Pages

14 Aralık 2022

Latin Amerika’nın Yüzü Sola mı Neoliberalizme mi Dönük?



Meselelere yüzeysel bakan her gözlemci, Arjantin’de Maurcio Macri, Kolombiya’da Iván Duque, Ekvador’da Lenin Moreno, Şili’de Sebastián Piñera gibi despotların ve diktatörlerin Latin Amerika’daki siyaset sahnesinden silinmesini bir lütuf olarak görüyor ve bu gelişmelerin demokratik seçimlere inançlarını artırdığını söylüyor.

Peki böyle düşünülebilir. Ama bu ülkelerin daha güzel bir geleceğe sahip olabileceklerini söyleyebiliriz.

Bu dört ülkenin başına hangi isimler geldi?

Arjantin: “ortanın solu” etiketiyle Alberto Fernández;

Kolombiya: “sol” etiketiyle Gustavo Petro;

Ekvador: “Son yirmi yıl içerisinde ülkenin başına geçen ilk merkez sağcı cumhurbaşkanı” olarak tarif edilen Guillermo Lasso; Söylenen yalan! Çünkü Moreno, sağcı bir isimdi. Hatta “faşist” olarak nitelemek mümkün.

Şili: “solcu” etiketiyle Gabriel Boric.

Latin Amerika genelinde bu “yeni solcu” liderler listesine başkaları ekleniyor. “Demokratik seçimler”le değiştirilmeyen isimlerse baskı ve “itaat ettirme” yöntemleriyle koltuklarını veya canlarını koruyorlar. Nikaragua, böylesi bir örnek.

Yeni liderlerinin ortak bir özelliği de Klaus Schwab’ın (Dünya Ekonomi Forumu) başında olduğu Genç Küresel Liderler Akademisi’nden mezun olmuş veya orada ders veren isimler olması. Bu senenin başında Schwab, dünya genelinde hükümetlere bu Genç Küresel Liderler Akademisi üzerinden sızmakla övünüyordu.

O zaman Latin Amerika’daki değişimleri bir kez daha düşünün. Bu ülkeler, artık bu “sol” veya “sosyalist” hükümetleriyle daha iyi bir duruma mı geldiler? Pek öyle değil. Halkın iyiliğini düşünen kişi anlamında kullandıkları “sol” etiketi bu liderlere pek yakışmıyor. Bugünün dünyasında sol etiketi, tümüyle yalan.

Yirmi otuz yıl önce küreselleşmeciliğin sahneye çıkmasıyla birlikte sağ-sol ayrımı, varlık imkânını yitirdi. Artık ortada sadece küreselciler ve diğerleri var. Küreselcilerin dışında kalanlar çok kalabalık. Bu sayının azaltılması gerek. Bunun için aşıyla alakası olmayan ve insanlara zorla vurulan, kısa vadede ölümlere, ölüme sebep olacak hastalıklara yol açan, doğal bağışıklık sistemini tahrip eden, doğurganlığı ortadan kaldıran, daha birçok ölümcül sonuçlar doğuran Kovid iğnelerinden, bitmek bilmeyen savaşlardan, muhtemel nükleer savaşlardan ve savaşların barışı getireceği bahanesi üzerinden iklim savaşları ile azaltılması gerekiyor.

Bu distopyadan daha rahatsız edici olansa halkın büyük bir bölümünün bu propaganda yalanlarını ve sloganlarını satın alıyor olması. Bir şeylerin yanlış olduğunu bilseler bile bu propagandaya teslim oluyorlar. Rahatlarının bozulmasını istemiyorlar. Bilişsel uyumsuzluk sorunu çekiyorlar.

Bu kişiler, küreselcilerin dişine gayet uygun isimler. Onlar, hayatta kalmak için hiçbir şeyi olmayan, ama mutlu olan, dijitalleşmiş köleler hâline gelmeyi içlerine sindiriyorlar.

Latin Amerika ve Karayipler bölgesinde ülkelerin başına gelen tüm ilerici liderler ve Schwab’ın gururu olan Genç Küresel Liderler’i, insanlık karşıtı küreselci ajandanın savunulması için o pozisyonlara getirildiler. Tabii hepsi de “demokratik seçimler”le işbaşına geldiler.

Siber saldırıların hedefinde olan, yapay zekânın yönlendirdiği seçim propagandası ve seçim hileleri denilen işte öyle uzmanlaştılar ki bu hileleri artık kimse göremiyor, ortada kötülüğün kol gezdiğini kimse fark etmiyor. Eskiden kalan derin bilişsel uyumsuzluk küreselcilerin benimsediği formülün ayrılmaz parçası.

Bir “Demokrat” veya “ABD’de solculuğa denk düşen” isim olarak Başkan Biden’ın halka bir hayrı oldu mu?

Kesinlikle hayır. O da Amerika’ya kul olan Avrupalı liderler de küreselci. Bunlar halka ziyan. ABD ve Avrupa’yı yok ediyorlar. Yapay enerji krizleri, gıda kıtlıkları, susuzluğa, kalan temiz su kaynaklarının özelleştirilmesine ve su savaşlarına sebep olacak iklim değişikliği ve/veya küresel ısınma ile ilgili yaptırımlarla halkı mahvediyorlar.

Tüm günah, Çinlilerin ve Rusların üzerine atılacak. Sahte bir imparator, her zaman hayatta kalmak için sahte bir düşmana ihtiyaç duyar. Yalanlar ve aldatmaya dönük hamleler piramidi çöktüğü ölçüde bu sahtelik de günışığına çıkmaktadır.

“Jeo-mühendislik” veya iklim savaşı da denilen, insan yapımı iklim değişikliği politikası Biden’ın ve yeni Latin Amerika-Karayip liderlerinin desteklediği 2030 Reset Ajandası’nın bir parçası. Birleşmiş Milletler liderleri ve 193 BM üyesinin başındaki itaatkâr kuklalar da bu ajandaya destek oluyor. Tüm bu isimler satın alındı, boyun eğdirildi, şantajla teslim alındı.

Son aşamadayız. Yeni dünya yönetimi konusunda geliştirilen bu ihanetle tanımlı yaklaşıma ancak bilinçli kesim “dur” diyebilir.

Önce şu bilinmeli: Avrupa ve ABD dâhil tüm dünyada hiçbir başkan veya başbakan Washington’ın onayı olmaksızın “seçilemez”. ABD, Washington’ın ve dünyanın dizginlerini elinde tutan devasa dijital-finans güçlerinin çıkarları için bir perde görevi görüyor.

BM’nin 193 üyesi ve BM’nin kendisi, ona bağlı uzmanlık alanlarına ve teknik konulara göre ayrıştırılmış alt örgütleri bu dijital-finans kompleksinin kontrolünde.

Bu noktada hafızalarımızı tazeleyelim: Bu finans imparatorluğu piramidinin tepesinde BlackRock, Vanguard ve StateStreet gibi şirketler var. İlk iki şirket arasında güçlü bir bağ söz konusu, uygun koşulları bulduğunda tek bir varlık yöneticisi olarak hareket edebiliyor. Aşağıya doğru indikçe karşımıza JPMorgan Chase, Goldman Sachs, Citigroup, Morgan Stanley, UBS gibi nispeten küçük şirketler çıkıyor.

İlk üç şirket, gıda imalat süreçlerini de içerecek biçimde Batı’daki tüm üretim sahasını doğrudan veya dolaylı olarak elinde bulundurduğu hisseler eliyle kontrol altında tutuyor. Her bir alanda bu şirketler, hisselerin büyük bir kısmına sahipler. Ellerindeki gücü ve nüfuzu anlamadan olan bitenin arka planını anlamak mümkün değil.

Diyelim ki yanlış bir hesap yapıldı ve bir ülkede yanlış bir isim başbakan veya başkan seçildi, o kişi, hemen devrilir. Böylesi bir durumda bile halk, darbenin ülke içerisinde işletilip gerçekleştirildiğini zanneder.

Pakistan başbakanı İmran Han örneğini ele alalım. İmran Han, 2018’de ülkede oyların üçte ikisini alarak iktidara geldi. O, halkın lideriydi, halktan yanaydı. Ülkesinin politik egemenliğine yeniden kavuşmasını, Çin ve Rus gibi ittifakları özgürce seçebilmesini istiyordu. İmran Han, 10 Nisan 2022 günü Washington’ın emri uyarınca mecliste güvenoyu alamaması neticesinde devrildi. Yerine Washington’a dost olan Şehbaz Şerif getirildi.

Washington’ın hamlelerine aykırı tavır içerisinde olan veya Dünya Ekonomi Forumu’nun emirlerini yerine getirmeyen, enformasyon teknolojisinin ve finans sektörünün oluşturduğu kompleksin yarattığı dinin desteklediği ve yönettiği sürece karşı gelen herkes koltuğundan olur.

Rejim değişikliği, renkli devrimlerin farklı tonlarını alarak gerçekleşiyor. Başkan Putin ve Xi, bahsini ettiğimiz dinin ve sahiplerinin hedef tahtasındaki isimler. Yalan üzerine kurulu, bitmek bilmeyen kampanyalar ve savaş propagandası en nihayetinde kamuoyunu Rusya’ya yönelik nükleer saldırının dünyaya barışı getirebileceğine ikna edebilir. Savaş barıştır, barış da savaştır çünkü (1984, George Orwell).

Sigmund Freud’un yeğeni Edward Bernays, savaş propagandası ve halkla ilişkiler denilen çalışmaların babası kabul ediliyor. Onun ruhu hâlâ canlı ve hâlâ güçlü.

Bugün Latin Amerika, neoliberal küreselciliği halka dost sosyalizm olarak satanların eline geçiyor.

İnsanlar, artık uyanın. Liderleriniz sizden yana değil, size karşı. Aynı durum, Batı ülkeleri için de geçerli. Biz halk olarak kendi başımızın çaresine bakmak zorundayız. Bilincimizle ve öfkemizle hareket etmeliyiz. Aksi takdirde geberip gideceğiz.

Peter Koenig
16 Ekim 2022
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder