Amílcar
Cabral [12 Eylül 1924-20 Ocak 1973], Nisan 1970’te Kazakistan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’nin başkenti Almatı’da düzenlenen bir sempozyuma katıldı. Bu
sempozyumda irticalen yaptığı konuşma, sonrasında lideri olduğu Gine ve Yeşil
Burun’un Bağımsızlığı İçin Afrika Partisi (PAIGC) Enformasyon Komisyonu
tarafından broşür hâline getirilip basıldı.
* * *
Vladimir
İlyiç Lenin’in politik, bilimsel, kültürel ve tarihsel başarıları ve
düşüncesinin sahip olduğu aşkın nitelik ile değer, herkesçe uzun zamandır kabul
görüyor. Lenin’in kendisini devrim davasına nasıl adayacağını ve başarılı
olacağını bilen kararlı bir devrimci, büyüklüğü ancak insanlığın yetiştirdiği
en büyük düşünürlerle kıyaslanabilen bir felsefeci ve bir bilge olduğunu, onun
fikirlerine en sert şekilde karşı olanlar bile kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Bugünlerde
siyasetçilerin, en sosyalizm düşmanı olanların bile, Lenin’den alıntı yaptığına
veya kitaplarını okumuş olmakla övündüğüne şahit oluyoruz. Sözlerine inanacak
değiliz elbette, ama bu tür sözler bile, Lenin’in düşüncesinin ve onun eylemlerinin
bugünkü tarihsel bağlamda ortaya koyduğu muazzam pratik sonuçların sahip olduğu
önemi ölçmek için iyi bir ölçü işlevi görüyor.
Görevi,
halklarının ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel durumlarını köklü bir
biçimde, eldeki en uygun araçlarla birlikte değiştirmek olan ulusal kurtuluş
hareketleri, Lenin’in düşüncesi ve eylemine özel olarak ilgi gösteriyorlar.
Lenin,
eserlerinden başka şeyler de bıraktı geride. O, dün olduğu gibi bugün de
insanlık davası, insanlığın ekonomik, buna bağlı olarak, ulusal, toplumsal ve
kültürel kurtuluşu için kavga verenler açısından capcanlı bir örnek. Tüm hayatı
ve tüm pratiği, ulusal kurtuluş için mücadele eden bizim için faydalı derslerle
dolu. Bu dersler içerisinde bizim mücadelemizle en fazla alakalı gördüğümüz ders,
ahlaki davranışla, politik eylemle, devrimci strateji ve taktikle ilgili olanı.
Genelde
tüm ulusal kurtuluş mücadelelerinde, özelde bizim gibi ülkelerin yüzleştiği koşullarda
sürdürülen mücadelelerde, savaşçıların ahlaki eylemi, bilhassa liderlerin
eylemleri, tüm hareketin başarılı veya başarısız olmasını tayin eden önemli bir
faktör. Şurası açık ki mücadele, temelde politiktir, fakat hareketin
yapılandırılıp geliştirildiği politik, ekonomik ve toplumsal koşullarda, tüm o
tarihsel süreçte, ahlakla ilgili sorunların öneminin arttığı görülüyor. Bunun
ana nedeni, sömürgelerde süren ulusal kurtuluş hareketinin doğasında varolan
zayıflıktır: bu zayıflıksa, hareketleri etkisi altına alan veya alma ihtimali
bulunan oportünizmle alakalıdır. Emperyalistler, hilelerini bu oportünizm
üzerine inşa ederler, onun sunduğu dizginleri tutarak hareketi yönetirler.
Ayrıca bu oportünizm yüzünden halk kitleleri, hareket ve liderleri üzerinde
gerekli kontrolü tesis edemezler.
Diğer
tüm insani çabalarda olduğu gibi kurtuluş hareketinde de evrim sürecini
koşullarından özel maddi ve toplumsal faktörlerden bağımsız olarak, insan,
sahip olduğu zihniyet ve ortaya koyduğu davranış, önemli ve belirleyici bir
unsur olarak öne çıkar.
Lenin,
kendi içinde tutarlı olan, sözü ve eylemi uyumlu ilerleyen bir isimdi. Kişisel
gelişiminin tüm aşamalarında kararları ve eylemlerinde hep tutarlı olmayı
gözetti. Kararları ve eylemleri sözleriyle uyumluydu, çünkü Lenin, laf
ebeliğini ve demagojiyi elinin tersiyle nasıl iteceğini iyi biliyordu.
Lenin,
dürüstlüğü, namusluluğu, samimiyeti ve cesaretiyle örnek gösterilecek bir
kişiydi. Ahlaki görevlerine hep sadık kalan Lenin, adaleti ve ahlakı kişisel
rahatının üzerine koyar, yalana karşı çıkar, sonuçları ne olursa olsun, ne tür
meselelere yol açarsa açsın, hep doğru olanı uygulamaya çalışırdı.
Tam
bir insan olarak Lenin, sevmeyi de nefret etmeyi de biliyordu. İnsanın her
türden zulümden kurtulması davasını, insanın yeryüzünde güzel ve kurucu bir
nitelik arz eden her şeyi var ettiği o muhteşem macerayı sevdi. İnsanın ilerlemesine
ve mutluluğa düşman olanlardan, sınıf düşmanlarından, oportünistlerden,
korkaklardan, yalanlardan, insanın toplumsal ve ahlaki vicdanını zedeleyen tüm
faktörlerden nefret etti. Lenin, her zaman insanın kâinatın en yüce değeri
olduğunu düşünürdü. Çocuklara çok düşkündü, çünkü ona göre, insanın insanı
sömürmesinin o masum kurbanları, hep yanlış ele alınan narin varlıklar,
insanlığın bağrında açan çiçekler, hayatın içerisinde adaletin muzaffer olma
umudu ve bu konudaki netlikti.
Daha
önce dediğimiz gibi, ulusal kurtuluş mücadelesi, belirli koşullara göre farklı
biçimler alabilen politik bir mücadeledir. Bizim özel durumumuzda, insanımızın
ilerlemesi ve kurtuluşu yolunda Portekizli sömürgecileri politikalarını
değiştirmek için kullandığımız, elimizdeki tüm barışçıl araçları tükettik. Bu
barışçıl politika, baskının ve işlenen suçların artmasından başka bir sonuç
vermedi. Bu sebeple, biz de silâhlanmaya, halkımıza yönelik soykırım girişimine
karşı mücadele etmeye, özgür olmaya, kendi kaderimizin efendisi olmaya karar
verdik.
Gerçek
şu ki yürüttüğümüz silâhlı kurtuluş mücadelesi, mücadelemizin temel politik
niteliğini hiçbir şekilde değiştirmedi. Aksine, o politik niteliğin altını daha
fazla çizdi. Bugün ister iyi olsun isterse kötü, sağlam temellere sahip
ilkelerden yoksun bir politik eylem diye bir şey olamaz, böylesi bir eylem,
asla gerçekte karşılık bulamaz.
Politik
düzeyde Lenin, ilkelere sadakat konusunda örnek gösterilecek bir isimdi. O,
belirli başlıklar ve belirli eylemler konusunda tavizde bulunmayı bilirdi, ama
sınıfın ve temsil ettiği milletin çıkarlarını savunmak söz konusu olduğunda,
ilkelerden asla taviz vermezdi. Bu pratiği, şartlar öne süren tutumdan,
korkaklıktan veya önkoşullardan uzak duran bir enternasyonalizmin neticesiydi.
Lenin,
sağlam bir kitle tabanı bulunan, ama tereddütle hareket eden muhalefetin
etkisiz kılınması konusunda yüzleşilen büyük güçlüklere rağmen, Ekim 1917’deki
ayaklanmanın gerçekleştirilmesine dönük kararı dillendiren isim olarak, politik
ihtimallere ve fırsatlara dair duru bir görüye sahip olan gerçekçi bir isimdi.
Onun bu konuda sunduğu ders, bize sürecin içerisinde nasıl kalınacağı, ama bir
yandan da sola ve sağa mensup düşmanlarıyla ve her türden sapmayla acımasız bir
biçimde nasıl mücadele edileceğini öğretmekte.
Politikanın
“ihtimaller sanatı” olduğunu söyleyen kaba anlayışı aşan Lenin, politikanın
imkânsız olanı mümkün olana dönüştürme, imkânsızı mümkün kılma ve oportünizmi
her yönüyle reddetme sanatı olduğunu ortaya koydu. Neticede bu şekilde tarif
edilen politik eylem, sürekli yaratıcı olmayı şart koşuyor. Sanatta olduğu gibi
politikada da icat pratiğinden çok yaratıcı pratik var.
Lenin’in
eylemine asıl damga vuran şey, kurucu pratik içerisinde sergilenen esneklik.
Mücadelenin her aşamasında, en zor anlarda bile yüzleştiği sorunlar konusunda
Lenin, olumlu tarafı belirliyor, böylece avantajları görüp kavganın ilerlemesi
için uğraşıyor. Her türden güçlük karşısında sebat etmeyi, yoluna devam etmeyi
biliyor.
Gerçeklerin
inatçı olduğunu düşünen Lenin de o gerçekler kadar inatçı biriydi. Başkalarının
görüşlerine güvenirdi, çünkü savaşçıların birbirine güvenmesi gerektiğini
düşünürdü, ama ayrıca o, akıl, yani bilimsel hakikat kendinden yana değilse,
fikrini değiştirmesini de bilirdi.
Müttefiklerini
yoldan çıktıkları durumda, tıpkı hasımları gibi sert bir dille eleştirirdi.
Lenin’de gördüğümüz özeleştiri pratiği, herkese örnek olacak cinstendi. O,
hatalarını kabul etmeyi, başkalarının, hatta sert bir biçimde eleştirdiği
hasımlarının bile özelliklerini övmeyi bilirdi. Fakat sınıf düşmanları ve devrime
karşı olanlar söz konusu olduğunda, dili iyice sertleşirdi. Bu noktada
eleştirisi sınır mınır tanımazdı.
Lenin,
kitlelerin becerilerine her zaman güvendi. Yani o, kitlelerin neden eylemin
gerçeğinde yüzleşilebilecek her türden somut ihtimali dikkate alan, sağlam bir
temele dayanan bir plan olmadan, dağınık ve düzensiz bir biçimde hareket
etmemeleri gerektiğini ortaya koydu. Ona göre, kitlelerin her zaman bir başı
olmalıydı.
Ulusal
kurtuluş mücadelesinde ise ister barışçıl araçlar kullanılsın, isterse silâha başvurulsun,
düşmanla yaşanan her türden kapışmada mücadelenin genel yasaları belirlenmeli,
varolan ortamın ve faktörlerin somut gerçekliği üzerinden belirlenip
zenginleştirilmiş genel bir plan temelinde hareket edilmelidir. Bu anlamda, her
türden kurtuluş hareketi, bir stratejiye ihtiyaç duyar.
Bu
stratejinin geliştirilmesi için asli olan, tali olandan, kalıcı olan geçici
olandan ayrıştırılmalıdır. Strateji ve taktik, asla birbirine
karıştırılmamalıdır. Eylem, kaç öznel faktörün dikkate alınması gerektiğine
bakmadan, gerçekliğe dair bilimsel anlayışı temel almalıdır.
Bu
konuda da Lenin, kurtuluş hareketlerine ve özgürlük savaşçılarına oldukça
faydalı bir ders vermektedir. O, birliğin gerekli bir araç olduğunun, kendinde
bir amaç olmadığının net olarak farkında olan bir isimdir. Ona göre mesele,
davanın ne kadar adil olduğuna bakmadan herkesi onun etrafında toplama, mutlak
birliği tesis etmek ve ayrımsız herkesle birleşmek değildir. Gerçek olan her
şey gibi birliğin kendisi de niteliksel dönüşüme tabidir. Bu dönüşüm, olumlu da
olabilir olumsuz da. Asıl zor olan, kavgayı tetikleyip, zafere doğru ilerlemeyi
güvence altına almaya yetecek birlik düzeyini belirlemek, ardından da hem dışta
hem de içte bölünmeye veya dağılmaya neden olan tüm güçlere karşı bir arada kalabilmektir.
Lenin,
mücadelenin ortasında, elindeki tüm imkânlarla, düşmandaki ve kendisindeki
güçlü ve zayıf yanları anlamanın şart olduğunun bilincindedir. Leninist
strateji anlayışı, bize düşmanı zayıflatıp ondaki güçlü yanları zayıflatacak şekilde
hareket etmek zorunda olduğumuzu, bir yandan da bunu yaparken, kendi güçlü
yanlarımızı koruyup zayıf yanlarımızı güçlü kılmak için uğraşmamız gerektiğini
söyler. Bu ise ancak teori ile pratik arasında kesintisiz ve dinamik bir
biçimde kurulan etkileşimle mümkündür.
Lenin’in
hayatı, fizikçi Paul Langevin’in diyalektik anlayışını eksiksiz yansıtan bir
pratiktir. Onda düşünce eylemden türetilmiştir. Bilinçli insan, o düşünceyi
eyleme dönüştürmek zorundadır. Lenin’in de ortaya koyduğu biçimiyle, mücadelede
ve hareket içerisinde olan diğer olgularda niteliksel dönüşümler, niceliksel
değişikliklerin belirli bir düzeye geldiği noktada meydana gelirler. Yani, mücadele
süreci, her bir aşamasında evrilir ve bu evrim süreci, net bir biçimde
tanımlanmış aşamalar dâhilinde işler. Taktikler tam da bu temelde, bu bakış
açısı üzerinden belirlenmelidir. Bu anlamda, mücadeleyi ileriye taşımak için
belirli anlarda kimsenin beklemediği geri çekilme hamlelerine başvurmak
gerekebilir.
İçindeki
insanların teorik ve pratik bilgi birikiminden bağımsız olarak her bir mücadele,
esasen yeni bir deneyimdir. Bu anlamda her mücadele, belirli düzeyde emprisizmi
içerir, fakat gene de tekerleği yeniden icat etmeye gerek yoktur. İcat
pratiğine, her bir kavganın verildiği somut koşullar yön vermelidir.
Bu
konuda da Lenin, önemli dersler sunuyor: O, emprisizmden de dogmalardan da nefret
eden bir isimdi. Bilgiyi ve başkalarının deneyimlerini eleştirel süzgeçten
geçirip edinmek, bizim mücadele içerisinde ömrümüz boyunca yapmamız gereken bir
şey. İster bilimsel olsun isterse felsefi, mevcut teoriyi duru ve açık bir
biçimde anlamak, düşünce ve eylemimizin çıkış noktasından başka bir şey
değildir. Bir şeyi yaratmaksa mücadeleye girmemizi, çaba harcamamızı, kimi fedakârlıklarda
bulunmanın şart olduğu gerçeğini kabullenmemizi gerekli kılar. Mücadeleye can
veren, sözler değil, günbegün ortaya konulan örgütlü ve disiplinli eylemdir.
Lenin’in yıllarca süren mücadele boyunca sunduğu katkılar, ısrarın ve doğruluğun,
çabanın ve fedakârlığın, doğru yerde ve zamanda gerekli güçleri seferber etme
becerisinin birer sonucudur.
Lenin,
mücadelede kendi öznelliğimizin aşılması gereken en zor engel olduğunun
bilincindeydi. Mücadele dediğiniz şey, başarılardan ve başarısızlıklardan, zaferlerden
ve yenilgilerden oluşur, ama o her daim ilerler. Aynıymış gibi görünse de
ondaki aşamalar aslında çok farklıdır. Çünkü mücadele, bir dizi tesadüften
ibaret bir akış değil, bir süreç; bir yüz metre koşusu değil, bir maratondur.
Bu nedenle yaşanan yenilgi, demoralizasyona ve teslimiyete yol açmamalıdır. Başarısızlık,
insana ileride elde edilecek zaferler için gerekli zeminin oluşmasını sağlayan
dersi verebilir.
Bu
çıkarımın doğruluğunu, ancak her olumlu ve olumsuz deneyimi, her yapılan yanlışı
inceleyip onlardan dersler çıkartabildiğimizde görebiliriz. Gerçek şu ki pratiksiz
teori, zaman kaybıdır, ama öte yandan, teori olmadan hiçbir pratik sonuç
alamaz.
Sadece
Rus halkının değil, tüm insanlığın kaderini sonsuza dek değiştirmiş olan Ekim
Devrimi’nin en önemli mimarı, ilk sosyalist devletin yaratıcısı, eskiden çara
bağlı olan sömürgelerde gerçekleşen devrimin yüce lideri, Sovyet topraklarında geliştirilen
millet meselesi ile ilgili teorinin ve pratiğin öğrencisi, uluslararası işçi hareketinin
militan önderi olarak Lenin, tarihe, bu yüzyıla, insanlığın geleceğine o
devrimci tavrıyla damgasını vurmuştur. Kendisinden sonra gelecek kuşaklara
bıraktığı miras, özel bir mirastır ve derslerle yüklüdür. Lenin’in kurtuluş
hareketlerine yaptığı en kıymetli katkı ise şudur: O, ezilen halklara
kendilerini özgürleştirebileceklerini, tüm engelleri aşabileceklerini,
kendileri için adil, onurlu ve ilerleme kaydeden bir hayat inşa
edebileceklerini net bir biçimde göstermiştir.
Umarım,
sahip olduğu eğilimden veya politik görüşünden bağımsız olarak tüm hakiki
kurtuluş hareketleri, Lenin’in sunduğu dersleri ve örnekliği incelemek için
gayret sarf eder, bu düşünce ve eylemden ilham alır, onun liderlere sunduğu
ahlaki ve düşünsel davranış kılavuzundan istifade eder. Aslına bakılacak
olursa, genelde emperyalizme karşı mücadele düzleminde, kurtuluş hareketleri
ile diğer antiemperyalist çabalar arasındaki ilişkiyi karakterize eden çelişkileri
dikkate aldığımızda, bu bahsini ettiğimiz umudu, sadece ulusal kurtuluş
hareketleriyle sınırlı tutmak, ne adil ne de nesnel bir tutum olacaktır.
Tarihsel
süreç içerisinde ezilen sınıflara veya özgürlük için mücadele eden milletlere
mensup liderler ve devrimci düşünürlerin teorilerinin başına ne geldiyse, bugün
de Lenin’in öğretisinin başına o geliyor. O büyük devrimciler, ömürleri boyunca
ezen sınıfların saldırılarına maruz kaldılar, teorileri bin türlü kötülükle
yüzleşti, yalan ve karalama kampanyalarına, nefretin en şiddetlisine maruz
kaldı. Bu devrimciler, öldükten sonra onları zararsız ikonalara, putlaştırmaya,
ezilen ulusları ve milletleri teskin etmek adına isimlerini değersizleştirmeye
çalıştılar. Ezilen sınıfları ve milletleri kandırmak amacıyla devrimci teoriyi özünden
arındırdılar, devrimci pürüzlerini törpülediler ve onu kabalaştırdılar.
Bugün
işçi hareketi ve ulusal kurtuluş hareketleri içerisinde yer alan oportünistler
de burjuvazi de bu tür bir Leninizm tanımında uzlaşıyorlar. Bu teorinin
devrimci yönünü, devrimci ruhunu söküp atıyorlar, üzerini örtüyorlar veya
tahrip ediyorlar. Burjuvazinin ve emperyalistlerin kabul edebilecekleri, hatta
uygun görebilecekleri şeyleri ön plana alıyorlar ve yüceltiyorlar.
Okur,
burada aslında Lenin’in Marx’a atıfta bulunduğu, Devlet ve Devrim
içerisinde yer alan bir bölümün alıntılandığını hemen fark edecektir. Biz, burada
sadece isimleri değiştirdik, söyleneni, bugünün tarihsel gerçekliği olarak
emperyalizme karşı verilen ölüm-kalım mücadelesine uyarladık. Kabul etmeliyiz
ki bu tespit, bilhassa emperyalizm ve emperyalist düzene karşı mücadele
konusunda yazdıkları dikkate alınacak olursa, Lenin için de gayet uygun.
Burada
amacımız, Lenin’in ulusal kurtuluş hareketiyle ilgili öğretisini kibirli veya
küstahça bir tutumla yeniden formüle etmek değil. Burada amacımız, bilhassa
halklarının ilerlemesi ve kurtuluş için mücadele eden bizim gibi insanlara
önemli gelen kimi yönlerin altını çizmek.
Lenin,
bu yüzyılın başından beri önemli bir ivme kazanmış olan ulusal kurtuluş hareketinin
olağan bir tarihsel olgunu ortaya koydu. İlerlemeye ve gerilemeye tanıklık eden
dönemlerin yaşandığı tüm kıtalarda, sadece kabileler veya etnisiteler kurtuluş
mücadelesi vermiyorlar. Milletler de kurtuluş mücadelesi içerisine giriyorlar.
Hintçini ve Asya’nın diğer bölgelerinde, Meksika’da, Bolivya’da ve Amerika
kıtasının diğer ülkelerinde genelde Balkanlarda, özelde Yunanistan’da, Avrupa’da
Portekiz’de, Mısır’da, Doğu ve Batı Afrika’da, cemi cümlesinde ulusal kurtuluş
mücadelelerinin geride önemli bir miras bıraktıkları görülüyor.
İster
zafere ulaşmış olsunlar, isterse yenilmiş olsunlar, bu hareketler varoldular;
insanlığın ekonomik ve politik evriminde yüzleşilen aşamalarda toplumların
tarihsel açıdan nerede durduğunun bir önemi yok, bu hareketler, halklarının
aklında ve ruhunda silinmez izler bıraktılar.
Ama
gene de kafa karışıklığından uzak durmak gerekiyor. Lenin, Roma İmparatorluğu’nun
Britanya İmparatorluğu ile aynı tarihsel gerçekliğe sahip olmadığını ortaya
koydu. Her iki imparatorluk, toplumlar arasında kurulan ilişkilere tanıklık
etti. İkisi de birer yabancı devlet olarak başka halkları veya milletleri ekonomik
açıdan sömürdü, onların boyunlarına politik boyunduruklar geçirdi, aynı zamanda
yabancı yönetici sınıflar olarak aynı sürece katkıda bulundu.
Şurası
açık: Charlemagne ne Sezar ne de Atilla idi, olamazdı da, ama artık hiçbir
emperyalist ülkenin devlet başkanının da Afrika’da kendi ismini taşıyan bir Gana
imparatoru veya Ming ailesi içinden çıkmış bir imparator, Amerika kıtasını
fetheden bir Cortez veya Rus çarı olamayacağı görüldü. Aynı şekilde, aynı
sebeplere bağlı olarak, bugünün emperyalist bankaları ve tekelleri de Venedik
tüccarlarının ve Almanya’daki Hansa Birliği’nin meydana getirdiği eski
birlikler değil.
Lenin,
(kabile veya etnisite temelli) askeri aristokrasinin hâkimiyetine, feodal
düzene, hatta serbest rekabet kapitalizminin tesis ettiği yabancı kapitalist
düzene karşı verilen kurtuluş mücadelesinin emperyalizme karşı verilen ulusal
kurtuluş mücadelesiyle, tekellerin ekonomik ve politik hâkimiyetine karşı
verilen mücadeleyle ve finans kapitalizminin sömürgeciliği ve
yeni-sömürgeciliğine karşı verilen mücadeleyle aynı türden bir tarihsel
gerçeklik olmadığını ortaya koydu. Şu gerçek artık görülmeli: bugün emperyalizm,
ulusal kurtuluş hareketi içerisinde artık oldukça farklı görülüyor, onun geri
döndürülemez bir biçimde dönüştüğünü herkes idrak ediyor. Bugün ulusal kurtuluş
hareketi, kendisini emperyalist düzene karşı doğal ve zaruri bir direniş olarak
tanımlayıp örgütlüyor.
Kısıtlarından
ve zincirlerinden tümüyle kurtulmuş bir tür kapitalizm olarak emperyalizmin
içsel ve dışsal özelliklerini tanımlamak suretiyle Lenin, emperyalizmin üç beş
ülkeye ait bir avuç şirketteki finans kapitalin yoğunlaşmasının bir sonucu
olduğunu, tekellerin doymak bilmez hâkimiyetini ifade ettiğini ortaya koydu.
Aynı zamanda Lenin, emperyalizmin düşmanı olan ulusal kurtuluş mücadelesini
tanımladı, içerik ve biçimde geriye döndürülemez bir biçimde yaşadığı dönüşümün
genel çerçevesini çizdi ve evriminin izleyeceği genel hatta dair bilimsel
öngörülerini aktardı.
Günümüzde
süren mücadelenin temel gerçeklerini ortaya çıkartma, hatta öngörme maharetini
bir tek Lenin gösterdi. Zira o, yaptığı analizle, emperyalist gerçekliğin
köklerine indi, bu gerçekliğe karşı verilecek genel mücadelenin temellerini
ortaya koydu.
O
derinlikli eleştirisiyle Lenin, emperyalizmin temel özelliğini açıklığa
kavuşturdu, içsel ve dışsal özelliklerini, kapitalist dünyanın içinde ve
dışında yol açtığı ekonomik, politik ve toplumsal sonuçları inceledi. Lenin,
emperyalizmin güçlü ve zayıf yanlarının görülmesini sağladı. Ona göre, artık
emperyalizm sadece basit bir gerçeklik değil, başlı başına bir dönemi ifade
ediyordu. Bu sebeple Lenin, insanlığın evrim sürecine ilişkin yeni görüşler sundu.
Emperyalizm
denilen olguyu coğrafi açıdan konumlandıran, ekonomi faktörünü politik veya
politik-toplumsal sonuçlardan ayıran, bunu yaparken, aynı olgunun iki yönü
arasındaki dinamik karşılıklı bağımlılık ilişkisinin izlerini sürekli takip
eden, emperyalizmin dünyanın geri kalan kısmıyla kurduğu ilişkinin niteliklerini
ortaya koyan Lenin, hem emperyalizmi hem de ulusal kurtuluş mücadelesini gerçek
tarihsel koordinatlarına nesnelliği gözeten bir çalışmayla oturtmayı bildi. Böylelikle
Lenin, emperyalizmle emperyalist düzen arasındaki farkı ve temel bağları
belirledi.
Lenin’in
analizi, ulusal kurtuluş mücadelesinin çok yönlü gelişimi için gerçekçi bir teşvik
ve bu gelişim dâhilinde kullanılacak güçlü bir silâhtır. Bu analizin hareketin
evrimine çok daha fazla katkı sunduğunu görmek gerekmektedir.
Marx,
bilhassa Kapital’de, kapitalizmin anatomisini ortaya koymuş, patolojik
anatomisini keşfetmişse, Lenin de emperyalizm çalışmasında gebermekte olan
kapitalizmin ön otopsisini gerçekleştirmiştir. Bu tespit ışığında, şunu
söylemek abartılı olmaz: Lenin’e göre finans kapital, bilhassa Afrika’da,
sömürgelerdeki tekellerin kendilerini güçlendirdikleri ve dünyanın taksim
edilmesi süreci üzerinden ülke dışında maddi zemin buldukları topyekûn ekonomik
ve politik hâkimiyeti tesis ettiği koşullarda, kapitalizm, bedenen çürümeye başlamıştır.
Yüzeysel
de olsa büyük kapitalist ülkelerin (en azından en önemlilerinin) ekonomik
tarihini ele alan bir çalışma, tekellerde ve bankalarda temsil olunan finans
kapital ile serbest rekabetçi sermaye arasındaki mücadelenin genelde finans
kapitalin zaferi ile dindiğini ortaya koyar. İşte bu, emperyalizmdir.
Dolayısıyla
Lenin’in haklılığını teslim etmeliyiz: kapitalizm emperyalizmi yaratmış,
böylelikle onun yıkımına ait tohumları da ekmiştir. Dün emperyalizm kapitalizmi
öldürdü, bugün de öldürmeye devam etmektedir. Esasında tekellere, belirli
ülkelerde özel finans kapitalin devasa ölçülerde birikmesine, neticede bu
ülkelerin emperyalist ülkeler hâline gelmesine neden olan serbest rekabet
denilen bağlamda güç ilişkileri önemli bir dönüşüm yaşamıştır. Bu yeni durum,
emperyalist ülkeler arasında bazen gizli bazen açık bir biçimde, bazen “barışçıl
bir yoldan” bazen de şiddet üzerinden açığa çıkan, çözümsüz çelişkinin
kökenidir. Üretici güçlerin gelişimi konusunda farklı düzeylerde olan bu ülkeler,
hammaddeleri elde etmek için rekabet içine girmekte, yeni pazarları ele
geçirmekte, finans kapital adına artık değer üretme konusunda doymak bilmez bir
iştahla hareket etmektedirler.
Bu
duru ve gerçekçi analiz temelinde Lenin, doğalında, emperyalizme karşı
mücadelenin gelişimiyle ilgili önemli sonuçlara ulaşır.
Bizim
için bilhassa şu sonuçlar, çok büyük bir önem taşımaktadır:
1.
Üretim faaliyetinin toplumsal niteliği ile üretim araçları üzerindeki özel
mülkiyet arasında mevcut olan çelişkinin derinleşmesiyle birlikte bu özel mülkiyet
son aşamasına gelmiş, finans kapitalin sınırsız bir biçimde birikmesi ve
tekellerin elde ettikleri zaferler, bugün emperyalizmde temsil olunan
kapitalist rejimin ileride sonunu getirecek devrim için uygun koşulları
yaratmıştır.
2.
Devrim mümkündür, zaruridir ve acildir. Birkaç ülkede yaşanmasa bile, bilhassa
kapitalist ülkelerinin dünyayı yeniden taksim etmek için verdikleri savaşta
(Birinci Dünya Savaşı’nda) emperyalizmin saldırgan yönünün açığa çıktığı
koşullarda devrim en azından bir ülkede mümkündür.
3.
Sosyalist bir devletin kurulması, emperyalizme ağır bir darbe indirecek, uluslararası
işçi hareketinin ve ulusal kurtuluş hareketinin gelişimi açısından yeni bakış
açılarının ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
4.
Emperyalist-kapitalist devletler yeniden silâhlı çatışma içerisine girebilirler.
Bu anlamda, “aşırı tarım” gibi, emperyalist devletler arası çelişkileri çözüme
kavuşturacağı söylenen aşırı emperyalizm veya süper emperyalizm hipotezi,
ütopyadan başka bir şey değildir. Bu kapışma neticesinde emperyalizm kaçınılmaz
olarak zayıflayacaktır (İkinci Dünya Savaşı). Böylelikle, emperyalizmi yok etmeye
yazgılı olan güçlerin gelişeceği uygun koşullar oluşacak, bu anlamda, yeni
sosyalist iktidarlar tesis edilecek, uluslararası işçi hareketi ve ulusal
kurtuluş hareketi gücüne güç katacaktır.
5.
İster istemez Afrika, Asya ve Latin Amerika’nın ezilen halkları, kendilerine
zulmeden dünya emperyalist sisteminin tasfiye edilmesine dönük kavgada önemli
bir rol üstleneceklerdir.
Lenin’in
ulaştığı bu sonuçlar, emperyalizmle ilgili çalışmalarında açık ve örtük olarak
dile getirilmektedir. Tarihin teyit ettiği bu sonuçlar, kurtuluş hareketinin düşünce
ve eylemi için önemli birer katkıdır.
Marksist
veya Leninist olmasa da Lenin’in analizinin ve sonuçlarının dahice olduğunu ve
geçerliliğini ispatladığını, bu analizin ve ulaşılan sonuçların tarihsel kapsam
açısından sahip olduğu zenginliği görmeyen tek bir insan bile yoktur. Lenin,
emperyalist hâkimiyetten hep birlikte kurtulmak için mücadele eden halkların
yürüdükleri, çoğunlukla dikenli, kimi vakit de karanlık olan yolu tüm o
bereketli, duru ve berrak aklı ile aydınlatmaktadır.
Amílcar Cabral
Nisan
1970
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder