Yedi
asırlık Osmanlı saltanatı, sulh muahedesi (barış anlaşması) adı altında bir
bâde-i zehr içerek büsbütün ölüme mahkûm olunca, karşımıza bundan sonra nasıl
yaşayacağız ve nasıl bir hükûmet kuracağız meselesi çıkıyor.
Bugün Anadolu’da yeni bir Türk saltanatının veya herhangi bir yerde bir imparatorluğun yeniden tesisi hatıra gelmez bir garibedir. Öyle bir devirde yaşıyoruz ki padişah ve imparatorların, son cihan muharebesinden coşan kan deryaları içine yuvarlanmış elmaslı taçlarını yerden kaldırıp başına takacak cüretli madrabazlar meydana atılıyor!
Bir vakitler Avrupa veya Asya’yı
parmaklarında bir halka gibi çevirip oynamak isteyen cihangir mareşaller ve
kahraman paşalar, gizlendikleri karanlık kovuklarda kış uykusuna tutulmuş beyaz
ayılar gibi serilmiş yatıyorlar. Hayatlarından bile kimseye haber vermiyorlar.
Böyle
bir zamanda ise Rusya’da olduğu gibi Türkiye’de de yıkılan zalim saltanatın
harabeleri karşısında bizzat halk, amele, rençber ve askerlerden mürekkep
milyonluk kitleler ayaklanıp kendilerini gösteriyorlar. Fakir, muhtaç ve sefil
de olsalar, o kırık dipçikli tüfeklerini kollarında taşımaktan vazgeçmeyerek,
toprakları, ana ocakları başında duruyor, baht ve namuslarını ayaklar altına
düşürmemek, alın teriyle hak ettiklerini başkalarına yedirmemek için
birleşiyorlar ve musallat cihangirlere karşı, yine bütün yeryüzünü saran
“âlemşümûl” bir mübâreze açıyorlar.
İşte
Rusya, Macaristan veya Türkiye gibi muzmahil (çökmüş) memleketlerde kurulacak
yeni hükümetlerin esası böyle büyük bir mübareze, bir güreştir: Zulüm ile,
zâlimler ile güreştir. Hem yalnız muharebeden sonra başımıza musallat olan
İngiliz, Fransız ve Yunan yağmacılarına karşı değil, belki muharebeden evvelki
zamanlarda da halka bir nefes rahat verdirmeyen vergidir, âşardır (tarım
ürünlerinden alınan vergi), agnâmdır (küçükbaş hayvandan alınan vergi), ianedir
(halktan toplanan mali yardım), cezadır, cizyedir (Müslüman olmayanlardan
alınan vergi) ve nihayet faiz ve temettüdür diye işçi ve köylünün evine,
ocağına, tandırına, bacasına kadar el uzatan içimizdeki imansız hırsızlara
karşı da açılacak mübareze iledir ki yeni hayatımızın şekli ve hükûmetimizin
rengi verilmiş olacaktır.
Anadolu’da
bugün büyük zahmet ve fedâkârlıklarla Avrupa ve İstanbul haydutlarına karşı
çarpışan amele, rençber ve asker kardeşlerimiz, bu harbin sonunda yine eski
günahkâr, melûn ve müstebîd ağa ve paşalardan mürekkep hükûmetler meydana
geldiğini ve kendilerinin yine eskisi gibi dışarıdan gelmiş bir misafir halinde
kenarda kaldıklarını görseler memnun olurlar mı? Elbette değil. Onun için
Türkiye amele, asker ve rençberleri, bugünden itibaren istek ve dileklerini
meydana koyup hangi maksatla ve ne için çalıştıklarına, canlarını telef
ettiklerine işaret olan kızıl bayraklarını yükseltmeye mecburdurlar.
Umûmiyetle
döktükleri kan-terleri hak etmek, işledikleri işe ve toprağa sahip olmak,
memleket ve hükûmet işlerini ellerine almak isteyen amele ve rençber milleti,
Türkiye’de de bundan fazla veya eksik birşey murat etmez. Bîçare rençberlerin
dileği, şüphesiz ki kendi başına mahsûs bir paşalık veya hanlık değildir! Ancak
o, bugün bin senelik tecrübeden sonra, fıkara kanı dökmekten başka bir işe
yaramadığını pekiyi anladığı bu paşalık ve hanlıkları yeryüzünden süpürmeye
karar vermiştir. Onun için bundan sonra Anadolu ve Türkiye’de, halkın sırtında
yaşayacak herhangi bir hükûmet, hatta cumhuriyet şeklinde de olsa yer tutmaz,
yaşayamaz.
Yeni
hükûmetin bugünkü zahmet ve fedâkârlıklara katlanan amele, rençber halkın
içinde kurulup aşağıdan yukarıya doğru dal budak vermesi, hayatî bir şarttır.
Böyle köklü ve temelli bir hükûmetledir ki yaşamak için mübârezeye ve mübâreze
iledir ki böyle bir hükûmete liyâkat hâsıl olur. Türkiye amele, reçber ve
askerlerinin bu liyâkat ve iktidârı göstereceklerine eminiz. Onun için yaşasın
Türkiye amele, rençber ve askerlerinin hükûmet ve cumhuriyeti!
Mustafa Suphi
28
Haziran 1920
[Kaynak: Emel Akal ve Mustafa Çulfaz, Yeni Dünya Bakü Sayıları, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul Ekim 2022, s. 17-18.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder