Pages

03 Mayıs 2023

Sol Kitle Partilerinin Sonu Çıkmaz Sokak



Amerika’da birçok insan, kendisini uzun zamandır sosyalist olarak tanımlıyor. Ama bu durumla çelişen bir gerçeklik var ortada: milyonlarca insan, bugün bir sosyalist partiden mahrum. ABD’deki en büyük sosyalist örgüt olan Amerikalı Demokratik Sosyalistler (DSA), kapitalist ve emperyalist bir partinin parçası olarak kampanya yürütüyor, seçimlerde aday çıkartıyor.

Devrimci sosyalistler olarak bizim, işçi ve gençleri içeren geniş kitleye kendi fikirlerimizle ulaşmak için elimizden geleni yapmamız şart. Peki bunu en iyi nasıl yapabiliriz?

Bu konuda dillendirilen fikirlerden biri, farklı sol akımları bir araya getiren, reformistleri ve devrimcileri (hatta bazen burjuva milliyetçilerini) birleştiren “sol kitle partileri” inşa edilmesi gerektiğini söylüyor. Bu fikir, Dördüncü Enternasyonal Birleşik Sekreterliği’nin 2003 tarihli kongresinde gündeme getirildi ve orada antikapitalist kitle partilerinin kurulması çağrısı yapıldı.[1]

25 Eylül’de ABD’de faal olan Fırtına Kolektifi, internet üzerinden “Bugün Devrimci Solu İnşa Etmek” başlıklı bir etkinlik düzenledi ve bu öneriyi tartıştı. Etkinliğe Arjantin’den Sosyalist İşçi Hareketi (MST) ve İspanya’dan Antikapitalistler isimli örgütün temsilcileri katıldılar. Fırtına Kolektifi adına konuşan Natalia Tylim, bir yandan devrimci örgütlerin inşa edilmesi, aynı zamanda “geniş kitle örgütlerinin kurulması” çağrısında bulundu. Tylim, orada sözlerine şu şekilde devam ediyordu: “Biz, kitle partisi deneyimlerinin bir çırpıda redde tabi tutulmasını yanlış buluyoruz.”

Son on yirmi yıl içerisinde ortaya çıkan sol kitle partilerinin bir çırpıda redde tabi tutulmayı hak etmediklerini biz de düşünüyoruz. İspanya’da Podemos, Yunanistan’da Syriza gibi yeni kurulmuş reformist partilerin olgun yaşlarına gelmiş bir kuşağın ümitlerini temsil ettiğini, kapitalizmin sürekli kriz içerisinde olduğunu biz de kabul ediyoruz. Fakat bu partiler, kısa süre içerisinde kapitalist hükümetlere dâhil oldular ve destekçilerine ihanet ettiler. Bu da hayal kırıklığına, demoralizasyona ve depolitizasyona yol açtı.

Reformizmin Üzerindeki Sol Kılıf

Fırtına Kolektifi’nin 2021’de düzenlediği toplantıda Aaron Amaral, “devrimci örgüte yönelik dört ayrı yaklaşım”a değiniyor. Bu modelde dört yaklaşım üzerinde duruluyor: 1. Seçimcilik, 2. Kitle tabanı inşası, 3. Sekter tutum, 4. Kitleci solculuk. Kolektif’in ilk iki modele yönelik itirazını biz de dillendiriyoruz, bu sebeple biz, burada üçüncü ve dördüncü başlıkları tartışacağız.

Marx’a göre sekterlik, bir anlamda tarikatçılık, sosyalistlerin geniş işçi hareketinden kendilerini ayıran hususlara odaklanması ile ilgili bir mesele.[2] Peki sosyalistlerin reformistleri ve devrimcileri bir araya getiren sol kitle partisine yönelik itirazı sekterlik midir?

Amaral’a göre, “geniş kitle partilerinin son yirmi otuz yıl içerisinde ortaya koyduğu deneyimlerin toptan redde tabi tutulması, steril bir propagandacılığa yol açabilir.” Yoldaş, bu konuda herhangi bir örgütün ismini anmıyor, ama Syriza ve Podemos’un yanlışlarını ele alan Left Voice [“Sol Ses”] sitesinde yayımlanmış bir makaleye atıfta bulunuyor.

“Toptan reddiye” ne demek? Eğer reformist bir parti, binlerce genci politikleştirip harekete geçiriyorsa, biz tabii ki devrimcilerin onlarla ilişki kurmaları gerektiğini söyleriz. Yani işçi sınıfının ve ezilenlerin hakları konusunda reformist partilerin üyeleri, hatta liderleriyle birlikte mücadele, tabii ki yürütülebilir. Fakat bu türden bir birlik kurulacak diye bizim amacının kapitalist devleti idare etmek olduğunu söyleyen bir partiye gidip üye olmamız gerekmiyor.

Syriza ve Podemos gibi yapıların üyeleriyle tabii ki çalışılabilir, onlarla tabii ki tartışma yürütülebilir. Kürtaj hakkı eylemlerinde veya sendikal mücadelelerde reformist örgütlerin üyeleriyle omuz omuza hareket edilebilir. Ama şu açık bir biçimde ortaya konulmalıdır: bizim stratejimiz reformistlerin stratejisinden tümüyle farklıdır. Onlar, seçimlerde zafer kazanmak, koalisyon kurmak ve kapitalist devlete yön verecek hükümete ortak olmak istiyorlar.[3]

Syriza da Podemos da bu yeni partilerin inşasına katkıda bulunmuş kimi devrimci sosyalist örgütleri bünyesinde içeriyordu. Ama bu partiler, tasarruf tedbirlerini kendilerine seçimlerde oy veren kitleye dayatmaktan başka bir şey yapmadılar. Çünkü bu tür partiler, burjuvaziden ve devletinden politik açıdan bağımsız olan işçi sınıfını temel almıyorlar. Neticede sınıf mücadelesindeki kabarışlardan istifade edemiyorlar. Parti liderleri, kendilerini sürekli egemen sınıfa hizmet edecek idareciler olarak takdim ediyorlar. Bu türden bir deneyim, ümitlerini böylesi projelere bağlamış olan gençleri demoralize etmekten başka bir işe yaramıyor.

“Sol kitle partisi”, nihayetinde örtmece. Mecazi bir ifade. Reformistlerin ve devrimcilerin birleştiği partiye işaret ediyor. Fakat burada biz, esasen devrimcilerin desteğini alan reformist partilerden bahsediyoruz. Devrimcilerin geçiş sürecine ait her türden oluşumda yer alabileceğine inanıyoruz, ama bir yandan da reformizmi ve onu ayakta tutan bürokratik yapıları reddeden devrimci bir parti için mücadele etmek gerektiğini söylüyoruz. Bu yaklaşımın, ileride bakan olma hayali kuran reformist isimlere uzun süre politik destek sunmaya mani olduğunu görmek gerekiyor.

Tüm bu söylediklerimiz, kimilerine soyut gelebilir. O yüzden Avrupa’daki iki örneğe yakından bakalım, oradan da Amerika kıtasındaki iki örneğe geçelim.

Yunanistan

Syriza, ülkedeki işçi sınıfının AB’nin ve IMF’in dayattığı tasarruf tedbirlerine karşı onlarca genel grev örgütlediği bir dönemde kitlesel bir güç hâline geldi. Partinin lideri Aleksis Çipras, “solcu hükümetin” bu tedbirlere sandıktan zaferle çıkmak suretiyle son vereceği vaadinde bulundu ve artık işçi sınıfının mücadelesini bir günlük grevlerin ötesine taşımasına gerek kalmayacağını söyledi. Syriza, hep kitle tabanı olmayan, seçimlerde kullanılan bir aygıt olagelmişti. Yunanistan’da en çok oy alan parti hâline geldiği dönemde dahi üye sayısı 30.000’i geçmiyordu. Üstelik partinin sokaktaki varlığı da zayıftı. Partinin destekçilerine önerdiği tek eylem biçimi, sandık başına gidip oy kullanmaktan ibaretti.

Syriza, 2015’te seçimi kazandı ve aşırı sağcı ANEL ile hükümet kurdu. İki partinin Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’ten oluşan Troyka ile yürüttüğü müzakere süreci başarısızlıkla sonuçlandı. Seçimlerde kazanmalarını sağlayan tasarruf tedbirlerine yönelik itiraza rağmen hükümeti oluşturan iki parti, bu tedbirleri uygulamaya koydu. Bu politika dâhilinde işçi sınıfının yaşam standartlarına ve işçi haklarına saldırmakla kalmadı, ayrıca sırtına yediği bıçak sebebiyle hâlen daha doğrulamamış olan işçilerin moralini de sıfırladı.

Peki Syriza’yı meydana getiren ve partinin hükümete girmesine katkıda bulunmuş olan devrimci sosyalistlerin başına ne geldi?

Ta kurulduğu günden beri Syriza içerisinde yer alan Troçkist örgüt İşçilerin Enternasyonalist Solu (DEA), Syriza listesi üzerinden meclise iki vekil soktu.[4] Bu iki isim, ANEL’le kurulan koalisyon hükümeti lehine oy kullandı.

Syriza hükümeti, altı ay süreyle bir dizi tasarruf tedbirini yürürlüğe koydu. Bakanlar kurulu içerisinde Syriza’nın sol kanadına mensup Panagiotis Lafazani gibi isimler yer aldı. Enerji ve madencilik bakanı olan Lafazani, polisin savunduğu, çevreye zarar veren kimi projelerin sorumluluğunu üstlendi. Altı ay boyunca kitlesine ve halka ihanet eden parti, DEA ile birlikte bölündü.

Halkın Birliği (LAE) isminde yeni bir parti kuruldu. Ama partiye kimse güvenmiyordu. Programlarında dillendirilen en önemli talep, sosyalist dönüşüm değil, Avro’dan çıkılması ve yeni bir ulusal para biriminin oluşturulmasıydı ki bu da aslında işçilere başka türde bir tasarruf tedbirinin dayatılacağı anlamına geliyordu. LAE, ilk girdiği seçimde başarısız oldu, yüzde 3’ün altında oy aldı, geride hiçbir iz bırakmadan yok olup gitti. Lafazani, en son karşımıza Makedonya karşıtı şovenist gösterilere destek verirken çıktı.

Çipras’ın ve bakanlarının sorunu, Troyka ile yeterince sert müzakere yürütememiş olmaları veya genelde kötü insanlar olmaları (ki öylelerdi) değildi. Onlardaki sorun, bu insanların sermayeyle anlaşmayı ve sınıf mücadelesini barışçıl bir siyasete teslim etmeyi amaç edinmiş bir stratejiye sahip olmalarıydı. Partinin yürüttüğü seçim kampanyasının temelini bu strateji oluşturmaktaydı. Farklı bir strateji geliştirildiği takdirde bu tür bir kampanyaya hiçbir şekilde destek sunulamazdı.

DEA, reformizmin rüzgârıyla yelkenini şişirmeyi bildi. Ama bu sürecin sonunda elinde önceden sahip olduğu maddi güçten daha azı kalmıştı. Bu küçük örgüt, reformist partinin kuyruğuna tutunarak öne çıktı, ama Syriza’nın ihanetleriyle ve LAE’nin çürük siyasetiyle arasına mesafe koyamadı. Özetle, Yunanistan örneği konusunda şunu söylemek mümkün: reformizme sunulan destek pratikte devrimcilere çok zarar verdi.[5]

İspanya

İspanya’da faal olan Podemos da benzer bir yolu yürüdü. 2014’te kurulan bu sol partinin başında üniversite profesörü Pablo Iglesias bulunuyordu. 15M Hareketi ile birlikte meydanlarda toplaşan genç kitlelerde karşılık bulunan huzursuzluk ve “onlar bizi temsil etmiyorlar” çığlığı, meclis kanalına akıtıldı. Iglesias, kendi stratejisinin ülkedeki neoliberal sosyal demokrat partiyle meclis düzleminde bir anlaşmaya varmak üzerine kurulu olduğunu açıktan dile getirmekteydi. Parti, hiçbir zaman sınıf mücadelesi içerisinde bir rol üstlenmek amacı gütmediğini söylüyordu. “O, seçimleri kazanmak için oluşturulmuş bir mekanizma”ydı.

Sıfırdan parti kurma çabası dâhilinde Iglesias, Dördüncü Enternasyonal Birleşik Sekreterliği ile bağlantılı Antikapitalistler isimli örgütten epey bir yardım aldı. Birkaç yıl içerisinde Podemos, Madrid ve Barselona gibi şehirlerin belediyelerini ele geçirmeyi bildi. 2019’da Komünist Parti ve Birleşik Sol ile ittifak kuran Podemos, sosyal demokrasi kanadının küçük ortağı olarak hükümete katıldı.

Bir vakitler “politik kast”ı eleştiren Iglesias, emperyalist bir devletin başbakan yardımcısı oldu. Bu hükümet, bağımlı ülkelere yönelik askeri müdahalelere imza attı. Katalan halkının maruz kaldığı ulusal zulmü devam ettirdi, sayısız işçiyi evlerinden çıkarttı. Bu anlamda, “sol” gömleğini üzerine geçirmiş sıradan bir neoliberal hükümet gibi davrandı. Antikapitalistler, Podemos’un 2019’da ulusal hükümete katılmasından kısa bir süre sonra partiden ayrıldılar. Gelgelelim bu ayrılma sürecinde devrimci bir kopuşu örgütlemediler. Tam tersine, Antikapitalistler örgütünün lideri Teresa Rodriguez, burjuva basının “dostça ayrıldılar” olarak duyurduğu haberin videosunda, Iglesias’ın yanında otururken çıktı karşımıza.

Fırtına Kolektifi’nin etkinliğinde Antikapitalistler adına konuşan Andreu Coll, örgütünün bugün İspanya emperyalizminin idaresine katkıda bulunan bir partiyi inşa etmek suretiyle daha da güçlendiğini söylüyor. Peki bu, doğru mu? Eylemlere, grevlere ve etkinliklere baktığımızda, kendilerini Izquierda Anticapitalista [“Antikapitalist Sol”] olarak adlandırdıkları Podemos öncesi günlerde, örgütün sahip olduğu militan gücü sonrasında muhafaza edemediği görülüyor. Örgütün temsilcisi, söz konusu etkinlikte Rodriguez ve Miguel Urbans gibi üyelerinin burjuva basınında epey yer bulduğunu söylüyor. Bu doğru. Ama bu isimler, esasen neoliberal bakan Iglesias’ın dostları olduğu için bu kadar tanınıyor değiller mi? Aynı şekilde, ABD’deki Amerikalı Demokratik Sosyalistler örgütünün de ünlü üyeleri olduğunu biliyoruz, fakat asıl mesele de zaten bu insanların ne sebeple tanınıyor, biliniyor oluşu.

İspanya’da Podemos, genç kuşağın umutlarını çaldı, o gençleri hayal kırıklığına uğrattı. Vox [“Ses”] gibi aşırı sağcı örgütler, tam da bu bağlamda büyüdüler. Yeni kurulan reformist partilerin başarısızlıkları Vox gibi partilerin kendilerini “solcu” müesses yapının karşısında duran tek seçenekmiş gibi takdim etmelerine imkân verdi. Başka bir ifadeyle, sol kitle partileri, sosyalistlere önerilen bir çıkmaz sokak, ama bir yandan da bu partiler, aşırı sağın yürüyeceği yolu açıyorlar.

Şimdi de Amerika kıtasındaki iki örneği ele alalım.

Arjantin

Arjantin’de sol denildiğinde sosyalistlerin aklına İşçilerin Sol Cephesi’nin (FIT) gelmesi ümit verici. Bu Troçkist koalisyon, sokaklara binlerce insanı dökebiliyor, üyeleri güvencesiz işçilerin, üniversite öğrencilerinin ve evsiz yoksul insanların mücadelelerine öncülük ediyorlar. Bu mücadeleler içerisinde, nihayetinde fabrikaların işgal edilip üretimin işçilerin kontrolüne girdiği grevler de var.

FIT, ayrıca son seçimlerde 1,3 milyon oy aldı. Meclise dört vekil soktu. Üstelik bunu hiçbir burjuva partisinin kanadı altına girmeden yaptı. Left Voice olarak bizim uzun süredir ifade ettiğimiz üzere FIT, herkese ilham veren bir model olarak duruyor karşımızda. Sosyalistlerin sınıfın bağımsızlığı temelinde nasıl bir araya geleceğini gösteriyor: Biz, bir yandan burjuva ve reformist güçler karşısında bağımsızlığımızı muhafaza edebilir, bir yandan da milyonlarca insana ulaşabiliriz. (FIT, reformist partilerin elde ettikleri seçim sonuçlarına yakın bir sonucu hiçbir vakit elde edemedi. Zaten FIT’in amacı, mecliste çoğunluğu elde etmek değil. Troçkistlerin amacı, sınıf mücadelesinde öncü bir rol üstlenebilmek.)

FIT reformistleri içermediği için, esasen bir sol kitle partisi değil. Arjantin’de bu tür bir projenin sınırlarına dair önemli dersler sunan bir sol kitle partisi mevcuttu. Yirmi yıl önce, Arjantin’in ekonomisinin çöktüğü, bu çöküşün “Arhentinaso” olarak bilinen ayaklanmaya yol açtığı Aralık 2001’de Sosyalist İşçi Hareketi (MST) ülkedeki en büyük troçkist örgüttü. Bugün örgütün elindeki güç büyük ölçüde tükendi, FIT-U koalisyonunun içerisinde üçüncü büyük örgüt olarak yer alıyor. Meclisteki dört troçkist örgütün üçünün kökeni Sosyalist İşçilerin Partisi (PTS, Left Voice’un kardeş örgütü) ve birinin kökeni ise İşçi Partisi (PO). MST’den gelen tek bir örgüt bile yok.

MST’nin yaşadığı gerilemenin birçok sebebi var. Yürüttüğümüz tartışmayla en çok ilgili olan sebepse 2007’de kuruluşuna katkı sundukları Proyecto Sur [“Güney Projesi”] isimli “sol kitle partisi”. Bu yeni kurulan partinin başında sinema yönetmeni Pino Solanas gibi liberal isimler vardı. Bu sosyalist olmayan partide eylemlere öncülük eden kadrolarsa MST ve Maoist olan Devrimci Komünist Partisi (PCR) örgütünden geliyorlardı. Proyecto Sur, ilk yıllarında girdiği birkaç seçimde başarı elde etse de solculuğu zamanla terk edip hâkim liberalizm akımı ile birleşti.

Toplumun alabildiğine kutuplaştığı Arjantin’de Proyecto Sur’un başını çeken isimler burjuvazinin iki ana kampına örgütlendiler. Çoğu, Cristina Kirchner’in ortanın solu hükümetine dâhil oldular. Küçük bir kısmı ise Mauricio Macri’nin sağcı hükümetinde yer aldı. Bu sebeple, İşçilerin Sol Cephesi (FIT) 2011’de kurulduğunda MST ona dâhil olmadı. MST, ancak Proyecto Sur dağılınca sınıfın bağımsızlığı ilkesini keşfetti.[6]

Proyecto Sur dağıldıktan sonra MST biraz sola kaydı. Ortada destekleyecek bir sol kitle partisi mevcut değildi. FIT ise sınıfın bağımsızlığını esas alan programı ile büyük bir başarı elde etti. Nihayetinde MST, FIT’e katıldı. Böylelikle 2019’da FIT-U kuruldu. “İlerici” ve popülist burjuva güçlerle kurulan koalisyonlar ülke ölçeğinde terk edilmek zorunda kalındı. Arjantin, bugün sol kitle partisi stratejisinin sosyalistleri sınıfın bağımsızlığı temelinde birleşmekten alıkoyan, bu birliğe mani olan en dramatik örneklerden biridir.

ABD

ABD, bu yüzyılda sol kitle partisine benzer bir deneyime tanık olmadı. Buna yakın düşecek tek örnek, Amerikalı Demokratik Sosyalistler (DSA). Birçok farklı eğilimi içeren ve epey bir hacme ulaşan sosyalist örgüt, burjuva bir partiyle bütünleşti. Böylelikle Syriza, Podemos gibi projelere benzedi.

Şu konuda net olmak lazım: sol kitle partileri, sınıfın bağımsızlığı ile ilişkisi olmayan yapılar. Burjuvazi içi kimi kesimlerle birleşme çağrısı yapan programları var. Ama öte yandan, politik açıdan egemen sınıfa ait partilerden bağımsız değillerse de örgütsel düzeyde bu partilerden bağımsızlar. DSA sol kitle partisi olmak istiyorsa, Demokrat Parti ile bağlarını kopartmak zorunda.

Kongre’de DSA üyelerinin ülke genelinde demiryolu sendikalarına belirli bir sözleşmeyi dayatan Biden yönetiminden yana saf tutmasıyla birlikte yaşanan son skandal, örgüt içerisinde krize yol açtı. Örgütün birçok üyesi, bugün grev kırıcılığını, daha genelde Demokrat Parti’nin yanında hizalanmanın yararlı olup olmadığını sorguluyor. Burada şu tespiti yapmak zorundayız: devrimci sosyalistlerin tüm burjuva partilerden politik ve örgütsel düzeylerde kopması, artık çok daha önemli bir hamledir.

ABD’de sol kitle partisine benzeyen diğer bir deneyimse doksanların sonundan başlayıp 2016’ya dek uzanan dönemde ABD’li birçok sosyalistlerin destekledikleri Yeşiller Partisi’dir. Bu sosyalistler, söz konusu desteği Yeşiller Partisi’nin sol kitle partisine, en nihayetinde de işçi sınıfını temel alan gerçek bir sosyalist partiye dönüştürülebileceği tezi üzerinden meşrulaştırmışlardır.

2000 yılından başlayarak, Uluslararası Sosyalist Örgüt (ISO) ve Sosyalist Alternatif (SAlt) Yeşiller Partisi’nin başkan adayı için coşkulu bir kampanya yürüttü. Tüketici hakları savunucusu ve şirketlerin elindeki gücü eleştiren bir isim olan Ralph Nader, ülkedeki iki burjuva partisinden bıkıp usanmış gençleri örgütledi. Ama öte yandan kapitalizmi açıktan destekleyen Nader’in partisinin kitle tabanı orta sınıftı ve işçi hareketiyle organik tek bir bağı mevcut değildi.[7]

2000’de yaşanan ve birçok destekçisinin farkında olmadan George W. Bush’un seçilmesine katkıda bulunduğuna inandığı yenilginin ardından Nader, sağa kaydı. Yeşiller Partisi, sosyalizmle hiç alakası olmayan, solcuları rahatsız eden Cynthia McKinney ve Jill Stein gibi isimleri aday gösterdi. Gene de Uluslararası Sosyalist Örgüt (ISO) ve Sosyalist Alternatif (SAlt) bu isimler adına kampanya yürütmeye devam ettiler. Bu örgütlerin önde gelen üyeleriyle özel olarak sohbet ettiğinizde, bu kampanyayı birisine oy vermek gerektiğine inandıkları için yürüttüklerini kabul ettiklerine şahit oluyordunuz.

2016’da Bernie Sanders, Demokrat Parti adayı olduğunu açıklayınca kendisinin bile beklemediği bir destekle yüzleşti. Bu noktada ISO ve SAlt bir açmazla yüzleşti. Bugüne dek bu örgütler, Cumhuriyetçilere de Demokratlara da destek sunulmamasını öngören sosyalist ilkeyi savunmuşlardı. Ama artık “geçmişte Ralph Nader, hatta Jill Stein için kampanya yürüttük, Sanders için neden kampanya yürütmeyelim ki?” diyorlardı. Neticede Sanders da Yeşiller gibi benzer bir reformist siyasete sahipti. Hatta Sanders daha radikal ve daha popüler bir isimdi. Demokrat Parti’ye muhalefet etme ilkesi artık kulağa hoş ve değersiz geliyordu.

SAlt, uzun süre savunduğu konuma tam ters bir konumu benimsedi, devamında, süreç içerisinde yüzlerce üyesini kovdu. İlerici Demokratlar için kampanya yürütmeye başladı. Öte yandan, 2019’da ISO çöktü. Siyaseti epey değişti. Liderleri doğru bir tutumla Sanders’a karşı çıktılar, ama bir yandan da “Yeşiller”in burjuva adaylarına sundukları destekle süngü düşürdüler. Eski ISO liderlerinin önemli bir kısmı o günden beri Demokrat Parti içerisindeki sosyal demokratlara destek sunmaktan başka bir şey yapmıyor.

Yeşiller Partisi, hiçbir zaman sosyalistlerin yüzünü döneceği bir seçenek olmadı. Yeşiller Partisi’nin başka ülkelerdeki örneklerinin başarıyla ortaya koyduğu biçimiyle, bu partiler kitleleri sosyalizme yakınlaştıracak araçlar değiller, aksine bunlar, en iyi hâliyle, sosyalistleri burjuva siyasetine teslim etmenin aracı olarak iş görüyorlar.

ABD’de sosyalistlerin “üçüncü bir parti” için verilen mücadelenin ötesine uzanan bir mücadele vermeleri gerekiyor. Demokratlardan ve Cumhuriyetçilerden kopmak ilk önemli adım elbette, ama bu adım, Ross Perot veya Pat Buchanan’ın da kabul edeceği biçimiyle, programatik düzeyde tümüyle yetersiz bir adım.

Sosyalistler, sosyalizm için mücadele eden bir işçi sınıfı partisini savunmak zorundalar. Bu türden bir parti, oyların büyük bir kısmını alamayabilir. Ama zaten işçi sınıfı partisi, mücadelemizi kapitalizmi yıkacak stratejiyle birleştirmek için vardır. Bu mücadele seçimlere katılmayı da içerir, gelgelelim seçimler, milyonları mücadeleye çekebilmek amacıyla işçi sınıfı içerisinde devrimci yapılar inşa etmenin yollarından sadece birisidir.

Sınıfın Bağımsızlığı Çağrısı

Sol kitle partisi stratejisinin kapitalist devlete ait reformist hükümete sunulacak destek için bir bahaneden gayrı bir işe yaramadığı ülkelere başka ülkeleri de ekleyebiliriz. Bu noktada Brezilya, Portekiz, Danimarka gibi ülkelerden de bahsedebiliriz.[8] Ama bu, makaleyi uzatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Sol kitle partilerine dair bilanço, hem bir bütün olarak işçi sınıfı hem de devrimci sosyalizm için iç karartıcıdır.

Sosyalistler, bu başarısız olmuş stratejiden kopmalıdırlar. Bizim sol kitle partisi gömleğini üzerine geçirmiş reformistlerle birleşme fikrini savunmamız gerekiyor. Fırtına Kolektifi’nden Amaral Yoldaş, bu fikrin bizi “steril bir propagandacılığa” mahkûm edeceğini, gerçek politik mücadelelerden kopartacağını söylüyor. Biz böyle düşünmüyoruz. ABD genelinde işçi sınıfı eylemde. “U Nesli”nin Demokrat Parti’deki grev kırıcılar konusunda çok net fikirleri var. Bu konuda yanılsamalardan uzaklar.

Bu açıdan artık vakit, kapitalist devleti idare etme derdinde olan bir parti inşa edebilmek için reformist ittifaklar peşinde koşmanın değil, işçi sınıfının politik bağımsızlığı için mücadele eden işçi partisi ile ilgili ajitasyon faaliyeti yürütmenin vaktidir. ABD solunda nispeten yeni olan küçük bir yayın pratiği olarak sahip olduğumuz sınırlı deneyim, bize aynı yönü gösteriyor: kürtaj hakları savunusu adına büyük eylemlere ve grevlere katıldık, Fırtına Kolektifi, SAlt, DSA gibi örgütlerle birlikte çalıştık. Bu anlamda, Sanders’a, Demokratlara, Yeşiller Partisi’ne ve reformizme sürekli karşı olmak, geniş halk hareketlerinin içinde yer almaya mani değil.

Reformist partiler, sosyalist partileri birleştirmenin yegâne aracı değil. Arjantin’de İşçilerin Sol Cephesi (FIT), farklı sosyalist örgütlerin sınıfın bağımsızlığı temelinde birleşebileceğini ortaya koydu: FIT’in hedefinde kapitalist devleti yönetmek değil, işçi hükümetini kurmak var. Bu model, sadece Arjantin’de başarıya ulaşmadı. Örneğin Şili’de de sosyalist örgütler, iktidara gelir gelmez destekçilerine ihanet etmiş olan Gabriel Boric’in hükümetine yönelik muhalefetin sosyalist odağını teşkil etmek için İşçi Sınıfının Birliği Cephesi’ni (FUCT) kurdular. Meksika’da ve Brezilya’da da benzer devrimci sosyalist projeler oluşturuldu. İlki Antikapitalist Sol Cephe (FIA), ikincisi Sosyalist Devrimci Kutup (PSR) adı altında yürütülüyor.

Sosyalizm için mücadele eden bir işçi partisi, sadece birbirinden farklı sosyalist partileri aynı bayrak altında birleştirerek inşa edilemez. Fakat bu türden bir taktik, ülke genelinde görünür olan bağımsız bir sosyalist program oluşturmada faydalı olabilir. Sosyalistler, sınıfın bağımsızlığı temelinde birleşebilirler. Bizim Fırtına Kolektifi’ndeki yoldaşlara ve diğer sosyalistlere yapmalarını istediğimiz şey budur. Bu iş ABD’de kolay olmayacak, zira bu ülkede antidemokratik yasalar epey güçlü, sosyalist gelenekse oldukça zayıf. Ama gene de sosyalistleri, aralarındaki politik farklılıkları gizleme gereği duymadan, işçi sınıfına ait, antikapitalist ve sosyalist bir seçenek oluşturma çağrısı yapma konusunda bir araya getirmek suretiyle ilk adım atılabilir.

Bu adım, yeni bir felâkete sürükleyecek, reformistlerle kurulacak yeni bir sol kitle partisine nazaran zor, ama bir yandan da gerçekçi bir adımdır. Reformist bürokratlarla ve Yeşiller Partisi’ndeki kapitalistlerle birleşme çabası içine girmek yerine, bizim hedefimiz, sosyalizm için mücadele eden bir işçi sınıfı partisi kurmak olmalıdır.

Nathaniel Flakin
11 Aralık 2022
Kaynak

Dipnotlar:
[1]
Fourth International “Role and Tasks of the Fourth International”, “Fourth” 2003.

[2] “Tarikat, varlığının meşru zeminini ve kendisini onurlu kılan şeyi, sınıf hareketiyle ortak olan hususlarda değil, kendisini o sınıf hareketinden ayıran özel sloganlarda bulur.” -Karl Marx, “Letter from Marx to Schweitzer in Berlin,” 13 Ekim 1868. MIA.

[3] Somut bir örnek vermek gerekirse: ben, 2013’te Atina’da troçkist fabrika işçisi Raúl Godoy ile birlikte bir mitingin örgütlenmesine katkıda bulundum. Etkinliğin arkasında, şehirde faal olan Syriza gençleri vardı. Bu, Godoy’un Syriza’nın reformizmini eleştirmesine mani olmadı. Aynı şekilde, net bir devrimci politik için mücadele yürüten, Podemos içerisinde faal olan çevrelere de destek sunmuştuk.

[4] DEA, 2001’de Uluslararası Sosyalist Eğilim’den (IST) kovuldu. Kendisi, ABD’de faal olan Uluslararası Sosyalist Örgüt’ün (ISO) gayriresmi kardeş örgütüdür.

[5] Bu noktada ilginç bir not düşülebilir: Avustralya’daki Sosyalist Alternatif, uzun süredir sol kitle partisi stratejisini eleştiriyor. Eleştirilerinin hedefinde, daha çok Büyük Britanya’daki Sosyalist İşçi Partisi’nin yürüttüğü, felâketle neticelenen RESPECT projesi duruyor. Buna karşılık, SAlt’ın lideri Mick Armstrong Syriza’yı eleştirilerden muaf tutuyor ve devrimcilerin partiye o kapitalist bir hükümet kurana dek verdikleri desteğin doğru olduğunu söylüyor. “DEA önemli ölçüde büyümeyi bildi” diyor. Oysa bu tespit yanlış. Atina’da yapılan gösterileri izleyen veya sosyal medyayı takip eden herkes, DEA’nın hâlihazırda küçük bir örgüt olduğunu, Yunanistan’daki Sosyalist İşçi Partisi’nden (SEK) bile küçük olduğunu görür. DEA büyümeyi başarabilmiş olsaydı, reformist ihanetlerle her daim ilişkili olan bir partinin bayrağını sallamayı kendince meşrulaştırmak için uğraşır mıydı? Armstrong devamında Syriza’dan kovulan solcuların kurduğu sol milliyetçi ve reformist parti Halkın Birliği’ni (LEA) “kitleler üzerinde belirli bir nüfuza sahip olma noktasında sosyalistlerin başvuracakları yeni bir araç” olarak niteleyip övüyor. Oysa Halkın Birliği çoktan silinip gitti. Armstrong, SEK’i de içeren Antarsya isimli antikapitalist ittifakın seçimlerde aldığı kötü sonuç sebebiyle kenara itiyor. Oysa bu ittifak, bir dizi zayıf yönüne karşın, reformizmin karşısına çıkartılabilecek politik bir seçeneği temsil ediyor. Armstrong’un sol kitle partisine sunduğu, genelde sağlam temellere dayalı eleştirisi, bizzat o eleştirinin sahibinin sol kitle partisinin en kötü örneklerinden birine sunduğu, anlam veremediğimiz destekle birlikte zayıflıyor. Bu, muhtemelen SAlt’ın uluslararası bağlantılarıyla izah edilebilecek bir durum: farklı yönlere yönelen SAlt ve DEA, aşağı yukarı aynı dönemde IST’den kovuldu. SAlt, aynı zamanda USec ve Arjantin’deki MST gibi reformist partilere destek sunan iki uluslararası eğilim içerisinde “gözlemci” statüsüne sahip. Bkz.: Mick Armstrong, “The broad left party question after Syriza,” Marxist Left Review, Sayı. 11, Yaz 2016. MLR.

[6] Diğer bir önemli faktör de 2008’de Kirchner hükümetine karşı büyük toprak sahiplerinin gerçekleştirdiği başkaldırıdır. MST, bu gelişmeyi “köylülerin isyanı” olarak değerlendirdi ve ona destek sundu. Buna karşılık, FIT’yi meydana getiren sosyalist örgütler, bu başkaldırının burjuva hizipler arası ihtilafın bir tezahürü olarak değerlendirdiler. Bu konuyla ilgili uzun bir tartışma ve genelde MST’nin FIT’ye nasıl katıldığı konusunda bkz.: Octavio Crivaro ve Matías Maiello, “A Brief History of the Workers Left Front,” Left Voice Sayı. 5, LV. Troçkist sola mensup kimi örgütlerin bürokrasi eliyle nasıl örgütlendiği ile ilgili bir tartışma için bkz.: Matías Maiello ve Fernando Scolnik, “Which Way Forward for the Trotskyist Left?” Left Voice, 18 Temmuz 2019, LV.

[7] Bu noktada kendime dair bir gerçeği de ifşa edeyim: İlk politik deneyimim, gençken Teksas’ta Nader için yürütülen kampanyaya sunduğum destekti. Kampanyanın utanç verici bir biçimde başarısız olması ardından daha radikal seçenekler aramaya başladım. Sonrasında Nader’in kapitalizm yanlısı görüşleri sebebiyle ona destek sunmayı reddeden bir dizi sosyalist örgüt olduğunu görünce çok mutlu olmuştum.

[8] Bir de Fransa’daki Yeni Antikapitalist Parti (NPA) örneği var. Yalnız bu parti, farklı antikapitalist güçler eliyle kurulduğu ve açıktan reformist olan kişileri içermediği için tam anlamıyla bir sol kitle partisi olarak görülemez. NPA şu an krizde, çünkü liderleri devrimci olmayan güçlerle birleşme arayışı içerisinde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder