Geçenlerde
bir emekçi mahallesindeki bir parkta iki genç oturmuş, telefonda Yılmaz
Güney’in “Kazanacağız” konuşmasını dinliyor.[1] Bu açıdan, feministler ve sağcı
faşistler birlikte varsın ürüsün, kervan yürüyor. O kara yağız delikanlı, hâlen
daha emekçilerin nabzında, dilinde, yumruğunda.
Güney üzerinden çekilen operasyon, apolitizm ve antipolitizmden yana. Onca mikro siyaset, makroyu, nesneli ve kolektifi unutturmak için. Dil, lal olsun diye.
Önce devleti, işçi
iktidarını ve partiyi unutturmak için geldiler. Bir bir örgüt şeflerini,
paranın ucunu göstererek, teslim aldılar. Şimdi herkes, Ekim’e küfrederek
Ekimci olma yarışında. Devletten, işçi iktidarından ve partiden söz edeni
sopayla kovalıyorlar artık. Bunu Engels’in şu tespitine rağmen yapıyorlar:
“Esasen proletarya,
kapitalist düşmanlarını o devlet iktidarıyla ezer, toplumda gerçekleştireceği
ekonomik devrimi onunla yapar. O devrim gerçekleştirilmediği takdirde elde
edilmiş olan tüm zafer, yeni bir yenilgiyle, Paris Komünü’nde işçilerin başına
geldiği biçimiyle, kitlesel bir kıyımla neticelenir.”[2]
Apolitizm
liberalizme; antipolitizm faşizme dair. Onlar, kapitalist düşmanların
ezilmesini istemiyorlar. Toplumdaki sorunlar, çelişkiler, hiç külfetsiz,
yüksüz, ortadan kalksın istiyorlar. Ali Koç ve Bill Gates kadar solcular! İleri ve ilerici bir mevzi olarak burjuvaziyi savunuyorlar.
Antipolitizm
de apolitizm de ezilen halkları, yoksulları, işçi sınıfını politikasız ve
politika dışı kılmanın derdinde. Bunun için sol içerisinde suyun başını
tutanları burjuva sosyalizmine ikna etmek için uğraşıyorlar.
Burjuva
sosyalizmi, proletaryasız, çelişkisiz, maddesiz, diyalektiksiz, pürüzsüz,
sorunsuz sosyalizm hayali demek. Bu hayali kim besliyorsa proletaryaya,
çelişkiye ve maddeye ihanet ediyordur. Etmek zorundadır. Bunlar varsa hayal, hükmünü yitirir.
Emperyalizm,
tekeller düzeni ve kapitalizm, bir seyir ve yönelim içerisinde. Her şeyi
düzlüyor, tasfiye ediyor, yeni bir içeriğe kavuşturuyor, içeriksiz kılıyor,
anlamsızlaştırıyor. Örneğin kadın bedeni, biyolojik, tarihsel, toplumsal anlamını
ve içeriğini yitiriyor. Hemen ortalığı fahişeliğe güzelleme yapan, Onlyfans reklâm eden, fuhşu yücelten, onu özgür insanın ulaşacağı en üst mertebe olarak satan
kişiler çıkıyor. Bu kişiler, bir yandan da bu işi geçim kapısı hâline getiriyor
ve efendileri adına fuhşu, eşcinselliği, veganlığı, solculuğu vs. sterilize edip
dişe dokunur kıvama getiriyorlar. Her şey, pazara uygun ilerliyor.
Özellikle AKP denilen perde gerisinde, o bahanenin ardına saklanarak, tüm kir pas, meşru, makul ve anlamlı hâle getiriliyor. Kişiler gecelik ilişki yaşıyorlar, içki içiyorlar, hazlarının esiri oluyorlar, sonra bunları AKP ölçütüne vurarak politika mertebesine taşıyorlar. Hedonizm, sosyalizmi defediyor. Toplum atomize ediliyor, atom put kılınıyor. Bu parçalanma süreci besleniyor.
Atomizasyon ve çürüme sonucu ortaya çıkan psikolojik marazlar, yaratıcı edim olarak
satılıyor. Asosyallik ve antisosyallik, solculuk olarak pazarlanıyor. Kendini köpek, makine sananlar, sakat kalmak isteyenler, başka bir cinsiyetin gücüne öykünenler türüyor. Sol,
kendisini buradan kuruyor. Burjuvazinin emriyle kendisini yeni döneme
uyarlıyor.
Özellikle
Gezi’den beri bu çürümeyi sol, çok sevdi. Eski şefler, sorumluluklarından
kurtuldu. Örgütün, örgütlü oluşun, kavganın sorumlulukları bir bir terk edildi.
“Yeni kuşak, yeni gerçeklik, yeni ilişkiler bunları dayatıyor. Bunlara uyum
sağlamak gerekiyor” denildi. Tatil köyüne yerleşen solculuk, köyden de şehirden
de nefret etme imkânına kavuştu.
Gezi,
devrim ve sosyalizmin imkânının ortadan kaldırılmasına dönük bir adım olarak cereyan
etti. O nedenle, “2013-2015 arası dönem Türkiye’nin en iyi dönemiydi.”[3] Çünkü
o dönemde emperyalizme, kapitalizme ve sömürgeciliğe dair ne varsa önemli
mevziler elde ettiler. Hukuk, iktisat, sosyoloji, bunlara göre şekillendi. Devrimciler
ve sosyalistler, bu tasfiye sürecine göre dönüştürüldüler.
Yılmaz
Güney üzerinden kopartılan fırtına, bir arınma, sterilizasyon ve tasfiye
operasyonuyla ilgili. Fuhşu, eşcinselliği, veganlığı meşrulaştıranların Güney’i
tasfiye etmeleri, solu arındırmaları gerekiyor. Efendiler böyle istiyor.
İki
madde aynı anda aynı yerde olamıyor. Burjuvazinin maddesiyle proletaryanın
kirli çapaklı maddesi bir arada varolamıyor. Burjuvazi, işçiye ihtiyaç duyan
yanını gizlemek, o aşağılık durumdan kurtulmak istiyor. Burjuvazinin ilerleme zincirindeki
önemli halka oluşuna yapılan her vurgu, proleter siyaseti o zincire bağlıyor,
kul ediyor. Burjuvazinin nimetleri, niyetleri ve hedefleri, sosyalistlerin
hareketini tayin ediyor. Proletarya, ancak bu nimetler, niyetler ve hedefler
dolayımıyla bir süre anlam ve değer kazanabiliyor. Sosyalist hareketi ondan
nefret eden ve tiksinen bireyler yönetiyor.
Efendiler,
Syriza’nın başına eşcinsel bir Amerikalı patronu geçiriyorlar. Türk sosyalistlerinin
bir dönem “önder”i olan Çipras, parti içerisindeki radikal kanadı susturmak
için Kaselakis’i destekliyor. Yunan da Türk de yıllardır ortak bir kaderi
paylaşıyor. Buranın tek eksiği, Erkan Baş’ın eşcinsel olduğunu açıklamaması! Bir zamanlar
Bu
sterilizasyon, biraz da politikanın kolektifle, nesnellikle, gerçekle değil,
bireyle, bireyin hazlarıyla, bireyin varlığıyla tanımlı hâle getirilmesiyle
ilgili. Politika, bu düzlemde tartışılıyor, bu düzeye çekiliyor. Efendiler, böyle
istiyor. Onlar ölçü ve ölçeğin burjuvazi olması için uğraşıyorlar.
Efendiler, bireyi, bireyin sınırlarını, haz noktalarını aşan bir politika istemiyorlar. Onlar, işçinin işyerinde sıkıntı çekip, ruhsal rahatsızlık sonucu iş sürecini sekteye uğratmamasını, bu sebeple, bağırsaklarına nanobotlar yerleştirip psikolojisini kontrol etmeyi düşünüyorlar. O nanobotlar, nanosolcular hâlinde, sol siyaset içerisine yerleştiriliyor. Efendiler için teoriyi, ideolojiyi ve politikayı arındırıyorlar, rafine ediyorlar, temizliyorlar. Emtia ve sermaye akışı için, solun, sosyalist hareketin ve devrimciliğin “genetiğini değiştiriyorlar”.
Bilhassa çözüm süreciyle oluşan kesişim kümesinden veya liberallerle Müslümanlar arasındaki irtibattan güya ayrılan ve sola geçen isimler, birer tasfiyeci ajan olarak iş görüyorlar. Bunlar, kendilerine verilen görevleri ifa ediyorlar.
Bu nanobotlar, tıpkı yapay zekâ ve bilgisayarlar gibi formel mantığı esas alıyor. “Bilgiyi, aynı ifadenin hem doğru hem de yanlış olma ihtimalini dışlayan formel mantık, Boole mantığı veya cebir temelinde dönüştürüyorlar. Formel mantık, dolayısıyla bilgisayarlar, çelişkileri dışlıyorlar. Bunları algılasalar bile mantıksal hatalar açığa çıkıyor.”[4] Bu mantık uyarınca, çelişkili, çapak, pürüzlü ve kirli görünen her şey, o formel mantığın sahipleri adına yok ediliyor. Onlara “virüs” olarak yaklaşılıyor.
Sol, bugün Güney operasyonuyla iç virüs programını aktive ediyor.
Sosyal mesafeyi tesis ediyor. Kiri, kanı, teri temizliyor. Burjuvazinin içini
rahatlatıyor, ona layık olduğunu ispatlıyor.
Oral
Çalışlar, bir yerde “burjuvazinin sınırları aşan mirası hepimizin” diyor. Bugün
bu sözün altında ESP’sinden TKP’sine, DSİP’inden SDP’sine herkesin imzası var.
Her nanosolcu, böyle düşünüyor. Solculuğun sunduğu imkânları ve güzellikleri seviyor,
onları satıyor. AKP bahanesiyle bu solculuğun kendisine pazar bulduğunu
görüyor. AKP’nin gitmesini içten içe hiç istemiyor. Giydiği kısa şortuyla devrimci
olabileceği ortamı başka bir yer ve zamanda bulamayacağını iyi biliyor. Ama tabii
o şortu satanın da o şortlu voleybol takımını 100. Yıl için kuranın da “Saray
rejimi” olduğu gerçeğini gizliyor.
Her
şey, tabii ki belirli ezberlerle birlikte meşrulaştırılıyor. AKP bahanesine
sırtını yaslayan nanosolcular, bireysel, kimlik ve haz merkezli apolitikalarıyla
döne dolaşa antipolitik güçlere hizmet ediyorlar. Güney meselesinde olduğu gibi
kolaylıkla Ümit Özdağ ve Fatih Altaylı gibi isimlerle yan yana düşebiliyorlar.
Dile
dökülen ezber, esas olarak feodalizmden kapitalizme geçişle ilgili. Bu lafı
edip duranların işçileştiğine şahit olunmuyor ama. “Neofeodal” denilen
ilişkilere hiçbir şekilde itiraz etmiyorlar. Şehir devletlerinin ulus-devletlerin
karşısına çıkartılmasına hiçbir şey söylemiyorlar, aksine, bu feodal derebeylik
düzenine, bireysel özgürlükler adına, onay veriyorlar. Kediköy derebeyliği, bu “neofeodal”
düzende bayraklaştırılıyor.
Sterilizasyon,
bireyleşme ve temizlik operasyonu dâhilinde, nesnelden, kolektiften ve gerçekten
söz eden herkes, “gerici, cahil, yobaz” ilân ediliyor. Başkasını gözeten,
gören, önemseyen, aidiyete vurgu yapan herkes, “iptal” ediliyor, linçe uğruyor.
Lenin,
“Küçük burjuvazi sınıf mücadelesinden korkar, onu mantıksal sonucuna, ana
hedefine taşıyamaz”[5] diyor. Sınıf mücadelesinin de onu esas alması gereken
sosyalist hareketin de tepesine o sebeple küçük burjuvazi yerleştiriliyor. O
küçük burjuvanın bugünkü koşullarda, nanosolculuğu ve nanopolitikayı çok sevdiğini, kolektiften, nesnellikten ve gerçekten nefret ettiğini görmek gerekiyor.
Eren Balkır
27
Eylül 2023
Dipnotlar:
[1] Yılmaz Güney, “Newroz Konuşması”, 18 Mart 1984, Cafrande.
[2]
Frederick Engels, “Engels to Phillip Van Patten In New York”, 18 Nisan 1883, MIA.
[3]
Cansu Çamlıbel, “Eski HDP Milletvekili Garo Paylan”, 25 Eylül 2023, T24.
[4]
Guglielmo Carchedi, “ChatGPT”, 7 Haziran 2023, Contropiano.
[5] V. I. Lenin, The Proletarian Revolution and the Renegade Kautsky, Ekim-Kasım 1918, MIA.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder