2015’te Batı’da birçok insanın hakkında pek fazla bilgiye sahip olmadığı Yemen, Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan ittifakın tehdidi
altında olan egemenliğini savunmak için savaş başlattı. Yemen halkı,
bağımsızlığını korumak için yaklaşık 400.000 evladını kaybetti. Birçok insan,
Batı Asya’daki bu en yoksul ülkenin nasıl direndiğini, gezegenin en zengin
ülkeleri listesinde yer alan kimi ülkelerin oluşturduğu koalisyonu nasıl
yendiğini merak edip durdu.
Çatışma süreci yaklaşık on yıldır sürüyor, buna
karşın, son dönemde silâhlar genel manada sustu. Durum gergin, ara ara
çatışmalar yaşanıyor, ama son aylar içerisinde askeri eylemlerin sayısı iyice
düştü. Ortada artık savaş yok ama barış da yok. Çin’in arabuluculuk yaptığı
süreçte İran’la Suudi Arabistan uzlaştı, böylece Batı Asya ile Kuzey Afrika’daki
bir dizi çatışma sürecinin aşılmasını sağlayacak zemin teşkil edildi. Görünüşe göre,
bu çatışma süreçlerinin son bulacağı yerlerden biri de Yemen.
Bugün İsrail’in Gazze’yi işgal etmesi ardından, Lübnan
Hizbullahı ve Arap-Müslüman coğrafyasındaki diğer devrimci güçlerle birlikte
hareket eden Yemen, Filistin’le dayanışma eylemlerinde aktif bir rol üstendi. Yemen,
kendi topraklarıyla sınırlı olmayan, bölgeyi ve dünyayı etkileyecek kararlar almak
suretiyle, herkesi bir kez daha şaşırttı. Dünya, bir kez daha, Yemen’in bunun
nasıl yapabildiği sorusunu sordu.
Burada ben, okurlara Yemen’e, tarihsel mücadelesine
dair bilgiler aktaracağım, halkının kahramanlığından söz edeceğim, böylece, Yemen’in
Filistin’in haklı mücadelesine elindeki her türden kaynakla destekleme
kararının kapsamının ve ulaştığı boyutun anlaşılmasına katkıda bulunmaya
çalışacağım.
Yemen Cumhuriyeti, Asya’yı, Doğu Afrika’yı ve Akdeniz’i
birbirine bağlayan ticaret yollarının geçtiği bir bölgede bulunuyor. Bu açıdan,
oldukça stratejik bir konumda. Umman Denizi’ne sahili bulunan, Kızıl Deniz’in girişine
konuşlanmış bu ülke, Babülmendep Boğazı’nı kontrol ediyor. Bu anlamda,
özellikle bölgede petrol ve doğal gazın keşfedildiği, Doğu Asya’nın muazzam bir
ekonomik büyümeye ve gelişime tanık olduğu yirminci yüzyıldan beri dünya
üzerinde en önemli konumlardan birine sahip. Yemen, bu süreçte dünya
ticaretinin önemli bir kısmının zorunlu olarak aktığı geçitlerden biri hâline
geldi.
Kutsal kitaplarda bahsi edilen Şiba krallığı döneminde
bölgedeki şehirler birleştirildi. Bugün Yemen olarak bilinen bölgedeki
halkların kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi, Roma İmparatorluğu ile
tanıştıkları milattan sonra birinci yüzyıl gibi erken bir tarihte başladı. O
kudretli bilinen Roma, bölgeye hâkim olma girişimi dâhilinde, mağlup edildi.
Arabistan Yarımadası’nın diğer kısmından farklı olarak
Yemen, bugün tüketim ve ticaret konusunda önemli kapılar açan müthiş bir bitki
örtüsüne sahip. Bu büyük zenginliği sebebiyle, vaktiyle Grek matematikçi
Ptolemi, Yemen’i “Mutlu Arabistan” olarak adlandırmış.
Tarihsel süreçte Yemenliler, altıncı yüzyılda
Etiyopyalıların müdahalesine dek, Yahudilikten gelmeleri sebebiyle, Hristiyan
halka zulmeden Himyerîlerle mücadele etmek zorunda kaldı. İslam, bölgeye yedinci
yüzyılda geldi ve insanlığa önemli katkılar sunan farklı bilgi biçimlerini mezcetmek
suretiyle yeni bir kültür meydana getirdi.
Ancak yüzlerce yıl boyunca Yemen, İslam’ın zeminini
teşkil ettiği o kültürel ve ekonomik gelişimden pek istifade edemedi. Bugün
Yemen olarak bildiğimiz topraklar, on beşinci yüzyılda stratejik bir değere
kavuştu. Ticari faaliyet alanlarını genişletme çabası dâhilinde Avrupalılar,
birçok yere hâkim olmaya başladılar. Bölgeye ilk gelen Avrupalı halk,
Portekizlilerdi. Portekizliler sahil şeridini kontrol altına aldılar, böylece Asya’dan
getirdikleri baharatları Kızıl Deniz üzerinden Avrupa’ya götürme imkânı
buldular.
On altıncı yüzyılda Osmanlı, Kızıl Deniz sahilinin
belirli kısımlarını ele geçirdi. İç kesimler ve güney sahili, başında bir
imamın bulunduğu bağımsız bir devlete aitti. Kısa bir süre sonra bölgeye
İngilizler geldi. İngilizler, Doğu Hindistan Şirketi’nin bir şubesini Kızıl
Deniz üzerindeki Moka limanına açtılar.
On dokuzuncu yüzyılda İngilizler, ülkenin güneybatı
kısmını işgal etmek suretiyle, bölgedeki varlık alanlarını genişlettiler. 1839’da
bölgenin en önemli limanı olan Aden’e yerleştiler. 1872’de Türkler, bölgede
önemli bir güce sahip olan bir imamı başa geçirdiler, böylelikle iç kesimlere
hâkim oldular. Bu ayrışma sebebiyle Yemen ikiye bölündü.
1870’lerde Süveyş Kanalı’nın açılması ve Türklerin
Kuzey Yemen üzerindeki hâkimiyetlerinin pekişmesiyle birlikte Aden, Britanya’nın
genel stratejisinde önemli hâle geldi. Neticede Aden, hem Kızıl Deniz hem de
yeni açılan kanal açısından en önemli noktaydı.
Yirminci yüzyılın başında Türkiye ve İngiltere sınırları
çizdi. Böylelikle, Türkiye’nin kontrolündeki bölgeye “Kuzey Yemen”,
İngilizlerin elindeki bölgeye “Güney Yemen” denildi. 1934’te Britanya, Umman sınırına
dek uzanan güney kısmının tamamını kontrol altına aldı.
Birinci Dünya Savaşı’nda baştaki İmam, Osmanlı’dan
yana oldu, savaşın sonunda Türkler yenilene dek onlara sadık kaldı. Neticede Kasım
1918’de ülkesi bağımsızlığını ilân etti. Ancak Britanya, ülkenin bağımsızlığını
tanısa da Aden’e manda, 1937’de de koloni statüsü verdi. Bunun üzerine
Yemenliler, bir kez daha silâha sarılmak zorunda kaldılar. 1940 yılında “Özgür
Yemen” denilen milliyetçi hareket sahneye çıktı ve ülkeyi İngilizlerle müttefik
olan İmam ailesinden kurtarmak için mücadele etmeye başladı.
Mücadele, güneyde ve kuzeyde farklı yollardan
ilerledi. 1962’de ülkenin kuzeyinde Yemen Arap Cumhuriyeti kurulurken, güneyde
1963’te kurulmuş olan Ulusal Kurtuluş Cephesi 1967 yılında Aden’i ele geçirip
bağımsızlık ilân etti, ardından da sosyalist devrimi gerçekleştirdi.
1969 yılında ülkedeki tüm İngiliz üslerini kapatan ve
Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti ismini alan Güney Yemen, bankaları,
yabancı ticareti ve gemicilik sektörünü kontrol altına aldı, bir yandan da
toprak reformunu gerçekleştirdi. Dış politikada yeni iktidar Sovyetler’le
müttefik oldu. Ayrıca Filistin halkına destek verdi ve Siyonizm karşıtı
mücadelenin parçası oldu.
Ekim 1978’de önemli bir halk desteğini arkasına alan
kongresinde Ulusal Kurtuluş Cephesi, Yemen Sosyalist Partisi’ni kurdu. Aralık
ayında yapılan seçimlerde Halkın Devrimci Konseyi’nin 111 üyesi belirlendi.
İlk yıllarından itibaren Yemen Halkının Demokratik
Cumhuriyeti, Suudi Arabistan’ın düşmanca tavırlarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Ülkeye
ait toprakları ele geçirmek için uğraşan Suudilerin asıl derdi, petrol bulunan bölgelere
sahip olmaktı. ABD askerinin Suudi Arabistan’daki varlığının daha fazla hissedilmesiyle
birlikte gerilimler daha da yoğunlaştı.
Kuzeyde ise ülkedeki tüm ilerici güçleri bir araya
getiren Ulusal Demokratik Cephe, 1978’de iktidara gelmiş olan Ali Abdullah Salih’e
karşı silâhlı mücadele yürütmekteydi. Cephe’nin iktidarın eşiğine geldiğini
gören Suudiler, sürece müdahale ettiler ve çatışma sürecinin Yemen Halkının
Demokratik Cumhuriyeti’ne yönelik savaşa doğru evrilmesini sağladılar. Arap ülkelerinin
arabuluculuğuyla ateşkes imzalandı ve bir anlaşmaya varıldı. Anlaşma uyarınca
1972’de askıya alınmış olan yeniden birleşme müzakereleri tekrar başlatıldı.
22 Mayıs 1990’da iki cumhuriyet birleşerek Yemen Cumhuriyeti’ni
meydana getirdi. Eskiden Yemen Arap Cumhuriyeti’nin başkenti olan San’a siyasi,
eskiden Yemen Halkının Demokratik Cumhuriyeti’nin başkenti olan Aden’se
ekonomik başkent ilân edildi. Aden’de iki devletin meclislerinin düzenlediği
ortak oturumda General Ali Abdullah Salih’in başkanlığında toplanan Başkanlık
Konseyi seçildi. Suudiler, Yemen’in birleşmesini hoş karşılamadılar. Süreç içerisinde
ülkeyi bölme siyasetine destek sundular. Mayıs 1994’te ayrılıkçılar, ülkenin güneyinde
Yemen cumhuriyeti kurulduğunu ilân etseler de hükümete bağlı güçlerce mağlup
edildiler.
Haziran-Ağustos 2004 arası dönemde Şiiliğin Zeydilik
koluna bağlı olan bir hareket açığa çıktı. Hareketin lideri, Hüseyin Husi
ismindeki bir din âlimiydi. Aynı yılın Eylül ayında yaşanan bir çatışmada
Hüseyin Husi’nin ölmesi üzerine hareket, Husi ismini aldı. “Ensarullah” olarak
da bilinen hareket, ülkede küçük bir azınlıktan destek görüyor olmasına rağmen,
tarihi sekizinci yüzyılın ortalarına dek uzanan bir hareketti.
Zeydilik, üyeleri iyi eğitimli olan, Müslüman
ahlakının savunulması ve adalet mücadelesiyle tanımlı bir hareket. 1962’de güçlerini
kaybettikten sonra marjinalleştirilmiş olan bu hareketin ideolojisi, sonrasında
Husilerin zemin bulacağı toplumsal kesimlerin fikriyatının oluşmasını sağladı.
Husiler, Ali Abdullah Salih’in Batı ve Suudi yanlısı
hükümetine karşı uzun süre mücadele ettiler. Bu kanlı mücadelede 2006-2008
arası dönemde kuzeydeki topraklarını savunmak adına ele beş kez silâh aldılar. Zamanla
kendilerine destek veren kitleyi ve kontrol altında tuttukları alanı
genişlettiler. 2009’da Husileri durdurmak için didinip duran Salih, Suudi
Arabistan’dan destek istedi.
Husilere göre, aşırı muhafazakâr Vehhabi ideolojisine
yaslanan Suudiler ülkenin içişlerine müdahale ediyordu. Onların varlığı ve bu müdahaleleri,
en genelde ülkenin egemenliği özelde de ilgili azınlığın varlığı için bir tehditti.
Suudilerden destek istenmesiyle birlikte mücadele, içte süren bir mücadele iken
dış müdahaleye karşı çatışma sürecine evrildi.
Başta lideri olmak üzere ağır kayıplar vermiş olmasına
karşın Husi savaşçıları, zamanla güçlendiler. 2011 yılından itibaren liderin
küçük kardeşi Abdülmelik’in başa geçmesiyle birlikte düşmana ağır kayıplar
vermeye başladı. Bu süreçte geliştirilen antiemperyalist ve antisiyonist
söyleme, Suudi Arabistan’ı bölgedeki ABD ve İsrail planlarının uygulanması
sürecinin önemli bir bileşeni olarak gören yaklaşım eşlik etti.
Yanlış bir tabirle “Arap Baharı” olarak anılan süreç,
Husilerin Salih’in başında olduğu baskıcı hükümete karşı mücadelelerinde destek
bulmasında önemli bir rol oynadı. Arap dünyasının önemli bir kısmını sarsan
deprem sonrası Yemenliler, diğer komşu ülkelere kıyasla daha iyi örgütlendiler.
Göstericilerin ulaştığı güç karşısında Salih, ülkeden kaçıp Suudi Arabistan’a
sığındı. Yerini cumhurbaşkanı yardımcısı Abdurrabu Mansur Hadi aldı. Hadi, Salih
karşıtı ekiplerle “hiçbir şeyi değiştirmeden her şeyi değiştirmek” konusunda anlaşma
sağlamak, ama bir biçimde Husi hareketini anlaşmanın dışında tutmak suretiyle
ülkede düzeni sağlamaya çalıştı.
2014 sonunda Husiler başkente saldırma kararı aldılar.
Bu bağlamda iktidarı yeniden alma gayreti içine giren Salih, Hadi’ye karşı
koymak için Husilerle ittifak yaptı. Hadi’nin barış anlaşmasına destek sunmayan
Husiler, başkenti almak için en büyük düşmanlarıyla ittifak yapmak zorunda
kaldılar. Salih’e bağlı olan Cumhuriyet Muhafızları, Husilerin San’a’ya
girmelerini sağladı. Hadi Riyad’a kaçtı. Yalnız bu süreçte Husilerin başkente
girmelerine izin verilmedi. Hadi ise Suudi Arabistan’ın başkentinden, Vehhabi
krallığının kuklası olarak hareket eden ve henüz Ensarullah’ın kontrolünde
olmayan bölgeleri “yönetmeye” başladı.
İktidarı ele geçirir geçirmez Husiler, ülkeyi
yönetmesi için bir Devrimci Komite teşkil ettiler. Bir yandan da El Kaide’yle
ve onu koruyan Suudilerle mücadele etmek zorunda kaldılar.
Husilerin anlaşmalara bağlı kalmayacağını gören, iktidarı
yeniden ele geçirmesinin şart olduğunu düşünen Salih, Suudilerin desteğini
arkasına alınca Husilere sırtını döndü. İhaneti gören Husiler, Salih’in
sarayına saldırıp onu öldürdüler.
Riyad’da bulunan Hadi, Suudilerin Yemen’e müdahale
etmesini istedi. Bu istek üzerine Suudi krallığı, 2015’te Kararlı Fırtına
Operasyonu kapsamında, Sünni ülkelerden oluşan bir koalisyon meydana getirip
Husilerin kontrolündeki bölgelere hava saldırıları düzenledi. Bu saldırılarda
binlerce insan öldü.
Ülkenin kontrolünü sağlamaya yönelik nihai saldırı
olarak görülen bu eylemin ardından, daha çok diplomatik sürece odaklanan “Yeni
Ümit” isimli ikinci operasyon başlatıldı. Bu süreçte ülkenin ümidi çalındı. Zira
müttefik devletlerin yürüttüğü kara, hava ve deniz harekâtları neticesinde ülke
abluka altına alındı, uluslararası yardımlar ülkeye giremez oldu, Yemen
böylelikle Siyonistlerin Gazze’de ABD’nin açık desteğiyle yürüttükleri son
eylemlere dek, tarihin gördüğü en ağır insani kriziyle uğraşmak zorunda kaldı.
Bölgeyi iyi bilen, gerilla savaşı taktiklerine hâkim
olan, kendi ifadeleriyle, “Vietnam’daki kurtuluş mücadelesinden ve Latin
Amerika’daki direniş hareketlerinden ilham alan” Husiler, savaş konusunda
gerekli olan disiplinden ve motivasyondan, ayrıca irade ve moralden yoksun olan
işgalci orduya ağır darbeler indirdiler. Suudilerin öncülük ettiği ittifakın
savaşma becerisini azaltan önemli faktörlerden birisi de özel şirketlerden
kiralanan paralı askerler ve müttefik ülkelere bağlı askerlerin farklı
birikimlere sahip olmasıydı.
Riyad bile saldırılardan nasibine düşeni aldı. Ensarullah,
Suudi topraklarında bile dronlarla ve uzun menzilli füzelerle saldırılar
düzenledi. İki ülke arasındaki sınırın epey uzağındaki kışlalar, petrol
rafinerileri ve kritik önemdeki altyapı çalışmaları hedef alındı.
Emperyalist medya, Husilerin İran hükümetinin nüfuzu altında
hareket ettiği fikrini zihinlere aşıladı. Oysa İran da Husiler de Lübnan’dan,
Suriye’den, Bahreyn’den ve Filistin’den politik güçleri bir araya getiren,
emperyalizm, sömürgecilik ve Siyonizm karşıtı direniş ekseninin parçası
olduklarını inkâr etmiyorlardı. Ayrıca, İran’la Husiler arasında bir “tabiyet”
ilişkisi olduğuna dair iddianın hiçbir temeli yok. Bunu anlamak için Yemen
halkının mücadele tarihine bakmak kâfi.
Batı Asya’da İsrail’in artan saldırıları ve ABD’nin
müdahaleci varlığı politik düzlemi kutuplaştırdı. İran’ın Suudi Arabistan’la
arasındaki ayrışmayı ortadan kaldırmaya yönelik anlaşmaya imza atması yanında,
Mısır, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı bir araya getiren diğer anlaşmalar
Yemen’deki savaşın durmasını sağladı. Bu gelişme, emperyalist-Siyonist kutbun
zayıfladığının, direnişin güçlendiğinin delili.
Bu bağlamda, Yemen ve Husi hareketi, tarih ve coğrafya
düzleminde önemli bir rol oynuyor. Bu noktada Ensarullah’ın İran’la
ilişkilerini hiç saklamadığını belirtmekte fayda var. Her iki gücün
birlikteliğinin ortak zemini, Şiilik. Hareketin kurucusu da şimdi harekete
liderlik eden kardeşi de Kum kentinde yaşamış, burada politik ve ideolojik
eğitimden geçmiş.
Ama bu demek olmuyor ki Yemenliler İran’ın “ek teçhizat”ı.
Tahran’dan mali, askeri, istihbari ve politik destek alan Ensarullah hareketi, hem
Suudi Arabistan’a ve müttefiklerine karşı 2015’ten beri yürüttüğü savaşta hem
de bugün Filistin davasına sunduğu destek dâhilinde yaptığı eylemlerin
kararlaştırılmasında ve icrasında bağımsız hareket ediyor, kararları kendisi
alıyor.
Şu husus bilinmeli: Filistin’e sunduğu desteğin
yanında Yemen, genelde tüm bölgede, özelde Babülmendep Boğazı’nda istihbarat
toplamak için, casusluk faaliyetlerine yönelik bir dizi üs kurmak adına, ülkenin
sahil şeridinin 350 kilometre açığında, Umman Denizi’nde bulunan Sokotra adası
denilen stratejik adayı ele geçirmek için 2015 yılında yürüttüğü savaşta
Birleşik Arap Emirlikleri’ne destek veren İsrail’le doğrudan çatışmak zorunda
kaldı.
Diğer bir önemli not da şu: Sokotra’daki BAE-İsrail
üssünü aynı zamanda ABD de kullandı. ABD, bu üsten Pakistan’daki Gwadar
limanını kontrol altında tutmak için yararlandı. Çin-Pakistan Ekonomi Koridoru’nun
parçası olan liman, Çin’e, özellikle batı bölgesine malların gitmesini sağlamak
için inşa edilmişti.
Son olaylar üzerinden şunu belirtmek gerek: Yemen’in
Filistin’e destek eylemleri 7 Ekim’in hemen ardından başladı. Pentagon’un
verdiği bilgiye göre, 19 Ekim günü ABD gemisi, Husilerin İsrail’e attıkları
füzeleri ve gönderdikleri dronları düşürdü.
Birkaç gün sonra, 27 Ekim günü, İsrail hava
kuvvetlerinin müdahalesiyle Mısır’ın İsrail sınırındaki Taba kasabasına iki
dronun düşmesi sonucu altı kişi yaralandı. 31 Ekim günü Husiler, Siyonist
yapıya karşı dron saldırısı gerçekleştirdiklerini duyurdular. İsrail, güneyden
gelen bir füzeyi düşürdüklerini açıkladı.
Husilerin askeri sözcüsü Yahya Sari, televizyonda
yayınlanan bir açıklamasında, örgütün İsrail’e “çok sayıda” balistik füze ve
dron gönderdiğini, ileride “Filistinlilerin zaferine katkıda bulunmak adına”
daha fazla saldırı gerçekleştireceklerini söyledi. Bu açıklamaya cevaben,
İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı Zaçi Hanegbi, Husi saldırılarının hoş görülemeyeceğini
söyledi, ama İsrail’in nasıl cevap vereceği sorusu karşısında sessiz kaldı.
Kasım ayı ortalarında Ensarullah, silâhlı
kuvvetlerinin İsrail bandıralı olan veya İsrail şirketlerinin çalıştırdığı,
sahibi olduğu tüm gemilere saldıracağını duyurdu. Birkaç gün sonra General Sari
“Yemen silâhlı kuvvetlerinin Gazze’deki Filistinlilerin ihtiyaç duydukları gıda
ve ilâcı taşıyan ve Umman Denizi ile Kızıl Deniz’den geçip İsrail limanlarına
gidecek olan her milletten gemiyi korumaya devam edeceklerini” söyledi.
Bu alınan karara cevaben, İsrail’le bağlantılı
gemilere yapılan ilk saldırıların ardından, dünyanın önemli taşımacılık şirketi
(İsviçre şirketi Mediterranean Shipping, Danimarka şirketi Maersk, Fransız
şirketi CMA CGM ve Alman şirketi Hapag-Lloyd) gemilerinin Kızıl Deniz’den
geçmeyeceğini açıkladı. Bu şirketler, dünya denizlerinde taşınan konteynerlerin
yaklaşık yüzde 53’ünü, hacim olarak dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 12’sini
taşıyor. Ayrıca, dünya konteyner trafiğinin yüzde 30’u Babülmendep Boğazı’ndan
geçiyor.
Bu hamleye cevap olarak, 19 Aralık günü ABD, “Refahın
Bekçisi” isimli operasyon kapsamında farklı ülkelerin donanmalarını içeren bir
ittifak meydana getirdi. İttifakın amacı, “Kızıl Deniz’den gemilerin serbestçe
geçmesini sağlamak”tı. Pratikte bu adım, Yemen’le savaştan ve Kızıl Deniz’in
askeri alan ilân edilmesinden başka bir anlama gelmiyordu. Gelgelelim, Yemen
gene de boyun eğmedi. Silâhlı kuvvetleri, Yemen’e ve füze üslerine yönelik her
türden saldırının tüm Kızıl Deniz’i kana bulayacağını açıkladı, ayrıca tüm uçak
gemilerini ve muhripleri batırmaya yetecek silâha sahip olduklarını iddia etti.
O günden beri başka hamleler de yapıldı. 20 Aralık
günü yaptığı konuşmasında Ensarullah lideri Seyyid Abdülmelik Husi, İslam
dünyasının, bilhassa “dünyanın kalbi” olan Arap coğrafyasının Filistin’deki
çatışma konusunda büyük bir sorumluluğu olduğunu söyledi. Bu bağlamda, Abdülmelik
Husi, özellikle Suudi Arabistan’da meseleyi tartışmak amacıyla düzenlenen
zirvede Müslüman Arapların aldığı konumu ağır bir dille eleştirdi. Ona göre, bu
görüş zayıf ve cılız bir görüştü. Devamında Abdülmelik Husi, Arap-Müslüman
coğrafyasındaki halkların Filistin’e destek vermesi gerektiğini söyledi, ayrıca
“Filistin’e karşı kurulan komplo” ile ilgili kimi ülkelerin geliştirdiği
yaklaşımı eleştirdi. Yemenli lider, kendi milletinin ABD ve Avrupa ülkelerinin
Filistin konusunda olumlu bir konum almalarını veya önemli bir rol
üstlenmelerini beklemediğini dile getirdi. Dolayısıyla, direniş ekseninin
amacının Filistin’e yönelik askeri desteğin düzeyini yukarı çekmek olması
gerektiğini ifade etti.
Bu bağlamda, Abdülmelik Husi, Ensarullah’ın Refahın
Bekçisi Operasyonu sonrası Washington’ın saldırması durumunda ABD savaş
gemilerine saldıracağı uyarısında bulundu. Husi’ye göre, ABD’nin derdi
dünyadaki gemi rotalarını korumak değil, denizleri askerî alan hâline getirmek.
Öte yandan, ABD, kurulan bu ittifakın faaliyetlerini
nasıl yürüteceği konusunda bir türlü uzlaşmaya varamadı. Koalisyona çağrılan
Arap ülkeleriyle yaşanan anlaşmazlıklar, Kızıl Deniz’den geçen gemilere yönelik
Husi saldırılarına verilecek makul cevabın önünü aldı. Yemen’e karşı uzun
zamandır yürütülen savaşın parçası olan BAE ve Suudi Arabistan, bölgenin iki
önemli ülkesi olarak, Husiler konusunda ABD’yle çelişen konumlara sahip, bu da
ABD’nin denizde yapılan saldırıları durdurmaya yönelik planlarına taş koyan bir
durum. Washington, bir yandan da Husilere saldırmayı da düşünüyor, ama bazı
Arap müttefikleri bu fikre karşı çıkıyor. Onlar, diplomasi yolunda ısrarcı
olunmasını ve gemilere yönelik koruma faaliyetinin güçlendirilmesini istiyor.
Konuyla ilgili bilgisine başvurulan analizciler,
donanmada görevli komutanlara çerçevesi ve içeriği belli olan görevler
verilmediği sürece operasyonun net bir hedefe sahip olamayacağını söylüyorlar. Aynı
şekilde, en gelişmiş silâhlara sahip olmasına karşın, koalisyon gemileri
ticaret gemilerine savaş gemileriyle eşlik edip füze saldırılarını
savuşturmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Oysa Yemen’in elinde sekiz yıldır süren
savaş sebebiyle, kısa sürede tükenmesi imkânsız olan bir füze cephaneliği var. Ayrıca,
Rus donanma kuvvetleri uzmanı İlya Kramnik’in ifadesiyle, “ne taşımacılık
şirketlerinin başındaki isimler ne ticari gemilerin kaptanları ne de
sigortacılar bu süreçte kumar oynamak derdinde.”
Aynı şekilde, Red Sea Analytics International [“Uluslararası
Kızıl Deniz Analizi”] isimli, Kızıl Deniz’deki güvenlik meselesinin ana
dinamiklerine dair tarafsız çalışmalar yapan bağımsız danışmanlık şirketinin
kurucularından olan Michael Horton da “Husilerin bugüne dek ellerindeki
silâhların belirli bir kısmını kullandıklarını, uzun menzilli füzelerini, daha
gelişkin olan dronlarını ve tespit edilmesi güç olan deniz mayınlarını henüz
kullanmadıklarını” söylüyor.
Bu koşullarda ABD’li Koramiral Kevin Donegan, “ABD’nin
de Husilerin kesintisiz devam eden saldırılarını normal karşıladığını” iddia
ediyor. New York Times’ın haberine göre, bu durum, Biden’ı Husiler
konusunda devreye sokulacak, onları caydırmaya yönelik planlar konusunda zor
bir tercihle karşı karşıya bıraktı. Bu noktada Biden, Suudilerin Yemen’deki isyancılarla
güçbelâ yaptığı ateşkesi sonlandıracak, çatışma sürecini tırmandıracak bir
adımı atıp atmayacağı hususunu dikkate almak zorunda. ABD’nin Yemen özel temsilcisi
Tim Lenderking, konuya dair yaklaşımını şu cümleyle ortaya koyuyor: “Bugün
herkes, gerilimin düzeyini aşağı çekmenin yollarını arıyor.”
Çatışmanın diğer tarafında duran İran, 24 Aralık’ta,
İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami üzerinden, Akdeniz,
Cebelitarık Boğazı ve diğer su yollarının kapatılması durumunda, İsrail’in
denizden tümden abluka altına olacağı bir döneme doğru ilerlediğini duyurdu.
Bugüne kadar Yemen, İsrail’in Kızıldeniz’deki Eilat limanını neredeyse tamamen
ablukaya almayı başardı ve bu liman, şimdilerde sadece yüzde 15 kapasiteyle
çalışıyor. Ensarullah’a bağlı silâhlı kuvvetler, bu koşullarda, Umman Denizi’nin
açıklarında, Hindistan yakınlarında, Yemen topraklarından çok uzakta bir İsrail
gemisini vurmayı başardı. İran ise, Siyonizme karşı yürütülecek topyekûn bir
savaşın başlaması durumunda, Akdeniz üzerinden İsrail limanlarına giden ticari
gemileri kolayca hedef alabilecek insansız hava araçlarına ve uzun menzilli
hipersonik füzelere sahip.
Aynı şekilde, Yemen ordusu, İsrail’e karşı başka
boyutlarda bir savaşa hazırlanırken, ülkenin silâhlı kuvvetleriyle birlikte
Siyonist yapıya ve ABD liderliğindeki koalisyona karşı savaşmaya hazır ve
eğitimli 20.000 yedek askere sahip olduğunu açıkladı.
Yemen, 28 Aralık’ta ABD ve ortaklarını Kızıl Deniz’in
askerî alana dönüştürülmemesi konusunda uyardı ve Gazze ablukasının devam
etmesi hâlinde, düşmanlarına yönelik saldırılarını yoğunlaştıracağını söyledi.
Bu bağlamda, bir gün önce, Yemen Silahlı Kuvvetleri’nin üst düzey komutanları,
son bölgesel gelişmeleri tartışmak ve birliklerin savaşa hazır olup olmadığını
gözden geçirmek için bir araya geldi. Toplantının sonunda komutanlar,
Ensarullah liderinin emirlerini yerine getirmeye hazır olduklarını söylediler.
4 Ocak'ta, Yemen Deniz Kuvvetleri’ne ait bir birliğin
Kızıl Deniz’de ABD askerî güçleriyle karşı karşıya gelmesinin ardından, Yemen
Kıyı Savunma Kuvvetleri Komutanı Tümgeneral Muhammed Kadiri, ülkesinin cevap
verme hakkını saklı tutmadığı konusunda uyardı ve adalara, Kızıl Deniz’e ve “Siyonistlerle
Amerikalıların konuşlandığı üslere” yönelik, hedefi net olarak belirlenmiş
saldırılar gerçekleştireceklerini duyurdu.
ABD ve kurduğu ittifak, Kızıl Deniz’de Husilerin
doğrudan karşısına çıkmaya karar verirse, Aden Körfezi, Umman Denizi ve Hint
Okyanusu’nda cereyan edecek büyük bir deniz savaşıyla yüzleşecek. Eğer bu savaş
yaşanırsa, sonuçlarını bugünden hesaplayamayacakları, durdurulması imkânsız
olan bir savaşın girdabına kapılmış olacaklar.
Yemen, stratejik konumunu küresel dengede bir güç
olarak kullanmayı ve kendisini devam eden çatışma denkleminin önemli bir
parçası olarak kabul ettirmeyi her hâlükârda bildi. ABD ve İngiltere’nin
desteklediği, İsrail denilen savaş makinesine karşı Filistin halkına cesurca
destek sundu. Bu desteğiyle, İsrail ve onun akıl hocası olan ABD’ye baskı
uygulama konusunda önemli bir oyuncu olduğunu ispatladı.
Süveyş Kanalı’nı kontrol eden, dünya ticaretinin yüzde
doksanını kontrol eder. Bu kanalı kontrol eden, İsrail ekonomisine darbe vurma,
onu doğrudan etkileme imkânına kavuşur. Bu anlamda Husiler, İsrail ve ABD’nin
şimdiye kadar ne pahasına olursa olsun kaçınmaya çalıştıkları şeyi yapmayı
başardı: “Gazze’deki soykırımı küresel bir krize dönüştürdüler.”
Lübnanlı gazeteci Halil Harb, Dünya Bankası’na ait
verileri ve bilgileri aktardığı, Cradle isimli dergi için yazdığı
makalesinde, “İsrail’in ihracatının ve ithalatının neredeyse yüzde 99’unu nehir
ve deniz yoluyla gerçekleştirdiğini, GSYİH’sinin üçte birinden fazlasının ise ticari
faaliyetlere bağlı olduğunu” söylüyor.
Uluslararası politika konusunda uzman bir isim olan Brezilyalı
gazeteci Eduardo Vasco ise, Husi hareketinin Batı Asya’da neden olduğu doğrudan
etkiye ek olarak, eylemlerinin “dünya ekonomisini, yani Ortadoğu’daki savaş
denilen meselenin kökenini teşkil eden kapitalist rejimin işleyişini felç
ettiği” gerçeğine dikkat çekiyor. Bu bağlamda Vasco, ABD ve İsrail’in Yemen’e
doğrudan saldırma fikrine pek sıcak bakmadığını, zira bu iki ülkenin ABD
müttefiklerine, özellikle “petrol bölgelerine” yönelik misillemelere tanık
olunmasından çekindiğini söylüyor. Yazara göre bu çekincenin ana sebebi, petrol
krizinin ekonomik krizi tetikleyecek olması ihtimali. Suudilerin sürece
ihtiyatla yaklaşmalarının, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Ensarullah’a sert bir
şekilde cevap verilmesini istememesinin sebebi de bu.
Bu makalenin son cümleleri yazılırken, Amerika’nın Yemen
donanmasına yönelik saldırılarına cevaben, Yemen’in İsrail’e ikmal malzemesi taşıyan
bir ABD gemisini vurduğu haberi geldi.
Aynı şekilde, ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın
açıklamalarına cevap veren Yemen Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Ezzi,
Washington, Londra ve Berlin tarafından seyrüsefer güvenliğine ilişkin yayılan
yanlış bilgileri kategorik olarak reddederek, “işgal altındaki Filistin
limanları dışındaki tüm varış noktalarına seyrüsefer güvenliğini sağlayacaklarını”
söyledi.
Yukarıdaki satırlar, Yemen halkının İsrail’in Filistin’e
karşı yürüttüğü savaşta belirli bir rol üstlenme becerisini ve bu konudaki kararlılığını
ortaya koyuyorlar. Aslında burada, küresel ve bölgesel olarak ekonomik kalkınma
sürecinin dışında tutulmuş küçük bir ülke olmasına rağmen, Yemen’in bin yıldır
bağımsız bir ulus olarak varolma iradesinden ve ABD’nin bölgede emperyalist
politikalarını uygulama çabalarına karşı geliştirdiği itirazdan bahsediliyor.
Sergio Rodrígez Gelfenstein
11
Ocak 2024
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder