Her
yıl ocak ve haziran aylarında ilk ve orta öğretim öğrencilerine karne verilir.
Dijital bir çağda yaşıyoruz, karne notlarını öğrenciler, internet üzerinden,
karne günü öncesi görebiliyorlar.
Geleneksel
olarak basılı karnenin dağıtılması ülkemizde yaygın bir durumdur. Öğrenciler
dönem boyunca yapılan sınavlardan, ödevlerden, katıldıkları etkinliklerden,
sınıf içinde gösterdiği başarılardan, yarışmalardan ve davranış biçimlerinden
not alır. Alınan notların ortalaması karneye işlenir. Dijital olan, hatıra
oluşturmadığından, matbu olan hâlen insanî olarak geçerliliğini sürdürüyor, bu
yüzden karne dağıtımı önemli bir gelenek olarak eğitim ve halk tarihinde
yürürlükte.
Karne
günlerinde bir başka gelenek de eğitim sendikalarının uygulanan eğitim
politikalarına yönelik hazırladıkları karneleri basın açıklaması ve bugünlerde
sosyal medya üzerinden paylaşması.
Bu
iki gelenekten hareketle, eğitim emekçilerinin de sendikalara ya da üyesi
olduğu sendikaya karne vermesi gündeme getirilebilir. Karne dönemlik verilir,
sınıflar mücadelesi kesintisiz bir süreçtir fakat onun da önemli dönemleri
vardır, bu süreç de devamsızlık da içerir.
Ülkemizde
sınıflar mücadelesinin yürütücüsü olması gereken sendikalar ve sınıf
hareketlerinin durumu karne ölçeğinde düşünüldüğünde “zayıf”. Solun genel
ortalamasının zayıf olmasına neden olan “dersler” incelendiğinde ortaya çıkan
karne tablosu iç açıcı değil.
Sol,
tarih dersinden sınıfta kaldı. Sendikaları, gazete ve yayınları, meslek
odalarını ortaya çıkaran kökleriyle kopuş yaşadı. Tarihsel süreci neden sonuç,
tarihsel ve diyalektik materyalizm ilkeleri açısından kavrayamadı. Öyle ki bir
gazete, sınıf hareketi ya da sendika; sayesinde var olduğu tarihi “nostalji” ve
“geçmiş” olarak değerlendirip tarihsel akışın dışında kendini konumlandırmaya
çalıştı. Tarihe cinsiyet atfederek, feminizmin ve postmodernizmin etkisiyle, 1
Mayıs 77’de katledilen işçi ve emekçileri kadın ve erkek diye ayrı anarak bu
tespitin ortaya çıkmasına neden oldu ve tarihi ikiye böldü.
Tarih
takvimde müzeleşir, takvim de mücadelenin seyrini belirler, mücadele de takvimi
besler. Solun ve sendikaların matbu takvimleri tarihsiz bir göstergeye işaret
ediyor.
Solun
coğrafya bilgisi son derece zayıf. Coğrafyadan anladığı, kimlikçi ekolojizm. Hâl
böyle olunca, sol yurtsuzlaştı. 1 Mayıs alanı olmayan bir sol ve sendikalar
ortaya çıktı. Coğrafyaya psikanalitik bakarak yurdu olan Taksim’i “fetişizm”
saydı. Coğrafya bilgisinin eksikliği de tüm ülkeye tek bölgeden bakması oldu.
Bakılan bölgenin yerelliğiyle sendikaları yönetmek istedi. Akbelen’de ağaçlara
sarılan analarda bitkiyi gördü, bu savununun bedelini ödeyen ana, bitkiye
bakınca yurdu gördü. Biri ağaca, diğeri vatan toprağına ayak bastı. Birinin
ayağı yerden kesildi, diğerinin ayağı yerden ayrılmadı.
Dersin
önemli ünitelerinden olan nüfus konusunu kavrayamadı. Yoksulların en büyük
sorununu çocuk yapmak olarak gördü, mültecileri “kovma” vaadi verenlere sandık
görevlisi oldu. Ülkeler coğrafyası konusunda atlasa bakınca Avrupa’yı ve Batı’yı
bulabildi. “Filistin nerede?” sorusundan sözlüye kalkınca parmağını Tel Aviv’in
üstüne koydu. Tokatköy, Fetihtepe, Tozkoparan’a bakınca Gazze'yi değil, Kadıköy’ü
gördü. Tokatköy’de evlerini/yurdunu korumak için çatılara çıkıp su sıkan
ailelerden ilk yardım bilgisini öğrenemedi, çünkü onu öğretmen diye değil,
sınıfın haylazı olarak gördü. Emperyalizme bakınca küreselleşme ve dünya
yurttaşlığını gördü. Kızılı karanfilde değil, lalede gördü.
Edebiyat
dersinden geçemedi. Nazım’da Ermeni ve Kürt aradı; mahreminden ataerkillik
çıkardı; sevdasına baktı, o sevdada kavgayı değil, kadını buldu. Metin tahlili
yapamadı. Şiiri ideolojiyle ve şiirle ölçemedi. Yıllık ödev olarak ödül
dağıtımını seçti. Emek temalı kitap ararken küfür temalı kitabı sanat saydı.
Yayıncılık yaptı, lobi oluşturup icazeti yazı değerlendirme ölçütü saydı. Metinde
işçiyi, emekçiyi, ezileni değil; kadını, LGBT’yi, ekolojiyi, bedeni, bir bütün
olarak kimliği okumak istedi. Arzuyu ilkenin yerine koydu. Bedeni edebiyat
saydı, kitap diye bedeni okumaya çalıştı. Yayıncılığını bunun üzerine kurdu.
Emek hareketi olması gereken sendikası, erkek üyesinin dergi, bülten, yayın
çıkarma hakkını ambargo koyarak engelledi.
Söz
edebiyat dersinden açılmışken, sol, resim ve müzikten de başarılı not alamadı.
Beden performansıyla ve LGBT bayrağıyla konserlerde prim yapanları sanatçı diye
yazdı, onları sahiplendi. Mitinglerde çalınanlar marş değil, dans müziğiydi.
Sendika şubelerinde de sirtaki ve dans kursları verdi. Uygulama sınavından
geçemedi. Dans müziğini sanat bildi, çünkü marş bütüne, epik olmayan romantik
müzikler parçaya/bireye hitap etti. Koroyu değil, soloyu savundu. Sanatçısı
halka ve sınıfa kimlikten ve yaşam biçiminden baktı. Böylece geometri dersinden
de sınıfta kaldı. Piramidin tepe noktasının kapladığı alanı taban alanından
geniş diye hesapladı. Geometrideki doğru yerine yamuğa kendini ördü. Ne doğruyu
bildi ne çemberi. Çemberin merkez noktasını çemberden soyutladı, çünkü
matematiği zayıftı. İşçi ve emekçinin ekonomik haklarını asgari ücreti ölçüt
alarak savundu. Görsel sanat ödevini yaparken, 8 Mart afişine mor bir oje
çekti, kızılı değil de moru yeğledi. QR-kod ile sınıf partisi olma illüzyonuna
kapıldı.
Din
dersinden geçer not aldı. Kadın ve erkeği ayırıp kadınları erkeklerden üstün
tutarak tarih yapıcı özne saydı. Sendika şubelerinde kitap okuma etkinliğini ve
özlük hakları çalışmalarını erkeklere kapalı toplanmalarla gerçekleştirip kadın
sekreterliği için ayrı dergi yayımladı. Hem iş kolundan hem de konfederasyon
yayınlarında. “Gerici” diye eleştirdiği haremlik-selamlık geleneğini icat etti.
Kadının kurtuluşunu sınıfsız sömürüsüz düzende aramayıp kurtuluş olarak bedenin
özgürleşmesini işaret etti. Bedende sömürüyü değil, cinselliği gördü. Erkek
emekçiyi sınıf kardeşi görmedi, kadın burjuvaya kız kardeşlik hukukuyla
yaklaştı, çünkü feminist hareket ona öyle öğretti.
Beden
eğitimi dersinden de geçer not alamadı. Beden eğitiminin alanda uygulanması
gerekirken, oturma eylemini parti ve sendika şubelerinde gerçekleştirdi.
Disiplinden kaçışın sonucu olarak beden de postür bozumuna uğradı, böylece dik
duruşun nasıl sağlandığını kavrayamadı. Sürekli oturmayı beden eğitimi sandı,
yürüyüşü unuttu. Bu yüzden hep yedek kulübesinde kaldı, çünkü teknik direktör
hareket o görevi ona verdi. Zamanla yedek kulübesinden de tribüne iltica etti.
Oyunculuğu değil, izleyiciliği seçti.
İnsan
hakları ve demokrasi dersinden bütünlemeye bile kalamadı. Partisi sendika,
sendikası parti ve insan hakları derneği, insan hakları derneği de STK olarak
performans sergiledi. Genel oy hakkını demokrasinin ve eşitliğin gereği olarak
saymayıp dört üyeye bir delege seçtirdi. Buna bağlı olarak sendikal bir hukuk
geliştiremedi, tüzükte yer almayan uygulamaları bölgesel düzlemde hayata
geçirdi.
Sağlık
dersi sınavında sadece veganlıkla ilgili soruyu yanıtladı. Kokteyli yersiz malı
haftası saydı. “Kapanma döneminde kovidden nasıl korunulur?” sorusunu, çözümü
eve kapanmak ve aşı yaptırmak diye yanıtladı. “Ruh sağlığınızı sömürü düzeninde
nasıl korursunuz?” sorusunu, “özel alanınıza çekilip kimsenin derdiyle
dertlenmeyin, onun etkisinde kalmayın, sorun ailenizdeyse sırtınızı dönün”
şeklinde yanıtladı. “Mücadele edin, değerlerimize ve tarihimize sahip çıkın,
yalnızlıkta değil, el elelikte çare arayın, bütün eksiklik ve hatalarımıza
rağmen birbirimizi sahiplenerek çözüm bizim elimizde!” diyerek yanıtlamadı,
çünkü insanın, insanın acısını alacağına güvenmedi.
Psikoloji
dersine geçmişken “yoldaşlarla”, affola, “yol arkadaşlarıyla” sendika
şubelerinde, teknelerde, otel lobilerinde, barlarda, meyhanelerde, “solun”
kültür merkezlerinde alkol almayı toplu terapi; alkol alıp halay çekmeyi
kendini gerçekleştirme; kendi bedenine yönelmeyi özfarkındalık olarak yanlış
kodladı. Psikologu deva, psikolojiyi keşif olarak öğrendi. İnsanları sokaktan
değil, Youtuber’lardan tanımaya çalıştı. Burçlara, fallara, soy diziminden icat
edilen travmalara, doğum saatine ve yükselenlere bel bağladı. Psikolojiden
sınıfta kaldı.
Sosyolojiyi de bireylerin toplamı ve özel deneyimleri araştıran kimlikçiliği güçlendiren
bir bilim dalı diye öğrendi. Sınıfsal bir gözlem kapasitesinin sosyolojik
imgelemi güçlendireceğini kavrayamadı. İşçileştirilip sömürülen çocuklara
değil, kimliği farklı çocuklara odaklandı. Takvimlerine pastel boyayla çizilmiş
mutlu, neşeli, orta sınıf ailelerin çocuk görsellerini nakşetti. Kadın ve erkek
işçi arasındaki ücret farkını da bedensel uzuv farkıyla açıkladı.
Halk
ve sınıf mücadelesi olmayınca halk bilimine de yabancı kaldı. Kent
sosyolojisine dair söylem geliştirirken mücadeleyle kurulmuş mahalleleri değil,
sekülerlerin yaşam biçimine müdahale edilmeyen mahalleri esas aldı. Kentin
merkezi noktalarındaki yoksul mahallelinin evlerinin elinden alınmasına naif
bir şekilde kızdı, onlarla dayanışmak için nazik bir Erik Dalı şarkısıyla
oynadı, oynattı. En büyük umudu, oraya kurulacak apartman ve rezidanslardan
daire alarak merkezi bir noktada ikamet etmekti.
Tarım
işçisine sınıfsal durumundan değil, kültürel kimliğinden baktı. Nöroloji
bilgisi patolojik olduğundan, bakmakla görmeyi aynı zannetti.
Yeni
eklenen seçmeli derslerden adabımuaşeretten ve değerler eğitiminden teorik
sınavı geçip uygulamada aldığı zayıf nottan dolayı dersten kaldı. Eleştirmeyi
hakaret ve saldırı saydı, dostluk adı altında politik dedikoduyu değerli bilgi
saydı. Hoşgörü, tevazu, anlayış göstermeyi lütuf saydı. Bağırmayı, kabalığı,
öfke kontrolsüzlüğünü mücadeleci kimliğin gereklerinden saydı. Değerler
dendiğinde dini kavramları hatırlayıp irkildi, o yüzden hiçbir değerine sahip
çıkmadı, çıkmak istemedi. Terini dökmediği kavgayla kazanılan meydanlara kimlik
mücadelesi atadı. Değerleri kolektif değil, bireysel kazanım olarak
algıladı/algılattı. O yüzden, onu var eden tarihin mezarında ot bitti. Oraya
değil, tatile gitmeyi tercih etti. Her şey bir tercih olarak sunuldu. Çoktan
seçmeli soruya E seçeneğini işaretledi, her seçeneği doğru yanıt kabul etti,
çünkü aslolanın birey olduğunu ve bireylerin tercihlerinin doğru olduğunu kabul
etti. Yanlış seçeneği işaretlediği bildirildiğinde, sınıfın kendisini
anlamadığını ve kimsenin kendini dayatamayacağını söyleyip öğretmene şiddet
uyguladı. Tüm bu dersler, solun sayısal derslerden de kalmasına yol açtı. Postür bozulunca fizik, ideoloji bozulunca kimya, sesi çıkmayınca biyoloji dersleri zayıf geldi.
Yağ satıp bal satma, beş taş oynama, mendil kapmaca etkinliğinden öteye geçemediğinden burjuvaziyle ve egemenlerle halat çekmeye cesaret edemeyince onların ipiyle hareket etti/rildi, şimdi de yaptığı ip atlama, jimnastik, yoga, şişe çevirmece, beyaz bayrak açma. Oyun hamuruna şekil veremeyince kendisine şekil verildi, şeklini veremediği şeyin şeklini aldı.
Sonuç
ve Değerlendirme
Örgün
eğitimde öğrencilerin ve ailelerin karne notlarından beklentisi olumlu
yöndedir. Onları en çok mutlu eden de öğrencinin takdir ve teşekkür belgesi
almasıdır. Öğrenci, okulunu temsil edecek bir başarıya imza attığında, örnek
davranışlar sergilediğinde, toplum yararına bir çalışmaya katıldığında
notlarının durumundan bağımsız olarak onur belgesi takdim edilir.
Sınıflar
mücadelesinde sınıf hareketinin notunu işçi ve emekçi verir. Bu mücadele süreci
kapsar. Verilecek en yüksek ödül, onur belgesidir. Takdir ise işine, ekmeğine,
tarihine, değerlerine, bir bütün olarak mücadelesine sahip çıkana
sahiplenilerek verilir. Bu sahiplenme de güvenle tesis edilir. Sınıflar
mücadelesinde teşekkür belgesi yoktur. Takdir etmek, onurlu duruşa sınıf
tarafından verilir. Onur belgesi ise bugün sahiplenilmeden üzerinde çiçek değil,
ot bitirilenlerdedir.
Bugün
sollar ve sendikalar sınıfta kaldı. Hiçbir bütünlemeden de geçemedi, çünkü
bütüne değil parçaya umut besledi. Bu çevrelerin yaptığı, olsa olsa kulüp
çalışması. Başarılı olduğu ders ise sosyal etkinlik, onun da ders notu yok.
Yurtsuz yurttaşlığı savundu ama yurt bilgisini öğrenip pratiğe dökemedi. “Bizim
çocuk zeki ama ders çalışmıyor” diyen veli olmayacağız. Bu yapı ve çevreleri de
sınıf öğretmeni saymayacağız. Sınıf, devamsızlık yapmadan her gün yeni bir
kazanıma imza atıyor. Sollar ve sendikalarsa üst üste tekrara kalmaktan tarihin
ve sınıfın dışına atıldı.
S. Adalı
21
Ocak 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder