Gerçi Türkiye’deki sosyalist hareket açısından artık
rafa kaldırılmış, naftalinli bir isim ama biz, gene de yola Lenin’le ve onun
bir tespitiyle koyulalım:
“1789’da
küçük burjuvazi, bağrından büyük devrimciler çıkartmayı bildi. 1848’de küçük
burjuvazi, gülünç ve acınacak hâldeydi. 1917-1921 arası dönemde ise alçak birer
ajan olarak üstlendiği rolleri ifa etti. İster Çernov, ister Martov, ister
Kautsky, isterse MacDonald ismini almış olsun, bu küçük burjuvalar, gericiliğin
su katılmadık uşakları olarak iş gördüler.”[1]
Bugün o ajan ve uşaklar, karşımıza kâhyalar ve
bekçiler olarak çıkıyorlar. O Çernov, Martov, Kautsky ve MacDonald, Türkiye’de
birer örgüt ve partiye dönüşüyor. Onların yaptıklarını burada birileri, örgütlü
pratik içerisinde yapıyorlar.
Ekim Devrimi’nin tasfiye edilmesi için uğraşan sosyalist hareket, onun eleştirel kılıcından da kurtulma imkânı buldu. Bu imkânı devlet ve sermaye sağladı. Bugün sosyalist hareketin önemli bir kısmı Lenin’e karşı, Ekim’e düşman. İkisine küfür.
Devrimden kurtulmanın bir yolu da
ondan yanaymış gibi görünmek, yana olanları, olacak olanları uzun süre
oyalamak. Ekim’in şiddetinden, kılıç yarasından kurtulmanın bir yolu da bu.
Lenin’in yukarıdaki tespitinde bir hikmet var.
Tarihsel ve nesnel bir gerçekliği dile getiriyor. Küçük burjuvazi, eleştiri
kılıcından yaralanmamak, Çernov, Martov vs. olduğu gerçeğini gizleyebilmek için
siyasetin ölçüsünü 1789’dan çekiyor. Böylece “bağrından büyük devrimciler
çıkartacağı” yalanını satma imkânı buluyor. O bağırdan bizzat kendisini
doğurduğu iddiasını satıyor. Ama 1789’un ardındaki devrimci halk kitlelerinin
tüm kazanımlarını burjuvazinin kucağına bırakma işini üstleniyor. Siyaseti
kılıcıyla bölmüyor.
Devlete ve sermayeye uşaklık etmenin yolunu bulan
küçük burjuva sol, sosyalist hareketi bir biçimde o yola bağlıyor. Asıl
kavgamız, bu bağı kopartmakla ilgili. Yoksa derdimiz, sol, sosyalist hareket
eleştirisi yapmak ve arınık durmak, o arınık hâli satmak değil. Lenin’i
kaldırıldığı raftan indirmek, Lenin’lenmek dert. Leninci olmak değil, Lenin’li
olup Leninist kavga vermek. Tabi olduğumuz maddenin ve diyalektiğin emri bu.
Proletaryayı yekpare, soyut ve kendine kapalı bir
bütünlük olarak alanlara verilmiş bir cevap, Lenin. O, ayrıştırmayı bilen.
Ayrımlarla ve çelişkilerle düşünmenin adı. Kılıcıyla her burjuva kurguyu
bölüyor. Proleter kavgaya yol açıyor. Türkiye solu ise kılıcı erittikten sonra
birliklerden, ittifaklardan, küçük burjuvaziyle veya “burjuvazinin sol
kanadı”yla yan yana gelmekten söz ediyor.[2] Proletaryayı burjuvaziye kul ve
ram etmek için uğraşıyor.
Arap Baharı döneminde veya Gezi gibi momentlerde
yaşanan olayın içinde olmak yerine, yüksek mevkiye çıkıp olayı analize tabi
tutanlar, illaki bu tür isyanları 1789’la, 1848’le veya 1917’yle ilişkilendirme
gereği duyuyorlardı. Çünkü bu devrim momentlerine dair malumat çıkınlarını açıp
furuşluk yapmaya mecburlardı. Mesele, Gezi veya Arap Baharı değildi, kadroları
oyalamak için tepedeki birkaç kişi, teorik gevezeliklerini teyit edecek
olguları ipe dizmek durumunda kalıyordu. Gerçek, sadece bu kişilerin
kafasındaki çürük fikirleri doğrulamak için vardı, başka da bir anlamı yoktu.
Lenin’in yukarıdaki alıntısı üzerinden şu söylenebilir. Yaşanan kitlesel bir başkaldırıyı 1789’la ilişkilendiren, 1789’u o başkaldırıda görmeye çalışan ya da her momentte 1789’daki bir küçük burjuva gibi konuşan, o 1789’u konuşturan kişi, “bağrından büyük devrimciler çıkacağı” yanılsamasıyla yaşayan küçük burjuva bir yalancıdır. 1789, bu sebeple krala değil, kiliseye karşı başkaldırı olarak kodlanır, tariflenir, bugündeki kiliseye karşı tek eylem içinde olunmaz. Dine her küfrettiğinde, o bağırdan büyük bir devrimci çıkarttığını sanır, o devrimcilik gereği, çıkarttığı devrimciyi masada karşısına oturtup kadehine rakı doldurur. Tekrar vecd ile din düşmanlığına sarılır. Bu solcuların hedefi, dinsiz burjuva düzenidir.
Ne var ki gerçekte,
sömürüyü ve zulmü hedef alan gerçek büyük devrimci, o bağırdan bir türlü
çıkmaz. Çünkü nesnel-tarihsel düzeyde 1848 yaşanmıştır. Proletarya, kılıcını
atmış, burjuvaziyle bağını kesmiştir. Küçük burjuvazi, Lenin’in tespitiyle,
gülünç ve acınacak hâle düşmeye mecburdur.
Düşmemek veya düştüğünü gizlemek için kitlesel
başkaldırıyı ve hareketi “gülünç ve acınacak hâle sokmak”, rezil rüsva etmek,
içini boşaltıp posasını atmak için uğraşır. Proleter olan, güç ve kudret
kazanmasın diye, hareket tasfiye edilmelidir. Sosyalist hareketi, bir yandan
1789’cu küçük burjuvalar, bir yandan da 1848’in küçük burjuvaları
yönetmektedir. O küçük burjuva, sosyalist hareketi 1917’nin yönetmesine izin
veremez. O ajanlık ve uşaklık, buna her daim mani olacaktır. Küçük burjuva,
1917 ölçü olduğunda, ajanlığının ve uşaklığının iyot gibi ortaya çıkacağını iyi
bilir. Bunun için hep 1789’u, olmadı, zavallı işçilere ve ezilenlere kibirle
yardım ettiği 1848’i konuşturur.
Dün Tayyip’in Saray’ını Kışlık Saray gibi fethetmeyi
düşünenler, o sarayın operasyonel ve istihbari faaliyetlerinin uzantısı hâline
gelmişlerdir. Hepsi de Almanya’da Spartakistleri öldüren sosyal demokratların
uşağı olmuştur. Bugün CHP gölgesinde komünist hareketi tasfiye etmekle
meşguldür. Bir dizi antikomünistin, CHP’lilerin ve altılı masa üyesinin TKP ve
TİP listelerinden aday olması, bunun basit bir göstergesidir.
Tüm bu yalanlar, Lenincilik maskesi ardına saklanıyor.
Leninci pozu kesenler, böylelikle, Lenin’in küçük burjuva sol eleştirilerinden
azade oldukları vehmine kapılabiliyorlar. Lenin’i bilen kişi, kendisini o
eleştirilerden muaf tutma imkânına kavuşuyor. “Lenin’i biliyorum, o hâlde o
eleştiriler beni ilgilendirmez” diyor. Onun ajan ve uşak ile ilgili tespitini hiç üzerine almıyor. Zerre rahatsız olmadan, yoluna devam ediyor.
Bugün Lenin ve Ekim kılıcını mülk edinip kesilmemeyi,
eleştiriden muaf ve azade kalmayı, mesleki ideolojisiyle siyaset borsasında ve
piyasasında kariyerini yaldızlamayı düşünenlerle mücadele etmek gerekiyor.
Onların ajanlığı ve uşaklığı, ifşa edilmeyi bekliyor.
Lenin, yukarıdaki sözünü emperyalizm konusunda belirli bir bilinç geliştirmek suretiyle edebiliyor. Sınıftaki bölünmeyi bu bağlamda değerlendiriyor.
Biz de bu bilinçle, misal, İstanbul Sözleşmesi’ni İngiltere’nin imza
etmemiş olması, İngiltere’nin AB’den çıkmasıyla ilişkilendirdik ve oturup ucuz
CHP’ci analizler yapıp AKP’nin gericiliğine vurmak, böylece CHP’nin
ilericiliğini yaldızlamak yerine, buradaki devletin sözleşmeden çıkma iradesini
İngiltere’ye bağladık. Zira bu ülke, bir yanıyla “İngiliz sömürgesi” olarak
kurulmuştu. Yaklaşık yetmiş yıldır da sömürge mi yoksa manda mı
olacağım gerilimini yaşıyordu. Siyaset sahasındaki kimi gelişmeler, bu
gerilimin neticesiydi.
İstanbul Sözleşmesi’ne dair tespitimiz üzerine,
SMF’lilerle birlikte yaptıkları, bizden cümleleri işittiğimiz bir Suphi
anmasından beri bizi bir biçimde takip ettiklerini anladığımız/bildiğimiz Köz çevresi,
İstanbul Sözleşmesi’nin emperyalist boyutuna vurgu yapan bir yazı yazdı. “Emperyalist
sözleşme ve anlaşmalar ezilenlerin kazanımı değildir”[3] dedi, hatta oradaki
bir cümleyi pankarta aktarıp astı. Ertesi gün o pankartı bugün Köz’ün
“işçi partisidir” dediği HDP, yırtıp attı. Lenin’in şu tespitini, herkes gibi
Köz de unutmuştu:
“Bir
işçi partisinin gerçek anlamda işçi partisi olup olmadığını anlamak için o
partiye kimlerin öncülük ettiğine, partinin faaliyetlerinin ve politik
taktiklerinin içeriğini kimlerin belirlediğine bakmamız gerekir. O
faaliyetlerin ve politik taktiklerin içeriği, bir işçi partisinin politik
düzeyde gerçek anlamda bir proleter parti olup olmadığını belirler.”[4]
Her seçimde kendi aday kampanyasını yapan, ama dilediği vakit, o adayları geri çekip işçi sınıfını seçeneksiz bırakmaya, burjuva partilere kul etmeye “komünist siyaset” diyen Köz, İştirakî ile zımni ilişkisini demek ki bir yerlere mesaj iletmek, pazarlık yürütmek için kullanıyormuş. Bugün o “pazarlık” neticesinde “istediğini almış olacak” ki adayını “liberal CHP” lehine çekebiliyor. HDP'nin düzen partisi ve sermaye partisi olmadığını söylüyor.
Köz, bu oyunu işçi sınıfına hep oynuyor. Otuz yıldır
kuramadığı parti de bu oyunun parçası olmalı. “Partiye kimlerin öncülük
ettiğine, partinin faaliyetlerinin ve politik taktiklerinin içeriğini kimlerin
belirlediğine” o nedenle hiç bakmıyor. Ölçütün bir kılıç gibi kendisini
kesmesine izin vermiyor, eleştirileri hiç üzerine almıyor. Belki de Ekim’in
şiddetinden ve kılıcından kaçmak için hayal âleminde inşa ettiği Komintern
binasına sığınıyor. Hem “emperyalist anlaşmalar ezilenlerin kazanımı değildir”
deyip hem de o anlaşmalarla tanımlı siyasi öznenin “faaliyetlerine ve taktiklerine”
teslim olunamaz. Anti-emperyalist bilinç, bu teslimiyete asla izin vermez.
1917 ölçütünü emperyalizm bağlamında anlamak gerekiyor. En baştan, sıfırdan, hayalde inşa edilmiş Komintern binalarından hiçbir şey kurulmuyor.
“Kendimizi 1789’dan veya Çartist hareketten kuralım”
diyenler, yalan söylüyorlar. Hiçbir zaman bağırlarından “büyük devrimciler”
çıkartmıyorlar.
Proletarya kılıcını atmaya görsün, hepsi de efendilerinin yanına koşuyor. Ekim ayracı, solun içindeki ajanları ve uşakları çıkartmak için birebir. Ekim'siz Komintern, hiçbir şeyi ayırmıyor, bölmüyor, birleştirmiyor.
Ekim ayracıyla düşünüp hareket etmek gerekiyor. Burjuva
siyaset alanındaki küçük burjuva pazarlıklardan, kariyerist hesaplardan, öznel
çıkarların iğvasından uzak durabilmek için bu ayraç şart.
Eren Balkır
4 Mart 2024
Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “The Tax in Kind”, 21 Nisan 1921, MIA. Türkçesi: İştiraki.
[2] Eren Balkır, “Kırmızî”, 9 Ocak 2021, İştiraki.
[3] “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır mı?, 18 Mayıs 2021, Köz.
[4] V. I. Lenin’den aktaran: Robert Clough, Labour:
A Party Fit for Imperialism, İkinci Baskı, 2014, Counterattack, s. 243.
Türkçesi: İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder