Hayatın İçinden
Sağlık Olsun: Kapitalizm Halk Sağlığı
Sorunudur
1 Mayıs 2021’de tertip komitesinin işçi ve emekçi
sınıflar için belirlediği dahiyane politika sonucunda, balkonsuz kiralık
evlerde, Mersin Eğitimsen’in Ali Asker’i davet ettiği YouTube yayınında konser
ve söyleşi izledik. Sunucu, sürekli “Ozanım, ozanım, ozanım!” diyerek istek
parça talep edince, Ali Asker “Sohbet etmeyecek miyiz?” tepkisi veriyor.
Sunucu, sendikalı ozana “80 öncesiyle bugünü nasıl kıyaslarsınız?” minvalinde
bir soru yöneltince Ali Asker şu yanıtı veriyor:
“[12
Eylül öncesi] İnsanlar sıcak mücadelenin içerisinden geldikleri için sürece
farklı bakıyorlardı. Çok yoğun işkenceler gördük. Fakat bu kadar ihanet
olmamıştı. Olmuştu ama bu kadar olmamıştı. […] Bu süreç çok daha farklı.
Mücadelenin biçimi ve tarzı da değişmeye başladı. Biraz dalgalar geriye
çekilmiş. 12 Eylül sürecinde sol yapılar halkın avukatlığını, öğretmenliğini,
bekçiliğini yaptı. Fakat bu süreçte halk şimdi kendisiyle baş başa. […] Ben
Anadolu halkının direşken ruhuna inanıyorum.”[1]
80 öncesinde TÖBDER yürüyüşlerinde ve 1 Mayıs’larda “Öğretmenlerin
yolu işçi sınıfının yolu” pankartı açılıyordu. Bugün TÖBDER’in ardılları,
işçi sınıfının tarih yapıcı özne rolünü ve emek-sermaye çelişkisini hiçe
saydıklarını ilân edip öğretmenlerin yolunun sivil toplumcu kimlik mücadelesi
olduğunu deklere ederek, emek yerine demokrasiyi koyuyor. Oysa demokrasi
sınıfsaldır.
Onlara “sivil toplumcu” diyen biz değiliz. Başta KESK
olmak üzere, bu kurumlar kendi sosyal medya hesaplarına “STK” olduklarını
yazıyorlar. İşçi direnişlerinde halkın öğretmenleri ve çeşitli iş kolları
olarak onların yanında yer almıyorlar. DİSK ve TMMOB ile birlikte kiralara,
zincir marketlere, enerji harcamalarına, toplu taşıma ücretlerine, bütçeye
karşı ortak miting, yürüyüş ve eylemlilik geliştirmiyorlar, ama 1 Mayıs Tertip
Komitesi olup işçi sınıfına ve tüm emekçi sınıflara 1 Mayıs alanı belirliyor,
hem de TMMOB’un “şehir suçu” saydığı dolgu alanda, dolgu 1 Mayıs’ı kutluyorlar!
Yazımızın konusu, doğrudan KESK, DİSK ve TMMOB değil.
Yazımızın asıl konusu, TTB.
Bu konudaki eleştiri, talep ve önerilere geçmeden
evvel, birkaç hususa değinmek düşüncelerimizin temellendirilmesi açısından
önemli.
Ivan Illich, Sağlığın Gaspı kitabında, hekimin
beyaz önlük giydikten sonra hasta karşısında bir otoriteye dönüştüğünü, yaptığı
cerrahi işlemlerin bir kısmını bu süreçten önce halktan hekim kişilerin de
yaptığını, modern tıbbın acıdan kaçmaya dayalı farmakolojik yöntemlere
başvurduğundan bahseder.
Ülkemizin anarşist çevrelerinde önemli bir isim
vardır: Tayfun Gönül. Doktordur, ama kurumsal olarak doktorluğa karşı çıktığı
nokta, bir sembol olarak beyaz önlüktür. Konuya yaklaşımını şu şekilde açıklar:
“Zaten
bütün kurumlar oluşurken, iç işleyişlerinde kışla yönetmeliklerini örnek
almışlar. Okul, hastane de buna dâhil. (Foucault bunu ayrıntılarıyla
gösteriyor.) Bunun en belirgin göstergelerinden biri beyaz önlüktür. Üniforma
her yerde aynı işlevi görür, insanları tek tipleştirmek, kişiliksizleştirmek,
salt işlevini yapan robotlar haline dönüştürmek. Bana göre üniformanın rengi
önemli değil.”[2]
Kendisi siyasal bilgiler okumak istediği hâlde
babasının isteği üzerine tıp okuyan şair Ceyhun Atıf Kansu, öğrencilik
yıllarından itibaren halkın hekimi olma mücadelesi verir. Görevinden arta kalan
zamanda Altındağ’da açtığı iki odalı sağlık ocağıyla yoksul halk çocuklarına
sağlık hizmeti taşır, gecesini gündüzüne katarak. Aşıların yapılması için
elinin taşın altına koyar. Arkadaşları ve meslektaşları ona çok yorulduğunu,
dinlenmesi gerektiğini önerseler de o, bir gün durmaz, hep çalışır. Halkın
içindedir. Hastalığı ve hastayı tedavi edebilmek için o kişinin toplumsal
şartlarını bilmenin önemini vurgular. Doktor olarak görev yaptığı şeker
fabrikasında sadece işçilerle değil, onların aileleriyle de ilgilenip muayene
eder, sınıfla kaynaşır ve güven kazanır. O, hep halkın içinde olmayı tercih
eder. Kızamuk Ağıdı ve Sele Gitmiş Küçük Kıza Ağıt şiirlerinde
yoksul halkın çocuklarının yaşadığı sınıfsal acılara yer verir.
Ali Asker, yaptığı kıyaslamada haksız sayılmaz. Bugün
halkın avukatlığı kısmen sürse de halkın mühendisliği, öğretmenliği, hekimliği
nostaljik birer değere dönüşmüştür.
Ülkemizde sağlık sistemi çökme aşamasına geldi. Hasta
ile hekim karşı karşıya getirilerek, istenmeyen şiddet olayları yaşanmaktadır.
Sınıfın iç şiddet sarmalı anomiye dönüşmüştür. Sınıf kardeşliğini kapitalizm ve
burjuvazi bozmaktadır. Bir doktor günde çok sayıda hastaya bakmakta, bazı
muayene süreleri 10 dakikanın altına düşebilmektedir. Birçok doktor, Avrupa
ülkelerine ve özel sektöre geçmiştir. Hastaneler, asistan doktorlarla hizmet
verebilmektedir. Halk, yatış garantili şehir hastanelerinin masrafını kendi
cebinden karşılamaktadır. Acil muayene gerektiren vakalarda hastalar aylarca
randevu alamamakta, bugün muadili olmayan birçok ilâç eczanelerde
bulunamamakta, birçok ilâç sigorta kapsamına çıkarılmakta, acillerde altı saate
kadar sıra beklenen durumlar yaşanmaktadır. Bir emar (MR) randevusu aylar
sonrasına, sabaha karşı olan saatlere verilmektedir. Muayene bulamadığı için
özel hastanelere gitmek zorunda kalan insanlar, bin lirayı aşan muayene
ücretleriyle karşılaşmaktadır. Aynı şekilde, hastanelerde psikiyatri servisleri
sadece ilâç yazar duruma gelmiştir ve 10 dakikayı geçmeyen sürede hastalık
öyküsünü bile hekim dinleyememektedir. Özelde psikolog ve psikiyatrist
seansları 30 dakikaya kadar inmektedir ve seans ücretleri çok yüksektir.
Uyuşturucuyla mücadeleye ayrılan bütçe çok kısıtlı olduğundan, bu alan
tarikatlara bırakılmıştır. Tüm bunlar, emperyalizmin ve neoliberal ekonomi politikalarının sonucudur.
Bugün büyükşehirlerde asfalta ezilerek yapışmış, bali
denen yapıştırıcı maddenin kutularını görebilirsiniz. Uyuşturucu kullanımının
geldiği noktayı göstermesi açısından önemli bir somut göstergedir bu. Bundan
birkaç yıl önce Sultanbeyli'de 15-20 civarında genç, refüjlerde uyuşturucu içip
bayılmıştı.
Geçtiğimiz yıl 62 milyon civarı kutu antidepresan
satışı gerçekleşmiştir. Halkın ruh ve zihin sağlığı bozuk olduğundan, şiddet
her yanımızı sarmış durumda. Yoksulluk kaynaklı intiharların sayısı her geçen
gün artmakta, suç, hayatın gündelik pratiğine dönüşmüş durumda, kredi/kartı
borçları had safhaya ulaştı, ev sahibi-kiracı anlaşmazlıklarından kaynaklı
mahkemeler dosyalarla doldu, ev sahibi-kiracı kavgaları her gün yaşanır hâle
geldi. Geçtiğimiz yıl doğal gaz kullanımı metreküp bazında düşüşe geçti. İnsanlar
battaniye altında kış geçirdi. Çocuklar, beslenememeye bağlı gelişim
bozuklukları yaşıyor.
Ceyhun Atıf Kansu’dan hareketle hastaların toplumsal
şartlarını ortaya koyduktan sonra TTB konusuna giriş yapabiliriz.
Salgın döneminde tüm çarkları işçiler çevirirken, TTB
tam kapanmayı savunduğundan, Eğitimsen de okulların kapanmasını politika olarak
belirleyip referans olarak TTB raporlarını göstermiştir. Ücretli çalışanların
yaşadığı ülkemizde bir gün çalışılmadığında evine ekmek götüremeyen milyonlar
olduğu ve birçok ailenin evinde internet ve her çocukta tablet, bilgisayar,
akıllı telefon olmadığı gerçeği bilindiği hâlde TTB ve Eğitimsen, olmayacağını
bile bile tam kapanmayı savunarak, hem halkta hem çocuklarda yaşanan ekonomik
ve psikolojik çöküntüye ortak olmuştur.
Aşıyı savunan TTB, bugün aşıyla ilgili birçok dava
açıldığı hâlde, bu konuda suskunluk politikasına sığınmıştır. Bu dönemde birçok
sağlık çalışanı, hizmet verebilmek adına canından ve ailesinden olmuştur, bu
konuda haklarını teslim etmek gerekir. Süreçte istifalar bakanlık tarafından
engellenmiştir. Pencerelerden her gün alkışlatılan sağlık çalışanları, bu
motivasyonu halkla bütünleşme imkânına çevirememiştir.
Bugün bir doktor, hastasını onun yüzüne bakmadan, ona
tek soru sordurmadan muayene etmektedir. Doktorların yaşadıkları zorluğu
biliyoruz ve onlardan bu konuda mücadele verirken halkla ve sınıfla birlikte
hareket etmelerini bekliyoruz.
Özele geçen doktorlar, banka çalışanı gibi hastasını
güleryüzle karşılamakta, hatta onu teskin edici telkinlerde bulunarak
psikoterapi bile yapmaktadır. Hekimlik algısının yoksul emekçi halk sınıfları
nezdinde “para” algısına dönüşmesi çok üzücü.
- TTB, halk hekimliği politikasını benimsemedikçe,
hiçbir şekilde haklarını kazanamayacaktır. Bugün TTB, hiçbir mahallede afiş,
bildiri, pankart gibi kitle çalışması yapmayarak, halkı yanına alamamaktadır.
Bu, çok önemlidir. Halk, sizi arasında görmek ister. Ancak bu şekilde
hekim-hasta-halk kaynaşması sağlanabilir. Ancak bu şekilde içinden çıktığınız
halkın içinde olabilirsiniz.
- Deprem, sel, afet ülkesinde yaşadığımız hâlde, TTB
ve TMMOB ortaklığında yoksul mahallelerde halka ücretsiz ilk yardım eğitimleri
verilmemektedir.
- Kapitalizm ruh sağlığına düşman, yoksulluk bir
travmaya dönüşmüşken, TTB ve çeşitli sol parti ve çevrelere yakın hekim ve
psikologlar, mahallelerde ya da kurdukları semt evlerinde kapitalizmle
mücadelede değerleri ve umudu aşılayan bir terapi anlayışıyla dönüşümlü şekilde
halka anti-kapitalist bir terapi sunmamaktadır.
- İşçi ve emekçi semtlerinde uyuşturucu kullanımı
ayyuka çıkmışken, TTB ve çeşitli kurumlar bu konuda halk buluşmaları ve park
formları düzenlememektedir. Halk da tarikatlarda çare aramaya itilmektedir.
- Sadece gözlük yazdırmak için bile göz randevusu
bulmak zordur ve özelde bu muayene çok pahalıdır. TTB, bu konuda mahallelerde
ve okullarda göz taraması yapmamaktadır.
- Biz, halkın arasına karışıp onlara kendi sorunlarını
anlatan bir TTB göremiyoruz. TTB, geldiği aşama olarak iş bırakan ve basın
açıklaması yapan bir yapıya dönüşmüştür. Sınıfsal ilişkilerin dışında
konumlanarak, kimlik ve demokrasi mücadelesine yönelik STK tarzı söylem ve
pratiğe çekilmiştir. Yurtdışına gidebilmek için iyi hâl belgesi başvurusu yapan
hekim sayısı binleri aşmıştır. Bu ülkede milyonlarca insan, asgari ücretle
çalışıp karınlarını zor doyururken, sizden beklediğimiz, ülkemizi terk etmek değil,
halkla ve sınıfla bütünleşmenizdir. Halkın hekimi olduğunuzda, bu halk sizi
göndermeyecektir.
- “Savaş halk sağlığı sorunudur!” diyorsunuz, ama
bugün Filistin’de hastaneler, ambulanslar, tıbbi malzeme depoları vuruluyor,
beş bine yakın çocuk ölüyor. “Eril şiddete hayır!” diyorsunuz, ama Filistinli
kadınlar ve analar her gün ölüyor. 1 Mayıs Tertip Komitesi olarak birleşip iş
bırakma eylemleri düzenlemiyorsunuz. Savaş karşıtı olduğunuz hâlde bir dönem
bir yöneticiniz, IŞİD çetelerinin bir an önce cennetteki hurilerine kavuşmasını
bir hekim olarak dilediğini belirtiyordu. Hipokrat yeminini hiçe sayıyorsunuz.
Sorun IŞİD değil, Naziler neyse IŞİD de odur. “Huri” diyerek hem cinsiyetçilik
yapılıyor hem de hekim etiği hiçe sayılıyor hem de “huri-cennet” bağlamında
IŞİD bir bahane olarak kullanılıp içinden çıktığınız halkın inanç alanına
giriyorsunuz. Burjuva medyanın halkın nezdindeki değerinizin olumsuz bir
noktaya geçmesinin yolunu açıyorsunuz.
- Aşı ve kapanma konusunda Eğitimsen sizi dinliyor,
ama öğrencilerin beslenememe ve ücretsiz yemek hakkı konusunda iki kurum
birleşip, ortak bir çalışma yürütüp, velileri yanınıza alamıyorsunuz.
Biz, sizden yurt dışına ve özel sektöre geçerek halk
sınıflarından kopmanızı değil, sınıfın yanında sınıfla birlikte mücadele
etmenizi bekliyoruz. Sizin yaşadığınız sorun, bir kâğıt toplayıcısının, bir
işçinin, öğretmenin, öğrencinin, emekçinin sorunu ile ortaktır. Emek
mücadelesinde zafer sınıf kardeşliğinden geçer. Siz, üzerinize giydiğiniz
önlükle halka karşı bir otorite ya da elit küçük burjuva kesim değil, sağlık
emekçilerisiniz, sınıf kardeşi olduğunuz gerçeğini unutmamanızı bir kez daha
hatırlatıyoruz. Eğer kendinizi sınıf dışında konumlandırıyor ve halktan sizin
sorunlarınız için destek görmek istemiyorsanız, 1 Mayıs Tertip Komitesi’nden
çekilmeniz, sınıfın sağlığına olacaktır.
S. Adalı
8 Kasım 2023
Dipnotlar:
[1] Eğitimsen Mersin, “Ali Asker 1 Mayıs Konseri”, 2 Mayıs 2021, Youtube.
[2] “Tayfun Gönül Röportajı”, Sokak Dergisi, 31
Temmuz 2012, Bianet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder