Enflasyon
artışına, dolayısıyla, ekonomilerin ücret-fiyat sarmalına sürüklenmesine sebep
olan, “aşırı” ücret artışları mıdır?
1865 yılında Marx, Uluslararası İşçi Derneği
konseyinin üyesi Thomas Weston’la bir
tartışma içine girer. Tartışmada marangoz sendikasının lideri olan Weston,
ücret artışlarının beyhude olduğunu, çünkü ücretler artırıldığında, işverenler,
kârlarını artırmak için fiyatları yukarı çekecek, bunun sonucunda da enflasyon
alım gücünü hızla azaltacak, reel ücretler zerre artmayacak, işçiler,
ücret-fiyat sarmalı sebebiyle hiçbir şey elde edemeyip, en başa döneceklerdir.
Marx,
Weston’ın argümanına sert bir cevap verir. Değer, Fiyat ve Kâr adıyla
bir broşür olarak basılan cevabında Marx, sırasıyla şunları söyler:
1.
“Ücret, genelde önceki fiyat artışlarının
yolunu izleyerek artar.” Ücret artışı, neticede işçilerin gerçeklikle alakası
bulunmayan yüksek ücret talepleri sebebiyle değil, fiyatlardaki artışı telafi
etmeye yönelik bir cevap olarak gerçekleşir.
2.
Enflasyondaki artışa sebep olan, ücret artışları değildir. Marx’ın ifadesiyle,
fiyatlardaki değişikliklere üretimin miktarı (büyüme oranları -yn.)
emeğin üretici güçleri (üretme kapasitesindeki artış -yn.), paranın
değeri (para arzındaki artış -yn.), piyasa fiyatlarındaki dalgalanmalar (para
arzındaki artış -yn.) ve sanayideki döngünün farklı aşamaları (canlanma
veya çöküş -yn.) gibi birçok farklı husus etki eder.
Bunun
dışında Marx şunu söyler: “Ücret oranındaki artış, genel kâr oranında düşüşe
yol açar, ama emtia fiyatlarını etkilemez.” Başka bir ifadeyle, ücretlerdeki
artışların gelirden kâra giden payı düşürme, dolayısıyla sermayenin kârlılığını
azaltma olasılığı çok daha yüksektir. Tam da bu sebeple kapitalistler ve
onların iktisat sahasında ödül peşinde koşan elemanları, ücret artışlarına
karşı çıkarlar. Bunların “ücret-fiyat sarmalı diye bir şey var, bunun neticesinde
ücret artışları fiyat artışlarına yol açar” olarak özetlenebilecek iddiaları,
sermayenin kârlılığını korumak için kullandıkları ideolojik bir sis perdesidir.
Peki
Marx haklı mı? Modern ana akım iktisat, “aşırı” ücret artışlarının enflasyona
yol açacağını ve ücret-fiyat sarmalının ortaya çıkmasına neden olacağını iddia
etmeyi sürdürdüler. Bugün de enflasyondaki
artışla ilgili olarak dillendirilen görüşleri bu bağlamda ele almak gerekiyor:
Bu
görüşlere ilk örnek, İngiltere Merkez Bankası Başkanı Andrew Bailey’nin son açıklaması:
“Yanlış anlaşılmasın, ben,
kimsenin maaşına zam yapılmasın demiyorum. Ben, sadece şunu söylüyorum: ücretle
ilgili pazarlıklara kısıtlama getirilmeli, aksi takdirde ücretler kontrolden
çıkacak.”
Meramını
daha açık ifade eden ikinci örneğe geçelim: 150 yıl önce Thomas Weston’ın
söylediğini dile getiren, ABD başkanı Obama’nın eski ekonomi danışmanı Jason
Furman, argümanını şu şekilde dillendiriyor:
“Ücretler arttığında
fiyatlar da artar. Eğer uçak yakıtı veya gıda bileşenlerinin fiyatı artarsa,
havayolları veya restoranlar da fiyatlarını artırırlar. Aynı şekilde, eğer
hizmet sağlayıcılara veya uçuş sürecinde yer alan çalışanlara daha fazla ücret
verirseniz, fiyatlar da artar. Bu, temel mikro iktisadın ve sağduyunun
söylediği bir gerçektir.”
Ana
akım iktisadın temel mikro iktisat bilgisi de sağduyusu da yanlış yerde duruyor.
Dile getirilen argüman tümden yanlış.
Bu
hafta içerisinde IMF, Bailey’nin ve Furman’ın argümanını çürüten, ücret ve
fiyat artışlarının hareketine dair kapsamlı bir veri analizi sundu.[1] Bu
çalışmada IMF, söz konusu meselelere çözüm bulurken, ücret-fiyat sarmalının
empirik tanımını sunuyor, bu tanımı ekonomileri dikine kesen bir analiz yöntemi
üzerinden, ta altmışlara dek uzanan gelişmiş
ekonomilerinin hikâyelerine ait veri birikimine tatbik ediyor. Bu veri birikimiyle ilgili çalışma, altmış
yılı aşan bir zaman dilimini ve birçok farklı ülkeyi kapsıyor.
IMF,
bu çalışmada şu sonuçlara ulaştı:
“En iyi hâliyle, ücretler
ve fiyatlardaki sürekli ivmelenme olarak tanımlanan ücret-fiyat sarmallarına yakın
döneme ait kayıtlarda rastlamak pek mümkün değil. Altmışlara dek uzanan ve
ücret ile fiyatlardaki artışa tanık olunan 79 dönemin içerisinde çok azında ilk
sekiz çeyreğin ardından artış yaşanıyor. Bunun dışında, ücret ve fiyattaki
sürekli artış, reel ücretlerin önemli ölçüde düştüğü bugünküne benzer dönemlerden
farklı olarak, pek yaşanmıyor. Bu örneklerde nominal ücretlerdeki genel eğilim,
reel ücretlerdeki kayıpları kısmen telafi etmek adına enflasyonu yakalama, büyüme
oranlarındaki genel eğilimse ilk artışın yaşanmasından önceki düzeyin üzerine
çıkıp istikrara kavuşma yönündedir. Ücret artış oranları, en nihayetinde enflasyonla
ve işgücü piyasasında gözlemlenen daralma ile tutarlı bir seyir içerisindedir. Görünüşe
göre, bu mekanizma, ücret-fiyat sarmalı olarak nitelendirilebilecek kalıcı
ivmelenme dinamiklerine yol açmamaktadır.”
Daha
fazlası var:
“Biz, ücret-fiyat
sarmalını art arda dört çeyrekten en az üçünde tüketici fiyatlarının hızlandığı
ve nominal ücretlerin arttığı bir dönem olarak tanımlıyoruz.”
Devamında
IMF şu tespiti yapıyor:
“Belki de şaşırtıcı bir
biçimde, bu türden çok az sayıdaki dönemlerde ücret ve fiyatlarda sürekli bir
artış yaşanmıştır. Enflasyon ve nominal ücret artışındaki genel eğilim,
istikrara kavuşma yönündedir. Bu süreçte reel ücret artışında genel bir
değişiklik yaşanmaz. Ücret Phillips eğrisi kullanılarak ücret dinamiklerinin
ayrıştırılıp netleştirilmesine dönük bir çalışma, nominal ücret artışının
normalde gözlemlenen enflasyon ve işgücü piyasası darlığıyla tutarlı düzeylerde
istikrar kazandığını ortaya koymaktadır. Reel ücretlerin düştüğü ve işgücü
piyasalarının daraldığı, son dönemde tanık olunan seyri taklit eden hikâyelere
odaklanıldığında, düşen enflasyon ve nominal ücret artışları bunu takip etme
eğiliminde olmuş ve böylece reel ücretlerin arayı kapatmasına izin vermiştir.”
IMF’in
ulaştığı sonuç şu şekilde:
“Nominal ücretlerdeki
artış, ille de ücret-fiyat sarmalının galebe çaldığının bir işareti olarak
görülmemelidir.”
Enflasyonun
yüksek olduğu dönemlerde ücretler fiyatları yakalama çabası içine girerler. Fakat
o durumda bile ücret artışları, ücret-fiyat sarmallarına sebep olmazlar. Dolayısıyla
Marx’ın görüşü doğrulanmaktadır.
Bu
görüşü ilk elden kanıtlamak istiyorsanız, Alman imalat işverenleri ile
Almanya'nın en büyük sendikası IG Metall arasında bu hafta imzalanan ücret
anlaşmasını ele alın.[2] İşçiler, şu anda yüzde 11,6 ile 70 yılın en yüksek
seviyesinde olan Almanya enflasyon oranının çok altında ücret artışları alacak,
gelecek yıl yüzde 5,2 ve 2024’te yüzde 3,3 zam alacak, ayrıca iki adet 1.500
avroluk toplu ödeme alacaklar.
Commerzbank
baş ekonomisti Jörg Krämer, sendikalar ve işverenlerin “enerji ithalatı
maliyetlerindeki ani artışın neden olduğu gelir kayıplarıyla nasıl başa
çıkacakları konusunda bir uzlaşma yolu bulduklarını” söyledi. Devamında sözlerine
şu cümleyi ekledi: “Ben, buna ücret-fiyat sarmalı demezdim.” Zaten denilemez,
zira Almanya’da örgütlülük düzeyi en iyi durumda olan işçiler bile önümüzdeki iki
yıl boyunca alım güçlerinin azalmasına neden olacak anlaşmayı kabul etmek
zorunda kalacaklar.
IMF’in yaptığı analiz, daha önce yapılmış diğer
birçok empirik çalışmayı doğruluyor. Gerçekten de ücretlerin tüm büyük
ekonomilerde gayrisafi yurtiçi hâsıla içerisindeki payı seksenlerden beri düşüyor.
Buna karşılık, kâr payı artıyor. 2019 yılından bugüne dek uzanan dönem boyunca
enflasyon oranları ise yıllık yüzde 2-3’ü aşmıyor.
Ayrıca
ücretler, fiyatlar ve işsizlikteki değişimler arasında ters bir korelasyon/ilinti
bulunmadığı görülüyor. Böylesi bir ilintinin bulunduğunu iddia eden klasik
Keynesçi Phillips eğrisinin yanlış olduğu ortaya kondu. Aslında işsizliğin ve
fiyatların birlikte arttığı yetmişlerde dile getirilmiş bir görüş bu. Empirik
veriler üzerinden yapılan hesaplamalar, Phillips eğrisinin düz olduğunu ortaya
koyuyor. Yani ücret-fiyat sarmalı diye bir şey yok.
Ücret-fiyat
sarmalını çürüten bu tür kanıtlara rağmen, ana akım iktisat ve resmi makamlar,
bunun sürekli enflasyon için önemli bir risk olduğunu iddia etmeyi sürdürüyor.
Bunun nedeni, kapitalizm için mücadele eden, iktisat alanında ödül avcılığı
yapan kişilerin ücret artışlarının enflasyona neden olduğuna inanmaları değil.
Bunun nedeni, kârları korumak ve sürdürmek için yükselen enflasyon karşısında “ücretlerde
kısıtlama” talep etmeleridir. Dolayısıyla bu isimler, önümüzdeki yıl içinde
ekonomileri çöküşe sürükleyecek olan merkez bankası kaynaklı faiz artışlarını
destekliyorlar.
ABD
Merkez Bankası Başkanı, meramını gayet iyi dile döküyor:
“İlkesel olarak […] talebi
makul düzeye çekerek ücretleri düşürebilir, ardından da enflasyonu ekonomiyi
yavaşlatmak zorunda kalmadan, resesyonla yüzleşmeden ve işsizlik oranını maddi
düzeyde artırmadan aşağı çekebiliriz. Bu anlamda elimizde enflasyonu düşürecek
bir seçenek mevcut.”
Financial
Times’da köşe yazarı, Keynesçi ekonomi danışmanı Martin Wolf, isteğini daha açık bir biçimde
dile getiriyor:
“Merkez bankası yetkilileri,
enflasyon beklentilerini istikrarsızlığa mahkûm edecek ücret-fiyat sarmalına
mani olmalılar. Bunun için para politikasının sıkı bir biçimde uygulanması
gerekiyor. Başka bir ifadeyle, işgücü piyasasının boşaltılması veya varolan
boşlukların muhafaza edilmesi gerekiyor.”
Demek
ki faiz oranlarını artırmaya yönelik adımların ardındaki gerçek amaç,
ücret-fiyat sarmalını durdurmak değil, işsizliği artırmak ve emeğin pazarlık
gücünü kırmaktır. Bu noktada akla, seksenlerde İngiliz başbakanı Margaret
Thatcher’ın baş ekonomi danışmanı Alan Budd’un şu yorumu geliyor:
“Fiiliyatta politik
kararlar alan insanlar, enflasyonu düşürmenin doğru yolunun bu olduğuna bir an
bile inanmamış olabilirler. Gelgelelim bu insanlar, [monetarizmin] işsizliği
artırmanın en iyi ve en âlâ yolu olduğunu, işsizlik oranını artırmanın işçi
sınıfının gücünü azaltmanın son derece arzu edilir bir yolu olduğunu gördüler.”
Michael Roberts
20
Kasım 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Jorge Alvarez, John Bluedom vd., “Wage-Price Spirals: What is the
Historical Evidence”, Kasım 2022, PDF.
[2] Martin Arnold ve Patricia Nilsson, “Benchmark German pay deal eases inflation fears”, 18 Kasım 2022, FT.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder