1972
yılının Kasım veya Aralık aylarında Farsça yayınlar çıkartan 19 Bahman isimli
yayınevi, “Cezeni Grubu’nun Tezi” (Tez-e güruh-e Cezeni) adını taşıyan
16.500 kelimelik bir metni yayımladı. Londra’da bulunan bu önemli sol yayınevi,
Cezeni Grubu’nun çalışmalarını yayımlama işini üstlenmişti. Başında Menuşehr
Kalantari isimli bir kişi bulunmaktaydı. Bican Cezeni’nin dayısı olan
Kalantari, Cezeni Grubu olarak bilinen yapının kurucularındandı. Bu grubun
içinde uzun süre çalışmış olan Kalantari, İran’dan Nisan 1967’de ayrılmış,
Londra’ya yerleşmişti.
Üzerinde
yazar ismi bulunmayan Cezeni Grubu’nun Tezi, iki bölümden oluşuyordu ve
içinde birbiriyle bağlantısı bulunmayan iki başlığa ayrılmıştı. İlk bölümün
başlığı, “İran Halkının Sömürgecilik Karşıtı Kurtuluş Hareketinin Sorunları”
idi. İkinci bölümün başlığı ise “Mevcut Koşullarda İranlı Komünistlerin Ana
Sorumlulukları”ydı. İlk bölümde 1953 darbesi sonrası içte ve dışta yaşanan
gelişmeler ele alınmaktaydı. İlk bölümde sunulan analize doğrudan atıfta
bulunarak başlayan ikinci bölüm, potansiyel devrimci güçlere ve statükoya dair
sosyopolitik bir değerlendirmeyi içermekteydi. Sonuç kısmında ise silâhlı mücadelenin
neden ve nasıl yürütülmesi gerektiği meselesi ele alınmaktaydı.
Muhtemelen
Kalantari, bu çalışmayı Tahran’dan üzerinde bir isim ve başlık olmaksızın
almıştı. Londra’ya gelen Kalantari, metni yayımlanabilecek hâle getirdi. Cezeni
Grubu’nun Tezi ismi verilmek suretiyle Cezeni ismini öne çıkartmak,
muhtemelen Kalantari’nin işiydi. İki bölüme ayırıp her bir bölüme başlık veren
de oydu. İkinci baskı için yazılan girişte Kalantari, broşürün Cezeni ve Ziya
Zarifi Grubu’nun fikirlerini aktardığını söylemesine rağmen, o, broşüre “Cezeni
ve Ziya Zarifi Grubu’nun Tezi” değil de “Cezeni Grubu’nun Tezi” adını
vermişti.[1]
Broşürün
yazarı konusunda Kalantari, eserin bir grubun ortak emeğin ürünü olduğunu,
Cezeni-Zarifi Grubu’nun 1965-1967 arası dönemde yaptığı değerlendirmelere ve
düşüncelere yer verdiğini söyledi. 1975’te Cezeni ile Ziya Zarifi’nin
öldürülmesi ardından Kalantari, İran’da Silâhlı Hareketin Öncüsü:
Cezeni-Zarifi Grubu isminde başka bir broşür yayımladı. Burada da Cezeni
Grubu’nun Tezi isimli ilk broşürün Ziya Zarifi ve Cezeni tarafından
yazıldığı söylenmekteydi.[2]
Bu
eserin kolektif emek ürünü olduğuna dair iddialara rağmen eseri aslında Hasan
Ziya Zarifi tek başına kaleme almıştı. 1979 devrimi öncesi Kalantari, Haydar
Tebrizi’ye sırrı ifşa etti ve ilgili broşürün esas olarak Hasan Ziya Zarifi
tarafından yazıldığını söyledi.[3]
Hem
Cezeni hem de Ziya Zarifi’ye yakın olan Huşeng Keşaverz Sadr’a göre, Zarifi
1965-1966’da bir makale yazmıştı. Sadr’ın anımsadığı kadarıyla, o dönemde
Zarifi ile yaptığı sohbette Zarifi’nin kendisine emperyalizm, yeni
sömürgecilik, İran’da 1953 darbesi sonrası oluşan politik durum ve ülkedeki
ağır politik sorunlara dair bir çalışma kaleme aldığını söylemişti. 1964
yazında Zarifi’nin ricası üzerine Sadr kendisine eşlik etmiş, ikili, birlikte
Lahican’a gitmişti. Bu yolculuk esnasında Keşaverz Sadr, ülkedeki koşulların
silâhlı mücadele için uygun olduğuna ilişkin bazı değerlendirmelerde bulundu.
Zarifi arkadaşının bu sözü üzerine “yeni bir biçime sahip yeni bir hareket”
üzerinde ciddi ciddi düşündüğünü söyledi.[4]
Ziya
Zarifi’nin 1968-1969’da “Ne Söylüyordum?” başlıklı broşürünü
1965-1966’da yazılmış olan Cezeni Grubu’nun Tezi ile kıyasladığımızda,
her iki metnin Ziya Zarifi’nin kaleminden çıkıp çıkmadığına dair şüpheler de
ortadan kalkıyor. İki broşür, birçok ortak yöne sahip. İki metin, içerik olarak
birbirine benziyor. Tarihsel referanslar, önemli fikirler, olayların analizi,
kullanılan ifadeler, argümanların kronolojik sunumu, hatta cümle yapıları bile
neredeyse birbirinin aynı.[5]
Bugün
şunu güvenle dile getirebiliriz: “Ne Söylüyordum?” isimli metinde Ziya
Zarifi, sonradan Cezeni Grubu’nun Tezi adını alacak olan ve 1965-1966’da
kaleme alınan metinle ilgili bilgisinden istifade ediyor. Ziya Zarifi’nin
yazısı, muhtemelen örgüt içerisinde yürütülen teorik çalışmalarda önemli bir
belge olarak kullanıldı. Güz 1966 süresince Cezeni Grubu, silâhlı mücadelenin
mümkün olup olmadığı konusunda kendi içinde tartışmalar yürüttü.[6]
Sorunun
Nedeni: Mutlakiyetçi Despotik Monarşizm
Cezeni
Grubu’nun Tezi isimli broşürde Ziya Zarifi, 1953 darbesi sonrası
Şah’ın sosyopolitik hayatını kasten ve bilinçli olarak militarize ettiğini,
giderek süngünün gücünden, şiddet araçlarından ve baskı aygıtlarından daha
fazla yararlandığını söylüyordu. Ziya Zarifi’nin tespitine göre, Şah’ın
“mutlakiyetçi despotik monarşi”sinde anayasanın uygulanacağına dair tüm
iddialardan vazgeçildi, rejim, sırtını polis ve istihbarat kurumuna (SAVAK)
dayadı. Devlete ait bu baskı aygıtlarının gündelik hayatla alakalı sorunları
bile çözüme kavuşturacağı beklentisi içine girildi. Ziya Zarifi’ye göre, SAVAK
ve polis teşkilâtı, zamanla kültürle, sporla, eğitimle, hatta toplu ulaşımla
alakalı meselelere müdahil olmaya başladı.[7]
Ziya
Zarifi’nin izahına göre, Şah’ın rejimi, İranlıların demokratik haklardan
istifade etmesine izin vermedi, veremezdi de, çünkü anayasanın onay verdiği
politik faaliyetlere gösterilen saygı, muhalefetin hızla harekete geçmesine ve
Şah’ın yönetiminin zamanla zayıflamasına yol açmıştı.[8] Yaptığı analizinde
Zarifi, rejimin “süngü ve kırbaç olmadan” tek bir gün bile hayatta
kalamayacağını söylüyordu.[9] Ona göre, toplum, ne vakit hukuki haklarının
peşine düşse rejim, anayasal özgürlüklerin önünü açmak yerine şiddete
başvurmayı tercih ediyor, böylelikle, yönetimini uçuruma sürüklüyordu. Ziya
Zarifi’nin tespitiyle, rejim, esasen tüm demokratik yolları kapatmayı tercih
etmiş, muhalefetin en ufak faaliyetine bile hoşgörü gösterilmemesini söyleyen
bir politikayı benimsemişti.[10] Zarifi’ye göre, “toplumda hâkim olan yoğun ve
acımasız baskı”, halkı “eli silâhlı, gözü dönmüş düşman karşısında barışçıl
araçlarla yürütülen direnişin sadece yenilgilerle ve insanın içini acıtan
ümitsizlikle sonuçlanacağına ikna etti.”[11]
Argümanını
tamama erdirirken Ziya Zarifi, rejimin geçici süre sınırlı bir politik
serbestleşmeyi tecrübe ettiği 1959 ve 1962 yıllarındaki kendi deneyiminden yararlanmaktaydı.
Bu deneyim ışığında şunu söyledi:
“Politikleşmiş kentli
toplumsal katmanlar, doğru bir kavrayışla, hareketin hedeflerine ulaşmak için
uygun yolu sokaklarda ense köküne cop yiyerek açamayacağını anladı.”[12]
Ziya
Zarifi’ye göre, sahadaki gerçekliklere bağlı olarak, “Şah’ın despotik
monarşisi”ne karşı koymak için kullanılacak yegâne uygun ve doğru yolu silâhlı
mücadele açabilirdi.[13] Silâhlı mücadele, devrimin kendisi değil, devrime
uzanan yoldu.
Bastırılmış
politik hayal kırıklıklarının kendisini ifade edeceği kanalların bulunmadığı,
politik değişimin gerekli olduğu kanaatinin güçlendiği dönemde barışçıl mücadele
araçlarının yerini silâhlı mücadelenin alması gerektiğini söyleyen Zarifi[14],
güç ilişkilerine ve toplumdaki güçler dengesine dair değerlendirmesi dâhilinde,
silâhlı eylemlere başlarken fazla kötümserliğin ve fazla iyimserliğin
tehlikeleri konusunda ikazda bulunuyordu. Ona göre, rejimin elindeki sınırsız
ve kutsal sayılan güçlerle ilgili sözler yanlış ve tehlikeliydi. Bu fikirler,
muhalefetin sesini soluğunu kesmek için bilerek yayılmaktaydı. Ayrıca rejimin
gücünü asgari düzeye çekmekle ilgili görüşlere de ihtiyatla yaklaşan Zarifi, rejime
ait askeri gücün silâhlı mücadele başlamasıyla birlikte kışlasına kapanacağı
beklentisinin hüsnü kuruntudan ibaret olduğunu söylüyordu. Okurlarına rejimin
bir politik suikastla (terör eylemiyle), patlayan bir bombayla veya kurulan bir
pusuyla çökmeyeceği, bir gün sürecek bir “genel isyan”la devrilmeyeceği
gerçeğini anımsatıyordu.[15]
Ziya
Zarifi, Şah’ın rejimine karşı harekete geçen silâhlı devrimcilerden oluşan “askeri
cephe”nin kuruluşunun “birçok açmazı, zorluğu ve zulmü içeren uzun soluklu,
idaresi zor ve kesintisiz süren çatışma süreci”nin sadece başlangıcını ifade
ettiğini söylüyordu.[16] Silâhlı mücadelenin gerekliliğini izah ederken Zarifi,
despotik toplumlarla demokratik toplumları kıyaslıyor, demokratik toplumlarda
araç ve amaç arasında paralellik kuruyordu. Demokratik toplumlarda gösteriler,
grevler ve yürüyüşler gibi barışçıl mücadele araçları kitleleri harekete
geçirip politize ediyordu. Bu tür eylemler sayesinde hareket, mesajını
kitlelere iletiyor, halkın devrimi benimsemesi için gerekli koşulları hazırlıyordu.
Ama despotik toplumlarda bu koşulları ancak silâhlı mücadele hazırlayabilir,
ancak o, halkı harekete geçirebilirdi.[17] Demokratik koşulların bulunmadığı ülkede,
devrimin stratejik hedefi, uygun şiddet taktikleri ile Şah’ın despotik monarşisini
devirmekti.[18]
Bu
muhakeme süreci üzerinden Zarifi, ısrarla barışçıl mücadele yöntemini “saçma”
ve “anlamsız” kılan en önemli faktörün rejimin en ufak politik ifade kanalını
tıkaması, hatta hareketin en muhafazakâr politik katmanının bile dilini kesmesi
olduğunu söylüyordu. Broşürde görüşünü desteklemek adına şu soruyu soruyordu: “En
ufak politik eylemin yasaklandığı koşullarda bizden başka ne yapmamızı
bekliyorlar?”
Çalışmanın
devamında Zarifi’nin üzerinde durduğu bir husus da Tude’nin radikal eylemlerden
uzak durma kararıydı. Parti, bu kararı gerekçelendirmek için kendince kimi
gerekçelerin arkasına sığınıyor, gerekli devrimci koşulların bulunmadığı
üzerinde duruyordu. “Oportünistler”i eleştiren Zarifi, onlara hâkim politik
koşullarda “mucizelere inanmadıklarını” söylüyordu.[19]
Ziya
Zarifi’nin önerdiği silâhlı mücadele, suikastları, sabotaj eylemlerini, orduya
ve güvenlik merkezlerine yönelik saldırıları, aynı zamanda gerilla savaşını
içeriyordu. Zarifi’ye göre, silâhlı mücadele bir dizi hedefe ulaşılmasını
sağlayacaktı. Hem kitlelere politik bilinç kazandıracak, hem onların devrimci
enerjilerini açığa çıkaracak, hem de kitlelerin direnişini örgütleyecekti. Bu hedefler,
ayrıca rejimin istikrarsızlaştırılması, maskesinin düşürülmesi, ülke içinde ve
dışında rejim karşıtı güçlerle ittifak kurulması için gerekli nesnel koşulların
yaratılması gibi başlıkları da içeriyordu.[20]
Hapishaneden
Düşünceler
Ziya
Zarifi’nin son kaleme aldığı “Ne Söylüyordum?” broşürü belirli bir amaç
için yazılmıştı. Bu çalışma, muhtemelen 14 Şubat 1968 (hapiste olduğu dönem)
ile 26 Şubat 1969 (son ceza aldığı dönem) tarihleri arasında bir yerlerde, Cezeni
Grubu’nun Tezi’ni yazdıktan yaklaşık dört beş yıl sonra yazıldı. Çalışmada politik
hayatını gözden geçiren Zarifi, silâhlı mücadele yolunu neden tercih ettiğini
açıklıyordu. Bu noktada dönemin birçok eylemcisinin de sorduğu üç soruyu
gündeme getirmekteydi: “Ben ne söylüyordum? Beni buraya getiren muhakeme süreci
veya ana tez neydi? Biz, kafası karışık, deli, kendini beğenmiş, planı ve teorisi
olmayan, bugün ömrünün kalan günlerini hapiste geçirmeye mahkûm bir avuç genç
miydik?”[21] Zarifi’nin bu soruları biraz da kendisini ve yoldaşlarını iç
muhasebe yapma konusunda dürtmek için soruyordu.
Çalışmasında
Ziya Zarifi, Şah’ın rejimini 1964-1965’teki analizinde olduğu gibi tarif
etmekteydi. Bu son broşüründe de Musaddık’a karşı yapılan 1953 darbesinin sebeplerini
inceliyor, onun yerine kurulan rejimi halkların milli çıkarları aleyhine
hareket eden, demokrasi karşıtı despotik bir hükümet olarak niteliyordu.[22] Ona
göre, eski sosyo-politik sorunların ortadan kalkmadığı koşullarda onlara yenileri
eklenmişti. Bu analizinde Zarifi, rejimin halkla kurduğu ilişkisinin hiç
değişmediğini söylüyordu.
Ziya
Zarifi’nin gözlemine göre, muhalefetin etkin bir politik eylemlilik süreci
içerisinde olmaması, kitleleri felç etmekte, uyutmakta, atalete sürüklemekte,
onların korkunun ve ümitsizliğin pençesine düşmesine neden olmaktaydı. Merkezinde
toprak reformunun bulunduğu Beyaz Devrim ve kısa süreli serbestîleşme gibi
adımlara rağmen rejim, varlığını sürdürmek için hep zora ve toplumsal hayatın “askerileştirilmesi”ne
dönük pratiklere sırtını yaslıyordu.[23] Bu noktada Zarifi, rejimin bazen şikâyetlerini
ve eleştirilerini dile getiren Ali Emini ve Muzaffer Bakayi’ye verdiği, onları küçük
düşüren tepkisine atıfta bulunuyordu. Zarifi’ye göre, rejimin kendisine sadık
olan, uslu duran yurttaşlarının politik eylemlerine 1960-1962 arası dönemde hoş
görüyle yaklaşmamış oluşu, halkın elindeki seçenekleri sınırladı.[24] Politik
açmazdan kurtulmanın yolu konusunda Zarifi, iki seçenek bulunduğu
kanaatindeydi. Kitleler, ya barış ya da şiddet yoluna revan olacaklardı. Tespitine
göre, son yedi yıl (1962–1969) içerisinde doğru yolu belirleme meselesi acil
bir konu hâline gelmişti.[25]
Zarifi’nin
tespitiyle, Sovyetler yanlısı Tude’nin liderleri, barış yolundan yanaydı. Broşürde
aktarıldığı biçimiyle, Tude, şiddet yoluna girmek için gerekli nesnel ve öznel
koşulların bulunmadığını düşünüyordu. Çünkü ülkede Lenin’in devrimci durum için
gerekli şart olarak gördüğü grevlere ve açık çatışmaya tanık olunmamaktaydı. Devrimci
durum için belirlenen bir şart, yönetici sınıfın hiçbir değişiklik yapmadan
yönetmesinin imkânsız hâle gelmesi ise diğer bir şart da alt sınıfların eskisi
gibi yönetilememesiydi. Silâhlı mücadele fikrine karşı olan Tude, sendika
faaliyetleri önündeki engellerin kaldırılması ve ücretlerin artırılması gibi
sendikalist stratejiler üzerinde duruyordu. Zarifi, Tude’nin mevcuttaki askeri
ittifakların sonlandırılmasına ve bazı genel konularla ilgili taleplerin uygun
mücadele yöntemini meydana getirdiği kanaatinde olduğunu söylüyordu.[26]
Tude’nin
barışçıl stratejilere yönelik vurgusuna karşılık Zarifi, şiddeti savunan
görüşler dile getirmekteydi. Ona göre, öğrencilerin üniversite harçlarının
düşürülmesi talebine rejimin o öğrencileri hapse göndererek veya onları zorunlu
askerlik hizmetine alarak cevap verdiği koşullarda, barışçıl araçlara dair her
türden söz, zayıflığın ve korkunun eseriydi.[27] Zarifi’nin tespitiyle,
sosyopolitik mücadelelerin veya bir muhalefet hareketinin bulunmamasının
sebebi, toplumu felç eden “eşi benzeri görülmemiş, şiddet araçlarını kullanan
despotizm”di. Son on beş yıl içerisinde kitleler, grevlerin ve sokak gösterilerinin
anlamlı sonuçlara yol açmadığını görmüş, bu da onları ümitsizliğe ve
eylemsizliğe sürüklemişti. Bu sebeple, kitleler, “itirazlarını dile dökme
konusunda güvenecekleri bir desteğe ihtiyaçları vardı.” Zarifi, buradan şu sonuca
ulaşıyordu: “Bugün kitleler mermiye mermiyle cevap vermek isteyenlere manevi
düzeyde destek sunmaya hazırlar.”[28]
Zarifi’nin
kanaatine göre, kitleler, rejim karşıtı harekete destek sunmaya hazır
durumdaydı. Ama bu, kitlelerin kavgaya maddi varlık olarak dâhil olmaya hazır
oldukları anlamına gelmiyordu. Neticede despotizm karşıtı dalganın kıyıyı
dövebilmesi için silâhlı mücadelenin öne çıkartılması gerekmekteydi. Devrimci
öncünün yürüteceği askeri operasyonlar, baskılar karşısında korkmuş olan halka
ihtiyaç duyduğu zırhı temin edecek, böylelikle halk, sessizliğin ve ataletin yükünden
kurtulup umutlanacaktı. Bu sebeple devrimciler, “devrimin nesnel koşullarını tamama
erdirip hızlıca oluşturmak” noktasında önemli bir rol oynayabilirlerdi.” Zarifi’ye
göre, silâhlı mücadele, en nihayetinde devrimin nesnel ve öznel koşullarını
üretecek güçtü. Broşürde dile getirildiği biçimiyle, İran’da hüküm süren politik
koşullarda silâhlı mücadele sadece taktiksel açıdan kullanılacak bir araç
değil, aynı zamanda stratejik açıdan büyük faydalar sunacak bir adımdı.[29]
Zarifi
değerlendirmesinde, İran’daki koşulların silâhlı mücadeleye başlayan ve onu sürdürme
konusunda başarılı olan, isterse komünist olmasın, her türden örgütün
muhalefetin liderliğini ele geçirebileceğini söylüyordu. Kanaatine göre
devrimci eylem, askeri cephenin oluşturulması, muhalif güçlerin birleştirilmesi
konusunda tüm milliyetçi ve rejim karşıtı güçlere uygun koşullar sunacaktı.[30]
Zarifi
broşürde, silâhlı mücadelenin zamanla gelişmesine dair görüşlerini aktarırken
ölçülü bir dile başvuruyordu. Ona göre, köylü kitleleri içerisinde “devrimci patlama
ihtimali” düşük olsa bile, rejimle halk arasında yaşanacak bir çatışmada
yönetici sınıf, köylülerin desteğinden bir şekilde istifade edemeyecekti.[31] “Şehirli
güçler”se silâhlı mücadelenin başlatılıp yürütülmesinde ilk planda istifade
edilecek en önemli destek noktasıydı. Zarifi, bu güçleri politik açıdan daha
bilinçli, aydınlanmış, ilerici ve hazır kitle olarak görüyordu.[32]
Silâhlı
mücadelenin başlatılması ve operasyonlarla yürütülmesinde yüzleşilecek “önemli
güçlükler” konusunda uyarılarda bulunan Ziya Zarifi, ileride silâhlı
mücadelenin “tümüyle bencillikten uzak, dikkatle hareket eden, algı düzeyi
yüksek” gerillalara ihtiyaç duyacağını söylüyordu. Şiddet yolu, gerilla
savaşının (ceng-i partizani) ana eksenini teşkil eden muharip “silâhlı
örgüt”le yürünmeliydi.[33] Rejimin ayaklanmayı tecrit etmesine ve boğmasına
mani olmak için gerillalar, teşhir amaçlı bir dizi operasyon gerçekleştirmeli, Tahran
gibi büyük şehirler, mücadelenin başladığı konusunda bilgilendirilmeliydi.[34]
Geleceğe
dair o ürkütücü beklentisini dile getirirken, Zarifi broşüründe, düşünce sürecine
ait herkesin görebileceği o izi dile dökmek adına, “hapishaneden dosdoğru mezara
gideceğini” söylüyordu. Bu kehaneti içeren ifadenin üzerinden altı yedi yıl
sonra, tutuklama ve hapishane süreciyle geçen sekiz yılın ardından, 17 Nisan 1975
Perşembe günü, Ziya Zarifi, Evin Hapishanesi’nde idam edildi.[35]
Ali Rahnema
[Kaynak:
Call to Arms: Iran’s Marxist Revolutionaries, OneWorld Academic, 2021.]
Dipnotlar:
[1] 19 Bahman, Tez-e gorouh-e Jazani: masaʾel
jonbesh-e zedd-e esteʿmari va
azadibakhsh-e khalq Iran va ʿomdehtarin
vazaʾef komonisthay-e Iran dar
sharayet-e konouni, Farvardin 1355, Chap-e dovom. Bundan sonra Tez-e
gorouh-e Jazani olarak anılacak.
[2]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. i; 19 Bahman-e Theoric, “Gorouh-e Jazani
Zarifi: pishtaz-e jonbesh-e mosallahaneh-e Iran”, shomareh 4, Tir 1354, p.
107. Bundan sonra “Gorouh-e Jazani Zarifi” olarak anılacak.
[3]
H. Tabrizi, Ravabet-e boroun marzi-ye sazeman cherikha-ye fadaʾi-e
khalq-e Iran ta bahman 1357, Alman: Baqer Mortazavi, 2016, s. 73.
[4]
Houshang Keshavarz-Sadr, kişisel söyleşi, 20 Şubat 1997, Paris.
[5]
Bkz.: “What Was I Saying” (Çe migoftem) A-H. Zia-Zarifi, Zendeginameh-ye
Hasan Zia-Zarifi içinde, Tahran: Amin dej, 1382, s. 266, 268. İki metin
arasındaki benzerliklere dair kapsamlı bir analiz için bkz.: Tez-e gorouh-e
Jazani, s. 9, 10–13, 17–18, 28, 34–36, 40–42 ve A-H. Zia-Zarifi, s.
251–252, 255–256, 259–261, 266–269.
[6]
Be ravayat-e asnad-e SAVAK, Chap dar Iran, Cilt. 8, s. 261, 368–369.
[7]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 7.
[8]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 8, 31.
[9]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 17.
[10]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 8–9.
[11]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 28.
[12]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 28.
[13]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 30–31.
[14]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 42–43.
[15]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 41.
[16]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 41.
[17]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 42–43.
[18]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 29.
[19]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 42.
[20]
Tez-e gorouh-e Jazani, s. 42–43.
[21]
A-H. Zia-Zarifi, s. 251.
[22]
A-H. Zia-Zarifi, s. 251.
[23]
A-H. Zia-Zarifi, s. 265.
[24]
A-H. Zia-Zarifi, s. 266.
[25]
A-H. Zia-Zarifi, s. 266.
[26]
A-H. Zia-Zarifi, s. 267.
[27]
A-H. Zia-Zarifi, s. 267–268.
[28]
A-H. Zia-Zarifi, s. 268.
[29]
A-H. Zia-Zarifi, s. 268–269.
[30]
A-H. Zia-Zarifi, s. 270, 271.
[31]
A-H. Zia-Zarifi, s. 265–266.
[32]
A-H. Zia-Zarifi, s. 271.
[33]
A-H. Zia-Zarifi, s. 271.
[34]
A-H. Zia-Zarifi, s. 271–272.
[35] Ettelaʿat, 30 Ferverdin 1354.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder