Son
yıllarda ülkede, insanlara dışarıdan ezberletilen kimi çocuk yetiştirme tarzları, moda haline geldi. Bu tarzlar, “Suriyelinin okumuşu gelsin, gerisi çöp sepetinde, yani Türkiye’de
kalsın” diyen Avrupa için geliştirilmiş modellerin hanelere özelleştirilmiş
hâli. İç sömürgelerine kavuşan küçük burjuvazinin eğitimi denilen saha, aileye doğru genişletiliyor. O sömürgelere uygun kahyalar yetiştiriliyor.
Bu modellerde esas olan, küçük burjuva ebeveynin evladının sorumluluğunu üstlenerek kendisini üzmesine izin vermemek. Küçük burjuva, ebeveyn olmamak ama birey olabilmek adına, Aile denilen prangayı ayaklarına takmak istemiyor. Çocuğunu evcil hayvan gibi yetiştiriyor.
Buradan şu söylenebilir: kendi evladının
sorumluluğunu almayan bir küçük burjuvadan, halkın, milletin veya sınıfın sorumluluğunu üstlenmesi beklenemez. Bu açıdan, mevcuttaki örgütlerin tepe
noktalarında hâkim olan anlayış, bu ebeveyn tarzı ve çocuk yetiştirme
modelleridir. Hepsi, tüm ideolojik zeminiyle birlikte, topyekûn reddedilmelidir.
* * *
Plaza
çalışanlarının ve orta sınıfın “proleter” ilân edildiği koşullarda, sosyalist
hareket de dönüştürülmek zorundadır. TİP, bu dönüşümün tezahürüdür. O, pandemi
döneminde sermayenin ve devletin aparatı olarak kullanılmış TKP’den ve oradaki dönüşümden
ayrı ele alınamaz. Parti olamayan parti olarak TKP, banka müdürlerinin, doktorların ve avukatların zengin
ve sorumsuz dünyasına örgütlenmiştir. Şirket olarak TKP, o dünyanın basit bir süsüdür.
12 Eylül’den beri sol, “darbe, gençleri apolitikleştirdi. Siyasetten uzaklaştırdı” deyip durdu. Bu söz ve bu solculuk, Erkan Baş'ın “gençlerin siyasetle ilgilenmek zorunda kalmalarına üzülüyorum” sözüyle birlikte hükmünü yitirmiştir. Bu üzüntünün ardına bakmak gerekir. 12 Eylül ile mücadele etmeyen sol, Eylülist düzene teslim olmuştur. Bu teslimiyet, Türkiye'yle, işçiyle ve partiyle alakası bulunmayan bir kulüp çalışması üretebilmiştir.
Sözün sahibi olan kişi, gençlerin siyasetle ilgilenmelerine üzülen Erkan Baş, belki de ilk TİP’in
trajediyle, ikincisinin de komediyle neticeleneceğinin farkındadır. Belki de
isteği bu yöndedir. Kendisine verilen görev budur. O, ilk TİP’in devrimci
gençlerin gayet politik iradesiyle dönüştürülmesi ve tasfiye edilmesi ihtimaline karşı şimdiden
önlem almak derdindedir. Gençlere “aman ha, bizim partinin içinden de devrimci
bir hat çıkartmaya, Mahir gibi benim de kafamı yarmaya çalışmayın!” demektedir. Apolitizm
çağrısı, masum değildir. İçe yöneliktir.
* * *
Evlatlarının
sorumluluğunu bile alamayan küçük burjuvazi, kendilerine sorun çıkartmayacak,
ev içi huzuru sağlayacak bir siyasetin peşindedir. Erkan Baş’ın açıklaması,
küçük burjuva evlerin iç sesidir. Kimlik siyaseti, huzur bozulmasın,
rahatsızlık çıkmasın, ağzın tadı kaçmasın, sorumlulukların yükü altında kimse ezilmesin diye vardır.
TİP’te en pespaye hâline kavuşan kimlikçilik, küçük burjuvanın iç huzuruna ait
apolitizmin bir tezahürüdür.
* * *
Sermaye ve devlet, azınlıktır. Sol, bu azınlığa karşı çoğunluğu örgütleme görevine sırtını dönmüştür. Çünkü sosyalistler, azınlık olmanın para getirdiğini görmüşlerdir. O ranttan asla vazgeçemezler.
Sosyalistler, “bugüne dek yaşanan devrimler, bir azınlığın yerine bir başka azınlığı geçirmekten başka bir şey yapmadılar. Bizim devrimimiz, çoğunluğu muktedir kılacak” diyen Marx’ı unutmuş, unutturmuştur. "Marksistler için asli temel, toplumsal barış değil, sınıf mücadelesidir" diyen Lenin'in hükmü artık kalmamıştır. Marx, 19, Lenin 20. yüzyıla hapsedilmiştir. Büyük bir yükten kurtulmuş olanlar, TİP’i kurmuşlardır.
Azınlık
olan sermaye ve devlet, hem çoğunluğa hükmetmeye hem de kendisine yönelik
itirazı ve öfkeyi minimalize etmeye, ufaltmaya, azınlık kılmaya çalışır. Kimlikçilik,
bu pratiğin bir uzantısıdır. Sermaye ve devlet, kitlelerin, sömürülenlerin ve
ezilenlerin neliğine değil, kimliğine odaklanılmasını istemektedir. Bu, zorunlu
bir politik tercihtir.
Kimlikçilik,
nesnelin karşısına özneli; kolektifin karşısına bireyciliği çıkartır. Ne'lik,
nesnele ve kolektife dairdir. Aidiyetle ilgilidir. Kimlikçilikse mülkiyetçilikle
ve rekabetçilikle bağlantılıdır. Kim olduğunu düşünmeye sevk edilen kişinin
aslında ne olduğunu unutması istenmektedir.
Kimlikçilik,
görünürlük ve kabulden başka bir siyaset bilmez. Nelik, görünenin ardına, kabul
edilmeyene bakar. Kimlikçi, gözleri kör eder, kendi gerçeğini kabul eyler.
Devlet
ve sermaye, kendisine yönelik muhalefeti ve eleştirileri görünürlük ve kabul
siyasetiyle un ufak eder. Azınlıklar toplamı hâline getirilmiş olan muhalefet, teslim
alınmış temsilcileri üzerinden, iktidara bağlanır. Su başlarına oturtulan bireyler
ve özneler, nesnele, kolektife küfretmekle tüketirler ömürlerini.
Bu temsilcilerden birinin gençleri apolitizme çağırması, diğerinin partili olmakla “partileme”yi birbirine karıştırması, gayet doğal bir gelişmedir. Bunlar burjuvaziye işmardır, hoş görünme çabasıdır.
15 Mayıs sabahı partileme anlayışı, 8 Mart sonrası gece partileyen feminizmin bir ürünüdür. Bu partileme pratiği, devlet ve sermayenin istediği bir pratiktir. “Siyasal İslamcılık”a işaret edilerek aklanan bu pratiğin, ezilene ve sömürülene bir hayrı yoktur.
Sosyal medyada bir işçi kadın "biz 15 Mayıs sabahı işe gideceğiz" demekte, sabaha kadar partilemeyi düşünen kişinin hangi sınıfa ait olduğu, hangi sınıfı temsil ettiği konusunda yalın ve açık bir gerçeğe işaret etmektedir. Mesele, bu sınıfsal politik ayrımı görebilmektedir.
* * *
Sabaha
kadar partilemek için kendi evlatlarının sorumluluğunu alamayanların, o çocukları
teslim ettikleri yerli ve yabancı bakıcıların isimlerini, ne ve kim
olduklarını, ne yaşadıklarını bilmeleri mümkün değildir.
Bu
anlayış, basit bir gencin politik sorumluluğunu bile alamaz. TİP’in fikir
babası ve hocası Metin Çulhaoğlu, gençlere sosyalizmi anlattığı kitabının
girişinde bir hikâye aktarır. Bir arkadaşı kendisine gelir ve “benim 17 yaşında
bir torunum var. Onu sana teslim etsem, kendisine sosyalizmi anlatsan olur mu?”
diye sorar. Çulhaoğlu’nun ilk söylediği şudur: “Anne babasının haberi var mı?
Sonra bir sıkıntı çıkmasın da!” “Marksist” yazarımız, bir gencin sorumluluğunu alıp başına dert açmamak, sıkıntıya düşmemek istemektedir. Onun o
gence anlatacağı ise fikri ve vicdanı birey nezdinde, öznenin sınırları içerisinde
huzurlu kılacak, Biden'ın gemisine binmiş, kendinden menkul bir “sosyalizm” hikâyesidir. Bu “sosyalizm”, “kendine
Müslüman” gibi, “kendine sosyalist”tir. TİP, nesnel ve kolektif olanla bağı
olmasın isteyen, sadece kendisine sosyalist hikâyeler anlatarak kendi varlığını
rahatlatan bireylerin Leila partisidir. Bu hikâye, Marx ve Lenin’in kırbacını
yememiş bir ideolojiye dairdir. O kırbaç kırılmak zorundadır.
* * *
İngiltere’de
bir sosyalist anlatmaktadır: Yanına işçi bir kadın arkadaşı gelir ve
gözlerindeki ışıltıyla, şunu söyler: “Kızım solcu oldu!” O sosyalist, kadındaki
bu heyecanı ve sevinci şu şekilde izah eder: “O kadına göre solcu olmak,
okumuş, zengin, hali vakti yerinde, üst tabakaya dâhil olmak anlamına geliyordu.”
Bugün
sosyalist hareket, tepe kadrolarında işçiyle, emekçiyle, ezilenle somut hiçbir
bağı kalmamış, teknokratlaşmış, projeci idarecilerin oturduğu, Amerika’da
Demokrat Parti’nin, İngiltere’de İşçi Partisi’nin, Almanya’da SPD ve Die Linke’nin
içindeki dönüşüme kul ve köle olmuştur. Onun tek derdi, yaşanan bu dönüşümü
kabul edecek, kendisini rahatsız etmeyecek, huzurunu bozmayacak bireylerden
oluşan partide sabaha kadar eğlenebilmektir. Parti, yeni dönemde eğlenceyle ilgili anlamına
doğru kapatılmıştır. Küçük burjuva, huzura uzanan yolu bulmuştur. Ama bu yol,
öznelci ve bireycidir. Çoğunluğu, halkları, ezilenleri ve işçileri asla kabul
etmez. Dolayısıyla, onlara düşmandır. Onların içindeki özel seçilmiş bireylerin
görünürlüğünü ve kabulünü çok önemli bir gelişmeymiş gibi satmak zorundadır.
Sosyalist hareket, pazardaki bu satış işlemine teslim olmaktan kurtarılmalıdır.
Eren Balkır
24
Nisan 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder