Pages

28 Mart 2024

Kölelerin İsyanı

Farklı insanlardan bir yığın mektup aldım. Hepsinde de ümitsizliğin dili hâkimdi ve ölüm korkusu yankılanıyordu. İnsan okurken, bu mektupları yazanlar, ne karanlık ve ne zor günlerden geçmiş, kalplerine insanı uykudan eden huzursuz edici fikirler işkence etmiş diye düşünüyor.

Parfümünün kokusu sinmiş kâğıda bir hanfendi şunu yazmış: “O iyi Ruslara ne oldu? Onlar neden birden kana susamış yırtıcı hayvana dönüştü?” Comte de F ise şunu yazmış: “Tanrı bizi unuttu, öğretileri ayaklar altında.” Tombov’dan Ch. Brouteim ise şunu sormuş: “Yaptıklarınızdan memnun musunuz şimdi? O komşunu sev denilen büyük ilkeye ne oldu? Okul ve kilisenin nüfuzu kalmayınca elinize ne geçti?”

Şikâyet eden, tehditler savuran mektupların yanında, bir de kendisini gözyaşı dökmekle sınırlı tutan mektuplar var. Hepsi de telaşlı ve buhranda, bu acılarla yüklü yeni dönemi yaşama fikri, hepsini korkuya sevk etmiş. Hepsine tek tek cevap veremem, bu sebeple, burada tüm mektuplara tek seferde, aynı anda cevap vereceğim.

Bayanlar ve baylar,

Halkın hayatına olan ilgisizliğin suçunun kefaretini ödeyeceğiniz günler gelip çattı. Tüm çektiğiniz eziyetleri ve çileleri bir bir hak ettiniz. Burada tek bir şey söyleyebilir, sizin için tek bir şey dileyebilirim: umarım, bizzat yarattığınız hayatın yol açtığı tüm dehşeti kalbinizin derinliklerinde, tüm yoğunluğuyla yaşarsınız. Umarım, kalpleriniz daha fazla kaygıyla dolar, gözyaşlarınız sizi uykusuz bırakır, umarım, o bugün ülkemiz üzerinde esen zalim ve deli rüzgâr, sizi kor eder! Siz, bunu hak ettiniz.

Bizim yok edileceğimizi söylüyorsunuz. Oysa bilin ki o cürufa, o edepsiz ruhunuza ait sağlıklı ve dürüst olan şeyler ayıklanacak. Pek fazla özen göstermediğiniz, açgözlülükle, yalanla, hâkim olma anlayışıyla, özetle, her türden kötü dürtüyle yoğurduğunuz ruhunuzu tüm pisliklerden arındıracağız!

Hanfendi, siz o insanların başına ne geldiğini bilmek istiyorsunuz. Onlarda sabır kalmadı. Uzun süredir suskunlar. Gördükleri şiddete tek bir tepki koymadan, boyun eğdiler. Yıllar içerisinde kambur çıkmış sırtlarına hayatın yükü bindi. Onlar, muktedirler için çalışıp didindiler. Ama artık o muktedirlere destek olmayacaklar. Gene de halen daha omuzlarındaki tüm yükten kurtulabilmiş değiller. Bu kadar kısa zamanda paniğe kapılmayın, sevgili bayan.

Dürüst olalım: o insanlardan yırtıcı birer hayvandan başka ne olmasını bekliyordunuz ki? Siz, onlar başka bir şey olsunlar diye ne yaptınız? Makul herhangi bir şey öğrettiniz mi bu insanlara, iyilik tohumları ektiniz mi ruhlarına?

Ömrünüz boyunca halkın emeğini sömürdünüz, onların önündeki ekmek kırıntılarını bile aldınız, üstelik, bunları yaparken kötü bir şey yaptığınızı bile anlamadınız. Sizin yaşamanızı mümkün kılan şeyi, size destek sunan gücü sorgulamadan geçirdiniz ömrünüzü. Elbiselerinizin ışıltısı, yoksul ve bedbaht insanların size imrenmesine neden oldu. Köye gidip mujiklere yakın bir evde kaldığınızda, onlara aşağılık bir ırka mensup kişilermiş gibi baktınız. Doğaları gereği zeki ve iyi insanlardı onlar. Onları kötülüğe siz sürüklediniz. Mülksüz insanlara kapalı olan ziyafetler verdiniz, buna rağmen, onların size minnet duymasını istediniz! Şarkılarınız, müziğiniz hayatın başrolünde olan insanların ruhunu şahlandırmaktan aciz. Köylüleri küçük görüyorsunuz, onlara yukarıdan bakıyorsunuz, o köylüler de size karşı hiçbir şey hissetmiyorlar. Ruhlarına hiç tesir edemiyorsunuz. Onlar için ne yaptınız ki! Duygularını dikkate aldınız mı hiç? Hayır! Tek işiniz, onları birer acımasız insana dönüştürmek!

Onların daha zeki olmalarını mı istediniz? Hayır! Onların fikrini hiçbir zaman önemsemediniz. Mujikler, sizin için yük hayvanından farksız. Onlara birer yabaniymiş gibi davranıyorsunuz, onları insan olarak görmüyorsunuz. O zaman size karşı vahşi bir hayvanmış gibi davranmalarına neden şaşırıyorsunuz?

Sevgili bayan! Sorduğunuz soru, hayat konusunda cahil olduğunuzu ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda sizin tam da işlediği günahın bilincinde olup onu itiraf etmek istemeyen günahkâr gibi bir riyakâr olduğunuzu gösteriyor.

Mujiklerin, köylülerin nasıl yaşadıklarını anlamıyorsunuz. Ayaklar altında ezilen bir insan, er ya da geç intikamını alacaktır. Kendisine zerre acımadığınız insan, acıma nedir bilmeyecek, kimseye acımayacaktır. Bu, gayet açık bir gerçektir. Bunun aynı zamanda adil bir davranış olduğunu da eklemeliyim. O zaman şunu anlayın: en korkunç şey, insanın dövüşmesi değil, dövüşmekten başka hiçbir şey yapamıyor olmasıdır. Yanlış olan, birilerinin acıması değil, acıma becerisini yitirmektir. Yüreğine intikam tohumları ektiğiniz bir kalbin size acımasını nasıl bekleyebilirsiniz?

Sevgili bayan! Kief’te o iyi Ruslar, Brodski ismindeki ünlü bir kapitalisti sarayının penceresinden aşağı atmışlar, sarayda bulunan bir dadı da aynı kaderi paylaşmış. Ama kafesteki o küçük kanarya kurtulmuş. Bu olayı biraz düşünün. Biçare kuş, sarayın sahibi pencereden aşağı atılırken merhametle karşılanmış. İsyancıların yüreği o kuşa acımış da yaptıklarını hak eden adama acımamış. O yaşanan dehşetin ve trajedinin ardındaki gerçek, işte bu.

Sevgili bayan, siz tüm hayatınız boyunca insanları eşit görmemişsiniz, komşunuzun hâline zerre acımamışsınız, ama bir yandan da o insanların size insan gibi davranmaları gerektiğini düşünüyorsunuz. 

Mektup yazıyorsunuz, demek ki eğitimlisiniz. Muhtemelen köylülerin hayatını anlatan kitaplar okumuşsunuzdur. Onların nasıl yaşadıklarını bilirken, sırtlarındaki yükü biraz olsun hafifletmek için hiçbir şey yapmazken, o köylülerden ne yapmalarını bekliyorsunuz? Şimdi siz acınacak hâldesiniz. Korkunun titrettiği o elinizle o korkularınızdan sizi kurtaramayacak, o kederinizi bir nebze azaltması mümkün olmayan kişiye ümitsizlikle yazılmış mektuplar yolluyorsunuz. Hayır! O bunları yapamaz.

Yaptıklarınızın kefaretini ödemek, eşyanın tabiatı gereği. Biz, bugüne dek insanların kırbaçlandığı, ölene dek dövüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Burası, insanların kemiklerinin kırıldığı, uzuvlarının kesildiği, insana uygulanan şiddetin bir sınırının bulunmadığı, farklı işkencelerin insanı utandıracak veya tiksindirecek düzeye ulaşana dek uygulandığı bir ülke. Burada bazı insanların hafızasında okula kapatılıp küçük çaplı işkencelerden geçtikleri kazılı. Yumruklarını sıkmaya, hapse ve kırbaca alışmışlar. Onlara şefkatli bir yürek bahşedilmemiş. Polis ajanlarının insanları, başka insanlara ait cesetleri çiğneyerek kovaladıkları bir yer burası.

Karışıklığın bu kadar uzun hüküm sürdüğü bir ülkede insanların bir gecede hukukun gücünü anlamaları beklenemez. Adalet nedir bilmeyen bir insandan adil olması talep edilemez. Sizin gibi bir hanımefendinin ve sizin toplumunuzun insana yönelik işkencenin her türden biçimine izin verdiği bir dünyada bu tür şeyler anlayışla karşılanmalı. Sizin babanızın elli yıl önce uşağına taktığı kelepçeyi bugünkü insanlar, o uşaktan daha derin hissediyorlar.

İnsanlar gelişti ve bu gelişimin neticesinde kişilik onuru denilen bir anlayış açığa çıktı içlerinde. Ama insanlar, hâlâ kendilerini köle gibi görüyorlar, kendilerine birer hayvanmış gibi bakıyorlar!

Sevgili bayan! Bizzat yapmadığınız şeyleri başkalarından istemeyiniz. Siz, merhamet nedir bilmediniz ki size merhamet edilmesini isteme hakkınız olsun. İnsanlar, kendilerine kıyasla avantajlı olan başka kişilerin işkencelerine maruz kaldılar. O işkence, hâlen daha devam ediyor. Çarlığın ve kapitalizmin ülkeyi devrime sürüklemesiyle birlikte halkın içindeki tüm gizli güçler zincirlerinden boşandı, yüzlerce yıldır bastırılan öfke patladı, intikam her yanı sardı.

Ülkemizde adaletin, hürriyetin ve güzelliğin yurdunu inşa etmekle ilgili, insanı kör edecek kadar ışıklı bir görüşten kaynak alan, o büyük fikrin can verdiği başka bir güç, aydınlık bir güç daha var. İyi ama sevgili bayan, görecek gözleri olmayanlara denizin kudretini ve güzelliğini tarif etmenin ne faydası var!

Maksim Gorki
25 Mart 1920
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder