Bu
yazıya, en sevdiğim fotoğraflardan birinden bahsederek başlamak istiyorum. 1907
yılına ait olan bu fotoğrafta Rosa Luxemburg (1971–1919), Enternasyonal’in Stuttgart’ta
düzenlediği ikinci kongrede konuşma yapıyor. Yanında, ömür boyu arkadaşı ve
yoldaşı olarak kalan Clara Zetkin (1857–1933) oturuyor.
Bugünlerde
devrimci Yahudi kadınların Yahudi düşüncesi içerisinde nasıl susturulduklarını,
bu düşünce geleneği içinde ve dışında nasıl algılandıklarını inceleyen bir
proje üzerine çalışma yürütüyorum. Kaleme aldığım yazılardan biri de Luxemburg’la
ilgili.
Ben,
Luxemburg’la okulun ikinci yılında politik ekonomiye giriş dersinde, Marx’ın Kapital
eserine hiç de mütevazı sayılamayacak olan o katkısını içeren önemli eseri Sermaye
Birikimi üzerinden tanıştım. O günden beri Rosa, hayatıma ve düşünce
dünyama bir biçimde, ara ara dâhil oluyor.
Onun
zengin fikriyatı ve yazılarıyla ile bağ kurmak insana keyif veriyor.
Tüm
eserlerini ciltler hâlinde düzenleyen proje yanında Verso, kişisel mektuplarını
da yayımladı. Bu işin editörlüğünü Georg Adler, Peter Hudis ve Annelies
Laschitza yaptı.
Mektuplar,
onun mizah anlayışını, sıcaklığını, karanlık günlerini ve ayrıca arkadaşlarıyla
olan karmaşık ilişkilerini ortaya koyuyor.
Hayatımı
geçmişle gelecek arasında sıçrayarak, yaşam süreleri benimkine benzemeyen
kadınlarla konuşarak sürdürüyorum. Ama bu müthiş kadınlara olan sevgim, eski
zamanların romantizminden de “bekâr savaşçı kadın” denilen o duygusal ideale
duyulan sevdadan da kaynaklanmıyor. Geçmişe yönelik, bazen takıntı hâlini alan
tutkum, bugünümüz ve dünyayı daha iyi hâle getirmek için verdiğimiz ortak
mücadelemiz konusunda bu kadınların bize neler öğretebilecekleri sorusuna cevap
bulma arayışı içerisinde.
Zetkin
ile Luxemburg arasındaki dostluk, birçok bakımdan aydınlatıcı ve öğretici. Sadece
onların çok farklı kişilikleri ve politik tutkuları hakkında bilgi edinmekle
kalmıyoruz, aynı zamanda hayatları boyunca yaptıkları çalışmaları ve eylem
pratiklerini şekillendiren, birbirlerine olan bağlılıklarını da öğreniyoruz. Her
iki kadın da Sosyal Demokrat Parti ve İkinci Enternasyonal’de büyük ölçüde
merkezde yer alırken, farklı davaları savunuyorlardı ve kendilerine has gündemleri
vardı. Luxemburg, kendisini feminist olarak görmüyordu; gene de kapitalizm ile
ataerkillik arasındaki ilişkiyi analiz eden bir isimdi; Zetkin ise parti
içerisinde kadınlar ve emek konusunu gündeme getiren en önemli isimlerden
biriydi. Hatta o, 1910’daki Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’nün
kurucularındandı. İkisinin arasındaki dostluk ve yoldaşlık ilişkisi, onların
hem hayatında hem de yürüttükleri çalışmalarda önemli bir yere sahipti.
Luxemburg
ve Zetkin’le ilgili yazı yazarken, birbirlerine çok önemli bir şeyi
kattıklarını fark ettim. Paylaştıkları bir amaç hakkında konuşsalar da
konuşmasalar da birbirlerine destek ve cesaret verebilmişler.
Zamanımıza
dönüp baktığımızda, feminist çevrelerde dönen kimi tartışmaların Zetkin ile
Luxemburg arasında cereyan eden konuşmalardan çok farklı bir içeriğe ve biçimde
sahip olduklarını görüyorum. Batıda, özellikle de İngiliz-Amerikan dünyasında
feminizm (İngiliz bakış açısıyla yazıyorum ama Amerikalı kız kardeşlerle
yaptığım görüşmelerde de benzer eğilimler ortaya çıkıyor) “siyasetsiz feminizm”e
meylediyor. Başka mücadelelerle temas kurmadan, onların içinde olmadan, sadece
kadın hakları tartışılıyor. Kadınların gündemleri, diğer her türden gündemden
ari ve azade şeylermiş gibi ele alınıyor. Üstelik, “konu dışı” görülen kimi
başlıklar, feminist çevrelerde gündeme getirilmiyor, davanın parçası
kılınmıyor, onlar konusunda dil bir biçimde lâl oluyor.
Bu
noktada şu soruları sorma ihtiyacı duyuyorum: “Kız kardeşlik diye bir şey var
mı?” Varsa ne anlama geliyor?
Peki
Zetkin ve Luxemburg, yirmi birinci yüzyılda kız kardeşliğimizin ilerlemesi için
bize ne öğretebilir?
Gerçek
şu ki, kız kardeşlik, hiçbir zaman apolitik olmadı. Kadınlar, yirmi birinci
yüzyılda solun hak ve özgürlükler mücadelesinde birbirlerini destekliyorlar,
tartışıyorlar ve birbirlerini eylem alanına itiyorlar.
“Kız
kardeşlik diye bir şey var mı?” sorusunu Luxemburg ve Zetkin arasındaki yazışmalara
bakarak cevaplamak mümkün. Başka örnekler de var. Bunlar dedikodu, sevgi sözcükleri,
mizahi ifadelerin yanında, güncel siyasete dair tartışmalara yer veren yazı ve
mektuplar. Oralarda, yürütülen kampanyaların başarısızlığı neticesinde oluşan
hayal kırıklığından dem vuruluyor, dava için mücadele konusunda insanları cesaretlendirip
onlara destek sunan ifadelere yer veriliyor.
“Kız
kardeşlik” anlayışının siyasetten arındıranlar, kız kardeşlerimizle ilişkimizi dünden
bugüne inşa eden ve herkes için sosyal adalet diyen çalışmalarımızı bugünde
mümkün kılan köklü dostluklara zarar veriyorlar.
Bu
söylediklerimiz, bugün kız kardeşlik açısından ne anlam ifade ediyor? Borçlu
olduğumuz o uzun süreli dostlukların hakkını nasıl verebiliriz?
1.
Feminizmi yeniden siyasallaştırmak ve bunu yaparak onu yeniden canlandırmak
zorundayız. Bu bilinç, temelde kadın sorunlarının diğer sorunlardan ayrı
olmadığını idrak eden anlayışın ürünüdür. Herkes özgür olana kadar kimse özgür
değildir. Kız kardeş olmak, ezilenlerin, dilleri lâl edilenlerin, sesleri
çıkmayanların yanında olmak demektir.
2.
Kız kardeşliğin yeniden siyasallaşması, hepimizin aynı bakış açısına sahip
olduğu ve aynı gündemleri paylaştığı anlamına gelmiyor. Mücadeleye dâhil olmak,
dünyada olup biten her şey hakkında her şeyi bilmek demek de değil. Ancak kız kardeşliğin
bu yeni yorumunun bir parçası olmak, size öğrenme pratiği açısından birçok fırsat
sunuyor.
Onları
doğrudan görseniz de görmeseniz de, önemsedikleri tüm konular hakkında
konuşurken kız kardeşlerinizi dinleyin. Ataerkil normların sızdığı sosyal
adalet kampanyaları yürüten bir kız kardeşiniz, iki duvara çarpa çarpa ilerlemek
zorunda. Önce onun sözünü ataerkillik kesecek, ardından da o kadın, yanına
gelip “bu yaptıklarının ve söylediklerinin feminizmle bir alakası yok” diyen
kişi tarafından susturulacaktır. Kız kardeşinizi dinleyin, ne kadar çok yeni
şey öğreneceğinize siz de şaşıracaksınız.
3.
Kız kardeşliği yok etme tehdidi savuran kapitalist-bireyci feminizme karşı
koyun. Dava, insanların sizin ait olduğunuz çabaya, zümreye ve fikirlere
tümüyle ait olup ancak bu suretle konuşma imkânı bulduğu mekânlara hapsedilirse,
eylemci, bir davaya belirli bir dönem bağlanan bir tüketiciye dönüşür. Birbirimize
karşı konum aldığımız, büyük resmi görmekten vazgeçtiğimiz durumda hiçbir
mücadele mevzi kazanmaz, hiçbir dava sonuç almaz. Diğer mücadelelerle bağını
kesen bir mücadele asla zafere ulaşamaz, başkalarını düşünmeyen, dert edinmeyen
hiçbir çalışma, kıymetli ve anlamlı bir başarılı elde edemez.
Kız
kardeşlikten henüz vazgeçmiş değilim. Bunun en önemli sebebi, beni bugüne
getiren, beni her gün eğiten kız kardeşlerime kendimi borçlu hissetmemdir. Bir dizi
davayla ilişkiliyim ve onlara dair ne biliyorsam onlar sayesinde biliyorum.
Bu
yazıya vesile olan fotoğrafa dönecek olursak; Clara, Rosa’nın konuşmasında kimi
tespitlere katılsa da katılmasa da kürsüden indikten sonra ona sarıldığına adım
gibi eminim. Hatta belki de ona şöyle güzel bir Alman birası ısmarlamıştır.
Zetkin’le
Luxemburg arasında gördüğümüz bu kız kardeşlik ilişkisi yaşasın, yaşasın ki bir
gün onların uğruna mücadele ettikleri herkesin adalet ve özgürlük mücadelesinin
elde edeceği zaferi birlikte kutlayabilelim.
Dana Mills
22
Nisan 2018
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder