“Ama biz yine de direneceğiz
Sonuncumuza kadar.”
[Cahit Külebi]
Manipülasyonların
Çürütülmesi
Önceki
yazılarımızda kimin Filistinli olup olmadığı tartışılmıştı. Bugün tarihe not
düşmek adına siyonizmin dostlarını belirtmek gerekir. Medyaskop'un, Tufan’ın
ilk günlerinde Filistin direnişçilerinin “sivil katliamı” yaptığı yönündeki
yayınları Youtube kanallarında mevcut. Siyonist askerlerin müzik festivalinde
sivilleri canlı kalkan yapıp geri çekildiği ortaya çıktı. Sonra Hristiyanlara
ait bir hastane vuruldu. Önce Hamas’ın yaptığı iddia edildi, ama emperyalizmin
Ortadoğu jandarması olan siyonistler, gerçek yüzlerini bir haftada ortaya
çıkardı. Bebek, ana, çocuk, kadın, aile, anne karnındaki yavruya kadar katliam
yapıldı. Güney Afrika’dan Avrupa ülkelerine ve Amerika’ya kadar siyonizmin
soykırıma ve sürgüne varan katliamları halklar nezdinde lanetlendi, hem de
içlerinde Yahudi aydınların da olduğu kitlesel gösterilerle. İlk ideolojik
manipülasyon boşa düştü.
İkinci
manipülasyon, Hamas’tan IŞİD çıkarmaktı. Ülkemizin sol, aydın, ilerici diye
kendini tanıtan çevreleri “Hamas yerine Habaş olsa desteklerdik”
manipülasyonunu geliştirmeye çalıştı. Köle pazarında çocukları satan IŞİD ile
Filistinli çocukları katleden siyonizm aynıdır. Habaş’ın ardılları “14 yapı
birleşerek Operasyon Odası adını verdiğimiz birlikle Tufan’ı gerçekleştirdik.”
açıklamasında bulundu. Böylece ikinci manipülasyon da boşa düştü. Hamas
militanının Marksist bir militan ile birbirlerinin alnından öpmeleri
görüntüleri bunun kanıtıdır.
Üçüncü manipülasyon, müzik festivalinden alınan bir rehine kadının direnişçiler tarafından soyularak sürüklenmesi iddiasıydı. Daha sonra, festivalde bikinili eğlenildiği ortaya çıktı. Bu noktada kadınların saçlarından sürüklenerek götürülmesi hiçbir şekilde, hiçbir ideal uğruna kabul edilemez, bu konuda kim yaparsa yapsın eleştirilir, ordu mensubu değil savunmasız bir insan.
Geçtiğimiz
günlerde İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinli tutsakların çıplak bir
şekilde sevk edildiği görüntüler sosyal medyada yayınlandı.[1] Böylece bebek,
kadın ve çocuk katilinin de tacizcinin de siyonistler olduğu kanıtlandı, ama
beden, teşhir ve ifşa politikası üzerinde duran feministlerden ses çıkmadı.
Filistinlinin bedeninin kararı siyonizme bırakıldı.
Dördüncü
manipülasyon, aslında İsrail’in Hamas saldırısını önceden bildiği, hatta bu
yapıyı güçlendirerek Filistin’i işgal için gerekçe ürettiğiydi. İsrail
ordusunun verdiği ağır kayıplar, Filistin’in Marksist yapılarının ve Müslüman
olmayan halkının Tufan’a verdiği destek bu çarpıtmayı da çürüttü. Filistin
toprakları 75 yıldır işgal altında.
Savaşın 27. gününde 10 bin Filistinli öldü, yarıya yakını çocuk. Bugün bir aydan fazla bir zaman dilimi geride kaldı. Sivil değil, halk öldü.
“Sivil”, burjuva ideolojisinin
ürettiği liberal bir kavramdır. Her Filistinli, savaşın içine doğar, sivilliğin
ne olduğunu bil(e)mez.
İsrail,
dünya halkları tarafından egemenlere ve emperyalizme rağmen yalnızlaştırıldı,
ama bu antisemitizm üzerinden gerçekleştirilmedi, çünkü halkların düşmanı dil
ve din farklılığı değil, baş çelişki olan emperyalizmdir.
İsrail’in
Dostları
Tufan,
bize kimlerin ve hangi çevrelerin İsrail’in fahri dostları olduğunu gösterdi.
Ukrayna Savaşı’nda bir şekilde emperyalizmin dostları maske taksa da Tufan’da
maskeleri düştü.
Medyaskop’tan
gazete Duvar’ına kadar birçok yayın kuruluşu Chrest Foundation tarafından
fonlanıyor. Bu fonlanan kuruluşların listesi açık şekilde vakfın sitesinde yer
alıyor. Bu durum medyaya yansıdığında, “bağımsız”(?) gazeteciliğin kıskaca
alınarak fonlanan yayıncıların linç edildiği savunuldu. Gerçeğin öyle olmadığı, Ukrayna Savaşı'nda gün yüzüne çıktı. Ukrayna liderine övgüler sadece
fonlananlar tarafından değil, sendikalist işçi sınıfının “biricik” gazetesinde
de yapıldı, laik aydınlanmacı “Birgün” gazetesinde Ukrayna liderini ve
emperyalist ülkelerin askeri paktlarını öven Zizek, Marksist olarak tanıtıldı.
Ukrayna ordusuna maddi destek veren ve savaşa hazırlık görüntüleri paylaşılan Ukraynalı kadınlar, feministler tarafından yurtseverliğin baş tacı edildi. Güzel! Onlara göre “savunmasız” ve “çaresiz” Ukraynalı kadın ve Bandera’nın çocukları yerel LGBT’ler, neo-nazi taburlarına katıldı.
Tüm yazılarımızda kurumsal ve “evrensel”
LGBT’nin -cinsel yönelimi farklı olan bireylerin değil- emperyalizmin ideolojik
aygıtı olduğunu, “bağımsız” bir yapı olmadığını, “cinsiyetçi” algılanmak
pahasına, dile getirdik. İşin ilginç yanı, LGBT, 300 küsür sayfalık yayınıyla
hangi emperyalist şirket ve ülkelerden fon alınacağını ilân ediyor, ama sol,
bir savunma mekanizması olarak inkâr politikasını geliştiriyor. Sömürü ve eril
düzeni bitirecek olan ve radikal demokrasiyle birlikte solların göklere
çıkardığı ve tarih yapıcı tek özne olarak kabul ettiği feminist hareketler,
bugün Tufan’da yer alan Marksist direnişçi kadınları görmek ve göstermek
istemiyor, çünkü tutundukları burjuva ideolojilerinin maskesinin düşmesini
istemiyorlar.
Fonlanan
cinsiyet hareketleri, önce Taksim’e çıkarılıp işçileri dolgu alana gönderdi,
sonra emperyalist ülkelerin büyükelçileriyle ve radikal demokrat vekillerle kol
kola “onur” yürüyüşü gerçekleştirdi, kimlik çatışması üreterek sınıf
mücadelesinin kapsamından ataerkillikle mücadeleyi ayrıştırdı. IŞİD’e karşı
savaşan kadınlar yüceltilirken, Filistin direnişçisi kadınlar için Taksim
doldurulmadı, bu yılın 25 Kasım’ı da Leyla Halid’ler için değil, laiklik
bayrağı Gülşen ve Yılmaz Güney’i karalayan Farah Abdullah’lar için
düzenlenecek.
Bu
bağlamda tekrar LGBT’ye dönecek olursak, emperyalist kahve zinciri (kârı 2022’de
700 bin dolar) ve gıda tekelleri, emperyalizmin büyükelçilikleri ve şirketleri
LGBT kuruluşlarına milyon dolarlar aktarıp binalarına gökkuşağı bayrakları
asıyor. O yüzden Gezi’de devreye giren seküler burjuvazi onları destekledi,
çünkü burjuvazi de emperyalizmin maşasıdır.
Bugün
yıktıkları Gazze halkının mahallelerinde terörizm estiren siyonist askerlerden
biri LGBT bayrağı açıp gülerek poz veriyor. Onun sırıtan yüzü, emperyalizmin
yüzüdür. Suyu ve elektriği, dahası yaşamı elinden alınan halka rengarenk
demokrasi götürüyor Charlie Hebdocular.
2003
Irak işgalinde de demokrasi götürülüyordu: halk katledilerek, kadınlara tecavüz
edilerek, emperyalist kadın askerlerin işkenceden geçirdiği çıplak erkeklerin
bedeninin yanında köpeklerle poz vererek... O yüzden LGBT’nin gökkuşağı tek
renktir, biçimde çoğul olsalar da özde tektir.
Bu
süreçte “yurtta üçüncü yol, Filistin’de üçüncü yol” diyen Yeni Yaşam çevresi
sahneye çıktı. Aslında hem Hamas’ın hem de İsrail’in katliamcı olduğu,
Kürtlerin her ikisini de savunmayıp üçüncü yol olarak Filistin halkını
savunması gerektiği önerildi. Gerçek öyle değil. Hamas resmi bir ordu değil,
direnişçiler de “maaş” almıyor. Halkla direnişçiler o yüzden ayrılamaz. İşgal
altında tutulan bir halkın ordusu da kendi evlatlarından oluşur. Hiçbir insan
farelerle dolu bir evde yaşamak istemez, o fareler uyurken ev sahibini yer, o
yüzden siyonizme karşı direnmemeyi salık vermek, “işgali kabul edin” demektir.
İşçiyi sömüren patronlara karşı direnenlere “grev ilân etmeyin” demek üçüncü
yolculuk olmaz, politikada yolsuzluk olur.
Bu
çevrenin, Jerusalem Post gazetesine röportaj verip Kürtler ile Ortadoğu’yu
cehenneme çevirip halkları topraklarından sürgün eden emperyalist ülkelerin
arasını bulmaya çalıştığını söylemesi, baştan Filistin halkını savunmadıklarını
gösterir. Onların derdi, ne Hamas ne de Filistin ne de direnen Marksist
yapılardır. Tek dertleri, Ortadoğu’da denge politikası izleyerek siyonizmi
destekleyen emperyalizm ile dost olmaktır. Bunu zaten açıkça ifade ediyorlar.
Solun
bir bölümü dışında İsrail’e ve siyonistlerle ticaret yapan tekelci burjuvaziye
karşı protesto gerçekleştiren çevre yok. Laiklik-sekülerlik mücadelesini
manifesto ilân eden diğer çevreler; ülkemizdeki emperyalist kahve ve gıda
zinciri tekellerinin şubelerine gidip orada ajitasyon yapan muhafazakâr
insanlara, “boykot edin ama İsrail’e her gün gemilerle ihracat yapılıyor”
diyerek kimlik yarılmasını güçlendiriyor. Çok doğru, fakat boykotçu kitleyi
peşinden gittiği çevre ve ideologlardan ayırmak gerekir. Boykotçu kitlenin asıl
hatası ya da bugüne kadar fark etmediği/edemediği eksiklik şu olsa gerek: Onlar
da meseleye İsrail gibi bakıyor. Madalyonun iki yüzü. Meseleye tekelci
burjuvazinin ve emperyalizmin işçi, emekçi ve yoksul halklarının kanını emmesi
üzerinden değil, din karşıtlığı üzerinden boykot geliştiriliyor, bu bakış
sınıfsal değil.
Kahve
zincirine giren boykotçular, “Sizde hiç vicdan yok mu, Müslüman değil misiniz,
insan değil misiniz, Allah belanızı versin...” gibi suçlayıcı bir dil
kullanıyor. Bunun temeli nedeni, emperyalizm gerçeğinden bağımsız ideoloji
geliştirmektir. Aynı şekilde, ülkü ocakları da benzer protestolar
gerçekleştiriyor. Temel motivasyon din kardeşliği üzerine kurulu. Bu çevrelere
bazı çelişkilerin hatırlatılması yerinde olacaktır.
Ülkemizde
emperyalist şirketlerin maden araması için vatan toprağımızdaki ağaçlar
kesiliyor; dereleri, suyu enerjiye ihale ediliyor; tarikat yurtlarında
çocuklara tecavüz edildi; maden ocaklarında her yıl işçiler ölüyor; Afgan bir
maden işçisinin çalıştığı ocakta yaşamını yitirdikten sonra yakılarak
öldürüldüğüne yönelik soruşturma başlatılıyor; her yıl yüz binlerce çocuk, çıraklık eğitimi adı altında şirketlerce sömürülüyor, çocuklar iş “kazalarında”
can veriyor; aç kalan ve umutsuzluğa mahkûm edilen üniversite öğrencileri
intihar ediyor; her yıl yüzlerce kadın öldürülüyor...
Sömürü düzeninin suçları sıralamakla bitmez. Bu insanlar Müslüman ülkenin evlatları değil mi? Din kardeşlerinizin çocuklarının tecavüze ve intihara sürüklenmesine neden tek bir itiraz geliştirmediniz? Halkımızın evlatları, başka bir ulusta ya da dini geleneğin içine mi doğmaktadır?
Sermaye de siyonistler de çocukları
sömürür. Meseleye din kardeşliği üzerinden bakarak çocuklar için mücadele
edeceksek ülkemizin çocukları da Afrikalı çocuklar da Filistinli çocuklar da
aynı düzenin içine doğmaktadır.
Girdiğiniz
sokakta arabalar geçtiği hâlde çocuklar top oynuyorsa o mahalle yoksuldur.
Çocukların oyun alanı, depremde toplanma alanı, bir bütün olarak yaşam alanı
sermaye tarafından işgal ediliyor. Filistin'in tamamı Hristiyan olsa yine
çocuklar için bu protestoları gerçekleştirir miydiniz? Kahve içene
yönelttiğiniz vicdan sorusunun cevabı net: O vicdan, ancak sömürüsüz sınıfsız
düzen kurmak için doğru hatta mücadele eden çevrelerde ve onların yetiştirdiği
insanlarda bulunur, çünkü kapitalist düzende vicdan sınıfsaldır, vicdan
sömürülenler adına işlediğinde erdemdir.
Sömürünün
vatanı, dini, dili yoktur. Tüketiciyle/bireyle mücadele etmek, hem kimlik
ayrışmasına yol açar hem de kapitalizmin suçlarını örtbas eder. Ülkemizin
limanlarından her gün İsrail’e ona yakın ticaret gemisi gidiyor. Protesto
etmeniz gereken yerin neresi olduğunun farkında mısınız?
Boykot,
sessiz kalmaktan yeğdir ve değerlidir, bu ayrı bir konu, fakat boykotun hedefi
önemlidir. İdeolojik ilkelere yaslanmayan boykot, halkı ayrıştırır. Propaganda
kahve içenlere de yapılır, fakat onları suçlayarak değil, onlara anlatarak
yapılır. Mesela, aynı kahve zincirinin çalışanları başka ülkelerde greve
çıkarak emeğinin karşılığı ücreti alabilmek için mücadele veriyor. Bu tür bir
boykot biçimi, zaten bahane üretmeye hazır olan İHD’ye alan açıyor. O da Musevi
kardeşlerimizi ürkütmemek için İsrail konsolosluğu önündeki protestolara
gitmediğini söylüyor! İHD de İHH gibi insanları, kadınları ve çocukları etnik
temeline/aidiyetine göre ayrıştırıyor. Çocuk hakları komisyonu olan İHD’nin
Filistinli çocuklar için adım atmamasıyla muhafazakâr çevrelerin ülkemiz
çocuklarına tarikat ölçütünden bakması, aynı “hassasiyetin” ürünü.
Asıl
hassasiyet; haysiyet meselesi olan sömürü düzeninin göz koyduğu insan emeğinin,
alın terinin ve canının savunulması ile ilgili olmalıdır. Zulüm nerede varsa
orada mazlumun aidiyeti sorulmaz. Van depremi için dayanışmaya gelen Japon
doktor, ikinci depremde kaldığı otelde can vermişti.
Aksa Tufanı başladığından beri İHD’nin bir yazısı yayınlanıyor. Sonra sosyal medya
hesabından iki paylaşım yapılıyor. 17 Ekim’de Irak-Suriye tezkeresi
görüşülürken Filistin için KESK, DiSK ve İHD sosyal medyada paylaşım yapıyor.
Bu, tesadüf değil. Emperyalizme karşı sergilenen duruşsuzluklarının işçi ve
emekçi sınıflara yaşatılan utancıdır bu. Reformistlerin ve radikal demokrasi
hareketinin 4 sendikalıya 1 delege sistemiyle tek liste seçtirdiği yönetimler
sendikaları bu hâle getirdi.
İHD,
11 Ekim’de dünya kız çocukları gününü kutlamak için paylaşımda bulunuyor!
Cumartesi annelerinin kendi eseri olan mücadelesi dışında İHD’yi dinamik kılan
hiçbir üretim yok. İHD, 12 Eylül sürecinde darbeyle zindanlara atılan
insanların haklarını savunan Didar Şensoy’u iyi bilir, ama onun yolundan
gitmez. O, sömürü düzeniyle mücadele eden her çevrenin ablasıydı.
1
Kasım’da İHD, Dünya Kobane Günü’nü kutlayıp IŞİD’e karşı Suriye’de verilen 134
günlük direnişi selamladıklarını duyuruyor. 40 güne yaklaşan Filistin
direnişini neden selamlamıyorsunuz? Orada kadınlar siyonizmle çarpışıyor,
analar çamurdan yaptıkları tandır tipi fırınlarla ekmek yapıyor, çocuklar
yağmur suyunu içiyor.
Derine
inildiğinde mesele, hem Hamas hem de Habaş. Bu gerçeğin gözden kaçmaması
gerekir. İHD ve sendikaları yöneten hâkim anlayışlar, Taliban ile Sovyet
rejimini baskıcı ve diktatör görerek eşitliyor. Hamas’a bakınca Habaş’ı
görüyor. Her ikisini de tehdit olarak algılıyor. Emperyalizmin sözde insan
hakları masalıyla İHD’ninki aynı: ayrımcılık.
Hayatı
sizin gibi algılayan seküler kesimler de 23 Nisan için paylaşım yaparken Walt
Disney’in kurucusuna çocuklar adına övgüler dizip minnettar oluyor. Aynı Disney
Plus, İsrail tanklarını öven çizgi filmler üretiyor. İsrail’e 2 milyon dolar
tutarında destek veriyor. Siyonistler de 5 bin civarı çocuğu öldürüyor.
Dünyanın gözü önünde soykırım düzenleniyor. Hangi çocuk ve insan hakları, hangi
Walt Disney? Çocukların cinsel yönelimiyle ilgili çizgi film üreten Disney
Plus, Filistinli çocukların kanının akıtılması için mali destek sunuyor. Gazete
Duvar, Disney Plus’ın aylık yayın akışını, abonelik ücretlerini ve
içeriklerini vererek reklâmını yapıyor. Diken haber ona destek çıkıyor.
Disney Plus, binlerce işçiyi ücretsiz izin adı altında sömüren bir emperyalist
şirket.[2] Disney Plus, çocukları nasıl bir düzene uygun kafalar hâline
getirmeye çalışıyor? Ağaç yaşken eğilir.
Daha
önceki yazılarımızda sıklıkla vurguladığımız gibi dünya halklarının
sömürülebilmesi için yapılan zihin işgali ve ideolojik manipülasyon 11
emperyalist medya şirketi tarafından yapılıyor. İşgal, önce zihinlerde
başlatılıyor. Direnme kararlığı çürütülürse sömürüye teslimiyet de
kolaylaşıyor. O yüzden emperyalizm sınıf bilinciyle hareket ediyor. Distopik
roman kurgusu gündeliğin gerçekliği olarak yaşanıyor.
Her
şeye rağmen halklar Filistin için destek yürüyüşleri düzenliyor. Bu yönüyle
Tufan, emperyalizmin gerçek yüzünü halklara gösteriyor, tavır aldırıyor,
halkları dinamik kılıyor. Futbolcudan sanatçıya kadar tüm dünyada İsrail
özelinde emperyalizm protesto ediliyor. Seküler kesimin İsrail ve LGBT
destekçiliği muhafazakâr çevrelerin meseleye sınıfsal bakamayışıyla örtüşüyor.
Cinsiyetsiz bir dünya düzeni kurma adına LGBT kuruluşlarını fonlayan
emperyalistlerin asıl amacı, kendine sempati duydurmak.
Halklar
nezdinde yalnızlaşan siyonizmin bir askeri Gazze'de yıkıntılar arasında LGBT
bayrağı açıyor, fakat LGBT kuruluşlarının sınıf uzlaşmacı tavrına rağmen LGBT
bireyler de Filistin’e destek eylemlerine katılım sağlıyor, siyonizm daha da
yalnızlaşıyor. Irak ve Afganistan’a götürülemeyen demokrasi, Filistin’de LGBT
bayrağıyla sempati toplamaya çabalıyor.
Değinilmesi
gereken bir nokta da Yeni Yaşam’ın internet sitesindeki forum sayfasında
Kürtlerin ne İsrail’i ne de Hamas’ı desteklemesi gerektiği, önerdiği üçüncü
yolcu çözüm üzerinden, Filistin halkının yanında olması gerektiği savunuluyor.
O zaman bir soru sormak gerekir: Neden Hüdapar’a Diyarbakır ve Batman’da alan
bırakarak Filistin’e destek mitingi adı altında Hamas’ı kendileri gibi
şekillendirmesi için propaganda yapmasına karşılılık politika belirleyemediniz?
Hamas'a karşıydınız madem? Hamas sempatisine destek böyle gelişiyor. Evet,
söylemde kaldınız. Paradigma yön değiştirdi. Kürtler, Filistin'e din kardeşliği
üzerinden de olsa destek verecekti, fakat siz, ideolojik manipülasyonlarla
halkı engellemeye çalıştınız, fakat meydan Hüdapar’a bırakılınca o da Kürtlerin
dini hassasiyetlerine oynayarak kendi ideolojisini Filistin’e destek adı
altında empoze etti. Hem de alanları binlerce insanla doldurarak. Bu kapıyı siz
araladınız. Suriyeli ve Iraklı Kürdü emperyalizme muhtaç edenler, ülkemiz
insanını Hüdapar’a muhtaç etti. Bu kitle yurtdışından gelmedi, civar illerden
geldi. Yüzde beş oy aldığı bölgede alanları dolduruyorsa bu, sizin
enternasyonalist ve tutarlı politika üretememenizin sonucu.
Bu
çarpıklık, sadece bu bölgeyle sınırlı değil, yönetiminde olduğunuz sendikalar
da Filistin için adım atmadı. “Kürt’ün Kürt’ten başka dostu yoktur”
manipülasyonu, “tüm dünya bize sessiz kalıyor”a kadar vardı. Maalesef, durum
bildiğiniz gibi değil. Ne değişti? IŞİD çetelerine karşı çarpışırken Avrupa ve
Batı’nın Suriye’nin kuzeyine sempatiyle baktığının propagandasını yaptınız.
Şimdi aynı halklar Latin Amerika’dan Güney Afrika’ya ve Avrupa’ya kadar
Filistin’e destek veriyor.
Milliyetçi
politikalar emperyalizmle iş tutmaya mecburdur. Arap ülkelerinin egemenleri de
emperyalizmle iş tuttuğundan Filistin’i yalnız bırakıyor. Böyle olunca da
halklar ona göre tavır alır. Filistin ile ilgili ilk yazımızda belirttiğimiz
gibi “mücadeleyi sollar omuzlamazsa alan muhafazakâr çevrelere ve tarikatçılara
kalacak” demiştik, fakat paradigma oraya evriliyor ülkemizde, hem de dünya
halklarının tersi istikamette.
Tufan
tüm dengeleri altüst etti, adına yakışır şekilde. Emperyalizm, Tufan özelinde
yenildiği zaman, emekçiler için yeni bir tarihî süreç başlayacak. İsrail de bunu
bildiği için kendi halkından Gazze işgalini protesto eden insanları işkenceden
geçiriyor. Marx’ın işaret ettiği gibi “başka ulusları ezen uluslar özgür
değildir.”
Hâlen
vakit geç değil. Siyonizmin yenilmesi ve Filistin halkının mücadelesinin zafere
ulaşması için enternasyonal dayanışmanın gereği olarak işçi ve emekçi sınıflar
birçok adım atabilir. Boykotlar, anti-emperyalizm bağlamında geliştirildiğinde
başarıya ulaşarak Filistin direnişi dalga dalga yayılarak güçlendirilir.
İşçi
ve emekçi sendikaları Filistin için gece yürüyüşü, ortak bir miting ve protesto
geliştirebilir.
Evleri
yıkılan Filistinlilerin barınma hakkı için mimar ve mühendisler odası
enternasyonalist bir mücadele hattı belirleyerek elini taşın altına koyabilir.
Sağlık
çalışanları, Filistin adına uluslararası sağlık çalışanlarıyla ortak adımlar
atabilir.
Bugün
sanatçılar ve aydınlar, Filistin için sessiz kalarak suça ortak olmamak
gerektiğini ve daha somut adımlar atılmasını talep edebilir. Gazze’ye sağlık
hizmeti götürülmesi için politika belirleyerek uluslararası baskıyı
güçlendirebilir.
Eğitim
sendikaları, en başta çocukların eğitim ve yaşam hakkını savunmak adına
harekete geçmelidir. 23 Nisan da, Dünya Kız Çocukları Günü de o zaman adına
yaraşır şekilde anlamlı hâle gelir. Çocukların savaşa ve sömürüye doğmayacağı
bir düzen ancak bu şekilde kurulabilir.
Mücadele
alanı din karşıtı politika geliştiren çevrelere bırakılmayacağı gibi
reformistlere de bırakılmamalıdır. Onların yaşadığı Mayıs seçimleri yenilgisi
Tufan’la tarihin dışına itildi. Artık politikalarının iflası gün yüzüne çıktı.
Her ne kadar tüm çarpıklığına rağmen eleştirdiğimiz kimlikçi çevrelerin Hamas
üzerinden de olsa destek geliştirmesi karşısında solların ve seküler çevrelerin
bu durgun siyaseti ülkemiz emekçi sınıfları açısından unutulmayacaktır.
Bugün
Fazıl Say bile Filistin’e destek açıklaması yaptığı için Batı’daki konseri
iptal ediliyor, ama bizim aydın ve sanatçı diye göklere çıkarılan insanlarımız
birleşip ses çıkaramıyor. Zamanında seküler kesimin hangi mizah ustasının
İsrail'de düzenlenen mizah yazarları toplantısına gittiği de araştırılabilir.
Pablo
Neruda der ki “Bizim gerçekliklerimiz söz konusu olduğunda şiirsel olmayan
hiçbir şey yoktur...” Bugün laiklik bayrağı yapılan, emperyalistlerce ifade
özgürlüğü savunulan, sahnede LGBT bayrağı açan, Zafer Bayramı’nda İBB’den sahne
alan Gülşen’in ifade özgürlüğü nerede? Seçim sonucuna göre ülkeyi de terk
etmediğine göre onu savunan sollarla birlikte sessizliğe büründü.
“girdiler
kapılardan
girdiler pencerelerden
mektuplardan kitaplardan telefonlardan
girdiler kirlettiler ve gecemizi
girdiler ağrıttılar ve gündüzümüzü
işimize saygımızı
Ölümüze acımızı
sayrı yatağımızı
Özlemlere sevgilere sular gibi akışımızı
kıyımlara kıranlara türkü türkü bakışımızı
gözgözelik
dizdizelik
şu hancı dünyamızı
girdiler
kirlettiler
insan onurumuzu
insan yüzü güzeldir
çirkindi bunlarınki
insan yüzü sıcaktır
soğuktu bunlarınki
elleri el değildi
eli andırıyordu
gözleri göz gibiydi
bakışsızdılar
göğse benzer bir kafesti taşıdıkları
içinde yürek yoktu
kapıların arkasında emeklememiş
beşiklere belenmemişlerdi karda tipide
ev dediğin duvar kapı pencere
saygıya gerek yoktu
girdiler akşam sofralarında evlerimize
yoksul sabah çaylarında girdiler
girdiler öpüşürken kuytuda
okşarken saçlarını çocuğumuzun
avutmaya çalışırken acılımızı
duyumsarken sevincini insan oluşumuzun
girdiler bağlarken mektubumuzu
dertleşirken kapısında kırkıncı odamızın
girdiler evlerimize
en
ağrıtan yerinde bir özlem türküsünün
bunalmış bir kahkahanın ortayerinde
taş gibi yorgunluğunda bir güzelim düşün
Ölümcül sayrılıkta umarsız yalnızlıkta
kağıttan kayıklar yüzdürürken geçmiş sularımızda
uçurtmalar salarken umut göklerimize
kucaklarken dostlarımızı telefonlarda
girdiler evlerimize
çirkindiler
korkaktılar
yarınsızdılar
geldiler itilerek
girdiler irkilerek
kararttılar gecemizi
Isırdılar karanlıkta
kanattılar türkümüzü
kırdılar çiçekli dallarımızı
tükürdüler içine ekmeğimizin
ağrıttılar ağrımızı
ağrıttılar vatan vatan
ağrıttılar dünya dunya
ve çekip gittiler
kanlı izler bırakarak
göğümüzün merdivenlerinde
yoktu
yarınları onların
çünkü onlar
suç taşıyan sandık gibi
karanlıktılar” [Hasan Hüseyin Korkmazgil]
S. Adalı
16 Kasım 2023
Dipnotlar:
[1] Emre Orman, “İşgalci İsrail, gözaltı merkezinden 30 Filistinliyi yine aynı
şekilde çırılçıplak olarak serbest bıraktı”, 15 Kasım 2023, X.
[2]
“Walt Disney 43 Bin İşçiyi Ücretsiz İzne Çıkarıyor”, 12 Nisan 2020, Sol.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder