Tacikistan’daki Gorno-Bedahşan Özerk Bölgesi’nin başkenti
Horog’da bir Stalin büstü
İsmailîlere
Çağrı
Moskova,
Babahanov ve Resulev’in ortaya koydukları çalışmaların sonuçlarından memnun
kalmış olacak ki üzerinden daha bir yıl bile geçmeden mevcut iki örgütü model
alan iki ek diyanet işleri müdürlüğü daha kuruldu. Yeni kurulan Kuzey Kafkasya
Merkezi Müslüman Diyanet İşleri Müdürlüğü’nün (DUMSK) başına Hizri Gebekov, Şii
şeyhülislam Ahund Ağa Memed Caferoğlu Alizade (Alizade Ahund) da Kafkasötesi
Müslümanları Diyanet İşleri Müdürlüğü’nün (DUMZAK) başına getirildi. DUMZAK’ın
liderleri, Stalin’e yazdıkları mektupta kendisine, “Müslüman kardeşlerini
askerlik hizmeti vermeye çağıracaklarına, onların Sovyet toprağı üzerinde
yaşayan diğer tüm halklarla birlikte ecdadının o kutsal olan toprağını
savunmalarını sağlayacaklarına dair” güvence verdi.[1]
İshan
Babahanov gibi Gebekov ve Alizade de “yeniden ıslah edilmezden” önce
Sovyetler’de kurulan din karşıtı kampanyalar kapsamında zulümle yüzleşmiş
isimlerdi. DUMZAK’ın kuruluş kongresinde artık aşina olduğumuz bir mesaj
iletildi. Ama bu mesajda Resulev’in o cesur panislamizminden ve Babahanov’un
tasavvuf geleneğine yönelik hürmetinden eser yoktu.
“Yurtsever Savaş’ın daha
ilk gününden itibaren iman sahibi Müslümanlar, vatan savunmasının kutsal bir
görev olduklarını görmüşlerdir. […] Biz, ordu içerisinde askerlik yapan, cephe
gerisinde çalışan tüm iman sahibi kadın ve erkeklerin düşmanla savaşması,
düşman tümüyle yok edilene dek canlarını vermemeleri, cephe gerisinde her türlü
çabayı ortaya koymaları, böylelikle ordumuzun ve vatanımızın gücüne güç
katmaları çağrısında bulunuyoruz. […] Bundan sonra Hitler’in mücrim devleti ve haydutlar
ordusu ile yürüttüğü savaşta onu yok edeceği vakti yakın eyleyene, Sovyet
devletimizi ve onun şanlı müttefiklerini zafere ulaştırana dek niyaz edin.”[2]
Şurası
açık ki dört farklı bölgede dört ayrı diyanet işleri müdürlüğü kurmak suretiyle
Sovyet devleti, esasen Sovyet Müslümanlarının oluşturduğu toplam nüfusun büyük
bir kısmına ulaşmayı ümit ediyordu.[3] Peki ama ana akımın dışında duran
Müslüman gruplara ne olacaktı?
Bu
konuda en fazla öne çıkan grup ise Tacikistan’daki Nizari İsmailîliğine mensup
Şiilerdi. Birkaç bin kişiden oluşan grup, büyük ölçüde bugün Gorno-Bedahşan
Özerk Bölgesi içerisinde yer alan ve “Bedahşan’ın sağ yakası” olarak anılan
dağlık bölgede yaşıyorlardı. Burası, Sovyetler Birliği’nin en yoksul
yerlerinden biriydi. Bugün Tacikistan’ın toplam nüfusu içerisinde tahmini yüzde
3 civarında bir orana sahip olan bu İsmailîler, Ağa Han ailesini toplumlarının
dinî lideri kabul ediyorlar.
İkinci
Dünya Savaşı sırasında cemaatin başında üçüncü Ağa Han, yani Sultan Muhammed
Şah (1877– 1957) vardı. İngiliz kraliçesi tarafından şövalye unvanı verilen,
Batı’da yarış atları ile dolu ahırların sahibi olarak ünlenmiş olan III. Ağa
Han, binlerce yurttaşı üzerinde dinî otoriteye sahip olmasına karşın Sovyet
hükümetiyle pek iletişim kurmamıştı. Hatta birkaç yıl öncesinde Sovyet yetkilileri,
gerçekte karşılığı olmayan bir komplonun arkasında Ağa Han’ın olduğuna inanmış,
bu komploya bağlı olarak, Bedahşan’daki müritlerinin isyana kalkışacaklarına
inanmıştı.[4] Yirmilerin ortalarında ise Sovyet ajanları, İsmailîlerin
“Sovyetler’e düşman olan hükümetlerin nüfuzu altında olduklarından, onlara bu
tür hükümetlerin hamilik ettiğinden endişe duyduklarını dile getiriyorlardı.[5]
Ne var ki bu endişeler tümüyle temelsiz değildi: Haziran 1927’de kaleme alınan
bir ajan raporunda, Ağa Han’ın Bolşevikleri, başka şeylerin yanında, dinin ve
doğanın en kutsal ilkelerini yok etmeye niyetlenmekle suçladığı konuşmalardan
bahsedilmekteydi. Aynı raporda, Ağa Han’ın küresel elitlerin komünizmle
mücadele yönünde aldıkları ortak karar üzerinden toplanan konferanslardan en az
birine katıldığı söylenmekteydi.[6]
Öte
yandan, ortada belirgin bir paranoya da söz konusuydu. Yulya Guseva’nın
tespitiyle, dört diyanet işleri müdürlüğünün kurulmasının arkasındaki ana
sebep, hem Güney Asya’dan hem de Arap dünyasından Sovyetler Birliği topraklarına
girmekte olan “Panislamcı” propagandaya karşı koymaktı. Oysa SSCB içerisine bu
türden bir propagandanın güçlü araçlarla sızdığına dair elde herhangi bir kanıt
yoktu.[7] Guseva’nın da dediği gibi, eğer Müslüman “enternasyonalizm”inin yol
açtığı tehdit ciddiyet arz etseydi, aşılması gayet kolay olan sınır boylarında
yaşayan ve kapitalist hükümetlerle güçlü bir bağa sahip bulunan yabancı bir
lidere kendilerini adamış olan İsmailîler, bu propaganda faaliyetinin ele
geçireceği ilk toplumsal kesim olurlardı. Esasında İsmailî toplumuna Sovyet
hükümeti adına yapılacak her türden dinî çağrı, öncelikle Sovyet devletine
bağlılığa dönük vurgu ile Sovyetler’le alakası bulunmayan bir lidere bağlılık
arasında uzanan çizginin aşılmasını gerekli kılıyordu. Dönemin propaganda
faaliyetlerinde kullanılan formül gereği, dindar bir Müslüman, Stalin’in Kızıl
Ordu’suna destek vermek durumundaydı, aynı zamanda dindar bir İsmailî,
Bolşevizmle ilgili duygularını hiç sakınmadan dile getiren, hem kulübelerden
hem de saraylardan destek gören bir adama destek sunmak zorundaydı.
Gene
de bu İsmailî toplumuna ulaşmak için kimi adımlar atıldı. Pamir Dağları’nda
gerçekleştirdikleri yolculuk esnasında Kavahara Yayoi ve Ümit Memeşerzodoşev’in
bulduğu Farsça kaleme alınmış önemli bir belgede, İsmailî cemaatinin bir yandan
Ağa Han’a bağlı olduğu ortaya konuluyor, bir yandan da savaşta Sovyetler’e
destek sunulması gerektiğinden bahsediliyor.[8] Bu belge, besmeleden önce
İmam’a selam duruyor ve “Haşmetmahapları Mevlânâ Sultan Muhammed Şah!” ibaresine
yer veriliyor. Metni kaleme alanlar[9], devamında tüm Müslüman âlemine hitap
eden bildiride, “Kuhistan’ın, Bedahşan’ın, Türkistan’ın, Buhara’nın, Allah’ın
bahşettiği Afganistan’ın, İran’ın, Çin’in, Suriye’nin, Irak’ın ve diğer
ülkelerin Müslümanları”na sesleniliyor. Ancak yazının bundan sonraki
satırlarında özel olarak tüm dünya genelindeki İsmailîlere hitap ediliyor.
“Biz İsmailîye’nin saf
dininin savunucularıyız. Haşmetmahapları Mevlânâ Ağa Han’ın gölgesinde yalnız
kalmalı, başkalarıyla eşit olmadığımızı bilmeliyiz. Onu sevmek bizim
yükümlülüğümüz, her birimiz Pamir Dağları’nda, Kuhistan’da ve Bedahşan’da
dolaşan Mevlânâ’ya yardım etmeyi bir iş bellemeli.”
Burada
İsmailî cemaatine diğer Müslümanlardan ayrı, beynelmilel bir cemaat olarak
hitap ediliyor. Samimi bir ifadeyle başlayan metin, devamında Nazilerin
yaptıkları zulümleri özetliyor:
“Halkların cellâdı olan Hitler,
o taraftarlarıyla birlikte, tüm Avrupa’yı yağmaladı. Avrupa’yı kan ve gözyaşı
deryası kapladı. Hitler, binlerce yoksul insanı öldürdü.
Faşizm nereye adım atsa, oralarda
cesetlerden dağlar oluştu. Izdıraba sürüklenen, canlarını kaybeden o çocukların
ve yaşlıların feryatlarını da, namusları kirletilen, işkence gören kadınların
ve kızların çığlıklarını ve figanını da kimse duymadı. Faşistler, insanları aç
bırakıp öldürdükten sonra o yeri terk ediyor.”[10]
Burada
esasen sadece Nazilerin şiddetinden değil, ayrıca ideolojilerinden de nefret
edilmesi gerektiği üzerinde duruluyor. Tıpkı Babahanov’un konuşmasında olduğu gibi
bu çağrıda da bu ideolojinin Sovyetler’in temel ilkelerini tehdit ettiği
söyleniyor:
“Hitler, Alman ırkının saf
olmasını, her yerde hâkimiyet kurmasını söyleyen bir ideolojiyi savunuyor. Bu
ideoloji, dünyadaki diğer tüm halkları tek ırk kabul ediyor, Doğulu
Müslümanları maymun olarak görüyor. Bu ‘ideoloji’yi fiiliyata dökmek suretiyle
Almanlar, diğer halkları köleleştirmek ve onların kendilerini yönetme
imkânlarını ortadan kaldırmak istiyorlar. Hitler ve müttefikleri,
bilinçlenmenin ve kültürün yanında vicdan hürriyetinin de düşmanı olduğunu
ortaya koymuştur.”[11]
Bundan
sonraki satırlar, sanki doğrudan Babahanov’un konuşmasından alınmış veya ortak
bir kalıptan çıkmış gibi:
“Nazi devleti, Sovyetler
Birliği ile imzaladığı anlaşmayı bozdu ve savaş ilân etmeyi gerekli bile
görmeden, kadınlarımızı, erkeklerimizi köleleştirme, çocuklarımızı yetim ve
yapayalnız bırakma, ocaklarımızı söndürme, evlerimize ahlaksızlığı ve kötülüğü
sokma, kanunlarımızı ayaklar altına alma, dinimizi hor görüp ona hakaret etme,
bağımızı bahçemizi viraneye, ülkemizi çöle çevirme, vatanımızı yok etme yeminine
sadık kalarak Sovyetler’e saldırdı.”[12]
Ancak
İsmailî liderleri, Babahanov’un Orta Asya’nın kutsal mekânlarından söz etmek
yerine, Resulev’in konuşmasından bir bölümü alıyor. Bu bölümde, Nazilerin Kafkasya
ve Kırım’da yol açtığı tahribata yer veriliyor. Benzer bir değerlendirmeyi bir
yıl önce Resulev’in çağrısı da yapıyor:
“Müminleri ve gazileri ile
ün salmış bir bölge olan Kuzey Kafkasya’da Naziler, büyük suçlar işlediler.
Naziler, halkın mallarını talan ettiler, dağlıların evlerini ateşe verdiler,
havaya uçurdular, binlerce kadın erkek ele geçirilip köleleştirildi. Krasnodar
ve civarında, Harkov gibi yerlerde, Alman komutanlarının emirleriyle, aralarında
hastaların, yaşlıların, kadınların ve çocukların bulunduğu binlerce insan, gaz
verilerek boğuldu ve zehirlendi. Almanlar yüzünden halkımızın kendi elleriyle
inşa ettikleri o büyük kanallarda ve su yollarında yetimlerin gözyaşları ve
kanları aktı. Bu köpekler, masum insanların kanına girecek kadar vahşi. Ne
Allah biliyorlar, ne kitap, bu zulme, bu zorbalığa, bu kana susamışlığa mani
olacak hiçbir güç yok mu?”[13]
Dinî
ya da seküler, savaş döneminde ortaya konulan propaganda faaliyetlerinde bakış
açısı birden değişti. Artık mağdurluk değil, kahramanlıklar üzerinde duruluyor,
Sovyetler’in müşterek mücadelesine işaret ediliyordu:
“Sovyetler Birliği
halkları, Tacikler, Özbekler, Türkmenler, Tatarlar, Ruslar, Ukraynalılar ve
diğerleri, canımızdan yüce tuttuğumuz vatanımızı savunurken verdiğimiz
mücadelede ayağa kalktılar ve müşterek düşmana karşı birlik oldular.”
Ancak
öte yandan “seküler” propaganda stratejileri çarpıcı bir biçimde terse çevriliyor,
Müslüman halkların “seküler” bir mücadele içerisinde diğer Sovyet
yurttaşlarıyla birleşmedikleri, bilâkis, Müslüman olmayanların Müslümanların
öncülüğünde ilerleyen cihada dâhil oldukları üzerinde duruluyordu.
“Bugün faşizmin ezdiği, bugün
olmasa bile yarın illaki ezeceği Avrupa halkları, Müslüman olsun ya da olmasınlar,
bu zulme ve zorbalığa tahammül edemezler. Kana susamış faşizme karşı yürütülen
mukaddes cihada iştirak edecekler, birbirlerine yardım elini tek bir ruh ve tek
bir beden olarak uzatmayı bilecekler. İnsanlığın o büyük fikri, vatanseverlik
fikri ile yüklü olan Müslüman kardeşlerimiz, faşizme karşı gerçekleştirilecek
hakiki isyan için bir araya geldiler. Onlar, Avrupa’nın ezilen halklarına
yardım eli uzattılar.
Kutsal miraslarının
sağladığı temel uyarınca hareket eden Müslüman kardeşler, kurtuluşun ve
özgürlüğün ancak hakiki ve samimi bir mücadele yoluyla mümkün olduğunu
görüyorlar.
Biz Pamir Dağları’nda,
Kuhistan’da, Bedahşan’da ve Sovyetler Birliği’nde Ağa Han’a hürmet eden
mollalar olarak, tüm dünya Müslümanlarına, Alman faşizmi denilen, insanlığa ihanet
içerisindeki düşmanımıza karşı mücadele vermeleri çağrısında bulunuyoruz ve bu
mücadeleyi verenler için niyaz ediyoruz.”[14]
“Onlar
yeryüzünden kazınıp atılmalıdırlar” cümlesiyle İsmailîlerin Nazilerin yok
edilmesi için sürdürülen mücadeleye bağlılıklarının ortaya konulması ardından, “tüm
dünya Müslümanları” ile birlikte, “yüce dinimizin yardımıyla” yürütülen
mücadeleden dem vuran çağrıda[15] son olarak herkesin bir biçimde görmezden
geldiği ana meseleye işaret ediliyor ve Ağa Han’ın kapitalist Batı’yla, bilhassa
İngiltere’yle kurduğu yakın ve uzun soluklu ilişki üzerinde duruluyor. Bu cesur
müdahalenin ardından, birden tüm Sovyet halklarıyla kurulmuş olan dostluğa ve
ittifaka selam duruluyor:
“Biliniz ki
Haşmetmahapları Mevlânâ Ağa Han, misafirperver İngiliz halkının ülkesine
gitmiştir ve bugün orada ikamet etmektedir. Kendisindeki iyi yüreklilikle bu
ülkeyi ödüllendirmektedir. O, aslında Amerika ve Rusya ile birlikte faşizme karşı
mücadele veren bir ülkede yaşamaktadır. Bu, oldukça önemli bir husustur.
Kutsal kitapta da dendiği
gibi, ‘Doğrusu şu ki yüce Allah saldırganları sevmez.’
Sovyetler Birliği içerisindeki
sosyalist cumhuriyetlerde yaşayan ve İslam dinine hürmet eden mollalar olarak müminlerin
o kutsal görevini belirli bir amaç doğrultusunda üstleniyoruz ve size bu
kardeşlik duygularıyla kaleme aldığımız eylem çağrısını yapıyoruz.
Ayağa kalkın ve kana susamış
olan Hitler ve yağmacı ordularıyla mücadele edin. Kendi ülkelerini ve tüm
insanlığı cahil faşistlerden kurtarmak için her cephede savaşan ve kahramanca
bir duruş sergileyen Sovyetler Birliği’nin kardeş halklarına yardım edin.”[16]
Ağa
Han’ın İngiliz kraliyet ailesiyle ve zenginleriyle kurduğu sıcak ve ömrü
boyunca süren ilişkisi, burada savaş çabalarının hayrına olan geçici bir ikamet
olarak tasvir ediliyor. Bu çağrı, üstü örtük olarak, liderin Müttefiklerin
mücadelesine katıldığı için İngiltere’ye cömert bir tavırla iyilikte bulunduğunu
söylüyor ediliyor. Bu durumun önemi açıktan dile getirilmese de aslında ne
söylendiği açık: Ağa Han, savaş konusunda yürütülen çalışmalara Müttefik
Kuvvetler yanında saf tutarak dâhil olmuştur. (Oysa Ağa Han’ın Müttefiklerin
yürüttüğü çalışmalarla ilişkisi karmaşık bir ilişkidir ve uzun zaman
anlaşmazlıkların ve tartışmaların konusu olmuştur.)
Yüzeysel
açıdan İsmailîlerin bu savaş çağrısı, Resulev ile Babahanov’un çağrılarıyla
birçok yönden ortaklaşır. Hatta bazı bölümler, Resulev ve Babahanov’un çağrı
metinlerinden hiç değiştirilmeden alınmış gibidir. Fakat yine de çağrı, az çok
özgün bir metindir.
Resulev’deki
Müslümanların mücadelesi üzerine kurulu anlayış, yönelim itibarıyla
enternasyonalisttir. Bu anlamda metin, kendisinin de yaşadığı Volga Ural
bölgesindeki Müslümanlarından özel olarak bahsetmez. Ne etnik ne de bölgesel
açıdan bir vurgu söz konusudur. Buna karşılık, Babahanov’un çağrısında dünya
Müslümanlığı ikincil bir yere sahiptir. Sahnede daha çok yerelliklerdeki kutsal
mekânlar, kutsal tarih ve Orta Asya’nın tasavvuf geleneği durur, ama bunlar,
kendine kapalı veya özel bir Orta Asyalı etnik grubun gözüyle ele alınmaz, daha
çok, bölgedeki tüm Müslümanların ortak mirası olarak değerlendirilir.
İsmailî
liderleri ise toplumlarının ayrıksı ve özel oluşu üzerinde dururlar, panislamizmin
dilini susturmayı tercih ederler ve Sovyet sınırları içerisinde İsmailîlerin
yaşadıkları bölgelere seslenirler. Bu açıdan, Sovyet devletinin gözünde
İsmailîleri şüpheli hâle getiren de her türden vasfı ve özelliği öne çıkartma
kararıdır. Muhtemelen iki farklı yere sadıktırlar. “Enternasyonalist”
yönelimleri dâhilinde kapitalist Batı ile bağlantılı olan İsmailîler, bir
yandan da Tacik veya Özbek gibi “seküler” etnik kategoriler karşısında müşterek
dinî kimliklerini üstün tutmaktadırlar.
İsmailî
cemaati, devletin şüpheliler listesinde yer almaya devam etti. Temmuz 1942’de
Malenkov gibi üst düzey Sovyet yetkilileri, “savaş esnasında Pamir Dağları’nda
ve sınır boyu uzanan diğer bölgelerde İsmailî tarikatının karşı-devrimci
faaliyetlerini gözle görünür bir biçimde artırdığına” dair iddialar üzerine
harekete geçtiler. Neticede İsmailî tarikatının Afganistan’da yaşayan diğer
İsmailîlerle güçlü bağları mevcuttu. “Tarikat, sistemli bir biçimde organize
edilen, sık sık Komsomol üyelerinin, hatta komünistlerin katıldıkları toplantılar
gerçekleştiriyordu.”[17] İki yıl sonra Malenkov’a Tacikistan’daki parti
sekreterinin konuşmasını ağır bir dille eleştiren bir bildiri ulaştı. Orada sekreter
için şu söyleniyordu: “Bilhassa Pamir Dağları’nda geniş bir ağa sahip olan ve
Afgan istihbaratı adına çalışan İsmailî tarikatı içerisindeki karşı-devrimci
faaliyetlerin ciddi bir hâl alması karşısında sessiz kalan isimlere göz yumuyor.”[18]
Özetle
şunu söylemek mümkün: Müslüman cemaatlerinin liderleri, Hitler’e karşı Sovyet
Müslümanlarının yaptıkları savaş çağrılarını cemaatlerinin niteliğini ve
endişelerini tanımlamak, hatta bu endişeler, devletin görünürde takındığı tavırla
çelişse bile, onları dillendirmek için bir fırsat olarak gördüler. Sovyet propagandası,
müşterek kimi konu başlıklarına sahipti ve bu başlıklar, tüm bildirilerde
karşılık buluyordu. Ana görev, Müslümanları savaşa sokmaktı ve bu görev başarıyla
yürütüldü. Ama öte yandan Müslüman liderler, ellerine tutuşturulan, konuşma kalıpları
ile daha fazla şey elde ettiler. İster tasavvufî, ister İsmailî isterse başka
türden olsun, her türden Müslüman kimliğinin öncelikli olduğuna yeniden vurgu
yapıldı ve Sovyet Müslümanlarını her ne kadar hâlihazırda kuşatma altında olsa
da, tüm dünya Müslümanlarıyla yeniden ilişkilendirme imkânına kavuşuldu.
Müslüman liderler, önceki hükümetlerin yasaklamalarıyla boğuşan panislamist,
enternasyonalist ve kutsal mekânları merkeze koyan farklı konumlar aldılar, bir
yandan da bu konumlarını daha renkli bir ambalaj içerisinde sunma gereği duydular.
Başka bir ifadeyle, Babahanov ve Resulev gibi Müslüman liderler, bu sayede epey
yol katettiler.
Onlarca
yıl sonra Stalin ile Resulev arasında gerçekleşen ilk toplantı konusunda
Başkurtlar arasında başka bir hikâye dilden dile dolaştı. Bu hikâyeye göre
Stalin, savaşın nasıl yürütüleceği konusunda Resulev’den tavsiye alma gereği
duydu ve ona Sovyetler’in Nazilere neden üstünlük kuramadığını sordu.
Resulev,
soruya şu cevabı verdi: “Çünkü Allah’a niyaz etmiyoruz.” Stalin, bu cevabın
üzerine şunu dedi: O zaman niyaz edelim.”[19]
Jeff Eden
[Kaynak:
God Save The USSR: Soviet Muslims and The Second World War, Oxford
University Press, 2021, s. 82-88.]
Dipnotlar:
[1] “Mohammedans Greet Marshall Stalin,” Soviet War News, 31 Mayıs 1944.
Aynı mektupta Stalin, “Allah’ın lütfu, Sovyet hükümetinin başındaki bilge
lider, yüce başkumandan, faşist kâfirlere karşı
halkları savunan büyük önder” olarak tarif edilip övülüyor. Ayrıca bkz.:
M. Kolarz, Religion in the Soviet Union, New York: St. Martin’s Press, 1961,
s. 428; Yaacov Ro’i, Islam in the Soviet Union: From the Second World War to
Gorbachev, New York: Columbia University Press, 2000, s. 105; David Motadel,
Islam and Nazi Germany’s War, Cambridge: Harvard University Press, 2014,
s. 175. Kuzey Kafkasya müftülüğünün Müslümanlara yaptığı ilk “yurtsever çağrı”
bir dizi dilde yayımlandı ki bu, bölgenin çokdilliliğinin bir neticesiydi.
Bildiri, Avarca, Kumukça, Dargice, Lezgice, Lakça, Tabasaran dili, Kabartayca,
Osetçe, Adigece, Çerkesçe ve Nogayca olarak yayımlandı. [V. A. Akhmadullin, Patrioticheskaia
deiatel’nost’ dukhovnykh upravlenii musul’man v gody velikoi otechestvennoi
voiny, Moskova: Islamskaia kniga, 2015, s. 44.]
[2]
I. Kh. Sulaev, “Musul’manskoe dukhovenstvo v Velikoi Otechestvennoi Voine 1941–
1945 gg.,” Voenno-istoricheskii zhurnal, Sayı 5 (2007) , s. 25.
[3]
Müftülükleri bir tür Sovyet İslamı Vatikanı olarak iş görecek “Tüm Müslüman
Merkezler Birliği” çatısı altında bir araya getirmeyi öngören planlar hazırlandı
ve 1945 yılında müftülük liderlerince tereddütlerle birlikte onaylandı. Ama bu
planlar hiçbir vakit yürürlüğe girmedi. Bkz.: R. I. Bekkin, “Muftiiaty i
gosudarstvo v sovetskuiu epokhu: evolutsiia otnoshenii / Sovyet Döneminde Müftülükler
ve Devlet: İlişkilerin Evrimi” Rossiiskii islam v transformatsionnykh
protsessakh sovremennosti: novye vyzovy i tendentsii razvitiia v XXI veke
içinde, yayına hazırlayan: Z. R. Khabibullina (Ufa: Dialog, 2017), s. 64.
[4]
Eren Tasar, Soviet and Muslim: The Institutionalization of Islam in Central
Asia, New York: Oxford University Press, 2017, s 44. Stalin döneminin
sonlarında Tacikistanlı bir mülteci kendisiyle yapılan bir mülâkatta Bedahşan
İsmailîlerinin Mekke’ye hac vazifelerini yerine getirmek amacıyla Sovyet
sınırını gizlice geçmek zorunda kaldıklarını söylüyor [The Harvard Project on
the Soviet Social System, Cambridge, Massachusetts, B, cilt. 9, dosya 448 s.
20–21.]
[5]
Russian State Archive of Socio-Political History (RGASPI), Moskova, f.62, op.2,
d.1145, l.83 (“Postanovlenie Plenuma Sredazbiuro o musdukhovenstve,” Russian
Perspectives on Islam, IP [erişim tarihi 14 Nisan 2020]).
[6]
RGASPI, f.62, op.2, d.1145, l.35– 68 (“Musul’manskoe dukhovenstvo Srednei Azii
v 1927 g. [po dokladu polnomochnogo predstavitelia OGPU v Srednei Azii] [4 Haziran
1927],” Russian Perspectives on Islam, IP [erişim tarihi 14 Nisan 2020]).
[7]
Iu. N. Guseva, Rossiiskii musul’manin v XX veke (na materialakh Srednego
Povolzh’ia), Samara: Ofort, 2013, s. 156.
[8]
Yayoi Kawahara ve Umed Mamadsherzodoshev, Documents from Private Archives in
Right- Bank Badakhshan. Tokyo: University of Tokyo, TIAS Central Eurasian
Research Series, 2015.
[9]
Bu belgenin altında bir dizi İsmailî lideri imza attı: Seyyid Kâzım Seyyid
Şahidzade, Şehram Seyyid Mursilzade, Mezheb Şah, Seyyid Murad Ali Seyyid Mirza,
Seyyid Şerif Seyyid Aşur, Şahnazar Atalığ Şahzade ve Mahrembey Rizazade.
[10]
Yayoi Kawahara ve Umed Mamadsherzodoshev, Documents from Private Archives in
Right- Bank Badakhshan. Tokyo: University of Tokyo, TIAS Central Eurasian
Research Series, 2015.
[11]
Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.
[12]
Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.
[13]
Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.
[14]
Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.
[15]
Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.
[16]
Kawahara ve Mamadsherzodoshev, a.g.e.
[17]
RGASPI, f.17, op.127, d.163, l.63 (“Zapiska zam. nachal’nika Upravleniia kadrov
TsK VKP(b) N.V. Kiseleva sekretariam TsK VKP(b) A.A. Andreevu, G.M. Malenkovu, A.S.
Shcherbakovu o rabote partiinoi organizatsii Tadzhikistana (o vliianiia islama v
prigranichnykh raionakh,” Russian Perspectives on Islam, IP [erişim tarihi 14 Nisan 2020]).
[18]
RGASPI, f.17, op.88, d.632, l. 73 (“Dokladnaia zapiska zamestitelia
zaveduiushchego Organizatsionno- instruktorskim otdelom TsK VKP(b) L.A. Slepova
sekretariu TsK VKP(b) G.M. Malenkovu o vystuplenii sekretaria TsK KP(b)
Tadzhikistana D.Z. Protopopova na plenume TsK KP(b) Tadzhikistana o roli
musul’manskogo dukhovenstva v gody Velikoi Otechestvennoi voiny,” Russian
Perspectives on Islam, IP [erişim tarihi: 12 Nisan 2020]).
[19] Yayına Hazırlayanlar: S. A. Kildin, S. Sh. Yarmullin ve F. F. Ghaysina, Bashkortostan— aulialar ile, Ufa: Kitap, 2012, s. 226.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder