Özgür
dünyanın lideri, geçen hafta Birleşmiş Milletler toplantısında sesi titreyerek
şunu söyledi: “Zafer, Ortadoğu ve ötesinde kadınlara saygı duyanların olacak.”
Sonra aynı lider, New York Times’a “kadınlara her yerde baskı uygulanıyor
ve bu, çok yanlış” dedi. Bu konuyu tekrar gündeme getirdi ve Batı’nın Irak’a
kadınlar için saldırması gerektiğini söyledi.
ABD
başkanı, Afganistanlı kadınları burkalarından kurtarmak için bombaladı. Eşi Laura,
Afganlı kadınlara sırf oje sürdüler diye nasıl işkence edildiğini anlatıp
durdu. Şimdi de Bush, başka savaşları meşrulaştırmak için, Iraklı kadınların
kimsenin bilmediği davasını üstlendiğini söylüyor.
Peki
şimdi sıra hangi ülkede? Tek çocuk politikası yüzünden bu sefer Çin’e mi
saldırılacak? Dul kadınlara yönelik saldırılar sebebiyle bu sefer sıra
Hindistan’da mı? Tecavüz suçundan hüküm giyenlerin oranı düşük diye Britanya’ya
da saldırır mı acaba?
Kendi
ülkesinde Bush, hiç de feminist değil. Oval ofisteki ilk gününde kürtaj hizmeti
veya bu konuda danışmanlık hizmeti veren, dünya genelinde faal olan aile
planlama teşkilâtlarına akan parayı kesti. Bu kararıyla muhtemelen binlerce
kadının ve çocuğun canına kastedecek. Roe’ya Karşı Wade Davası’nın ve dava
üzerinden kürtaj talebine imkân sağlayan kanunun çıktığı 22 Ocak’ı Ulusal İnsan
Hayatının Kutsallığı Günü olarak adlandıran Bush, kürtajı terörizmle kıyasladı:
“11 Eylül günü bu dünyada
kötülüğün var olduğunu kendi gözlerimizle gördük. Kötülük hayata değer
vermiyor. Şimdi de hayatı koruyup kollamak adına kötülükle ve zorbalıkla
mücadele ediyoruz.”
Bush
gibiler, feminizme ait dili gasp ediyorlar. Bu gasp ve hırsızlık, yeni değil. Artık
ülke genelinde tanık olduğumuz bir pratik bu. Bu dili kullananlar, kadının
kurtuluşu gibi bir meselesi olmayan başka bir kuşaktan insanlara epey
benziyorlar.
On
dokuzuncu yüzyılın o büyük emperyalist girişimlerine öncülük eden, Viktorya
dönemine ait, erkeklerce teşkil edilmiş yapı, çok azı üniversiteye gidebilen, sadece
evli kadınların mülk sahibi izni bulmasını sağlayan yeni kanunlarla uğraşan kadınların
taleplerini ve başarılarını ezmek için yoğun bir çaba içine girdi. Bir yandan
da sömürgelerden gelen ganimetleri elde etmek için feminizmin dilini kullandı.
İngilizlerin
başkonsolosu olarak 1883-1907 arası dönemde Mısır’da çalışmış olan Lord Cromer,
bu konuda hep başvurulan bir örnek. Leyla Ahmed’in önemli çalışması Women
and Gender in Islam [“İslam’da Kadın ve Cinsiyet”] da bu örneğe başvuruyor.
Cromer,
İslam dininin ve toplumlarının aşağılık olduğunu düşünen bir isim. Doğu
konusunda da birçok eleştiri dile getiriyor. Onun en çok eleştirdiği konu ise
İslam’ın kadınlara yönelik tavrı ve yaklaşımı. Ona göre İslam kadınları
aşağılıyor, tesettürle ve tecrit edici yaklaşımıyla kadını eziyor. Bu sebeple
İslam, Mısırlıların Batı medeniyetinin ülkeye girişiyle birlikte bu girişe eşlik
etmesi gereken düşünce ve karakterin edinilmesinin önündeki en büyük engel. Başkonsolosa
göre, Mısırlılar medenileşme konusunda ikna edilmeli veya zorla medeni kılınmalı.
Peki
ileriyi gören, feministlerin dilini kullanan, başörtüsü yakmaya meraklı bu kişi,
memleketi İngiltere’ye dönünce ne yaptı? Gider gitmez Kadınlara Oy Hakkı Verilmesine
Karşı Erkeklerin Birliği’ni kurdu ve kadınlara oy hakkı verilmesine mani olmak
için elinden geleni yaptı.
Cromer
gibi sömürgeciler, Viktorya döneminin orta sınıf ahlakının medeniyetin
zirvesini ifade ettiğine inanıyor, bu modeli gittikleri her yerde uygulamaya
koyuyorlardı. Bu modele göre kadın itaatkâr olmalı, boyun eğmeliydi. Tek dertleri,
doğudaki kadın düşmanlığının yerine batıdaki kadın düşmanlığını ikame etmekti.
Onlar da Bush gibi yerli halklara ait kültürü mahkûm etmek için feminist dili
gasp ettiler. Leyla Ahmed’in dediği gibi feminizm, bu anlamda “sömürgeciliğin
odalığı” olarak iş gördü.
“Patriarka yanlısı
erkeklerin elinde de feministlerin elinde de batı feminizmine ait fikirler,
temelde yerli halklara yönelik saldırıları ahlakî düzlemde meşrulaştırıp Avrupa’nın
üstünlüğü anlayışına destek sunmak için iş gördü.”
Feminist
dili gasp edenler, sömürge ülkelerdeki veya bombalanan ülkelerdeki kadınları
umursuyormuş gibi yaparken zerre rahatsız olmadılar. Mısır’da Cromer, kadınların
durumunun iyileşmemesi için elinden geleni yaptı. Kızların eğitim görmesine
mani olmak adına okul ücretlerini yükseltti, kadınların üniversiteye gidip doktor
olma heveslerini kursaklarında bırakmak için uğraştı.
“Feminist”
George Bush da Afganistanlı kadınları yüz üstü bıraktı. Bugün ülkeyi yöneten ve
Taliban kadar baskıcı olan yağmacı mücahidlerin korkusuyla yaşayan Afgan
kadınları kimse, zerre umursamıyor. Afganistan’ın kadın bakanı ve Hamid Karzai’nin
batı eliyle kurulmuş hükümetinin iki kadın bakanından biri olan Sima Samar, bu
yaz ölüm tehditleri yüzünden istifa etmeye zorlanınca, Bush’un ağzından tek laf
çıkmadı, bu olayı kimse protesto etmedi.
Sahada
kadını hiç umursamadan feminizmi gasp eden yaklaşım, önemli sonuçlara yol
açıyor. Bu sonuçlar, sömürgecileri hiç etkilemiyor. Ahmed’in tespitiyle:
“Sömürgeciliğin sömürgecilerin
kültürünü güçlendirip yerli halkın kültürünü ortadan kaldırmak amacıyla feminizmi
kullanması, batı dışı dünyada feminizmin sömürgeci hâkimiyete ait bir araç
olarak damgalanmasına, Arapların gözünde şüpheli bir unsur hâline gelmesine, sömürgecilerin
çıkarlarının müttefiki olarak suçlanmasına neden oluyor.”
Esasında
birçok Müslüman kadın, batı tip feminizme tam da bu sebeple şüpheyle
yaklaşıyor. Bu, Cromer gibi hareket edip kurtuluş yolunda ısrarla başörtüsünün
çıkartılmasını isteyen batılı feministlerin anlaması gereken önemli bir mesele.
Arap toplumları hızla İslamîleşiyor. Yeni sömürgeciliğin terörle mücadelesi önemli
sonuçlara yol açıyor. Şirin Sadullah’ın da dediği gibi “seküler feminizm de batıyı
taklit eden feminizm de Arap dünyasında sıkıntıda.”
Arap
kadınları, Batı tipi feminizmi reddediyorlar, ama bu, onların cinsel kimliklerinin
ezilmesini ve teslimiyeti kabul ettikleri anlamına gelmiyor. Kadın düşmanlığı, tıpkı
Batılı kadınlar gibi acı veriyor Müslüman kadınlara. Onlar da biliyorlar, Müslüman
toplumların kendilerini ezdiklerini. Tabii ki biliyorlar. Gelgelelim, kadınların
kimlikleri, dinleri ve kültürleri yok edildiğinde o kadınlar kurtulmayacaklar. Bugün
birçok kadın, başörtüsünü çıkartmak istemiyor.
Bu
tür hususlar üzerine kafa yoran bir tür Müslüman feminizm gelişti son yıllarda.
Bu akım, ne Batılı ve seküler ne de İslamcı ve aşırı gelenekçi. Sadece kadınların
İslamî çerçevede ezilmesine neden olan hususları ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Leyla Ahmed ve Fatima Mernissi gibi önemli sesler, bu giderek daha fazla ilgi
gören ve etkisini daha da artıran akımın düşüncelerini dile getiriyorlar.
Batı’daki
feministlerse, kendi inançlarının dünya liderleri tarafından, koruyormuş gibi
yaptıkları kadınlar için hiçbir şey yapmayacak olan bir dava adına büyük bir
gösterişle dile getirildiğine tanık oluyorlar. Bu, feminizmin suiistimal
edilmesinden başka bir şey değil. Feminizmi kendi çıkarları için kullananlar,
Batı feminizminin Batı’da ve Arap dünyasında güttüğü davayı
itibarsızlaştırıyor. George Bush, feminist sloganları diline pelesenk ettiğinde
feminizm, sahip olduğu gücü yitiriyor.
Öte
yandan, bu gaspın ve hırsızlığın bugünün ruhuna uygun olduğunu söylemek
gerekiyor. Bugünlerde feminizm, gerçek eşitlik mücadelesi haricinde her şey
için kullanılıyor. Masör kadınların bedenlerinin satılmasında, bedenlerin
sakatlanmasında, kadınların porno filmlerde oynatılmasında, erkeklerin tecavüz
suçlamalarından kurtulmalarında, kadınların sırf belirli bir şampuan markasını
kullanıyor diye kendilerine saygı duyacaklarını düşünmelerini sağlamada hep feminizme
başvuruluyor. Dolayısıyla, bugün feminizmin kadınların ve çocukların üzerine
bomba yağdırmak için kullanılmasına şaşmamak gerek.
Katharine Viner
21 Eylül 2002
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder