Elimizde
metin düzeyinde herhangi bir somut delil bulunmamasına rağmen, konuyu incelemiş
birçok araştırmacı, Mariátegui’nin Che’yi etkilediğini söylüyor. Düşünce
düzleminde varsayılan bu bağ, 1975’te Küba hükümeti tarafından tescil edildi.
Küba Komünist Partisi merkez komitesi, Amerika kıtasının bu iki büyük isminin
düşüncelerini ve eylemlerini, hatta hayatlarını sömürgecilikle, emperyalizmle
ve beynelmilel yeni sömürgecilikle uzlaşmayan devrimci davaya adadıklarından
bahseden” bir broşür kaleme aldı. Broşüre göre, iki devrimci de “kıtanın tam
bağımsızlığı için verilen mücadelenin meydana getirdiği geleneğin en zarif
ifadesi” idi.[1]
Aslında Che’nin gerçekte Mariátegui okuyup okumamasının bir önemi yok. Gerçek şu ki, tam da Marc Berker’in ifade ettiği biçimiyle, iki Marksist, birçok noktada buluşuyor: Mariátegui ve Che, kitabî Marksizmde karşımıza çıkan kentli işçi sınıfı hareketini temel alan yaklaşımı değil, kırı, köylülüğü temel alan açık ve iradeci bir Marksizmi öneriyordu.[2]
Daha da önemlisi, İkinci Enternasyonal
mensubu sosyal demokratların ve Stalinistlerin tüm toplumların zorunlu olarak
geçmek zorunda oldukları sosyo-ekonomik aşamalar dizisine iman ettikleri, ama
çelişkili bir yaklaşım dâhilinde, Latin Amerikalı radikalleri kapitalizmi ve liberal
demokrasiyi destekleme çabalarını mahkûm ettikleri yerde, Mariátegui ve Che, sosyalist
Latin Amerika’nın inşa edilmesi ihtimali üzerinde duruyordu. Hatta tıpkı Mariátegui
gibi Che de reel sosyalizmi tanımlayan gri gerçeklikten tümüyle farklı eşitlikçi
bir gelecek tahayyül etmişti. Che’nin Mariátegui’yi okuduğunu teyit etmenin
imkânsız olduğunu söyleyen Michael Löwy, ikili hakkında şu tespiti yapıyor:
“Che’nin sosyalizmin
inşasıyla ilgili fikirleri, ‘gerçekte varolan’ bürokratik karikatüre birçok
yönden karşıt olan, ayrıksı bir sosyalizm modeli için kesintili ve eksik, ama
yeni bir araştırma süreci için ortaya konmuş ‘kahramanca bir yaratım’
çabasıdır.”[3]
“Kahramanca
yaratım” ifadesi, Mariátegui’nin tahayyül ettiği kültürler üstü sosyalizm için
ürettiği bir ifade.
Öte
yandan, iki Marksisti ayıran hususları uzun bir liste dâhilinde sıralamak da
mümkün. Örneğin sosyalizmi uzun soluklu politik tartışmanın ürettiği programın,
doğru zamanda uygulanan politikanın, radikal bir sendikacılık faaliyetinin ve ilerici
toplum kesimleri arasındaki işbirliğinin bir sonucu olarak gören Mariátegui’den
farklı olarak Che, taşrada inşa edilmiş küçük bir gerilla örgütünün silâhlı
eyleminin politik açıdan içi köz dolu tenekeye dönüşmüş Latin Amerika’da
devrimin fitilini ateşleyeceğine dair inancı anlatan foko anlayışına
bağlıdır.[4] Tabii, Mariátegui de “mekanik bir yaklaşım dâhilinde öznel ve
nesnel koşulları oluşturmak yerine oturup o koşulların oluştuğu güne dek
bekleyenler”i eleştiren Che gibi düşünüyordu.[5] Ama öte yandan iki Marksist de
birbirinden çok farklı politik yöntemler öneriyordu. Mariátegui, ilkesel olarak
devrimci şiddete karşı değildi. Gandhi için şunları söylüyordu:
“Dünyanın her yerinde
devrimciler, şiddetin çilesini çekme ile şiddete başvurma arasında tercihte
bulunmak zorunda kaldılar. Ruhun ve aklın zorun komutasına girmesini
istemeyenler, zoru aklın ve ruhun komutasına vermeye mecburdurlar.”[6]
Mariátegui,
halkın desteğini elde etme meselesini çöpe atan bir isim değildi. Onun kültür,
siyaset ve emek örgütlenmesi alanında yürüttüğü faaliyet hegemonya tesis etme
amacını güdüyordu. Che’den farklı olarak Mariátegui, toplumsal değişimi
hızlandırmanın yegâne veya asli yolunun silâhlı eylem olduğu kanaatinde
değildi.
Ayrıca
Che’nin devrimci eylem için gerekli konum olarak taşraya yaptığı vurgu ve “Amerika’nın
tüm azgelişmiş kısımlarında hayata taşra insanının katılmasını sağlama”[7]
fikri ile Mariátegui’deki radikal indigenismo [“yerlicilik”] arasındaki
ayrımı görmek gerekiyor. Gerilla savaşı ile ilgili yazılarında Küba, Peru veya
Bolivya’daki taşra insanını aynı gören ve onlar hakkında kelam eden Che’den
farklı olarak Mariátegui, temelde Peru’da And Dağları’nda Kuveçua yerlilerinin
geliştirdiği kültürün ve ayllu (köy komünü) gibi kurumların özel
yönlerini temel alan bir yerellik anlayışı üzerinde duruyordu. Mariátegui, politik
değişimle kültürel gelenek arasındaki ilişki üzerinde dururken, Gerilla
Savaşı isimli çalışmasında Che, Küba Devrimi esnasında gerilla lideri
olarak edindiği deneyimlerden Amerika genelinde varolan ve varolacak olan devrimci
hareketlerin yararlanacağı temel dersler çıkarttı.[8] Arjantinli devrimciye
göre tüm Latin Amerika temelde aynıydı. Bu tespitini ve yerelin kültürel
gerçekliğini önemsemeyen yaklaşımını Motosiklet Günlüğü’nde de görebiliyoruz.
Kitapta genç Guevara, birkaç yerde Peru’daki And bölgesine ziyareti esnasında
yerlilerle iletişim kuramamasından bahsediyor. Örneğin Che, bir yerde “Yerlilerin
sessizliğinden” dem vuruyor, “bize temkinli yaklaşan Yerliler, sorularımıza
sadece tek heceli kelimelerle cevap vermekle yetiniyorlar” diyor.[9]
On
beş yıl sonra Bolivya’daki son devrimci kavgasına hazırlandığı günlerde Che,
And Dağları’ndaki ilk deneyimlerini aklına getiriyor ve oturup Kuveçua dili
çalışıyor. Oysa Bolivya’da foko inşa etmek için uğraştığı bölgede Guaraní dili
konuşuluyor.[10]
Yeni
İnsan
Mariátegui
ile Che arasında kurulan en önemli temas noktası, ikisinin de kullandığı
tabirle “yeni insan”ın yaratılmasının mümkün olduğuna dair ortak
inançlarıdır.[11] Kohan’ın ifadesiyle bu yeni insan, “onsuz her türden devrimci
projenin başarısızlığa mahkûm olacağı yeni bir öznellik türüdür.”[12] Che’ye
göre, “yeni insan, yeni değerler belirlemiş olan bilincin gelişimini ifade
eder. Bir bütün olarak toplum devasa bir okula dönüştürülmelidir.”[13] Bu
yeniden eğitim sürecinin nihai amacı ise bireye ödüller sunmak değildir. Bu eğitim,
halkı, bireyleri farklı özelliklere sahip kılacak yeni bir toplumla
taçlandıracaktır. Bu toplum, komünist insanlardan oluşacaktır.[14]
Guevara’nın
yerinde tespitiyle, bireyciliği insanlığın doğasına has bir yönelim, piyasayı o
bireyciliğin doğal ekonomik tezahürü olarak gören yaklaşımın söylediklerinin
aksine, birey, toplum tarafından inşa edilen bir olgudur: “Genel çerçeve
dâhilinde yeni insanın yaratılması denilen olgu, kapitalist bilincin ilk dönemde
oluştuğu sürece benzer.”[15] Kapitalizmin kendi kişisel kazançları peşinde
koşan bireycilerin toplumu meydana getirdiği koşullarda sosyalizm, kendi
kişisel gelişimlerini bir bütün olarak toplumun gelişimiyle birlikte tanımlayan
insanlar yaratmak zorundadır.
Yeni
insanın yaratılması meselesine Mariátegui de vurgu yapar. 1928 ve 1929’da
yayımlanan makalelerden oluşan Marksizm Savunusu isimli çalışmasında
şunları söyler:
“Sosyalizmin ahlaki işlevi
[…] tumturaklı laflarla örülmüş, On Emir’e öykünen metinlerde veya Marksist
teorizasyon çabası içerisinde zorunluluk olarak görülmeyen felsefi
spekülasyonlarda değil, antikapitalist mücadele sürecinin yarattığı, üreticiye
ait ahlakta aranmalıdır.”[16]
Yedi
Deneme çalışmasının yazarına göre, ahlaki ve öznel değişimler, sadece
şiddet eylemlerini içermekle kalmayan, sınıfsal faaliyeti temel alan, işçi
sınıfının antikapitalist mücadelesi aracılığıyla gerçekleşirler.
“Atölye ve fabrika pratiği,
işçiyi psikolojik ve zihinsel açıdan etkiler. Sendikalar ve sınıf mücadelesi, oralarda
başlayan çalışmayı sürdürürler ve tamamlarlar.”[17]
Mariátegui
devamında, fabrikalarda ve sendikalarda işçilerin ortaya koydukları faaliyetler
üzerinden üretilen yeni öznelliği Piero Gobetti’den yaptığı şu alıntı üzerinden
tanımlar:
“Fabrikada yaşayan herkeste
çalışmanın insana kattığı onur, feda alışkanlığı ve yorgunluk vardır. Hayatın ritmini
dakiklik, ihtimam ve süreklilik gibi hasletlere alışkın olan hoşgörü ve
karşılıklı bağımlılık anlayışıyla yoğrulmuş ruh belirler.”[18]
Hoşgörü,
karşılıklı bağımlılık, feda ve ihtimam, bu yeni öznelliği tanımlayan hasletlerdir.
Bu sözleri işiten kimi insanlar, muhtemelen Mariátegui’yi fabrika hayatını ve
işçi sendikalarını idealize etmekle suçlayacaklardır. O, bu türden cümleleri
yazarken, sekiz saatlik işgünü konusunda başarılı bir mücadele ortaya koymuş
Peru işçi sınıfının ilk örgütlendiği döneme dair tanıklıklarının etkisi
altındadır.[19] Bu, öyle bir dönemdir ki Flores Galindo’nun ifadesiyle, işçi
sınıfı kültürü, “bizzat işçilerin belirlediği proleter kimi konu başlıklarını
temel alan tiyatro faaliyetlerini, müzik çalışmalarını ve şiirleri içermektedir.”[20]
Gonzalo
Espino Relucé’nin işçilerin yazdığı şiirleri içeren, La lira rebelde
proletaria [“Proletaryanın İsyan Şiiri”] isimli antoloji çalışmasına
yazdığı takdim yazısında dile getirdiği biçimiyle:
“İşçilerin ortaya
koydukları kültürel üretimler, Aristokratik cumhuriyet döneminde devletin
kültür üretme tarzına karşı geliştirilen alternatif bir çaba olarak
incelenmelidir. […] Sömürü ve sefalet koşullarını aşma derdinde olan işçiler, proleter
bilinci yaratmak için adım attılar ve bu süreçte kendilerine has,
faaliyetlerinin ayrılmaz parçası hâline gelen yoğun bir kültürel çalışma ortaya
koydular.”[21]
İşçilerin
bilincinde ve kültürel üretimle kurdukları ilişkilerde değişimin bu türden bir alt
katmanda cereyan ettiği koşullarda, Mariátegui’nin şunu söylemesi gayet doğal: “Sosyalizm,
toplumsal bir düzen olarak gerçekleşmek zorunda değil, tarihte meşrulaştırılması
gereken bir eğitim çalışması ve yüceltici pratik olması kâfi.”[22] Öznelliğin
yaşadığı evrim süreci, politik değişim sürecinden daha önemli.
Che
ve Mariátegui, yeni öznelliklerin inşası gibi bir ortak derde sahip, buna karşılık,
iki düşünür arasında kimi belirgin farklılıklar da söz konusu. Mariátegui’ye
göre, kapitalist üretimin fiili alanlarıyla, işçilerin örgütlenmesiyle,
işçilerin gerçekleştirdiği örgütleme faaliyetiyle ve işçilerin kapitalizmi aşma
mücadelesiyle bağlantılı olan modernite, en nihayetinde yeni üreticinin,
dolayısıyla yeni insanın ahlakının inşasına yol açar. Che ise yeni insanın
gelişiminin ancak sosyalizm kurulduktan sonra mümkün olduğunu söyler. Bunun
dışında, Mariátegui, yeni ilerici öznelliklerin kültürel ve politik müdahaleler
ve faaliyetler üzerinden oluşturulmasına katkı bulunulabileceğine inanır. Ama
ne yazık ki iki düşünür de sosyalist yeni insanın geç dönem kapitalizmin sebep
olduğu kültürel ve kurumsal değişimlerle birlikte temelsiz kalacağından bihaberdir.
Söylemselliğin
Kurucusu Olarak Mariátegui
Mariátegui’nin
Latin Amerika siyasetine etkisini ve sahip olduğu tarihsel önemi kimse inkâr
edemez. Ben, Mariátegui’yi söylemsel pratiği başlatan Fukocu düşünür olarak
tarif eden Mónica Bernabé’nin yaklaşımını doğru buluyorum. Ona göre Mariátegui,
“kendisinden farklı olan şeylere alan açan bir yazar.”[23] Marx ve Freud’a
kıyasla daha sınırlı bir düşünsel coğrafyada yaşamış olsa da, Foucault’nun
ifadesiyle, Mariátegui, “diğer metinlerin oluşumu ile ilgili kuralları
belirlemiş, ihtimalleri ortaya koymuştur.”[24] Bu açıdan bakıldığında Yedi
Deneme’nin yazarı “söylemin sonsuza dek varolmasını mümkün kılmıştır.”[25]
Foucault
fikirleriyle, farkında olmadan, Mariátegui’nin gelenekle ilgili yazılarını
yankılar. Oxford Dictionary of Difficult Words’e [“Oxford Zor Kelimeler
Sözlüğü”] göre, “gelenek” kelimesinin ilk tanımı şu şekildedir: “âdetlerin veya
inançların nesilden nesle aktarılması, bu şekilde aktarılmış olma: Gelenek
her bir rengin tonunu sabitler, dini yasalar, bu şekilde aktarılmış olan,
kökleşmiş âdet veya inanç üzerinden bu tonları yönetir: Japonya’nın
kendine has kültürel gelenekleri; [tekil] Bir sanatçının, yazarın
veya hareketin teşkil ettiği, sonrasında başkalarınca takip edilen sanatsal
veya edebi yöntem ya da tarz: William Blake’in yarattığı gelenekte muhayyel
çalışmalar.”[26] Eskiden beri kabul gören gelenekle ilgili anlayışların
merkezinde süreklilik ve köklere sadakat duruyor.
Mariátegui,
“Geleneğin Kitap Dışılığı” isimli makalesinde kitap dışılığın, heterodoksluğun her
yaşayan geleneğin zaruri yönü olduğunu söylüyor:
“Gelenek, kitap dışı ve
çelişki yüklüdür. Onu bölünmesi mümkün olmayan, kapalı bir kavrama indirmek
isteyenler, geleneğin özüne rıza göstermek, ondaki çeşitlilik arz eden somutlaşma
yollarını görmezden gelmek zorundadır.”[27]
Foucault
gibi Mariátegui de söylemsel pratiğin, yani söylemsel geleneğin bitmek bilmeyen
ihtimallere kapı açmak suretiyle oluşturulabileceği düşüncesindedir. Dolayısıyla,
Mariátegui bugün yaşasa ve birbirleri arasında çelişkiler bulunan kimi
hareketlerin ve yazarların kendisini bir tür kaynak olarak ele aldığını görse
muhtemelen bu duruma hiç şaşırmazdı. Hatta belki de kendi adını alan kimi
örgütlere karşı çıkardı.
Kırklar
itibarıyla Peru Komünist Partisi, Mariátegui’yi kurucu isim olarak kabul etmeye
başladı. Hatta parti, Mariátegui karşıtlığının zirvede olduğu dönemde bile onu düşünsel
kaynak olarak gördü. Aslında Mariátegui, Peru Sosyalist Partisi’ni kurmuştu,
fakat onu Marksist-Leninist-Stalinist bir isim olarak sahiplenenler, Sosyalist
Parti’nin Programatik İlkeleri’nde dile getirilen sözleri ve kimi momentleri
kendilerine ait gördüler. O “Programatik İlkeler” metninde Mariátegui şunları
söylüyordu:
“Bu dönemde Marksist
sosyalizmin pratiği, Marksizm-Leninizmin pratiğidir. Marksizm-Leninizm ise emperyalizm
ve tekeller aşamasında başvurulacak devrimci yöntemdir. Peru Sosyalist Partisi,
bu yöntemi mücadelesinin ana yöntemi olarak görür.”[28]
Aslında
Komintern’e katılma ihtiyacı üzerinden, belirli bir teklifin parçası olarak dillendirilmiş
olan bu ifade, Komintern’deki kitabi yaklaşımdan, en azından parti ismi
konusunda ayrı düşüldüğünü ortaya koyuyor. Mariátegui’nin kaleme aldığı metin,
sadece beynelmilel komünizmin verili gerçeklerine yönelik bir taviz olmanın
yanında, partinin diğer kurucu üyeleriyle yürütülen müzakerenin bir sonucu
olarak gündeme geliyor.[29]
Mariátegui,
söyleme dair bitmek bilmeyen imkânlar yaratıyor. Bunun bir delili de
seksenlerde Peru’da ortaya çıkmış olan üç önemli hareket. Abimael Guzmán’ın
kurup yönettiği Aydınlık Yol, ilk başta Por el Sendero Luminoso de José
Carlos Mariátegui (“José Carlos Mariátegui’nin Aydınlık Yolunda”) ifadesini
kendisine rehber ediniyor.[30] Fakat Iván Degregori’nin de ifade ettiği
biçimiyle, yıllar geçtikçe örgüt Mariátegui’nin adını anmamaya başlıyor. “Başkan
Gonzalo”, süreç içerisinde “yaşayan en büyük Marksist-Leninist-Maoist” ve “Marksizmin
Dördüncü Kılıcı” hâline geliyor.[31] Zamanla Mariátegui, ilham kaynağı
mertebesinden artık geçmişte kalmış bir öncü mertebesine düşürülüyor. Hareketin
üyeleri Aydınlık Yol ismini nadiren kullanıyorlar, onlar daha çok Partido Comunista
del Peru (“Peru Komünist Partisi”) ismini tercih ediyorlar.
Aydınlık
Yol ve kaynağı olarak gördüğü isim arasında başka farklılıklar da söz konusu.
Aydınlık Yol, Guevara’nın eylemi ifrata vardırıp kitleleri ikna etme pratiğinin
üzerine yerleştiren yaklaşımını benimsedi, bu sebeple, örgüt, Mariátegui’nin devrimci
değişim için halkın desteğini kazanma meselesine yaptığı vurguyla çelişen bir
pratik içine girdi. Dahası, sosyalizmi yerelin geleneğiyle ilişkilendirmeyi ana
mesele olarak gören Mariátegui’den farklı olarak Aydınlık Yol, resmi
belgelerinde etnisite boyutunu tümüyle ihmal etti veya And Dağları’daki kültür,
“folklor” veya “burjuva manipülasyon” derekesinde ele aldı.[32]
Örgütün
Peru gerçekliğini dikkatle ele almadığını söyleyen Degregori, doğal, öznel veya
toplumsal tüm olguları izah edip öngörülerde bulunabilecek bir ideolojiye
inancı dâhilinde Aydınlık Yol’u “aşırı akılcı bir hareket” olarak
değerlendiriyor.[33] Çoğunlukla And kültürünün bir ürünü olarak görülen
Aydınlık Yol, tüm yerel gelenekleri redde tabi tutuyor, yerlerine de “Gonzalo
düşüncesi”nden kök alan sosyalist pratik konuluyor.
Aydınlık
Yol, kendisini tanımlayan şiddet anlayışı açısından Mariátegui ile ortaklaşsa
da ritler ve geçit törenlerini benimsemiş olması, örgütün Mariátegui’nin mitlere,
Marksizmin ve dini duygu arasındaki ilişkiye dair yazılarını eksik yorumladığının
bir delili.[34] Degregori’nin de kabul ettiği biçimiyle, “Aydınlık Yol bilimi bir
dine dönüştürüyor.”[35] Öte yandan, aralarında büyük farklılıklar olmasına rağmen
Aydınlık Yol gibi Mariátegui de politik faaliyete manevi bir boyut katıyor. Guzmán,
takipçilerini “partiye itaat eden, devrimci şiddet uygulayan” unsurlara dönüştürmek
adına onların “manevi ihtiyaçları”nı belirli kanallara yöneltiyor.
Aydınlık
Yol’la çağdaş olan, 1980’de farklı radikal örgütlerin birlikte kurduğu Izquierda
Unida (Birleşik Sol) isimli ittifak da Mariátegui’nin düşüncelerinin bir
başka boyutuna, tüm ilerici güçlerin birliğinin zaruri olduğuna dair inanca
vurgu yapıyor. İttifakın lideri Alfonso Barrantes de Mariátegui’nin düşüncelerini
incelemenin, yazılarını okumanın önemi üzerinde duruyor.[36] Barrantes, demokrat
bir örgüt olmasına karşın Izquierda Unida’yı içeren tüm solun halkın Aydınlık
Yol’un uyguladığı şiddete verdiği tepkinin bir sonucu olarak dağılması öncesi Lima
belediye başkanı (1984–1986) oldu. Sonrasında Berlin Duvarı yıkıldı. 1990’da Alberto
Fujimori’nin iktidara gelmesiyle başlayan neoliberal politikalar uygulamaya
kondu.
Üçüncü
ve son örnekse Mario Vargas Llosa ve Hernando de Soto’nun yazıları. Bu isimler,
Mariátegui’nin yazılarının ürettiği sosyalist gelenekten farklı bir söylemsel
alan meydana getirdiler. Efraín Kristal’in ifadesiyle:
“Mariátegui gibi Vargas
Llosa ve de Soto da yoksullar adına çözüm önerileri sunduklarını, tüm toplumun
hayrına olacak şeyler söylediklerini iddia ediyorlar. Sosyalist görüşlerini
redde tabi tuttuktan çok sonra bile Vargas Llosa, Mariátegui’ye dönük
hayranlığını muhafaza ediyor. Hatta Peru’daki politik ve ekonomik sistemin
devrimci manada değiştirilmesinden söz ettiğinde ve politik demokrasi
imkânlarının altını oyan ya da yok eden birçok aydının olumsuz etkisini
eleştirdiğinde, Latin Amerika’daki ilk Marksist aydın gibi konuşuyor.”[37]
Buna
bir de seçime katılım meselesini eklemek gerek. De Soto ve Vargas Llosa, tıpkı Mariátegui
gibi sabırla çalışıp ülkede ideolojik ve kültürel hegemonyanın inşa edilmesi
gerektiği üzerinde duruyor.
Ama
öte yandan tuhaf bir biçimde elimizde, Che’nin Mariátegui’nin inşa ettiği söylem
alanlarından birine veya geleneğe dâhil etmemizi gerekli kılacak herhangi bir
metinsel bağ mevcut değil.
Mariátegui,
Che ve Borges
Mariátegui’nin
bölge ve dışındaki siyaset ve düşüncede oynadığı rolü belirli bir bağlama
oturtmanın başka bir yolu olmalı. Bu açıdan Mariátegui’nin en çok sevdiği
yazarlardan biri olan Jorge Luis Borges’in makalelerinden bahsedilebilir. 1951 tarihli
“Kafka ve Ona Öncülük Eden İsimler” başlıklı makalede Borges şunu söylüyor:
“[…] ‘Öncü’ kelimesi, eleştirilerde
kullanılan sözlükçenin ayrılmaz bir parçasıdır, ama gene de polemik veya rekabet
gibi yan anlamlarından arındırılmalıdır. Her bir yazar kendi öncüsünü yaratır. Onun
eserleri, bizim geçmiş anlayışımızı değiştirdiği gibi geleceği de değiştirir.”[38]
Borges’in
aktardığı, Kafka’nın öncülerini içeren liste sekizinci yüzyılda yaşamış Çinli
fabl yazarı Han Yu’yu, Zenon’u, Kierkegaard’ı, Robert Browning’i, León Bloy’yı
ve Lord Dunsany’yi içeren heterojen bir gruptur. Borges’in böylesi bir liste
aktarması, mümkün ve mantıklıdır, zira Kafka’nın yazıları esasen yeni bir okuma
tarzı meydana getirmiştir. Dolayısıyla, Kafka okuyan kişi, Çek yazarın başka
yazarlardan aldığı vasıfları görme imkânına kavuşur:
“İlk başta onu retorik
amaçlı düzyazının anka kuşu olarak görüyor, özgün bir isim kabul ediyordum. Onunla
kısa bir zaman geçirdikten sonra farklı edebiyat türlerine ait metinlerinde ve
farklı yaşlarında onun sesine ve alışkanlıklarına aşina olduğumu fark ettim.”[39]
“Kafka
ve Ona Öncülük Eden İsimler” makalesi, örtük olarak, “Kafka’nın meydana getirdiği
okuma tarzı, okurun hem öncüleri hem de halefleri tanımlamasına imkân sağlar”
deniliyor. Bu makalenin yanında “Babil Kütüphanesi” ve “Babil’de Kura” isimli
yazılarını da anmak gerekiyor. Öncüler gibi haleflerde de ele alınan yazarın
bir ya da birden fazla karakteristik özelliği karşılık buluyor, onun etkisi söz
konusu öncülerde ve haleflerde görülebiliyor.
Küba
Devrimi, her ne kadar gerçek değil, hayali özellikler olsa da, neşeyle radikal politik
değişimi veya sanatsal özgürlükle politik hareketliliği kaynaştırma becerisi
türünden, kendine has vasıflara sahip bir olgu olarak ele alınıyor. Devrimi bu
şekilde değerlendiren isimler, analiz düzeyinde geriye dönüp devrime yıllar
öncesinden öncülük eden bir ecdat arayışı içine giriyorlar.
Altmışlarda
ve yetmişlerde Mariátegui de tıpkı Kafka gibi yeniden keşfedildi. Bu keşif,
birçok insanı, Latin Amerika’da radikal olmanın anlamı konusunda yeni bir dizi
beklentiyi dillendirmeye yöneltti.
Bu
anlamda, Mariáteguici gözlemci veya okur da kendi politika ve teori anlayışına
yeni ölçütler kazandırıyor. Yönetmen Walter Salles’ın Motosiklet Günlüğü
filmi, Mariátegui’nin Che Guevara’nın yürüyeceği politik yolu nasıl açtığı konusunda
önemli bir örnek sunuyor. Bugün Mariátegui’nin “Marksizmin kahramanca yaratımı”
denilen önemli yeniliğine temel teşkil eden Latin Amerika gerçekliğine yönelik yaptığı
vurgu, artık Che’nin siyasetinin zorunlu bir bileşeni olarak görülüyor. Bu filmde
ön plana köklerinden kopmuş bir komünist yerine Latin Amerikalı bir devrimci
çıkartılıyor.
Mariátegui,
Ernesto Che Guevara’yı hiç etkilememiş olabilir, fakat o, en azından birçok
Latin Amerikalı sanatçı ve akademisyen gibi Arjantinli devrimciyi anlama yöntemimizi
biçimlendirmemize katkı sunmakla kalmıyor, aynı zamanda Latin Amerika’da
gelişecek her türden potansiyel radikalizmi tanımlayan hususları anlamımızı
sağlıyor.
Juan E. De Castro
[Kaynak:
Bread and Beauty: The Cultural Politics of José Carlos Mariátegui,
Brill, 2021, s. s. 196-206.]
Dipnotlar:
[1] Aktaran: Marc Becker, Mariátegui and Latin American Marxist Theory,
Atina, OH: Ohio U in International Studies. 1993, s. 80.
[2]
Becker, a.g.e., s. 76. Burada şu tespit yapılmalı: Mariátegui yerli kültürlerinin,
kurumlarının ve halkın devrimci Peru hareketinin zorunlu bileşenleri olarak
yorumlamış, ama ilerici politik değişim konusunda kentteki toplum kesimlerini de
önemli görmüştür. Kendisinin de “Louis Sánchez’e Cevap” başlıklı yazısında dile
getirdiği biçimiyle: “Çalışma pratiğinden yana duruyoruz. Yani sahil şeridi-dağ
ya da yerli-melez ayrımı dışında tüm emekçi sınıflardan yanayız.” (Mariátegui, José
Carlos Mariátegui: An Anthology, Çeviri: Harry E. Vanden ve Marc Becker,
New York: Monthly Review Press. 2011, s. 176).
[3]
Michael Löwy, “Neither Imitation nor Copy: Che Guevara in Search of a New
Socialism”, The Marxism of Che Guevara: Philosophy, Economics, Revolutionary
Warfare içinde, Michael Löwy, Lanham: Rowan & Littlefield. 2007, s.
119.
[4]
Che Guevara’ya göre: “Küba Devrimi, Amerika’da devrimci hareketlerin eylemlerine
sunduğu üç temel dersle önemli bir katkıda bulunmuştur: 1. Halk güçleri orduya
karşı yürütülen savaşı kazanabilir; 2. Devrim yapmak için gerekli olan tüm
koşullar oluşana dek beklemeye gerek yok; 3. Azgelişmiş Amerika’da taşra
silâhlı mücadelenin temel sahasıdır.” (Ernesto Che Guevara, Guerrilla
Warfare, Lanham, MD: Rowman & Littlefield. 1997, s. 50).
[5]
Guevara, a.g.e., s. 50.
[6]
José Carlos Mariátegui, La escena contemporánea, Lima: Amauta, 1980, s.
199. Burada belirtmek gerekir ki şiddete yönelik bu vurgu, Mariátegui’nin
Marksist olduğu dönemin ilk kesitine (1924) aittir ve sonrasında olgun
çalışmalarında bu övgüye rastlanmaz.
[7]
Guevara, a.g.e., s. 51.
[8]
Guevara, a.g.e., s. 50.
[9]
Guevara, The Motorcycle Diaries: Notes on a Latin American Journey,
yayına hz. ve çeviren: Alexandra Keeble, North Melbourne: Ocean Press. 2006, s.
101.
[10]
Daniel James, Che Guevara: A Biography, New York: Cooper Square P. 2001,
s. 224.
[11]
Mariátegui “El alma matinal” (“Sabahın Ruhu”) isimli çalışmasının sonunda “sabahın
insanı olan yeni insan”a atıfta bulunur. (Mariátegui, El alma matinal y
otras estaciones del hombre de hoy, Lima: Amauta, 1981, s. 13).
[12]
Néstor Kohan, De Ingenieros al Ché. Ensayos sobre el marxismo Argentino y
Latinoamericano, Buenos Aires: Biblos. 2000, s. 141.
[13]
Guevara, “Socialism and Man in Cuba”, Che Guevara Reader: Writings on
Politics and Revolution içinde, yayına hz.: David Deutschmann, North
Melbourne: Ocean Press. 2013, s. 217.
[14]
Guevara, a.g.e., s. 218.
[15]
Guevara, a.g.e., s. 217.
[16]
Mariátegui, José Carlos Mariátegui: An Anthology, .çeviri: Harry E.
Vanden ve Marc Becker, New York: Monthly Review Press, 2011, s. 201.
[17]
Mariátegui, a.g.e., s. 203.
[18]
Aktaran: Mariátegui, José Carlos Mariátegui: An Anthology, s. 204.
[19]
Mariátegui’nin ilk dönem gelişen işçi hareketine ve sekiz saatlik işgünü
mücadelesine verdiği destek konusunda bu kitapta yer alan “José Carlos Mariátegui:
The Making of the Revolutionary in the Aristocratic Republic” başlıklı bölüme
bakınız.
[20]
Alberto Flores Galindo, La agonía de Mariátegui. La polémica con el
Komintern. Lima: Desco. 1980, s. 22. Mariátegui, işçilerin yürüttükleri
kültürel faaliyetlere aşinaydı, bunun sebebi sadece kendisinin işçi olması
değildi, o aynı zamanda işçi örgütleriyle sürekli temas içerisindeydi, bir
yandan işçileri örgütlüyor, bir yandan da işçi örgütlenmesine teksif edilmiş
Emek dergisinin yayın yönetmenliğini yürütüyordu. Ayrıca 1927’de Lima kentinin
sanayi mahallesi Vitarte’deki işçilerin örgütledikleri Concurso Poético de
Vanguardia’da (Öncü Şiir Yarışması) jüri üyeliği yaptı. (Diğer jüri üyelerinden
biri genç bir aydın olan, kısa süre içerisinde ülkenin en saygın
tarihçilerinden biri hâline gelecek olan Jorge Basadre, diğeri de işçilik
yapan, sonrasında Aprista sendikasının lideri hâline gelecek olan Arturo
Sabroso idi.) (Flores Galindo, a.g.e., s. 129).
[21]
Gonzalo Espino Relucé, “Presentación” La lira rebelde proletaria: estudio y
antologia de la poesia obrera anarquista (1900–1926) içinde, yayına hz.: Gonzalo
Espino Relucé, Lima: Tarea. 1984, s. 23.
[22]
Mariátegui, La escena contemporánea, Lima: Amauta, 1980, s. 204–5.
[23]
Mónica Bernabé, Vidas de artista. Bohemia y dandismo en Mariátegui,Valdelomar
y Eguren (Lima, 1911–1922), Rosario: Beatriz Viterbo. 2006, s. 107.
[24]
Michel Foucault, “What is an Author?”, çeviri: Josué V. Harari, Aesthetics, Method,
and Epistemology içinde, Michel Foucault, yayına hz.: James D. Faubion, New
York: The New Press. 1998, s. 217.
[25]
Foucault, a.g.e., s. 217.
[26]
Yayına Hz.: Archie Hobson, The Oxford Dictionary of Difficult Words,
Oxford: Oxford UP. 2004, s. 441. Vurgu özgün metne ait.
[27]
Mariátegui, Peruanicemos al Perú, Lima: Amauta, 1981, s. 118.
[28]
Socialist Party, “Programmatic Principles of the Socialist Party”, çeviri: Harry
E. Vanden ve Marc Becker, José Carlos Mariátegui: An Anthology içinde, yayına
hz.: Harry E. Vanden ve Marc Becker, New York: Monthly Review Press. 2011, s.
238.
[29]
Mariátegui’nin politik faaliyetleri konusunda bkz.: “José Carlos Mariátegui and
the Culture of Politics.”
[30]
Becker’e göre, ilk başta Guzmán ideolojik açıklamalarını “Mariátegui’nin Peru
toplumunun hem yeni feodal hem de yeni sömürge toplum olduğuna dair analizi
üzerine kurdu.” (Marc Becker, Mariátegui and Latin American Marxist Theory,
s. xii).
[31]
Carlos Iván Degregori, How Difficult to be God: Shining Path’s Politics of
War in Peru, 1980–1999, çeviri: Nancy Appelbaum vd., Madison: University of
Wisconsin Press. 2012, s. 89.
[32]
Degregori, a.g.e., s. 167.
[33]
Degregori, a.g.e., s. 167.
[34]
Mariátegui’nin Georges Sorel’deki mit anlayışını benimsemesi ve onda yaptığı
değişiklikler konusunda “Mariátegui, Sorel ve Myth” başlıklı bölüme bakılabilir.
[35]
Degregori, a.g.e., s. 166.
[36]
Becker, Mariátegui and Latin American Marxist Theory, s. xii.
[37]
Efraín Kristal, Temptation of the Word: The Novels of Mario Vargas Llosa,
Nashville, TN: Vanderbilt UP. 1999, s. 112.
[38]
Jorge Luis Borges, “Kafka and his Precursors”, çeviri: Eliot Weinberger, Selected
Non-Fictions içinde, yayına hz.: Eliot Weinberger, New York: Viking. 1999, s.
365.
[39] Borges, a.g.e., s. 363.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder