldıkça sömürü gerçeği geri plana
atılıyor. Ne bir sendika ne bir yayın ne de bir yapı/çevre/parti, mücadele
tarihini yaşatan bir takvimi yaşıyor/yaşatıyor.
-
Mekânsız bir “mücadele” dayatılıyor. 1 Mayıs yaklaşıyor. On yıldır 1 Mayıs
Taksim’de kutlanmıyor. Alanı belli olmayan bir güne çevriliyor. Bir yıl
Bakırköy, bir yıl Maltepe, bir yıl balkonu olanlar için balkon. Uğrunda can
verilen meydan için “fetiş” yakıştırmasında bulunanlar özeleştiri vermediği
gibi tertip komitesinde yer alıyor. Takvim de mekân da çocuklara verilen
isimler de tasfiye ediliyor. İşçi emekçi halk sınıfları an'a çağrılıyor, tarihe
değil. Sınıftan kaçırılan gerçek ödenen bedelin tarihini yapan gelenekler.
Atası
ve atlası olmayan bir yapının ardından sınıfın gitmesi beklenemez. Önceden
mezarsız ölüler olurdu, artık bedensiz (ölü diyemeyiz onlara) mezarlar var,
sola ait. Kendiliğindencilik böyle katmerleniyor.
Çok
uzun bir tartışmanın konusu olduğu bir gerçek. Ezilen sömürülen sınıflar olarak
bizim için ilkeyi, değeri, hedefi, deneyimi, ilişkileri, ahlakı, onuru, kültürü
bir bütün olarak takvimde, mekânda, çocuklara verilecek isimlerde yaşatacak
olan yapıya, mücadele hattına, birliğe ihtiyacımız var. İnsan değişmedi,
değiştirildi. Bunun nedeni de karşı kültürü üretemeyen sol çevrelerdir.
Bugün
şu sorunun yanıtlanması sol yapılar için önemli: Sol bir çevrede yer alan
kişiler neden antidepresan kullanır ya da alkol bağımlısı olur? Çağa sözünüz
geçmediği için mi özünüz yitti?
Aynı
sorunu öğrenci velileri de yaşıyor, çağ karşısında çocuğuna sözü geçmiyor. Sol
bozulunca en küçük ve temel yapı olan aile de bozuluyor. Sol, aileye de karşı.
Bindiği dalı kesiyor.
Özne
sorunu aşılmadığı sürece kendiliğindencilik hükmünü sürdürmeye ve emekçi halk
sınıfları da CHP’lileşmeye devam edecek.
“1
Mayıs’ta Taksim”deyiz” diyenler bir gün önce meydana icazetli protokolle çelenk
bırakıp alanı güvercinlere devrettikten sonra kendilerine gösterilen alana
gidecekler. İki hafta kaldı ve iş yerlerinde ve mahallelerde hâlen daha Taksim’e
yönelik sendikal bir çalışma mevcut değil.
S. Adalı
18 Nisan 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder