İmparatorluğun
gölgesinde gerçekleşen ve kitlelerin dikkatini başka yöne çekme gayreti içinde
olan kültür savaşı, ilginç bir dönemden geçiyor. Oysa ortada önemli bir seçim
yarışı da yok. Hükümet, Kovid konusunda yürürlüğe soktuğu kararları büyük
ölçüde geri çekti.
Bugünlerde
imparatorluk, yakından incelenmesi gereken, alabildiğine tehlikeli ve sürekli
tırmanan bir vekâlet savaşı yürütüyor.[1] Böylesi bir dönemde kamuoyu, kendi
içinde hırlaşıyor, ama sorumlu olan insanlara diş bilemeyi pek tercih etmiyor.
Bu
yazıyı okuyanların gerçeklere hâkim olduğuna hükmedebiliriz.
Dünya,
ağır ağır çok kutuplu düzene doğru ilerliyor. İmparatorluksa frene asılmak ve
gidişatı durdurmak için elinden geleni yapıyor. Hatta bunun için anlaşmalara
aykırı bir biçimde nükleer silâh edinen güçler[2] arasında küresel bir
kapışmayı bile göze alıyor.[3] Öte yandan, kamuoyu ise çevresel bir felâkete
doğru ilerlediğimize dair endişelerin arttığı koşullarda, artmayan ücretler ve
giderek derinleşen eşitsizlik karşısında daha da duygusuzlaşıyor.[4]
Tarihin
bu çok önemli noktasında birileri, bizim hep birlikte “duyarlılık” meselesini
tartışmamızı sağlıyor.
“Duyar”
kelimesinin anlamı, anlamını sorduğunuz kişiye göre değişiyor.
Afrikalı-Amerikalıların gündelik hayatta kullandıkları anlamda “duyar”, ırkçı
önyargıları ve ayrımcılığı ifade ediyor.[5] Kelimenin anlamını Florida valisi
olarak görev yapmış Cumhuriyetçi Ron DeSantis’in avukatlarına[6] sorduğunuzda,
bu kişilerin kelimenin “Amerika toplumunda adaletsizliğin sistematik hâle
geldiğine ve bu sorunların çözüme kavuşturulması gerektiğine dair inancı” ifade
ettiğini söylediklerini işitiyorsunuz. Doğrusu, her iki cevap da kulağa makul
geliyor.
Ama
öte yandan, sokağa inip bir sağcıya sorduğunuzda, tutarsız, insanı çileden
çıkartacak cinsten bağnazca veya aptalca cevaplarla karşılaşıyorsunuz. Biri
çıkıyor, gerçekte varolmayan “kültürel Marksizm” diye bir şeye dair deli
saçması laflar sıralamaya başlıyor, bu noktada çocukların ergenliğine girişine
mani olmayı, cinsiyet değiştirme ameliyatlarını yaygınlaştırmayı öngören
komünist komplolardan veya batı kültürünü karışıklığa ve düzensizliğe doğru
sürükleyip şeytanı mutlu kılmak isteyen, toplumu yozlaştırmak gibi ajandası
olan, kadın cinsiyetini silmeyi, çocuklara cinsel tacizi normalleştirmeyi
öngören liberal komplodan söz ediyor. Böylesi sohbetlerde ben, hep duygusal,
histerik, belirli bir özden ve içerikten yoksun tespitlerle yüzleşiyorum.
Bazen
de bazı isimlerin iyi niyetli bir tutumla ve samimi bir inançla “duyarcılığa”
karşı çıktıklarına şahit oluyorsunuz. Bu kişilere göre duyarcılık, daha önemli
olan meselelerin ihtiyaç duyduğu alanı daralttığını ve iktidara hizmet eden
ajandalar üzerinden bir tür koçbaşı olarak kullanıldığını söylüyorlar. Burada
tam da söz konusu kişileri ele alıyorum, çünkü komplo teorilerine teslim olmuş
diğer kişilerin kurtarılacak bir tarafı yok.
Kimlik
siyasetinin müesses nizama hizmet eden ajandalar üzerinden bir tür koçbaşı
olarak kullanıldığı ve gerçek muhalefeti yoldan çıkarttığı doğru. Bu koçbaşı,
2016 yılında yapılan ve Amerika’nın ilk kadın cumhurbaşkanını seçtirmek için
uğraşan kişiler şahsında karşımıza çıkmıştı. O dönemde söz konusu kadın başkan
adayının militarizm ve savaşla ilgili sicilini anımsatan herkese “kadın
düşmanı” etiketi vurulmuştu.
Eskiden
olduğu gibi o dönemde de bir tür psikolojik operasyon[7] olarak tasarlanmış
olan Demokrat Parti, temelde gelir ve servet eşitsizliğine, savaş ve
militarizme, paranın siyasetteki yerine, polisin askerileştirilmesine ve
statükoyu muhafaza etmek için üretilmiş tüm diğer kontrol mekanizmalarına karşı
ortaya konulan tüm çabaları boşa düşürmek, bir yandan da her türden devrimci
anlayışı, hayatı kadınlar ve marjinal gruplar için daha iyi kılacağına dair boş
vaatlerle müesses nizama bağlamak için vardı.
Ama
öte yandan, şunu da görmek gerek: tüm enerjinizi duyarcılık karşıtlığına teksif
ettiğinizde de enerjisini kimlik siyaseti için harcayanlar gibi siz de müesses
nizama hizmet etmiş oluyorsunuz.
Duyarcılık
karşıtlığı, karşı cinsin kıyafetlerini giymiş kimlik siyasetidir. Madalyonun
öteki yüzüdür. Kafayı “duyarcılık”la mücadeleye takanlar da insanları müesses
nizama hizmet eden binanın çatısı altında bir araya getiren kimlik
siyasetçileriyle aynı işi yapıyorlar. Neticede insanlar, kendi içlerinde
birbirlerini yiyip bitiriyorlar, ama iş başında olan, sorumlu kişilere saldırma
gereği duymuyorlar.
Egemen
sınıfın nüfusun yarısının kafayı kimlik siyasetine takmasını, diğer yarısının
da “duyarcılık” konusunda paniğe kapılmasını sağlaması, sizce tuhaf değil mi?
Elon
Musk gibi sağcı isimlerin duyarcılık karşıtlığını gündeme taşımalarında,
medyada boy gösteren sağcı âlimlerin kitlelerini “duyarcılık” karşısında paniğe
sürüklemeye çalışmalarında bir gariplik yok mu? Liberalizme meyilli
oligarkların sosyal adaletle ilgili meselelere eğilmesi veya Elon Musk gibi
isimlerin “duyarcı akıl virüsü”nden[8] söz etmesi, kimseye neden şaşırtıcı
gelmiyor?
Bu
tuhaflığın asıl sebebi şu: Duyarcılık karşıtlığı da kimlik siyaseti de yapısı
itibarıyla müesses nizama ve onun ajandasına hizmet ediyor. İnsanlar, kafayı
her yere hâkim olan kültür savaşına daha çok taktıkça, Pentagon’un para
musluğunun kesilmesi veya zenginlerin halktan çaldıklarının geri alınması gibi
şeyleri yapmaya karar verme konusunda daha az istekli olacaklar. Kültürel
ayrışmanın diğer tarafına bağırıp durmakla vakit geçirdikçe, Tanrı’nın ve
doğanın planı uyarınca ev sahibinizi yemeye vakit ayıramayacaksınız.
Bunları
söylerken, “duyarcılık karşıtlığı”nın sosyal adalet mücadelesiyle eşdeğerde
olduğunu söylemiyorum. Koşulları iyileştirilmesi gereken dezavantajlı kesimler
var ve bu yöndeki çabalara mani olmaya çalışan herkes, yanlış yapıyor.
Burada
ben, daha çok ırklar ve cinsiyetler arası eşitliğe sözde destek sunanların
insanları hâkim politik hizbi desteklemeye yönlendirdiklerini, bu kişilerin
oligarşinin, sömürünün ve emperyalizmin işlerini kolaylaştırdıklarını, bu
konuda “duyarcılık” karşısında histerik bir tepki geliştiren sağcılarla
ortaklaştıklarını söylüyorum.
Peki
bizi bu kültür savaşının içine giderek büyüyen bir güçle sürükleyenlere karşı
ne yapmalıyız?
Kanaatimce
bu sorunun cevabını Savaş Oyunları isimli filmde geçen şu ünlü cümle
veriyor: “Tuhaf bir oyun bu. Bu oyunda sadece oyunu oynamayan kazanır.”[9]
Benim
meseleye yaklaşımım bu şekilde. Tartışmanın bir yanına dâhil olmak, tartışmayı
beslemekten başka bir işe yaramaz. Bence en doğrusu, bizi yönetenlerin
saldırmamıza mani olmak adına dikkatlerden kaçırıp durduğu, gerçekte varolan
iktidar yapısına saldırma meselesine odaklanmaktır.
Eğer
tüm enerjilerini kültür savaşı içinde boğulmamız için harcıyorlarsa, bu durumda
onları en çok rahatsız edecek adım, bizim kültür savaşının sunacağı ödüle
kilitlenip, imparatorluğun uyguladığı ajandaları boşa düşürecek her şeyi
yapmamız olacaktır.
Bugün
birçok insan, iktidara hizmet eden manipülatif girişimlerin peşinden
sürükleniyor. Eskiden bağımsız medya kuruluşunda çalıştığını söyleyen,
bugünlerde kafayı “duyarcı akıl virüsü”yle mücadeleye takmış olan ve kendisine
“solcuyum” diyen çokça insan, birçok konuyla ilgili görüşleri açısından,
muhafazakâr radyolara çıkan isimlere giderek daha fazla benzemeye başladı. En
hayırlısı, kalbiyle doğru yerde duran insanların eylemleriyle de doğru yerde
durmaları.
Caitlin Johnstone
17
Aralık 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Caitlin Johnstone, “US Empire”, 16 Aralık 2022, Twitter.
[2]
Caitlin Johnstone, “Let’s Be Clear”, 7 Kasım 2022, CJ.
[3]
Caitlin Johnstone, “US Empire Is Accelerating Toward Global Conflict on Two
Fronts”, 22 Eylül 2022, CJ.
[4]
Caitlin Johnstone, “It’s Really Weird”, 3 Kasım 2021, CJ.
[5]
“Woke”, Wiki.
[6]
Gray Rohrer, “What Does ‘Woke’ Mean?”, 3 Aralık 2022, FP.
[7]
Caitlin Johnstone, “The Democratic Party Exists To Co-Opt and Kill Authentic
Change Movements”, 9 Haziran 2020, CJ.
[8]
Elon Musk, “Woke”, 12 Aralık 2022, Twitter. “Duyarcı akıl virüsü mağlup
edilmeli, gerisi boş.”
[9]
WarGames, Youtube.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder