7
Ekim’de Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı Aksa Tufanı’nın ardından Filistin’e
destek olmaya karar verip adım atma süreci, ülkemizdeki farklı politik kesimler
ve sendikalar tarafından belirsizlik içeren ve atıl kalınan bir duruma dönüştü.
Öncelikle
Aksa Tufanı’nın medya aracılığıyla halka nasıl yansıtıldığına bakmak gerekiyor.
Yaygın ve sosyal medya da terörist ilân edilen Hamas’ın vahşet eylemlerinde
bulunduğuna dair görüntüler servis edildi. Ukrayna Savaşı’nda da benzer sadist
eylemler içeren videolar servis edilmişti, fakat bu videoların önemli kısmının
savaş başlamadan önce yabancı video sitelerinde yayınlandığı ortaya çıktı. 12
gündür Filistin meselesinin medyaya yansıma biçimlerinden biri de haber
başlıklarının “Hamas-İsrail Savaşı” şeklinde verilmesi. Olması gereken
“Filistin-İsrail Savaşı”. Meseleyi Hamas’a indirgeyip oradan bu yapının
Müslüman Kardeşler ile olan bağını ortaya çıkarmak, Filistin davasıyla Hamas’ı
ayrıştırmak İsrail saldırganlığını masumlaştırma propagandasıdır. Savaşa farklı
ideolojik kesimlerin bakışı şu şekilde özetlenebilir:
-
Milliyetçi kesim, Filistin’in İngilizler ile işbirliği yaparak Osmanlı’ya
ihanet ettiğini ve Filistin bayrağındaki renklerden birinin Türk düşmanlığını
sembolize ettiğini savunduğundan, meseleye hamasetle bakmaktadır, fakat aynı
kesim, Irak-Suriye tezkeresini mecliste onaylayarak ülkeye yabancı askerlerin
konuşlanmasına müsaade etmektedir. Aynı kesimin diğer tezi de Filistinlilerin
toprak sattığını iddia etmesidir ki bu da tarihe ve emperyalizme dair cehaletin
sonucudur.
-
Seküler kesim, Filistin’in direnişini Hamas’a indirgeyerek, tam da Batı
emperyalizminin propagandasına ortak olmaktadır. Meseleye gericilik-ilericilik
ölçütü üzerinden bakmak, Huntington’ın medeniyetler çatışması tezine sığınarak
emperyalizmin uşağı siyonizmi medeni kabul etmek demektir. Aynı tezi Netenyahu
da savunmaktadır. Yaptığı açıklamada Nazilerle Hamas’ı bir tutmakta, süreci “medeniler
ile barbarların savaşı” olarak tanımlamaktadır. Öncelikle Ukrayna lideri
Zelenski, Yahudi olduğu hâlde neo-Nazileri güçlendirmektedir. İsrail,
Ukrayna’yı desteklemektedir. Dolayısıyla, bu tez çelişkilidir ve Yahudilerin
kendi tarihine ve yaşadığı acılara ihanettir. Ülkemiz seküler kesiminin
meseleye ilericilik-gericilik ölçütünden bakması bir cehaletin ürünüdür, çünkü
övündükleri ve övünülmesi gereken Kurtuluş Savaşı’nda Büyük Taarruz’a katılan
yaklaşık 180 bin asker okuma-yazma bilmeyen, “medeni” olmayan ve feodal Anadolu
halkıdır. Solun bir kısmı da ne acıdır ki Hamas üzerinden Filistin’e
bakmaktadır, fakat Hamas Filistin demek değildir.
-
Burjuva basınına çıkan sözde uzmanlar, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle İsrail’in
Filistin’i işgalini, hatta 2003 Irak işgalini bir tutarak Filistin’i
savunduğunu göstermektedir. Rusya’nın Batı emperyalizmine karşı açtığı savaşın
merkezi Ukrayna’dır. Hem neo-Naziler’in güçlenmesi hem Donbas bölgesinin bağımsızlık
referandumunu Ukrayna yönetiminin yok sayması hem de Rusya’nın Ukrayna’da
kurulacak askeri ve füze üslerinin kendi halkının güvenliğini tehdit etmesi
dikkate alınmalıdır. Rusya’nın Donbas halkına destek vermesi ve Ukrayna’da
önemli bir Rus nüfusunun olması göz önünde bulundurulmalıdır. Rusya, girdiği
bölgede katliam, tecavüz ve sadizm sergilemediği hâlde neo-Naziler Sovyetler
döneminden kalan heykelleri yıkarak faşist Stepan Bandera’nın doğum gününü
kutlayıp heykelini dikmiştir. Hatta Rusya yanlılarını ağaca bağlayıp
kırbaçlayabilmiştir. Feministlerin ve LGBT kuruluşlarının Ukrayna’da
neo-Nazileri desteklemesi de katiline âşık olmaktan farksızdır. Aynı şekilde
Irak’ın 2003’te işgal edilmesinin ardından tecavüzler, işkenceler, canlı
yayında idamlar, zindanda mahkûmlara köpeklerle saldırmalar, insan onurunu hiçe
sayan eylemler, Batı emperyalizmi tarafından dünya halklarına demokrasi
götürmek adı altında izlettirilmiştir.
-
Bir komplo teorisi de Netenyahu ve İsrail istihbaratının aslında Aksa
Tufanı’ndan haberdar olarak iç siyasete oynadığıdır. Bu algı saçmadır, çünkü “İsrail
ve emperyalizm yenilmezdir” propagandasına alet olarak ezilenlerin direnişini
ve mücadele kapasitesini küçümsemektedir. Emperyalizm yenilmez olmadığı gibi
halkların direnişine hâkim bir güce sahip değildir.
-
Muhafazakâr kesim, meseleyi Huntington gibi ele alıp bir tür Haçlı Seferi
karşıtlığı üzerinden Filistin direnişine bakarak Hamas güzellemesi yapmaktadır,
fakat aynı kesim de milliyetçiler gibi yabancı askerlerin ülkemize
konuşlanmasına izin veren tezkereye onay vermektedir. Aynı tutarsızlığı Suriye
meselesinde gösterdiler. Suriye’de emperyalistlerin desteklediği Selefi
grupları Esad’a karşı destekleyip Suriye’nin parçalanarak halkının mülteci
olmasına neden olmuştur. Mezhepçilik, emperyalizme hizmetten başka bir şeye yol
açmamaktadır.
-
Kamu ve işçi sendikaları, Tabipler Birliği, Mühendisler Odası, savaşın
başladığı günden beri atıl kalmıştır. Bizim yazımızın konusu, tam olarak
Filistin direnişi karşısında solun ve sendikaların bir bütün olarak göstereceği
duruş ve karar üzerinedir.
Tabipler
Birliği, Filistin’de hastane bombalanması sonucu yaklaşık 500 Filistinli
katledildikten sonra ses çıkarırken TMMOB, 10 gün boyunca hiçbir açıklama
yapmamıştır. Kamu ve işçi sendikaları önce ITUC ve ETUC açıklamalarına yer
verip sonra sessizliğe büründü. Ukrayna meselesinde de DİSK, önce Rusya Bağımsız
Sendikalar Federasyonu’nun neo-Nazilere karşı başlatılan operasyonu destekleyen
açıklamasını yayınlayıp daha sonra bu açıklamayı yayından kaldırmıştı.
Son
tezkere, Suriye-Irak ile alakalı olduğundan, açıklama yapan kamu sendikaları
bölge barışı retoriğinden girerek Filistin için sadece kısa bir paragrafa yer
vermiştir. Sol, aynı şekilde ayrı ayrı açıklamalar ve eylemler düzenleyerek
dağınık bir görüntü sergilemiştir.
Saadet
ve Gelecek Partisi yanına Hüda-Par’ı alarak erkenden miting koymuştur, fakat
solun ve sendikaların bu mezhepçi duruşu bozacak anti-emperyalist ve
anti-siyonist miting ve yürüyüş düzenleyememesi emperyalizme karşı
başarısızlıktır.
Öncelikle
belirtilmesi gereken, Filistin’in tarihine kısa bir giriş yapmaktır. İngiliz
mandasının çekildiği güne kadar Yahudi nüfusu, Filistin’in en verimli
topraklarına yerleştirilerek de facto bir İsrail yönetiminin oluşmasının
yolu açılmıştır. İddia edildiği gibi toprak satılması, İsrail devletinin
kuruluşunun yolunu açmamıştır. İngiliz mandasının çekildiği gün İsrail
devletinin kuruluşu ilân edilerek korsan bir devlet tarih sahnesine çıkıp siyonizmin
önemli teorisyeni Teodor Herzl manevi baba olarak kabul edilmiştir. Tıpkı Ukrayna’da
olduğu gibi İsrail, Batı emperyalizmi tarafından güçlendirilerek bölgenin
jandarması hâline getirilmiştir. Arap milliyetçiliğinin dar hesapçılığı İsrail
karşısında askeri yenilgiye yol açmıştır. Daha sonraki dönemde bölgeden göç
ettirilen 1 milyonun üzerindeki Filistinli, mülteci kamplarına
sıkıştırılmıştır. Suriye’nin emperyalistlerce parçalanma süreci gibi. Bu
kamplar, Arap ülkelerinin desteğini almadan İsrail’e karşı direniş odakları
hâline gelerek dünya solunun desteğini almıştır. Birçok ülkeden komünist, bu
direnişe katılarak fiili destek sağlamıştır. Sovyetler dağılana kadar seküler
ve anti emperyalist bir direniş sergilenmiştir. Bu direnişlerin sembol isimleri
George Habaş, Arafat, Leyla Halit’tir; Hamas değildir.
Çin,
Japonya tarafından işgal edildiğinde komünistler milliyetçi lideri kaçırarak
Japonya’ya karşı savaşta komünistlere destek olmasını sağlamıştır ve Japon
işgali püskürtüldükten sonra sosyalizme geçilerek milliyetçi lider tasfiye
edilmiştir. Bu yüzden Filistin için dünya solunun bestelediği parçalarda sosyalist
Filistin vurgusu yapılmıştır. Bugün bile Saadet Partisi öncülüğünde
gerçekleştirilen mitingde Grup Yorum’un ve Kofia’nın marşları çalınmaktadır,
çünkü mezhepçilik rüzgârına kapılanlar Filistin’e bakınca Hamas’ı görmektedir
fakat Hamas, Filistin direnişinin son halkasıdır ve bu direnişin kültürünü
yaratamamıştır. Aynı şekilde Saadet vb. partiler de kendi kültürel hazinesini
üretememiştir. Mücadelesi olanın kültürü, sanatı, marşları, ağıtları,
destanları, tarihi olur, çünkü sanat mücadeleyi yaratmaz, mücadele kendi
sanatını yaratır.
Sovyetler’in
dağılmasının ardından bölgede Müslüman Kardeşler uzantısı olan ve çeşitli
mezhepçi yapılar güçlenmeye başlamıştır. 70’lerde sol, Filistin mücadelesine
destek sağlarken Filistin’de sol bir direniş vardı. Bugün Hamas’a bakıp Filistin’i
savunan sağ muhafazakâr kesim, aynı dönemde emperyalizme secde ederek
komünizmle mücadele dernekleri altında faşist bir blok oluşturuyordu. O yüzden,
o gün sol direnişi büyüttüğü için Filistin’e destek vermeyip bugün mezhepçi
saiklerle Filistin davasını Hamas üzerinden savunanlar, düzenledikleri
mitinglerde çalacak bir marş üretemiyorlar. Bu nedenle bugün Filistin davası
70’lerde olduğu gibi sol bir hegemonya tarafından sahiplenilerek kanalize
edilmelidir. Suriye emperyalistlerce parçalanırken cihatçıları destekleyenlerin
bugün Filistin direnişini sahiplenmesi geçersizdir.
Emperyalizm
çağındayız. Dünya halklarının baş çelişkisi emperyalizmdir. Berlin Duvarı’nın
yıkılmasının ardından Balkanlar’da barış içinde yaşayan halklar milliyetçilik
ve din karşıtlığı üzerinden birbirini katletti, ardından emperyalist askeri
paktlar bölgeye müdahale etti, çünkü milliyetçiliği destekleyenler de
emperyalistlerdi. Aynı süreçte STK’ler aracılığıyla Sovyetler’den arta kalan
ülkelerde emperyalist politikalar halklara propaganda edilerek ideolojik
mücadele emekçi sınıflara karşı yürütüldü. 2003 Irak işgaliyle başlayan sürecin
ardından 2010 sonrasında Kuzey Afrika ülkeleri ve Suriye’de düzen bozuldu, bir
gece yarısı Libya işgal edildi. Afganistan’da yaşananlar da benzer sürecin
ürünü. Son olarak İran’da yaşananlar ve Ukrayna Savaşı da emperyalizmin Ruslara
ve Müslüman coğrafyaya açtığı savaşın haritasını oluşturmaktadır.
Emperyalizm,
Balkanlar’da UÇK tarzı milliyetçileri, Arap coğrafyasında selefi çeteleri,
Filistin’de İsrail’i, Ukrayna’da neo-Naziler aracılığıyla faşizmi, silah satmak
için Suudileri destekler. Emperyalizmin temel stratejisi, sömürünün sürebilmesi
adına halkların bütünlüğünü ve birlikteliğini bozmak üzerinedir. Bu yüzden
faşizm onun kapı kuludur. Bugün İsrail’in yaptığı da emperyalizm adına
Filistin, Suriye ve Lübnan halklarına savaş açmaktır. Cihatçıların saldırdığı
Suriye’ye İsrail’in de saldırıp ardından Filistin direnişçilerini barbar ilân
etmesi palavradan ibarettir.
Netenyahu
son açıklamalarında bu savaşı, “barbarlarla medeniler arasında olan bir savaş”
olarak değerlendiriyor. Yahudileri dünyanın çeşitli bölgelerine süren Romalılar
kendi dışında kalan halkları “barbar” olarak niteliyordu. Yine Netenyahu,
Hamas’ı Naziler kadar tehlikeli olarak kabul ediyor. Öyleyse aynı İsrail, neden
Ukrayna’daki neo-Nazileri destekler!
İsrail
siyonizmi, emperyalizmin Ortadoğu jandarmasıdır. O ne derse yapmak zorundadır,
çünkü İsrail’i var eden emperyalistlerdir. Bugün İsrail’i ziyaret eden
emperyalist devlet başkanları İsrail’e destek vermek zorunda olduklarını, en
baştan beri desteklediklerini, hatta bir İsrail devleti olmasa bile onu kurmak
gerektiğini ifade ediyor. Irak’ta Suriye’de emperyalizmin desteklediği bölgesel
yönetimlerin nihai hedefi İsrail tarzı devletlere dönüşmesidir. Bu yüzden
Suriye’nin kuzeyinde kurulacak bir devlete İsrail destek vereceğini açıkladı, o
devleti kuracak olanlar da Müslüman.
Meseleyi
genel hatlarıyla buraya kadar özetledikten sonra İsrail’in Hristiyanlara ait
bir hastaneyi vurarak insanları katlettiği dikkate alınırsa, İsrail’in bölge
halklarını Müslüman ya da Hristiyan diye ayırmadığı, aslında bir din savaşını
yürütmediği, onun savunduğu siyonizmin emperyalizme hizmetkarlık olduğu daha
net anlaşılacaktır.
Bugün
Donbas ile Filistin aynı kaderi paylaşmaktadır. Her ikisinin de mücadelesi
emperyalizme karşıdır. Filistinli direnişçiler, emperyalistlerden destek
almadan, kendi imkânları dâhilinde yurtlarını savunmaktadır. Anti-kapitalist ya
da sosyalist olmasa da anti-emperyalist bir direniş sürmektedir. Bu direnişin
mimarı da Hamas değildir, Hamas, direniş mirasının ardılıdır. Filistin
direnişinin mimarı ve kökleri sol yapılanmalara dayanır, çünkü sol direniş, din
karşıtlığı üzerinden değil, anti-emperyalist yurtseverlik üzerinden gelişir. Bu
yüzden Filistin direnişini sol destekleyip geliştirerek, hatta tüm dayanışma
gücünü göstererek geçmişte İran özelinde yaptığı hatanın benzerini
yapmamalıdır.
Emperyalizm
ve onun bekçisi İsrail yenilmez değildir. Direnen halklar doğru strateji
izlediğinde ve başka halkların emekçi sınıflarıyla bütünleştiğinde zafere
ulaşır. Aksi takdirde “dinlerarası savaş” algısı manipüle edilerek Filistin
halkları yalnızlaştırılır ve mezhepçilik/dincilik tuzağına çekilir. Bu algının
oluşmaması için en başta ülkemiz emekçi sınıflarının Filistin’e destek gibi
tarihsel bir görevini emperyalizme hizmet eden mezhepçi çevrelere
bırakmamalıdır.
İsrail’i
protesto eden Yahudilerin olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Mesele anti-semitizme
çekilirse Karl Marx’ın da Yahudi olduğu gerçeği unutulur, George Habaş da bir
Hristiyan’dır. Aynı şekilde Filistin’de yaşayan Hristiyanların olduğu da
bilinmelidir. Bu direniş, halklar ve dinler arası değil, Filistin halkının
ulusal kurtuluş mücadelesi ve emperyalizme karşı savaş olarak ele alınmalı, bu
bakış açısıyla sınıfsal olarak destek verilmelidir. İsrail’e karşı savaşan tek
güç o yüzden Hamas değildir.
Batı
medyasının İslamofobik bir kampanyayla İsrail’i masumlaştıran propagandası yeni
bir Taliban üretme çabasıdır. Lübnan da benzer şekilde Hristiyanların
Müslümanlarla birlikte yaşadığı bir ülkedir ve İsrail Lübnan’a da
saldırmaktadır. Taliban’ın ülkeyi yönetme ideolojisi neyse İsrail’in de yönetim
ideolojisi aynıdır. Aynı zamanda terörizmin kaynağı da emperyalizmdir. Hastane,
cami, evleri vurmakta ve yüzlerce çocuğu katletmektedir. Bu yüzden Filistin
direnişinden bahsederken orada yaşayan halklar için “sivil” diye bahsetmekten
kaçınılmalıdır. Oradaki direnişçiler de Filistin halklarının kendi evlatlarıdır
ve sivil diye bir ayrım yapmak direnişçilerle halkı ayrıştırmak demektir.
90
sonrası süreçte ülkemizde gelişen sivil toplumcu eğilimlerin Batı’dan aldığı
fonlarla ortaya koyduğu pratikler, emekçi sınıflarda ideolojik bir bunalıma
neden olmaktadır. Bu yüzden sol, neo-Nazileri güçlendiren ve Bandera’nın
heykelini diken Ukrayna liderini savunmakta beis görmemekte, fakat Çaykovski
dinlemeyi ve Dostoyevski okumayı yasaklayacak kadar geri ve emperyalist
Avrupa’yı desteklemektedir.
Bugün
en başta kamu ve işçi sendikaları Filistin halkıyla dayanışma içinde olmalı ve
bu dayanışma retorik söylemlerle değil, pratikte gerçekleşmelidir. Aksi takdirde
alan mezhepçilere kalacaktır. Nasıl ki Filistinliler yerlerinden yurtlarından
ediliyorsa, bugün işçiler ve emekçiler olarak güvencesiz çalışıyor olmamız
emperyalizme hizmet eden politikaların sonucudur. Ülkemizde en temel insan
hakkı olan barınmayı sağlamak için bir işçi-emekçi ev alamıyorsa, hatta
kirasını bile ödeyemiyorsa, neo-liberal emperyalist politikaların sonucudur. Emeğiyle
hayatı şekillendiren sınıflar olarak kendi yurdumuzda bu şekilde
yersizleştirildiysek Filistin halkıyla kaderimiz ortaktır.
Bu
düzlemde ele alındığında sendikalar, Filistin direnişi aracılığıyla tekrar
anti-emperyalist politikalara dönmelidir. Emek-sermaye çelişkisinin
çözülmesinin yolu emperyalizmin yenilmesinden geçmektedir. Bu zaferin
kazanılmasında Filistin, emperyalizm zincirinin dağıtılacağı en zayıf halka
olabilir. İsrail yenildiği takdirde emperyalizm de yenilecektir. Suriye, Irak,
İran, Donbas, Filistin meselesine ve halkların kardeşliğine sınıfsal temelde
bakılmadığında emperyalizmin yenilmesi mümkün değildir.
Sendikalar
ve sol-sosyalist çevreler, Filistin halklarına moral olacak destek mitinglerini,
yürüyüşlerini, boykotlarını, grevlerini, protestolarını ve çeşitli demokratik
eylemlerini bir an önce düzenlemelidir. Dağınıklaşmış duruma gelen solu ve
sendikaları birleştirecek bir hat da Filistin direnişini ortak sahiplenmekten
geçebilir. Aksi durumda Filistin direnişine Huntington gibi bakmak, ülkemizdeki
emekçileri de kültür ve kimlik üzerinden bölmeyle aynı yönteme dayanır. Sağ
muhafazakâr ideolojiye sahip emekçiler arasında da her ne kadar din temelli
olsa da Batı karşıtlığı mevcuttur, çünkü İsrail karşıtı protestolarda Batılı
emperyalist ülkelerin bayrakları yakılmaktadır.
Emekçilerin
bilinci halklar arası düşmanlık temelinde değil, emperyalizmle mücadele
temelinde şekillendirilmelidir. O zaman birlikte yaşadığımız mülteciler de
ülkelerine dönebileceklerdir, çünkü her ne kadar Hamas liderleri ilk günden Suriye’yi
terk etmiş olsa da bölgede Filistin’in en önemli dostları Suriye ve Lübnan’dır.
Bu yüzden İsrail, Şam ve Halep havalimanlarına saldırmıştır. Bu yönüyle de
mesele mezhep gerilimi değildir, çünkü Mısır sınır kapısını Filistin halkına
kapatmakta, Suudiler de emperyalistlerle yüzlerce milyar dolarlık silâh
anlaşması imzalayarak Batılı liderlerle kılıç dansı yapabilmektedir. İsrail’in
ve onun efendisi emperyalistlerin kimlere destek verdiği haritalandırıldığında,
meselenin gayet sınıfsal olduğu ve medeniyet çatışmasına dayanmadığı daha net
anlaşılacaktır.
Filistinli
Hristiyan ve Müslüman halkları sınıfsız sömürüsüz bir dünyada yaşama mücadelesinde
birleştirecek tek ideoloji de sosyalizmdir. Son sözü George Habaş’a bırakalım:
“Yoldaşlar! Militanca
yaşanan onyıllardan ve yaşadığım zengin deneyimlerden elde ettiklerim bana
bahşedilmiş bir şey değildir. Bu deneyimlerin içeriğini ve derslerini tüm
başarı ve hataları ile birlikte gözden geçirmek sizin ve gelecek nesillerin
hakkıdır. Tarihin esiri olmak için değil, geleceği kurabilmek için gerekli
önkoşul olarak ondan yararlanabilmek amacıyla tarihimizi en doğru biçimiyle
okumalıyız. Bugün, dünün nitel bir genişleme hâlidir ki aynı zamanda, dün,
yarının materyalist ve entelektüel kuruluşunu meydana getirir.”[1]
S. Adalı
19
Ekim 2023
Dipnot:
[1] “George Habaş”, Wikipedia.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder