Pages

30 Ekim 2023

Hayat Normal Akışında Devam Etmiyor


1. İdeolojik Bir Aygıt Olarak Eğitim

“İstendik davranış değişikliği oluşturma süreci” olarak tanımlanan eğitim, insanın toplumsallaşma sürecinde doğumdan ölüme kadar kesintisiz şekilde devam eder. Eğitim sürecinin kendisi ideolojik bir programa sahiptir. Marksist yazında “ideolojik aygıt” olarak belirlenen eğitim, düzene uygun kafalar yetiştirmede önemli bir role sahiptir. Değerlerin aktarımında, düzene uygun alışkanlıklar ve hayat felsefesinin belirlenmesinde egemenler ve burjuvazi için eğitim kurumları, düzenin ideolojisinin zihinlere yerleştirildiği merkezlerdir.

İdeolojik aygıtların bir diğeri de dindir. Din; burjuvaziye ve egemenlere itaat edecek, sömürüye ve yozlaşmaya itiraz etmeyecek halkın oluşturulmasında eğitimin diğer bir bileşenidir.

Ülkemizde eğitim kurumlarının nicel ve nitel açıdan artırılması Cumhuriyet’in ilânından sonra hız kazanmıştır. Halkevleri, Millet Mektepleri, Köy Enstitüleri ve üniversitelerin açılması, Cumhuriyet’in ekonomik ve toplumsal idealleri çerçevesinde sanayileşmenin, Batı düşüncesinin ve ilerlemeciliğin güçlenmesi açısından değerlendirilebilir.

Çok partili hayata geçildikten sonra 27 Mayıs’a giden süreçte mevcut yönetime geliştirilen itirazlar önce üniversitelerde boy vermiştir. Öğrencilerin gösterileri sırasında Turan Emeksiz vurulmuştur. Batı merkezli 68 öğrenci hareketlerine göre erken bir dönemdir bu.

68 hareketinin yankılarının ülkemizde görülmeye başlaması, TİP’in Meclis’e 15 vekille girmesi, şanlı 15-16 Haziran işçi direnişleri, Kavel direnişi, ülkemizde sınıf mücadelesinin yükselişe geçip kitleselleşmenin hız kazandığı hareketlilik sürecidir. TİP deneyiminden sonra 71 kopuşu sınıfsız sömürüsüz bir düzenin kurulması yolunda üniversiteli gençliğin önemli atılımlarıdır. 12 Mart ve 74 Affı sonrası üniversite gençliği tekrar harekete geçerek, yoksul semtlerde işçilerle, tarlalarda köylülerle, fabrikalarda ve tersanelerde grevlerle sınıf mücadelesinin bayrağını yükseltmiştir. İnşaat işçisi bir proleterin paylaşımı bu noktada önemlidir: “Sola sempatim ve güvenim 80 öncesine dayanır. Çalıştığımız bir üniversite inşaatında ücretimizi alamamıştık. Üniversitenin solcu gençleri gelip bize destek eylemleri düzenleyerek ücretimizi almamızı sağladı.”

12 Mart’ın, gençliğin sınıf mücadelesine katılıp halka ve sınıfa uygun politika geliştirmesini baskılaması sadece birkaç yıllık bir dönemdir. Düzene uygun kafaların yetiştirilmesinde eğitim kurumlarının üstlendiği görev dikkate alınırsa gençliğin ülkenin dört bir yanına dalga dalga taşıdığı sınıf mücadelesi ve sosyalizm ideali 12 Eylül’e kadarki süreçte birçok grev, boykot ve hak arama mücadelesini geliştirdiğinden, egemenlerin ve burjuvazinin sömürülecek insan yetiştirme idealini ve programını engellemiştir. Üniversiteliler, demokratik bir üniversite ve bilimsel eğitim mücadelesini rektör seçimlerini boykot ederek, faşistlerin yurt baskınlarında onları püskürterek yürütmüşlerdir.

Faşist çetelerin yurt baskınlarında kafasına aldığı darbeden dolayı yaşamını yitiren bir genç de bugün yaşasa iyi bir şair olacak Arkadaş Zekai Özger’dir.

Üniversitelilerin mücadelesine destek veren akademisyenler de faşistlerin hedefi hâline gelerek katledilmiştir. Gençliğin önüne soğuk savaş yıllarının etkisiyle faşist çeteler çıkarılsa da sokakta, okulda, yurtta ve iş yerlerinde faşistlerin püskürtülmesi gençlik tarafından sağlandığından ve gerek Fatsa özelinde düşünüldüğünde egemenlerin ve burjuvazinin yaşadığı çaresizlik 12 Eylül darbesini getirmiştir.

Fakültenin yanı demirden köprü
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı

Faşistler camlara yürüdüler
Kürsüleri kırdılar, höykürdüler.
[Enver Gökçe]

Kenan Evren’in deyimiyle, “tıbbi bir müdahale” gerçekleşmiş ve artık sokak huzura kavuşmuştur! Daha adil bir düzende sömürülmeden eşit şekilde yaşamanın önüne çıkarılan her engel “tıbbi bir müdahale”dir egemenler açısından. Bu yüzden 12 Eylül sürecinde bilim adına(!) zindanlara atılan gençliğin beyni de “hastalıklı” kabul edildiğinden, ülkenin önde gelen sözde bilim insanları tarafından incelenmek üzere zorla müdahale gerçekleştirilerek ardından konferanslar verilmiştir.

İşte vurulmuş üniversite cesetleri
Fareler dolaşıyor gözbebeklerinde
Dişetlerinde böcekler
Sanat öfkeli-düşün açlık
Gençlik yaralı-bilim yokluk
Bir yanı stadyumlar dolusu
Diskotekler dolusu bir boşluk (…)
İşte vurulmuş üniversite cesetleri
Ve aydınlar
Ki el fenerleri tarihin
Kimi çekilmiş köşesine tükenmiş
Teslim bayrağını çoktan çekmiş
Kimi gecikmiş bir yargıda
Zulüm yasasının yargısı karşısında
Gülden bir demet inanç kesilmiş.
[Adnan Yücel]

12 Eylül, üniversitelerde lümpen ve apolitik(!) gençlik yaratmaya çalışırken sol görüşlü öğretmenleri ve akademisyenleri tutuklayarak, sürgün ve ihraç ederek sistem açısından ideal bir eğitim sürecinin başlamasına çabalamıştır. Bu çaresiz çaba, darbe sonrası 89 Bahar Eylemleri’nin, Taksim’de 1 Mayıs kutlama ısrarının etkisiyle egemenler açısından tekrar başarısızlığa uğramıştır.

90 sürecinde Sovyetler dağılınca emperyalizm ve burjuvazi için yaşanan sevinç çok kısa sürmüştür. Tarihin sonu daha gelmemiştir. Dünya solunda yaşanan moral düşüşüne rağmen ülkemiz işçi sınıfı, ezilenler ve üniversite gençliği tekrar sınıf mücadelesinin içindeki yerini almıştır. Bir yandan 12 Eylül’ün getirdiği yozlaştırma sürerken, kampüsler sınıf siyasetinin merkezine dönüşmüştür. Grevlerde, boykotlarda, 1 Mayıslarda üniversite gençliği güçlü bir dinamizm sergilemiştir. Yemekhane, yurt, ulaşım zammına yönelik protesto ve eylemler, gençliğin hak arama mücadelesinde önemli adımlardır. Ülkemiz solunun yaptığı hatalar ve egemenlerin baskısıyla 2000’li yıllar itibariyle üniversite gençliğinin sınıf mücadelesine katılımı zayıflasa da hak arama mücadelesinde önemli kazanımlar yaşanarak harç ücretleri kaldırılmıştır. Aynı şekilde, 1 Mayıslara ve Gezi’ye katılım sağlanmıştır.

Yazının başında belirttiğimiz husus olan eğitimin ideolojik aygıt olmasına dönecek olursak, 12 Eylül’ün eğitim alanındaki tahribatı dinselleşmenin hız kazanması ve sömürüye uygun sınıfın oluşturulmasıdır. Bugün Aydın’da KYK yurdunda kalan Zeren’in asansörde ölmesi ve birçok arkadaşının yaralanması bu sürecin sonucudur. Bugün üniversite birinci sınıf öğrencisi bir genç 2005-2006 doğumludur. Son 20 yılda eğitim alanında yaşanan dönüşümler dikkate alınırsa nasıl bir gençlik yaratılmak istendiği ve gençliğin nelere maruz kaldığı daha net anlaşılacaktır.

Araştırmalarda görüldüğü gibi okul öncesi yaştaki çocukların büyük çoğunluğu vakıflar adı altında tarikatların eğitiminden geçmektedir. Okullarda verilen eğitimin içeriği kaderci ve itiraz geliştirme bilincine sahip olmayan gerici zihniyetin güçlendirilmesine yöneliktir. Sabah karanlığında okula giden, 40 kişilik sınıflarda öğrenim gören, kantinden alışveriş yapacak harçlığa sahip olmayan, akşam karanlığında okuldan eve giden, okul dışında çalışan; sokakta tarikatların ve uyuşturucu çetelerinin, medyanın ideolojik manipülasyonuna maruz kalan öğrencilerin oluşturduğu kitle burjuvazi için sömürüye hizmet edecek bir sınıfın oluşmasına uygun hâle getirilmektedir.

MESEM projesiyle 5 gün çıraklık adı altında sömürülen lise öğrencileri altıncı gün okulda bir günlük ders görmektedir. Çocuk işçiliği ve sömürü bu şekilde gerçekleşirken sınıf mücadelesinden bihaber sendikalar bu duruma sessiz kalmaktadır. ÇEDES projesiyle okullara “manevi danışman” adı altında din görevlileri atanmaktadır. Bu kadar tarikatlaşmayla ve dinselleşmeyle iç içe geçen eğitim sisteminin misyonu emperyalizme hizmet eden burjuvaziye sömürülecek “ara eleman” yetiştirmektir.

Bazı sol çevrelerin iddia ettiği gibi laiklik öncelikle yaşam tarzı için gerekli değildir, laiklik başta eğitim ve işçi sınıfı için gereklidir, çünkü Soma maden ocağında alınmayan önlemler yüzünden katledilen 301 madencinin ölümü için “kader ve fıtrat” denilebilmiştir. Bu yüzden laik ve bilimsel eğitim sınıf bilincinin geliştirilmesinde olmazsa olmaz ilkelerdendir. Eğitimin geliştirilmesine yönelik mücadele bu yönde verilmelidir.

2. Üniversiteli Gençliğin Sınıf Mücadelesindeki Yeri ve Önemi

2000’li yıllardan itibaren daha da baskı altına alınan üniversite kadroları dini yapılara bırakılmıştır. Yoksul ailelerin çocukları bin bir güçlükle üniversite kazanıp sonraki süreçte yoksullukla boğuşmaktadır. Birçok öğrenciye yurt çıkmadığından, dini çevrelerin ve tarikatların yurtlarında kalmaya mahkûm edilmektedir. Yurt, öğrenciler için en temel barınma hakkıdır. Bugün büyükşehirlerde öğretmenler bir araya gelip zorla ev tutabiliyorken 3-4 öğrencinin birlikte ev tutma imkânı kalmamıştır artık. Aldığı burs ve kredi 1250 TL iken bu parayla bir öğrencinin yurt, yemek ve ulaşım ücretini karşılaması mümkün değildir, kaldı ki ders kitabı bile almakta zorlanan bölümler var. En ucuz yemeğin 100 TL’yi bulduğu şehirlerde öğrencilerin karnını doyurması lükse dönüşmüştür. Özel üniversitelerde okumayan öğrencilerin aileleri yoksul işçi ve emekçi insanlardan oluşmaktadır. Bu yüzdendir ki 2020’de Türk dili ve edebiyatı öğrencisi Sibel Ünli intihar etmiştir. Onu intihara sürükleyen düzeni oluşturan “makbul vatandaşlardan biri”(!) şu ifadeleri kullanabilmiştir: “Komünistin biri kendine destek olacak kimse olmadığı için intihar etmiş, attığı twit 1 lira ile yemek yer miyim, attığı alet akıllı telefon. Parasız kaldığı için intihar edeceğine kendisine yemek alacak arkadaşları da yok ailesi de, telefonu satıp karnını doyurabilirdi…”[1] Bu ses, bireysel bir aymazlık değil ideolojik bir söylemdir, tam olarak faşizmin sınıfsal açıklamasıdır, bu yüzden faşizm sömürü düzeninin bekçisidir.

Geçtiğimiz günlerde Anadolu Üniversitesi ilköğretim matematik öğretmenliği öğrencisi yaşadığı yoksulluk yüzünden yemekhane binasında intihar etti. Aynı günlerde Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde okuyup aynı zamanda çalışan bir öğrenci intihar etti. Benzer intihar girişimleri başka üniversitelerde yaşanırken Aydın’da KYK yurdunun asansöründe sıkışıp kalan öğrencilerden Zeren Ertaş yaşamını yitirdi. 16 kişilik asansöre 17 kişi binildiği iddia edildi. Bu ülkenin işçi emekçi ailesinin çocukları üniversite yurdunda önlem alınmadığı için ölebiliyor. Yüzlerce öğrencinin 24 saat kullandığı asansörün bakımı acaba kaç günde bir yapılmıştır? Asansörlerdeki azami yük kapasitesinin esneme payı ve yedek halatı bulunmalıdır ve bu durum dikkatten kaçırılmak istenmektedir.

Benzer ihmal ve önlem alınmayan süreç Aladağ’da yaşanmıştır. Köylerden ilçe merkezine okumaya gelen öğrenciler MEB’e ait yurtlar kapatıldığı için aileler/veliler yetkililer tarafından tarikat yurduna yönlendirilmiştir. Alınmayan önlemden kaynaklı çıkan yangında “Kız çocukları gece kaçmasın”(!) diye kapatılan yangın merdiveninin de etkisiyle çocuklar katledilmiştir. Yangında çocuklar kurtarılmadan mutfak dolabındaki eti kaçıran sömürü düzeni!

Yine Diyarbakır’da dini içerikli bir kursun yurdunda çıkan yangında çocuklar ölmüştür. Karaman’da dini bir vakfın yurdunda 60’a yakın çocuk tecavüze uğramıştır. Başka bir tarikatta 6 yaşındaki bir kız geçmişte “evlendirilmiştir”. Geçtiğimiz günlerde bir tarikatın ritüellerinde çocukların şişlendiği görüntüler ortaya çıkmıştır. Geçtiğimiz yıl 20 yaşındaki tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara, ailesinin baskısı yüzünden kaldığı tarikat yurdunda yaşadıklarından dolayı bir video çekip durumunu açıklayarak intihar etmiştir. Onun intiharının ardından ailesi dini yapıya sahip çıkmıştır. Sömürü düzeninin devam etmesi için gereken ideolojik manipülasyon burada devreye girmektedir. Madenlerde, depremlerde, sellerde, yangınlarda, yurtlarda yoksullar katledilirken geride kalanlar fıtrat ve kader diye ikna edilmelidir! Bu yüzden laiklik en çok işçi sınıfı için gereklidir. Bu yüzden çevremizi her yandan kuşatan tarikat ve cemaatler sınıf bilincini baskılamak için vardır. 12 Eylül öncesi faşist çetelerin görevini bugün bunlar almıştır. Bu yapılara karşı verilecek mücadele, kimlik ekseninde değil, sınıf mücadelesi temelinde olmalıdır.

Zeren’in ölümünün ardından bir gün içinde yurdun her yanında üniversiteliler eylemler, basın açıklamaları, gece yürüyüşleri düzenlemişlerdir. Gece yürüyüşlerinde meşale yerine akıllı telefonlarının ışıklarını açarak yürümeleri her sınıf mücadelesinin kendi yöntemlerini geliştirmesi açısından önem arz etmektedir. Gençliğin tepkisizleştirilme ve intihar gibi sapma eylemine sürüklenme süreci tamamen sınıfsaldır. 

Ülkemizde bir zorluk yaşandığında gözden ilk çıkarılan yerler eğitim kurumları ve yurtlardır. Salgın ve deprem yaşanır, okullar ve üniversiteler kapatılarak yurtlar misafirhaneye dönüştürülür. Kış olimpiyatları düzenlemek için üniversiteye 2 ay ara verilir, yurtlar otele çevrilir. Nicel açıdan her şehirde onlarca üniversite açılsa da verilen eğitimin niteliği tartışmaya açıktır. 12 Eylül ile niteliksizleştirilen üniversiteler OHAL sürecinde akademisyenlerin ihracıyla daha vahim bir noktaya sürüklenmiştir. Parayla tez yazdıranlar akademide kadro alabilmekte, hiçbir bilimsel çalışması atıf almayan kişiler bilim insanı diye kadrolara yerleştirilebilmekte, kişiye özel kadro ilânı verilmektedir. Öğrenciler bu sözde bilim insanlarının tedrisatından geçmektedir.

İntihar vakalarında öğretmenlik bölümlerini okuyan öğrencilerin olması eğitim sendikalarını düşündürmelidir. Halkın öğretmeni olabilecek gencecik insanların intiharının tek nedeni sömürü düzenidir. Aynı şekilde geçtiğimiz günlerde Akkuyu inşaatında görüldüğü gibi mezun olduktan sonra inşaatlarda çalışmak zorunda kalan öğretmenler iş cinayetlerinde katledilmektedir. Yüze yakın öğretmen, ataması yapılmadığı için intihar etmiştir. Yüz bin öğretmen, ücretli öğretmenlik adı altında sömürülmektedir. 2015 sonrası süreçte üniversite gençliğinin baskı altına alınma sürecinin çeşitli nedenleri şu şekilde özetlenebilir:

- 2015 sürecine kadar ataması yapılmayan öğretmenler, ses getiren ve kazanım elde eden eylemler ve yürüyüşler yapmıştır. Bu tarih itibariyle kamuda yaşanan ihraçlar, sendikaların sürece atıl kalması, güvenlik soruşturması, mülakat, sözleşmeli öğretmenlik uygulaması öğretmenlik bölümleri okuyan öğrencilerde tedirginliğe yol açarak sendikaların da sürece sessiz kalmasının etkisiyle en demokratik ve anayasal eylemleri yapmaları engellenmiştir.

- Sadece OHAL sürecinde 300 binden fazla üniversite mezunu genç Avrupa ülkelerine göç etmiştir.

- Diğer bölümler özelinde düşünüldüğünde, sadece demokratik ve yasal bir eyleme katılan öğrenciler KYK yurtlarından atılabilmiş, okulla ilişiği kesilmiş, aldığı burstan yoksun bırakılabilmiştir.

- Gençliğin mücadele dinamiğini zayıflatan başka bir etken de sınıf mücadelesi gibi tarihsel görevini yerine getirmeyip kimlik mücadelesi ve liberal özgürlükçülüğün savunucusu rolü üstlenen sol çevreler ve sendikalardır. Sınıf hareketlerinde yaşanan tahribat gençlikte karşılığını bulmuştur. Salgın sonrası dönemde yüz yüze eğitim için büyükşehirlere okumaya gelen üniversite öğrencileri yurt çıkmadığı için parklarda yatma eylemleri düzenlemiştir. Bu eylemler, Anadolu’nun küçük şehirlerinde yurt ve üniversite kapısı önünde yatma protestosuna kadar varmıştır, fakat sol ve eğitim sendikaları sürecin gelişmesine katkı sağlayamamıştır.

Öğrencilerle öğretmenlerin sorunları ortaktır. Her ikisi de barınma sorunuyla karşı karşıyadır. Barınma sorunu noktasında öğretmenler, memurlar, öğrenciler, işçiler ve emekçiler birleştiğinde kazanım elde edecektir, fakat son 3 yıllık süreçte ne KESK ne DİSK ne TMMOB ne İHD ne de TTB bu sorunu çözebilecek adımlar geliştirebilmiştir.

Parklar, son dönemde sınıf mücadelesinde birleşmede önemli mekânlara dönüştüğünden hem imara açmada hem halkın birleşip mücadele etmesinin önüne geçmede park sayıları azaltılmış ve yeni parklar yapılması engellenmiştir. Bu yönüyle TMMOB’un buna yönelik politikalar geliştirmesi önemlidir.

KESK ve DİSK, barınma hakkı ve konut krizi konusunda ortak bir miting-yürüyüş bile düzenleyememiştir. Bugün küçük şehirler de dâhil en ucuz kira 10 bin liradır. Açlıkla boğuşan öğrencinin sorunu TTB’yi, yurt çıkmadığı için parkta yatan ve intihar eden öğrencinin sorunu başta Eğitim-Sen olmak üzere eğitim sendikalarını ve KESK’i, yurtların artırılması konusu TMMOB’u, hem okuyup hem çalışan öğrencinin sorunu DİSK’i, tüm bu sorunların toplamı olan yoksulluk İHD’yi ilgilendirmektedir, ama bu kurumlar tüm bu süreci tribünden izlemektedir.

Boğaziçi Üniversitesi’nin rektör seçimi sürecinde de görüldüğü gibi gençliğin atacağı her adım sınıf mücadelesine güç katacaktır, ama gençlik, sol çevreleri ve sendikaları yanında görememektedir.

3. Çözüm Sınıf Mücadelesindedir

İntihar, bir sapmadır ve son yaşanan intiharlar sınıfsal düzlemde değerlendirilmelidir. Arabesk kültürdeki kol jiletleme gibi yayılan bir etkiye sahiptir. Burjuva ideolojisinin iddia ettiği gibi varoluşçu bir temeli yoktur, çünkü varoluşu anlamlı kılan ve özü/yaşamın anlamını güçlendiren değerler kapitalizmde mevcut değildir. Birkaç yıl önce yoksulluktan kaynaklı siyanürle intihar eden aileler ve insanlar karşısında çözüm diye sunulan şey, siyanür satışının yasaklanması olmuştu.

Çözüm, sınıf mücadelesinin geliştirilmesinden geçmektedir. İnsan yaşamının en verimli ve dinamik dönemi gençliktir. Aynı zamanda bir ülkenin tarihi gençlerle yazılmaktadır. Ülkemiz gençliğinin sınıf mücadelesi konusundaki deneyimi, fedakarlığı ve yarattığı değerler çok güçlüdür. 12 Mart, 12 Eylül ve OHAL süreçleriyle her ne kadar baskılanmaya çalışılsa da yaşamın kendisi sınıfsal çelişkilerle yüklüdür ve ülkemiz gençliği bunu aşacak dinamizme sahiptir.

Yaşadığımız sömürü düzeninde çelişki iki sınıf arasındadır, sınıflardan biri lehine çözülmek zorundadır. Öğrenciler ve üniversite gençliği, bu ülkenin işçi ve emekçi ailelerinin çocuklarıdır, bu yüzden yaşadıkları kuşatma sınıfsaldır. Gençliğin çıkış yolu, ekonomiden politikaya kadar kapitalizmle mücadele etmekten geçmektedir.

Dayanışma, geliştirilen yoldaşlık ve dostluk ilişkileri sadece sınıf mücadelesinde mevcuttur. Bugün gençliğe yaşam diye sunulanlar; umutsuzluk, güvencesizlik, işsizlik, gelecek kaygısı, depresyon, bencillik, narsisizm, yaşam tarzı özgürlükçülük, ırkçılık, mezhepçilik, uyuşturucu, hazcılık ve kimlik mücadeleleridir. İşçiler, emekçiler, köylüler, ezilenler ve öğrenciler olarak sorunlarımız ortaktır ve çözüm yolumuz da sömürü düzenine karşı birleşerek mücadele etmekten geçmektedir.

Gençliğe egemenlerin ve burjuvazinin propaganda ettiği “Siyaset yapmayın, siyasetten uzak durun!” ajitasyonu temelsiz bir telkinden ibarettir, safsatadır. Yaşanılan ekonomik sorunların ve depresyonun kaynağı politiktir, çünkü yoksulluğun kendisi bir travmadır ve aşılmaya mecburdur. Daha yakın dönemde motokuryeler (Trendyol işçileri örneğinin gösterdiği gibi) ve çeşitli iş kolları direnerek haklarını elde etmiştir. Daha önce değindiğimiz gibi üniversite harçlarının kaldırılması öğrencilerin mücadelesiyle kazanılmıştır. Tüm kesimler, sınıflar, çeşitli iş kolları kazanım elde eden mücadeleler vermektedir, fakat en önemli sorun, hepimiz sınıf hattında birleştirecek politikayı geliştiremeyen sendikalardadır.

Son söz olarak laik, bilimsel eğitim ve özgür-demokratik üniversite mücadelesini vermek gibi tarihsel zorunluluğa ve göreve sahip Eğitim-Sen sürece sessiz kalmayarak öğrencilerin tepkilerini sınıf mücadelesinde birleştirerek savunduğumuz ilkeyi söylemde bırakmayıp pratikte de hayata geçirerek gençliğe ve sınıflar mücadelesine umut olmalıdır. Nasıl ki Boğaziçi Üniversitesi’nin rektörlük seçimlerinde öğrenciler hocalarının yaşadığı haksızlığa bedel ödeyerek dayanışma gösterip direndiyse bugün de eğitimciler olarak Eğitim-Sen ve çeşitli iş kolları sendikaları aracılığıyla gençliğin direnişine destek vermeliyiz. Kendiliğindenciliğe bağlı kalmamalıyız.

Her şeyden önce ailelerin ve eğitimcilerin emeğinin sonucu olan gençlik sömürü düzeninin çarpıklığına feda edilmemelidir. Sınıf mücadelesi yolunda atılan her adım tıpkı domino taşı etkisi gibi yayılacak zemine sahiptir ve süreç buna müsaittir. 68 sürecinde üniversitelerde başlayan demokratik eylemler sınıf mücadelesini güçlendirmiştir, bugün de tüm kesimlerin birleşerek sömürü düzenine karşı mücadele etmesi yine üniversite gençliğinin ilk domino taşını devirmesiyle gerçekleşecek atmosfere uygundur. Umutsuzluk yaşamın doğasına aykırıdır, şafağa en yakın an gecenin en karanlık olduğu zamandır. Bu insanlık dışı sömürü düzenine karşı mücadele etmek bir tercih değil tarihsel bir zorunluluktur.

UMUTSUZLUK YASAK

Kar dalları örttü.
Kavruldu en yamanı çiçeklerin.
Kalbim katlan bunlara,
Çünkü kıştır yaşanılan
Amansız, limansız bir kış
Ve sarılmışız dört bir yandan.

Ama düşün kalbim!
Düşün kavgayla kazanılacak baharı
Direnen, adressiz yaşayan dostları.
Fışkıracak ekinleri
İlkyazla karlar altından.

Ve doludizgin geçerek
Her acıyı bir sevinçle
Yolu yok kalbim
Sağ çıkacağız bu acılardan.

Çünkü umutsuzluk yasak!
Yılgın türküler söylemek de.
Çünkü yürüyor umudun ordusu
Umutsuzluğu umutla yenerek.”
[Metin Demirtaş]

NOT: Yazımızın başlığı, Zeren için Kadıköy İskelesi’nde basın açıklaması yapan öğrenciler yürüyüşe geçtikleri sırada vatandaşların düzeni bozulacağı gerekçesiyle engellendiklerinde bir öğrencinin “Hayat normal akışında devam etmiyor, 4 arkadaşımız katledildi!” sözünden alınmıştır.

S. Adalı
29 Ekim 2023

Dipnot:
[1] “Sibel Ünli İçin ‘Telefonunu Satıp Karnını Doyurabilirdi’ Diyen Adam İşten Atıldı”, 6 Ocak 2020, Diken.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder