Farklı insanlardan bir yığın mektup aldım. Hepsinde de
ümitsizliğin dili hâkimdi ve ölüm korkusu yankılanıyordu. İnsan okurken, bu mektupları
yazanlar, ne karanlık ve ne zor günlerden geçmiş, kalplerine insanı uykudan
eden huzursuz edici fikirler işkence etmiş diye düşünüyor.
Parfümünün kokusu sinmiş kâğıda bir hanfendi şunu
yazmış: “O iyi Ruslara ne oldu? Onlar neden birden kana susamış yırtıcı hayvana
dönüştü?” Comte de F ise şunu yazmış: “Tanrı bizi unuttu, öğretileri ayaklar
altında.” Tombov’dan Ch. Brouteim ise şunu sormuş: “Yaptıklarınızdan memnun
musunuz şimdi? O komşunu sev denilen büyük ilkeye ne oldu? Okul ve kilisenin
nüfuzu kalmayınca elinize ne geçti?”
Şikâyet eden, tehditler savuran mektupların yanında, bir de kendisini gözyaşı dökmekle sınırlı tutan mektuplar var. Hepsi de telaşlı
ve buhranda, bu acılarla yüklü yeni dönemi yaşama fikri, hepsini korkuya sevk
etmiş. Hepsine tek tek cevap veremem, bu sebeple, burada tüm mektuplara tek
seferde, aynı anda cevap vereceğim.
Bayanlar ve baylar,
Halkın hayatına olan ilgisizliğin suçunun kefaretini
ödeyeceğiniz günler gelip çattı. Tüm çektiğiniz eziyetleri ve çileleri bir bir
hak ettiniz. Burada tek bir şey söyleyebilir, sizin için tek bir şey
dileyebilirim: umarım, bizzat yarattığınız hayatın yol açtığı tüm dehşeti
kalbinizin derinliklerinde, tüm yoğunluğuyla yaşarsınız. Umarım, kalpleriniz
daha fazla kaygıyla dolar, gözyaşlarınız sizi uykusuz bırakır, umarım, o bugün
ülkemiz üzerinde esen zalim ve deli rüzgâr, sizi kor eder! Siz, bunu hak
ettiniz.
Bizim yok edileceğimizi söylüyorsunuz. Oysa bilin ki o
cürufa, o edepsiz ruhunuza ait sağlıklı ve dürüst olan şeyler ayıklanacak. Pek
fazla özen göstermediğiniz, açgözlülükle, yalanla, hâkim olma anlayışıyla,
özetle, her türden kötü dürtüyle yoğurduğunuz ruhunuzu tüm pisliklerden
arındıracağız!
Hanfendi, siz o insanların başına ne geldiğini bilmek
istiyorsunuz. Onlarda sabır kalmadı. Uzun süredir suskunlar. Gördükleri şiddete
tek bir tepki koymadan, boyun eğdiler. Yıllar içerisinde kambur çıkmış
sırtlarına hayatın yükü bindi. Onlar, muktedirler için çalışıp didindiler. Ama
artık o muktedirlere destek olmayacaklar. Gene de halen daha omuzlarındaki tüm
yükten kurtulabilmiş değiller. Bu kadar kısa zamanda paniğe kapılmayın, sevgili
bayan.
Dürüst olalım: o insanlardan yırtıcı birer hayvandan
başka ne olmasını bekliyordunuz ki? Siz, onlar başka bir şey olsunlar diye ne yaptınız?
Makul herhangi bir şey öğrettiniz mi bu insanlara, iyilik tohumları ektiniz mi
ruhlarına?
Ömrünüz boyunca halkın emeğini sömürdünüz, onların
önündeki ekmek kırıntılarını bile aldınız, üstelik, bunları yaparken kötü bir
şey yaptığınızı bile anlamadınız. Sizin yaşamanızı mümkün kılan şeyi, size
destek sunan gücü sorgulamadan geçirdiniz ömrünüzü. Elbiselerinizin ışıltısı,
yoksul ve bedbaht insanların size imrenmesine neden oldu. Köye gidip mujiklere
yakın bir evde kaldığınızda, onlara aşağılık bir ırka mensup kişilermiş gibi
baktınız. Doğaları gereği zeki ve iyi insanlardı onlar. Onları kötülüğe
siz sürüklediniz. Mülksüz insanlara kapalı olan ziyafetler verdiniz, buna rağmen,
onların size minnet duymasını istediniz! Şarkılarınız, müziğiniz hayatın
başrolünde olan insanların ruhunu şahlandırmaktan aciz. Köylüleri küçük
görüyorsunuz, onlara yukarıdan bakıyorsunuz, o köylüler de size karşı hiçbir
şey hissetmiyorlar. Ruhlarına hiç tesir edemiyorsunuz. Onlar için ne yaptınız
ki! Duygularını dikkate aldınız mı hiç? Hayır! Tek işiniz, onları birer
acımasız insana dönüştürmek!
Onların daha zeki olmalarını mı istediniz? Hayır! Onların
fikrini hiçbir zaman önemsemediniz. Mujikler, sizin için yük hayvanından
farksız. Onlara birer yabaniymiş gibi davranıyorsunuz, onları insan olarak
görmüyorsunuz. O zaman size karşı vahşi bir hayvanmış gibi davranmalarına neden
şaşırıyorsunuz?
Sevgili bayan! Sorduğunuz soru, hayat konusunda cahil
olduğunuzu ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda sizin tam da işlediği günahın
bilincinde olup onu itiraf etmek istemeyen günahkâr gibi bir riyakâr olduğunuzu
gösteriyor.
Mujiklerin, köylülerin nasıl yaşadıklarını
anlamıyorsunuz. Ayaklar altında ezilen bir insan, er ya da geç intikamını
alacaktır. Kendisine zerre acımadığınız insan, acıma nedir bilmeyecek, kimseye
acımayacaktır. Bu, gayet açık bir gerçektir. Bunun aynı zamanda adil bir
davranış olduğunu da eklemeliyim. O zaman şunu anlayın: en korkunç şey, insanın
dövüşmesi değil, dövüşmekten başka hiçbir şey yapamıyor olmasıdır. Yanlış olan,
birilerinin acıması değil, acıma becerisini yitirmektir. Yüreğine intikam
tohumları ektiğiniz bir kalbin size acımasını nasıl bekleyebilirsiniz?
Sevgili bayan! Kief’te o iyi Ruslar, Brodski ismindeki
ünlü bir kapitalisti sarayının penceresinden aşağı atmışlar, sarayda bulunan
bir dadı da aynı kaderi paylaşmış. Ama kafesteki o küçük kanarya kurtulmuş. Bu
olayı biraz düşünün. Biçare kuş, sarayın sahibi pencereden aşağı atılırken
merhametle karşılanmış. İsyancıların yüreği o kuşa acımış da yaptıklarını hak
eden adama acımamış. O yaşanan dehşetin ve trajedinin ardındaki gerçek, işte
bu.
Sevgili bayan, siz tüm hayatınız boyunca insanları eşit görmemişsiniz, komşunuzun hâline zerre acımamışsınız, ama bir yandan da o insanların size insan gibi davranmaları gerektiğini düşünüyorsunuz.
Mektup yazıyorsunuz, demek
ki eğitimlisiniz. Muhtemelen köylülerin hayatını anlatan kitaplar okumuşsunuzdur.
Onların nasıl yaşadıklarını bilirken, sırtlarındaki yükü biraz olsun hafifletmek
için hiçbir şey yapmazken, o köylülerden ne yapmalarını bekliyorsunuz? Şimdi siz
acınacak hâldesiniz. Korkunun titrettiği o elinizle o korkularınızdan sizi
kurtaramayacak, o kederinizi bir nebze azaltması mümkün olmayan kişiye ümitsizlikle
yazılmış mektuplar yolluyorsunuz. Hayır! O bunları yapamaz.
Yaptıklarınızın kefaretini ödemek, eşyanın tabiatı
gereği. Biz, bugüne dek insanların kırbaçlandığı, ölene dek dövüldüğü bir
ülkede yaşıyoruz. Burası, insanların kemiklerinin kırıldığı, uzuvlarının
kesildiği, insana uygulanan şiddetin bir sınırının bulunmadığı, farklı
işkencelerin insanı utandıracak veya tiksindirecek düzeye ulaşana dek
uygulandığı bir ülke. Burada bazı insanların hafızasında okula kapatılıp küçük
çaplı işkencelerden geçtikleri kazılı. Yumruklarını sıkmaya, hapse ve kırbaca
alışmışlar. Onlara şefkatli bir yürek bahşedilmemiş. Polis ajanlarının insanları, başka insanlara ait cesetleri çiğneyerek kovaladıkları bir yer burası.
Karışıklığın bu kadar uzun hüküm sürdüğü bir ülkede
insanların bir gecede hukukun gücünü anlamaları beklenemez. Adalet nedir
bilmeyen bir insandan adil olması talep edilemez. Sizin gibi bir hanımefendinin ve
sizin toplumunuzun insana yönelik işkencenin her türden biçimine izin verdiği
bir dünyada bu tür şeyler anlayışla karşılanmalı. Sizin babanızın elli yıl önce
uşağına taktığı kelepçeyi bugünkü insanlar, o uşaktan daha derin hissediyorlar.
İnsanlar gelişti ve bu gelişimin neticesinde kişilik
onuru denilen bir anlayış açığa çıktı içlerinde. Ama insanlar, hâlâ kendilerini
köle gibi görüyorlar, kendilerine birer hayvanmış gibi bakıyorlar!
Sevgili bayan! Bizzat yapmadığınız şeyleri
başkalarından istemeyiniz. Siz, merhamet nedir bilmediniz ki size merhamet
edilmesini isteme hakkınız olsun. İnsanlar, kendilerine kıyasla avantajlı olan
başka kişilerin işkencelerine maruz kaldılar. O işkence, hâlen daha devam ediyor. Çarlığın
ve kapitalizmin ülkeyi devrime sürüklemesiyle birlikte halkın içindeki tüm
gizli güçler zincirlerinden boşandı, yüzlerce yıldır bastırılan öfke patladı,
intikam her yanı sardı.
Ülkemizde adaletin, hürriyetin ve güzelliğin yurdunu
inşa etmekle ilgili, insanı kör edecek kadar ışıklı bir görüşten kaynak alan, o
büyük fikrin can verdiği başka bir güç, aydınlık bir güç daha var. İyi ama
sevgili bayan, görecek gözleri olmayanlara denizin kudretini ve güzelliğini
tarif etmenin ne faydası var!
Maksim Gorki
25
Mart 1920
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder