Coğrafyamız,
çok uzun bir süre zarfı içerisinde büyük bedellerin ödendiği, bununla beraber,
muazzam direnişlere tanıklık etmiş bir bölge özelliğini taşımaktadır.
Mustafa
Suphi ve arkadaşları ile başlayan ve 68 devrimci çıkışıyla kitleselleşip ivme
gösteren mücadele tarihi, o günlerden bugünlere inişli çıkışlı seyri ile
destansı bir öyküye dönüşmüş ve hâlihazırda bunu devam ettirmektedir. Zira bu
durum, dost düşman herkesin malumudur. Dolayısıyla uzun uzun betimleme yahut
güzelleme yapmak beyhude bir çaba olacaktır.
Yazının
temel muhtevası, coğrafyamız üzerinde yaşam bulmuş devrimci damarların ve
mücadele azminin amiyane tabiri ile kan emicisi olmuş bir dinamizm tıpası olma
görevini layıkıyla yerine getiren Radikal Demokrasi.
1980’nin
antifaşist cephesinden sonra coğrafyamız devrimci nüvelerinin aldığı ağır
yenilgi, Avrupa sosyalizmi merkezli birçok tasfiyeci akımın yaşadığımız
coğrafya üzerinde yaşam bulmasının önünü açmış, seksenlerin ikinci yarısından
itibaren Sovyetler’in çöküşü ve dağılışı ile beraber Dünya’da yaratılan
“sosyalizm bitti” algısıyla beraber palazlanmış ve birçok örgütü tasfiye edip
tarihin karanlık sayfalarına gömmüştür.
Bu
tasfiyeci akımların bayrak koşucusu olan radikal demokrasi, işi burjuvaziye
mülkiyet hakkı tanımaya kadar ileri götüren, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi
savunan, sosyalizmin minimize edilmiş hâli olarak sınıftan ve ezilen emekçi
yığınlardan uzak bir biçimde sınıf mücadelesinin dışında ne varsa esas mücadele
biçimi hâline getirip sınıf mücadelesini maniple ederek, uzlaşmacı bir çizgiye
güdümleyen ve coğrafyamız üzerinde en çok rağbet gören akımların başat aktörü
olma özelliğini taşımaktadır.
Şunu
belirtmek elzemdir ki Avrupa sosyalizminin burjuva demokrasisinin güdümünde
yürüttüğü parlamenter-STK’cı “mücadelenin” en olmaz yerlerinden biri, hiç
kuşkusuz yaşadığımız coğrafyadır.
Son
yıllarda Avrupa’da başta SYRIZA olmak üzere Alman Yeşiller Partisi ya da
Hollanda’da Sosyalist Parti’nin göstermiş olduğu çıkış, daha önceki yıllarda
ÖDP’nin görece olarak devrimci güçlerin dinamik bir süreç yaşadığı 96 sürecinde
ortaya çıkarak programı ve pratikleriyle herkesin malumu olan devrimcilik
anlayışı ve “çözüm süreci”nin akabinde 2015 seçim sürecinde HDP’nin seçim
barajını aşması, yine HDP’nin radikal demokrasi akımının her platformda ve her
fırsatta bezirgânlığını yapması ile beraber Türkiye solunun ezici çoğunluğunun
nihai olarak 7 Haziran seçim sürecinin sonunda HDP’nin barajı geçmesine
neredeyse Ekim Devrim’i ile kıyaslamaya götürecek boyutta önem atfetmesinin bir
başka sonucu olarak bol bol feminizm, LGBTİ, ekoloji, parlamento ağırlıklı,
lakin sınıfın olmadığı sosyalizm propagandaları, cafcaflı programlar
gündemleşerek ezen-ezilen çelişkisi yok sayılıp en alt derekeye indirilmiş,
ancak nihayetinde hepsi bir bütün olarak 2015 Temmuz süreci ile beraber
diyalektiğin ağır ve sağlam tokadını yiyerek kaçınılmaz sessizliğe mazhar
olmuşlardır.
1980’nin
antifaşist cephesi, SSCB’nin çöküşü, 2000 hapishaneler katliamı ile beraber
palazlanan, 2015 seçim süreciyle beraber coşa gelen kimi reformist
örgütlenmeler, görünen o ki yaşadığımız süreci kınama bildirileri dışında,
HDP’ye eklemlenmiş bir biçimde politikasızlık ve büyük bir sessizlikle
geçiştirecekler.
Nerede
ve nasıl yaşadığını unutarak, modern hippiliği kitlelere devrimcilik diye
kakalamaya çalışanlar bilmeli ki yaptıkları belirlemeler, İsviçre ya da Norveç’te
pekâlâ karşılık bulabilir, lakin coğrafyamızda bulamaz, bulması da imkânsızdır.
Sınıf gerçekliğini yok sayan, her kim olursa olsun hezimete uğramaktan
kaçamayacaktır.
LGBTİ’ler,
kadınlar, ekoloji, kimlik meselesi tabii olarak sosyalistlerin sahiplenmek
zorunda oldukları önemli meselelerdir. Elbette sosyalistler, bu sorunların
çözümü için arayışlara girecekler ve programlarında onlara yer vermeleri
gerekecektir. Lakin metal işçilerinin grevine nötr kalarak tüm LGBTİ eylemliliklerinde
yer almak, amiyane tabiri ile pusulası şaşmış ve büyük bir gaflette olan
kimselerin işidir.
Burada
sorun, LGBTİ eylemlerine katılmak değil, onu esas hâline getirmektir. Mevzu
bahis tüm meseleler, kati surette sınıf sorununun üstünde değildir. Tersi
durumlarda hâlihazırda birçok mesele vuku bulurken, belediyelere neden kadın
kayyum atanmadığının peşine düşen Filiz Kerestecioğlu’nun ya da Amed’e kadın
emniyet müdürü atanmasını öven kimi feministlerin düştüğü duruma düşülür,
muhalefet örmek şöyle dursun, ciddiye dahi alınmak artık güç bir uğraş hâlini
alır.
Popüler
hâle gelmiş ve alıcısı bol olan her şeyi pazarlayarak muhalefet örme gayesinde
olanlar, ancak suni gündem yaratarak, muhalefeti maniple etmekten öteye
gidemezler. Kaldı ki kadın sorununu, kadın mücadelesini sınıf merkezli ele
almak yerine, burjuva liberal akımların peşi sıra koşturmak, tam da yazı
boyunca bahsi geçen ideolojik tasfiyenin birer yansıması, teşhiridir.
Fabrika
işçisi, ırgat, ev emekçisi kadınlar tali, “seks işçisi” kadın esas. Çünkü
radikal demokrasinin kapsamı onu ziyadesiyle karşılıyor. Tüm mesele bu. İşte bu
döngü, kargalara dahi kahkaha attıracak cinsten.
Kadın
örgütlenmelerinin örgütlenme perspektifi radikal demokrasi olduğu müddetçe,
üzülerek ifade etmek gerekir ki, fabrika ve atölyelerden ziyade
Taksim-Kadıköy-Beşiktaş üçleminin dışına çıkılamayacak. Bu durum da körler
sağırlar birbirini ağırlar sonucunu kaçınılmaz kılacaktır.
Son
kertede coğrafyamız üzerindeki devrimci damarı gün geçtikçe daha fazla tıkayan
bu aymazlık, birçok meseleyi manipüle ederek coğrafyamız üzerinde gelişecek,
gelişebilecek bir muhalefetin rotasını şaşırtıp onu kör bir dehlize atmaktan
başka hiçbir işe yaramayacak, onu yok edecektir.
Ezilen
emekçi yığınların, sosyalizmi boş bir uğraş olarak gören ve burjuvaziye koltuk
değneği olmaktan öteye gidemeyen akımlara hiç ama hiç ihtiyacı yoktur.
Delil Derviş
İştirakî Dergisi
Sayı
11 s. 93-95.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder