Pages

21 Ocak 2024

Karne: Takdir ve Onur Belgesi


Her yıl ocak ve haziran aylarında ilk ve orta öğretim öğrencilerine karne verilir. Dijital bir çağda yaşıyoruz, karne notlarını öğrenciler, internet üzerinden, karne günü öncesi görebiliyorlar.

Geleneksel olarak basılı karnenin dağıtılması ülkemizde yaygın bir durumdur. Öğrenciler dönem boyunca yapılan sınavlardan, ödevlerden, katıldıkları etkinliklerden, sınıf içinde gösterdiği başarılardan, yarışmalardan ve davranış biçimlerinden not alır. Alınan notların ortalaması karneye işlenir. Dijital olan, hatıra oluşturmadığından, matbu olan hâlen insanî olarak geçerliliğini sürdürüyor, bu yüzden karne dağıtımı önemli bir gelenek olarak eğitim ve halk tarihinde yürürlükte.

Karne günlerinde bir başka gelenek de eğitim sendikalarının uygulanan eğitim politikalarına yönelik hazırladıkları karneleri basın açıklaması ve bugünlerde sosyal medya üzerinden paylaşması.

Bu iki gelenekten hareketle, eğitim emekçilerinin de sendikalara ya da üyesi olduğu sendikaya karne vermesi gündeme getirilebilir. Karne dönemlik verilir, sınıflar mücadelesi kesintisiz bir süreçtir fakat onun da önemli dönemleri vardır, bu süreç de devamsızlık da içerir.

Ülkemizde sınıflar mücadelesinin yürütücüsü olması gereken sendikalar ve sınıf hareketlerinin durumu karne ölçeğinde düşünüldüğünde “zayıf”. Solun genel ortalamasının zayıf olmasına neden olan “dersler” incelendiğinde ortaya çıkan karne tablosu iç açıcı değil.

Sol, tarih dersinden sınıfta kaldı. Sendikaları, gazete ve yayınları, meslek odalarını ortaya çıkaran kökleriyle kopuş yaşadı. Tarihsel süreci neden sonuç, tarihsel ve diyalektik materyalizm ilkeleri açısından kavrayamadı. Öyle ki bir gazete, sınıf hareketi ya da sendika; sayesinde var olduğu tarihi “nostalji” ve “geçmiş” olarak değerlendirip tarihsel akışın dışında kendini konumlandırmaya çalıştı. Tarihe cinsiyet atfederek, feminizmin ve postmodernizmin etkisiyle, 1 Mayıs 77’de katledilen işçi ve emekçileri kadın ve erkek diye ayrı anarak bu tespitin ortaya çıkmasına neden oldu ve tarihi ikiye böldü.

Tarih takvimde müzeleşir, takvim de mücadelenin seyrini belirler, mücadele de takvimi besler. Solun ve sendikaların matbu takvimleri tarihsiz bir göstergeye işaret ediyor.

Solun coğrafya bilgisi son derece zayıf. Coğrafyadan anladığı, kimlikçi ekolojizm. Hâl böyle olunca, sol yurtsuzlaştı. 1 Mayıs alanı olmayan bir sol ve sendikalar ortaya çıktı. Coğrafyaya psikanalitik bakarak yurdu olan Taksim’i “fetişizm” saydı. Coğrafya bilgisinin eksikliği de tüm ülkeye tek bölgeden bakması oldu. Bakılan bölgenin yerelliğiyle sendikaları yönetmek istedi. Akbelen’de ağaçlara sarılan analarda bitkiyi gördü, bu savununun bedelini ödeyen ana, bitkiye bakınca yurdu gördü. Biri ağaca, diğeri vatan toprağına ayak bastı. Birinin ayağı yerden kesildi, diğerinin ayağı yerden ayrılmadı.

Dersin önemli ünitelerinden olan nüfus konusunu kavrayamadı. Yoksulların en büyük sorununu çocuk yapmak olarak gördü, mültecileri “kovma” vaadi verenlere sandık görevlisi oldu. Ülkeler coğrafyası konusunda atlasa bakınca Avrupa’yı ve Batı’yı bulabildi. “Filistin nerede?” sorusundan sözlüye kalkınca parmağını Tel Aviv’in üstüne koydu. Tokatköy, Fetihtepe, Tozkoparan’a bakınca Gazze'yi değil, Kadıköy’ü gördü. Tokatköy’de evlerini/yurdunu korumak için çatılara çıkıp su sıkan ailelerden ilk yardım bilgisini öğrenemedi, çünkü onu öğretmen diye değil, sınıfın haylazı olarak gördü. Emperyalizme bakınca küreselleşme ve dünya yurttaşlığını gördü. Kızılı karanfilde değil, lalede gördü.

Edebiyat dersinden geçemedi. Nazım’da Ermeni ve Kürt aradı; mahreminden ataerkillik çıkardı; sevdasına baktı, o sevdada kavgayı değil, kadını buldu. Metin tahlili yapamadı. Şiiri ideolojiyle ve şiirle ölçemedi. Yıllık ödev olarak ödül dağıtımını seçti. Emek temalı kitap ararken küfür temalı kitabı sanat saydı. Yayıncılık yaptı, lobi oluşturup icazeti yazı değerlendirme ölçütü saydı. Metinde işçiyi, emekçiyi, ezileni değil; kadını, LGBT’yi, ekolojiyi, bedeni, bir bütün olarak kimliği okumak istedi. Arzuyu ilkenin yerine koydu. Bedeni edebiyat saydı, kitap diye bedeni okumaya çalıştı. Yayıncılığını bunun üzerine kurdu. Emek hareketi olması gereken sendikası, erkek üyesinin dergi, bülten, yayın çıkarma hakkını ambargo koyarak engelledi.

Söz edebiyat dersinden açılmışken, sol, resim ve müzikten de başarılı not alamadı. Beden performansıyla ve LGBT bayrağıyla konserlerde prim yapanları sanatçı diye yazdı, onları sahiplendi. Mitinglerde çalınanlar marş değil, dans müziğiydi. Sendika şubelerinde de sirtaki ve dans kursları verdi. Uygulama sınavından geçemedi. Dans müziğini sanat bildi, çünkü marş bütüne, epik olmayan romantik müzikler parçaya/bireye hitap etti. Koroyu değil, soloyu savundu. Sanatçısı halka ve sınıfa kimlikten ve yaşam biçiminden baktı. Böylece geometri dersinden de sınıfta kaldı. Piramidin tepe noktasının kapladığı alanı taban alanından geniş diye hesapladı. Geometrideki doğru yerine yamuğa kendini ördü. Ne doğruyu bildi ne çemberi. Çemberin merkez noktasını çemberden soyutladı, çünkü matematiği zayıftı. İşçi ve emekçinin ekonomik haklarını asgari ücreti ölçüt alarak savundu. Görsel sanat ödevini yaparken, 8 Mart afişine mor bir oje çekti, kızılı değil de moru yeğledi. QR-kod ile sınıf partisi olma illüzyonuna kapıldı.

Din dersinden geçer not aldı. Kadın ve erkeği ayırıp kadınları erkeklerden üstün tutarak tarih yapıcı özne saydı. Sendika şubelerinde kitap okuma etkinliğini ve özlük hakları çalışmalarını erkeklere kapalı toplanmalarla gerçekleştirip kadın sekreterliği için ayrı dergi yayımladı. Hem iş kolundan hem de konfederasyon yayınlarında. “Gerici” diye eleştirdiği haremlik-selamlık geleneğini icat etti. Kadının kurtuluşunu sınıfsız sömürüsüz düzende aramayıp kurtuluş olarak bedenin özgürleşmesini işaret etti. Bedende sömürüyü değil, cinselliği gördü. Erkek emekçiyi sınıf kardeşi görmedi, kadın burjuvaya kız kardeşlik hukukuyla yaklaştı, çünkü feminist hareket ona öyle öğretti.

Beden eğitimi dersinden de geçer not alamadı. Beden eğitiminin alanda uygulanması gerekirken, oturma eylemini parti ve sendika şubelerinde gerçekleştirdi. Disiplinden kaçışın sonucu olarak beden de postür bozumuna uğradı, böylece dik duruşun nasıl sağlandığını kavrayamadı. Sürekli oturmayı beden eğitimi sandı, yürüyüşü unuttu. Bu yüzden hep yedek kulübesinde kaldı, çünkü teknik direktör hareket o görevi ona verdi. Zamanla yedek kulübesinden de tribüne iltica etti. Oyunculuğu değil, izleyiciliği seçti.

İnsan hakları ve demokrasi dersinden bütünlemeye bile kalamadı. Partisi sendika, sendikası parti ve insan hakları derneği, insan hakları derneği de STK olarak performans sergiledi. Genel oy hakkını demokrasinin ve eşitliğin gereği olarak saymayıp dört üyeye bir delege seçtirdi. Buna bağlı olarak sendikal bir hukuk geliştiremedi, tüzükte yer almayan uygulamaları bölgesel düzlemde hayata geçirdi.

Sağlık dersi sınavında sadece veganlıkla ilgili soruyu yanıtladı. Kokteyli yersiz malı haftası saydı. “Kapanma döneminde kovidden nasıl korunulur?” sorusunu, çözümü eve kapanmak ve aşı yaptırmak diye yanıtladı. “Ruh sağlığınızı sömürü düzeninde nasıl korursunuz?” sorusunu, “özel alanınıza çekilip kimsenin derdiyle dertlenmeyin, onun etkisinde kalmayın, sorun ailenizdeyse sırtınızı dönün” şeklinde yanıtladı. “Mücadele edin, değerlerimize ve tarihimize sahip çıkın, yalnızlıkta değil, el elelikte çare arayın, bütün eksiklik ve hatalarımıza rağmen birbirimizi sahiplenerek çözüm bizim elimizde!” diyerek yanıtlamadı, çünkü insanın, insanın acısını alacağına güvenmedi.

Psikoloji dersine geçmişken “yoldaşlarla”, affola, “yol arkadaşlarıyla” sendika şubelerinde, teknelerde, otel lobilerinde, barlarda, meyhanelerde, “solun” kültür merkezlerinde alkol almayı toplu terapi; alkol alıp halay çekmeyi kendini gerçekleştirme; kendi bedenine yönelmeyi özfarkındalık olarak yanlış kodladı. Psikologu deva, psikolojiyi keşif olarak öğrendi. İnsanları sokaktan değil, Youtuber’lardan tanımaya çalıştı. Burçlara, fallara, soy diziminden icat edilen travmalara, doğum saatine ve yükselenlere bel bağladı. Psikolojiden sınıfta kaldı.

Sosyolojiyi de bireylerin toplamı ve özel deneyimleri araştıran kimlikçiliği güçlendiren bir bilim dalı diye öğrendi. Sınıfsal bir gözlem kapasitesinin sosyolojik imgelemi güçlendireceğini kavrayamadı. İşçileştirilip sömürülen çocuklara değil, kimliği farklı çocuklara odaklandı. Takvimlerine pastel boyayla çizilmiş mutlu, neşeli, orta sınıf ailelerin çocuk görsellerini nakşetti. Kadın ve erkek işçi arasındaki ücret farkını da bedensel uzuv farkıyla açıkladı.

Halk ve sınıf mücadelesi olmayınca halk bilimine de yabancı kaldı. Kent sosyolojisine dair söylem geliştirirken mücadeleyle kurulmuş mahalleleri değil, sekülerlerin yaşam biçimine müdahale edilmeyen mahalleri esas aldı. Kentin merkezi noktalarındaki yoksul mahallelinin evlerinin elinden alınmasına naif bir şekilde kızdı, onlarla dayanışmak için nazik bir Erik Dalı şarkısıyla oynadı, oynattı. En büyük umudu, oraya kurulacak apartman ve rezidanslardan daire alarak merkezi bir noktada ikamet etmekti.

Tarım işçisine sınıfsal durumundan değil, kültürel kimliğinden baktı. Nöroloji bilgisi patolojik olduğundan, bakmakla görmeyi aynı zannetti.

Yeni eklenen seçmeli derslerden adabımuaşeretten ve değerler eğitiminden teorik sınavı geçip uygulamada aldığı zayıf nottan dolayı dersten kaldı. Eleştirmeyi hakaret ve saldırı saydı, dostluk adı altında politik dedikoduyu değerli bilgi saydı. Hoşgörü, tevazu, anlayış göstermeyi lütuf saydı. Bağırmayı, kabalığı, öfke kontrolsüzlüğünü mücadeleci kimliğin gereklerinden saydı. Değerler dendiğinde dini kavramları hatırlayıp irkildi, o yüzden hiçbir değerine sahip çıkmadı, çıkmak istemedi. Terini dökmediği kavgayla kazanılan meydanlara kimlik mücadelesi atadı. Değerleri kolektif değil, bireysel kazanım olarak algıladı/algılattı. O yüzden, onu var eden tarihin mezarında ot bitti. Oraya değil, tatile gitmeyi tercih etti. Her şey bir tercih olarak sunuldu. Çoktan seçmeli soruya E seçeneğini işaretledi, her seçeneği doğru yanıt kabul etti, çünkü aslolanın birey olduğunu ve bireylerin tercihlerinin doğru olduğunu kabul etti. Yanlış seçeneği işaretlediği bildirildiğinde, sınıfın kendisini anlamadığını ve kimsenin kendini dayatamayacağını söyleyip öğretmene şiddet uyguladı. Tüm bu dersler, solun sayısal derslerden de kalmasına yol açtı. Postür bozulunca fizik, ideoloji bozulunca kimya, sesi çıkmayınca biyoloji dersleri zayıf geldi.

Yağ satıp bal satma, beş taş oynama, mendil kapmaca etkinliğinden öteye geçemediğinden burjuvaziyle ve egemenlerle halat çekmeye cesaret edemeyince onların ipiyle hareket etti/rildi, şimdi de yaptığı ip atlama, jimnastik, yoga, şişe çevirmece, beyaz bayrak açma. Oyun hamuruna şekil veremeyince kendisine şekil verildi, şeklini veremediği şeyin şeklini aldı.

Sonuç ve Değerlendirme

Örgün eğitimde öğrencilerin ve ailelerin karne notlarından beklentisi olumlu yöndedir. Onları en çok mutlu eden de öğrencinin takdir ve teşekkür belgesi almasıdır. Öğrenci, okulunu temsil edecek bir başarıya imza attığında, örnek davranışlar sergilediğinde, toplum yararına bir çalışmaya katıldığında notlarının durumundan bağımsız olarak onur belgesi takdim edilir.

Sınıflar mücadelesinde sınıf hareketinin notunu işçi ve emekçi verir. Bu mücadele süreci kapsar. Verilecek en yüksek ödül, onur belgesidir. Takdir ise işine, ekmeğine, tarihine, değerlerine, bir bütün olarak mücadelesine sahip çıkana sahiplenilerek verilir. Bu sahiplenme de güvenle tesis edilir. Sınıflar mücadelesinde teşekkür belgesi yoktur. Takdir etmek, onurlu duruşa sınıf tarafından verilir. Onur belgesi ise bugün sahiplenilmeden üzerinde çiçek değil, ot bitirilenlerdedir.

Bugün sollar ve sendikalar sınıfta kaldı. Hiçbir bütünlemeden de geçemedi, çünkü bütüne değil parçaya umut besledi. Bu çevrelerin yaptığı, olsa olsa kulüp çalışması. Başarılı olduğu ders ise sosyal etkinlik, onun da ders notu yok. Yurtsuz yurttaşlığı savundu ama yurt bilgisini öğrenip pratiğe dökemedi. “Bizim çocuk zeki ama ders çalışmıyor” diyen veli olmayacağız. Bu yapı ve çevreleri de sınıf öğretmeni saymayacağız. Sınıf, devamsızlık yapmadan her gün yeni bir kazanıma imza atıyor. Sollar ve sendikalarsa üst üste tekrara kalmaktan tarihin ve sınıfın dışına atıldı.

S. Adalı
21 Ocak 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder