Emperyalizmdeki Çürüme Sürecinin Bir İfadesi Olarak Faşistleşme:
Rajani Palme Dutt’ın Faşizm ve Toplumsal Devrim Çalışması
“Emperyalizm ve faşizm el ele ilerler. Onlar kan
kardeşleridir.”[1]
Bu,
hem bağımsız Hindistan’ın ilk başbakanı Cevahirlal Nehru’nun hem de Büyük
Britanya Komünist Partisi’nin önde gelen teorisyenlerinden Rajani Palme Dutt’ın
(1896-1974) sözüdür. Kendi döneminde Dutt, İngilizce konuşulan dünyada en
etkili komünistlerden biriydi ve esas olarak sömürgelerdeki azgelişmişliğe dair
analizi sebebiyle tanınan bir isimdi. Bugün faşizmin yükselişini ele alan uzun
soluklu çalışması, başyapıtı olarak kabul edildi.[2]
Lenin’in
Emperyalizm çalışmasının devamı olarak kaleme alınmış olan Faşizm ve
Toplumsal Devrim, dünya ölçeğini merkeze koyan, faşizmin iktidara
yükselişini “emperyalist güçler arasında giderek yoğunlaşan çelişki” bağlamında
ele alan yanıyla öne çıkan bir çalışma.[3]
Faşizmin
emperyalizm boyutu ve onun liberal sömürgecilikle birlikte geleceğe taşınması
gibi olgular, akademinin daha yeni ilgisini çekiyor. Oysa Dutt’ın elinde iki
savaş arasında yayımlanmış, faşizmi ele alan önemli çalışmalar bulunmuyordu.
Hatta kitabında troçkist tarihçi David Renton’ın yeniden gözden geçirip
yayımladığı klasik eseri Faşizm: Tarih ve Teori isimli çalışmadan bile
bahsetmemekteydi.[4]
Sonrasında
Dutt’ın Stalin’e ve Komintern’e bağlılığı yüzünden kitapları tozlu raflara
kaldırıldı. Onu hakir gören solcular, kendisini “şıracının şahidi bozacı”
olarak görüyor, oportünist olmakla suçluyor, ama bir yandan da onun
antiemperyalizm davasına ne denli bağlı bir isim olduğu gerçeğinin üzerini
örtüyorlardı.
İmparatorluk:
“Faşizmin İngiliz Biçimi”
Geleneksel
değerlendirmeler, faşizmin istisnai özelliklerine, ulusal ve kültürel açıdan
özgül olan yanlarına vurgu yapıyorlar. Bu vurgu dâhilinde, otuzlarda ve
kırklarda faşizmin yol açtığı dehşet bir tür sapma olarak görülüyor.
Bengal’den
göç edip gelmiş bir babanın oğlu olan ve karanlığın merkezinde yaşayan Dutt,
iki savaş arasında tecrübe edilen toplumsal karışıklığı sömürgecilik
karşıtlığının açtığı pencereden bakarak ele aldı. Bu gerçeğe kendisinin
ifadesiyle “bir yabancı olarak bakan” Dutt, 1923 gibi erken bir tarihte “imparatorluğun
faşizmin İngiliz biçimi” olduğunu söylüyordu.[5]
Dutt’a
göre erken dönemde Rudyard Kipling’in şiirleri ve Boer Savaşı konusunda Daily
Mail gazetesinde yürütülen ajitasyon faaliyeti, “rüşeym hâlinde de olsa,
faşizmin ruhunu çok önceden somutlamaktaydı”. Dutt, çalışmasında “demokrat”
emperyalistlerin ikiyüzlülüğünü ifşa ediyor, bu noktada Batı Avrupa ve Amerika’da
faşizme yönelik burjuva eleştirilerin sanki faşist Almanya ve faşist İtalya şovenizm
ve işgal savunusu konusunda öne çıkan ilk ve yegâne ülkelermiş gibi laflar
sıraladığını, daha önce başkalarının da savaş başlattığını, savaş hazırlığı
yürüttüğünü söylüyor, “İngiltere, Fransa ve ABD masum birer barış meleği değil”
diyordu.[6]
Otuzlu
yıllar Britanya İmparatorluğu’nun Karayipler’de yaşanan sömürgecilik karşıtı emekçi
isyanlarının ezilmesine ve Hindistan’daki bağımsızlık hareketinin
bastırılmasına tanık olunan bir dönemdi.
İngiltere’deki
emperyalist faşizmi ilk elden tecrübe eden Dutt, faşizmi “eski muhafazakâr ve
gerici partilerden milliyetçi şovenist ideolojiyi, antisemitizmi ve ırkçı
teorileri ödünç almış, onlara yeni tek bir şey bile katmamış bir fikir” olarak
tarif ediyordu.[7] Dutt’a göre, Britanya’da yetişmiş ve Oswald Mosley’nin
başını çektiği faşistlerin ilhamını sadece Mussolini’nin Kara Gömlekliler’inden
değil, ayrıca Hindistan’da Amritsar Katliamı’nı gerçekleştirenlerden ve 1920’de
İrlanda’da oluşturulan Siyah-Kahverengi polis birliklerinden alıyordu. Amerikan
egemen sınıfı da kendisini aynı şekilde faşizme adapte etti, bu süreç dâhilinde
on iki milyon zencinin ve yoğun bir biçimde sömürülen göçmen nüfusun ezilmesi
konusunda yoğun bir çalışma yürütüldü. Dutt çalışmasında, Amerikan burjuvazisinin
ürettiği gelenek dâhilinde faşizmin sahip olduğu zemini örneklerken Scottsboro
davası, muhaliflerin komünistlikle suçlanması, Haymarket’te gerçekleşen idamlar
ve Ku Klux Klan örgütünün gerçekleştirdiği linç eylemlerinden söz ediyordu.[8] Nazilerin
ırk konusunda savunduğu görüşlerin ve getirdikleri kanunların esas kaynağı ise
Jim Crow kanununu önceleyen kanunlar ve Kızılderililere yönelik soykırımdı.
Sonrasında
benzer bir analizi, Trinidadlı komünist (Dutt’ın Labour Monthly
dergisine düzenli katkı sunan) komünist George Padmore yaptı. Padmore, 1935’te
Mussolini’nin Etiyopya’yı işgal etmesi ve 275.000 Afrikalıyı öldürmesi ardından
şunu yazdı: “Bugün sömürgeler, Avrupa’da zincirlerinden kurtulmuş olan bir tür
faşist zihniyeti besleyen toprak hâline geldi.”[9] Aimé Césaire, bu yorumu alıp
1950’de kaleme aldığı Sömürgecilik Üzerine Söylem kitabında geliştirdi. Césaire’e
göre, “medeni” Avrupalıların gözünde Hitler’in işlediği asıl suç, Cezayir’in
Araplarına, Hindistan’ın amelelerine, Afrika’nın yerlilerine özel olarak
uyguladığı sömürgecilik uygulamalarını Avrupa’ya uygulamış olmasıydı. Ondan
yıllar önce Dutt, Nazizmin geleneksel Avrupa emperyalizminin yaramaz çocuğu
olduğunu söylüyordu:
“Tamam, kibritle barutu bir
araya Hitler getirdi, ama o barutu yere döküp hat çizen, sonra da Hitler’in
eline o kibriti tutuşturan, İngiliz ve Fransız egemen sınıfı idi.”[10]
Hitler,
Almanların yaşam alanı olarak görüp ele geçirmeyi düşündüğü Rusya’yı “bizim
Hindistan’ımız” olarak nitelendiriyordu. Bu anlamda, Naziler Namibya’da
gerçekleştirilen Herero ve Nama soykırımı türü sömürgeci zulüm pratiklerinden
çok şey öğrendiler.[11]
Sömürgeci
Düşman ve Aç Emperyalistler
Faşizm
ve Toplumsal Devrim kitabı, aynı zamanda Britanya’da üretilen ve
İkinci Dünya Savaşı’nın demokrasi adına yürütülmüş antifaşist bir savaş
olduğuna dair mitleri de yerin dibine gömüyor. Kitabın kaleme alındığı dönemde
emperyalistler, bilhassa İngilizler, yeniden silahlandırılacak faşist Almanya’nın
Japonlarla birlikte Sovyetler’in üzerine salmayı düşünüyorlardı.[12] Nazilerin
doğuya doğru ilerlediği dönemde İngiliz egemen sınıfı, onları finanse ediyor,
İngiliz-Alman donanma anlaşması dâhilinde Hitler’in yeniden silâhlandırılması
fikrine destek çıkıyordu. Eski başbakan David Lloyd George, Hitler’i Bolşevizme
karşı inşa edilmiş bir kale olarak tarif ediyor, Churchill ise o dönemde “İtalyan
olsaydım, Mussolini’ye destek verirdim” diyor, onun yürüttüğü karşıdevrim sürecine
destek çıkabileceğini söylüyordu.
Georgi
Dimitrov ve Lev Trotskiy gibi nispeten daha fazla etkili olan ve faşizmi analiz
eden Marksist teorisyenlerden farklı olarak Dutt, faşizmin yükselişi denilen
olguyu Birinci Dünya Savaşı öncesinde yaşanan küresel ekonomik kriz ve
emperyalistlerin kendi aralarında, sömürgelerdeki pazarlar konusunda
gerçekleştirdikleri kavga bağlamına yerleştiriyordu. Dutt’a göre, faşizmin
gelişi, ancak “dağılma aşamasına girmiş olan emperyalizmin mevcut hâlinin bir
yansıması olarak oynadığı genel toplumsal rol ile ilişkisi dâhilinde idrak
edilebilir”di. Bu süreçte temelde dünyayı yağmalaya yağmalaya şişmiş ve artık
doyma noktasına ulaşmış olan Britanya ve Fransa gibi sömürgeci güçlerin
karşısında saldırgan bir yayılma politikası yürütmeye niyetli olan, Almanya,
İtalya ve Japonya gibi “aç” emperyalistler duruyordu.[13]
Alman
sol sosyal demokrat Richard Löwenthal da o dönemde benzer bir sonuca ulaşıyordu.
Löwenthal, faşizmin özünü “müflislerin ve fakirlerin emperyalizmi” olarak tarif
ediyordu.[14] Mussolini de İtalya’yı sömürgelerden hak ettiği payı alamayan, “Avrupa’nın
proleter ülkesi” olarak tanımlıyordu.[15]
Tarihin
talihsizliği şu ki Dutt’ın ileriyi gören antiemperyalist analizi, kitap
yayımlandıktan birkaç ay sonra, Sovyetler “demokrat” müttefik güçlerle ittifak
kurmaya karar verip sömürgecilik karşıtı vaatlerinden geri adım atınca kıyıya
köşeye atıldı. Dutt, Komintern’deki siyaset değişikliğini meşrulaştırmak için
ideolojik planda eğilip bükülmek zorunda kaldı. Fakat bu noktada onun “Stalin’in
Britanya’daki borazanı” olduğuna dair görüşün basit bir görüş olduğunu dile
getirmek gerekiyor.
Misal,
Almanların Rusya’yı işgal etmesi sonrası başlayan “Halk Savaşı” aşamasında
Dutt, Sovyetler’in uzlaşmacı yaklaşımıyla çelişen bir tutum içerisine girdi ve
Britanya’nın faşizm karşıtı mücadeleye sunduğu katkılara destek olunması gerektiğini,
ama bu desteğe İngiliz emperyalizmine ve Churchill’e karşı mücadelenin eşlik
etmesinin şart olduğunu söyledi.[16]
Dutt’ın
görüşleri, aşırı sağın yeniden dirildiği ve “merkezî” kapitalist güçler arasındaki
çelişkilerin yeniden gündeme geldiği bugünkü koşullarda geçerliliğini koruyor. Temel
bir farklılık olsa da bugün de aç emperyalistler mevcut. Ama öte yandan bugün
faşizmin yeniden vücut buluşuna özel olarak eğilmek gerekiyor. İstisnacılık tehlikesi
hâlen daha mevcut. Joshue Briond’un Césaire’a selam duran “Hitler Ölmedi”
isimli makalesinde anımsattığı biçimiyle, “göçmenlerin toplu olarak kamplara
alınması veya sınır dışı edilmesi, siyahlara yönelik polis şiddeti ve Batı Asya’daki
emperyalist savaşlar Trump’tan çok önce varlardı, Trump’tan sonra da hızını ve
yoğunluğunu artırmayı sürdürdüler.”
Sosyal
Emperyalizmden “Sosyal Faşizm”e
Dutt,
aynı zamanda burjuva demokrasisinin kendi içinde “faşistleştiği” süreci de
analize tabi tuttu. Lenin’in “eşitsiz kapitalist gelişme kanunu” olarak sunduğu
genel çerçeveden istifade eden Dutt, egemen sınıfların artık toplumsal barışı
tesis edecek maddi imkânlardan yoksun kaldığı “fakir” emperyalist ülkelerde
toplumsal çelişkilerin epey keskinleştiğini, dolayısıyla bu ülkelerin işçilere
diz çöktürecek otoriter tedbirlere daha fazla başvurduklarını tespit etti.[17] Öte
yandan Dutt, tüm kapitalist dünyanın “faşizm öncesi” aşamaya geçiş yaptığı
türünden yanlış bir değerlendirmede bulunuyordu, ama bu kehanetçi dil, belli ölçüde
mazur görülebilirdi, çünkü otuzlarda yaşanan felâketlere tanık olanların çok
azı, kapitalizmin savaş sonrasında toparlanamayacağını düşünüyordu.
Faşizm
ve Toplumsal Devrim kitabı, “sosyal faşizm” tezini sistematik bir
yaklaşımla savunuyor, bu bağlamda, sosyal demokrat partilerin olağanüstü hâl
yetkilerinin kullanılması üzerinden faşizmin yolunu açtığını, komünistlerle
antifaşist ittifaklar kurma fikrine karşı çıktığını, proleter devrime set
oluşturduğunu söylüyordu. Komintern üçüncü döneminde (1928-1934) sosyal faşizmden
dem vuran yaklaşıma destek çıkıyor ve bu dönemde reformist siyasetçileri sınıf
düşmanı kabul ediyordu. Dutt, bu politikadaki sekterliğe ait çapakların üzerini
örtse de bu hamleyi “aşırı solcu ahmaklık” olarak görüp çöpe atanlar, söz
konusu çizginin 1929’da Berlin’de 1 Mayıs için toplanan göstericilere ateş açılmasıyla
zirveye ulaşan, sosyal demokratların tuttuğu ihanet zincirinde karşılık bulduğu
gerçeğini bir çırpıda unutuveriyorlar.[18]
Troçkistlerin
faşizmin orta sınıf tabanına aşırı vurgu yaptığı koşullarda Dutt, sosyal
demokrasiyle bağını koparmış, demoralize olmuş işçi sınıfı kesimlerini harekete
geçirip aldatmanın mümkün olduğunu görmüştü. Bu dinamik sayesinde faşizm, radikalleşme
imkânına sahip, gerçek anlamda bir kitle hareketi hâline geldi ve kendisini
önceki “sağcı diktatörlükler”den ayırdı.[19]
Faşizmin
ve sosyal reformizmin birbirinin ikizi olduğunu söyleyen fikir, göründüğünden
daha derinlikli: burada aslında Renton’ın iddia ettiği gibi, “sosyal
demokrasinin başka bir tür faşizm” olduğundan söz edilmiyor.[20] Nihayetinde
her ikisi de “tekelci sermayenin iktidarında kullanılan birer araç”, her ikisi
de “devleti sınıfların üzerine” yerleştirmeye çalışıyor, ama sadece farklı
yöntemlere başvuruyor. Faşizm işçi örgütlerini dışarıdan gelip kapatırken,
sosyal demokrasi o örgütlerin içine girip onları içten içe kemiriyor. Dutt’a
göre, faşist diktatörlükte asıl yeni olan, mevcuttaki işçi hareketini
emperyalist devletle bütünleştirmesi değil, işçilerin bağımsız örgütlerini
şiddet kullanarak yok etme çabası idi.”[21]
Kitabın
özgün diğer bir yanı da faşizmin sınıfsal enternasyonalizme ihanet etmiş olan ve
kitleleri aşırı sağcı demagojinin pençelerine terk eden batı sosyalizmine çok
şey borçlu olduğunu söylüyor olması.[22] Dutt, Avrupa sosyal demokrasisinin
sömürgeci köleliğin sunduğu temel üzerine inşa edildiğini görüyor, bu gerçeğin
en çarpıcı ifadesinin “demokrasi savunucusu” olarak lanse edilen İşçi Partisi hükümetinin
Hindistan’da despotizmin sürdürülmesi için teröre başvurması ve altmış bin
insanı demokratik haklar talep etti diye hapse atması olduğunu söylüyor.
Emperyal
gücün “kendi kendisine yeterliliği” üzerinde duran faşist anlayış, bizim
otuzlarda reformist solda gördüğümüz, orada aşina olduğumuz bir anlayış. Dutt,
kitabında İşçi Partisi vekili ve ileride faşist hareketin lideri olan Oswald
Mosley’nin “sosyalist emperyalizm” fikrini temel alan milli bir ekonomik büyüme
programı hazırladığını, aralarında sonradan Ulusal Sağlık Hizmetleri denilen
kurumu kuracak olan Aneurin Bevan gibi İşçi Partisi içindeki solcu
siyasetçilerin ona destek verdiğini ve kampanyasında ona yardım ettiğini
söylüyor.[23]
Birçok
komünist gibi Dutt da İkinci Enternasyonal’e mensup reformist partilerin şoven
çılgınlığa teslim olduğu, kendi hükümetlerini emperyalist Birinci Dünya Savaşı’nda
destekledikleri bir dönemde radikalleşti. Dutt, bu dönemde İngiltere’de Robert
Blatchford, Almanya’da Alexander Parvus gibi “savaş yanlısı sosyalistler”in
başvurdukları aşırı milliyetçi retoriğin sonrasında ortaya çıkan faşizmle
birçok yönden benzediğini tespit etti.[24] İtalya’da Paolo Orano gibi bir dizi
önemli faşist devrimci, birer sendikacı olarak faaliyet yürüttükleri dönemde,
Birinci Dünya Savaşı’na girmenin milleti kurtaracağı üzerinde duruyordu.[25]
Strasser kardeşlerde dil bulduğu biçimiyle, Nazizm hareketinin başlarda güya
sahiplendiği sosyalizm de faşistlerde görülen milliyetçilik, emperyalizm ve
sınıf işbirliği türünden, uzun süre sosyal demokrasinin şovenist kanadı
tarafından desteklenmiş olunan fikirlerden ödünç alınmıştı.[26]
Bugün
batı solunda sınıf politikası ve yeniden dirilme imkânları, sosyal emperyalist
kuşatma altında. Kısa bir zaman sonra faşizmin nasıl durdurulacağıyla ilgili
bir kitap çıkartan gazeteci Paul Mason’ın Jeremy Corbyn’e sunduğu öneri, bu
konuda simgesel bir öneme sahip. Mason o önerisinde Wigan, Newport ve Kirkcaldy’de
büyümeyi sağlayacak, refahı artıracak bir programın hazırlanması gerektiğini
söylüyordu. Ona göre bu program, serveti Şenzen’e, Bombay’a ve Dubai’ye aktarmamak
pahasına yürürlüğe konmalıydı. Yerlicilik edebiyatı yapıp göçmen karşıtı
duygulara oynayan sosyal demokrat ve liberal partiler, tüm Avrupa ve Kuzey
Amerika genelinde sağ popülizmin elini güçlendirmeye devam ediyor. Bu anlamda Rajani
Palme Dutt’ın ismi, Padmore, Sylvia Pankhurst ve Amílcar Cabral gibi isimlerle
birlikte anılmalı, zira bu insanlar, içte işleyen faşistleşme sürecine karşı
koymanın yegâne etkili yolunun antiemperyalizm ve sosyalist enternasyonalizm
olduğunu söylüyorlar.
Alfie Hancox
23
Mart 2021
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Aktaran: Michele L. Louro, Comrades Against Imperialism: Nehru, India,
and Interwar Internationalism (Cambridge: Cambridge University Press,
2018), s. 238.
[2]
John Callaghan, Rajani Palme Dutt: A Study in British Stalinism (Londra:
Lawrence and Wishart, 1993), s. 7.
[3]
R. P. Dutt, Fascism and Social Revolution (Gözden geçirilmiş ikinci
baskı, Londra: Martin Lawrence Ltd., 1935), s. 63.
[4]
Yayına hazırlayan: David Beetham, Marxists in the Face of Fascism: Writings
by Marxists on Fascism from the Inter-War Period (Şikago: Haymarket Books,
2019); David Renton, Fascism: History and Theory (Lonra: Pluto Press,
2020). Özgün baskıda Dutt’ın adı, Komintern’in sınıfa kör analizine dair bir
örnek olarak, küçümseyici bir dille, sadece bir dipnotta zikrediliyor. Renton, Fascism:
Theory and Practice (Londra: Pluto Press, 1999), s. 134.
[5]
John Callaghan, “The Heart of Darkness: Rajani Palme Dutt and the British
Empire – A Profile”, Contemporary Record 5 Sayı. 2 (1991): s. 257-75.
[6]
Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 182; 213.
[7]
A.g.e., 183; Callaghan, Rajani Palme Dutt, s. 10.
[8]
Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 238-41. Tarihçiler emperyalist
politikaların İngiliz faşizminin merkezinde durduğunu daha yeni kabul ettiler.
Bkz.: Liam J. Liburd, “Beyond the Pale: Whiteness, Masculinity and Empire in
the British Union of Fascists, 1932-1940”, Fascism: Journal of Comparative
Fascist Studies 7 Sayı. 2 (2018): s. 275-96.
[9]
George Padmore, How Britain Rules Africa (New York: Negro Universities
Press, 1969), s. 4.
[10]
Aktaran: Neil Redfern, Class or Nation? Communists, Imperialism and Two
World Wars (Londra: Tauris Academic Studies, 2005), s. 101.
[11]
Renton, Fascism: History and Theory, s. 16.
[12]
Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 217.
[13]
A.g.e., s. 213-16.
[14]
Richard Löwenthal, “The Fascist State and Monopoly Capitalism” (1935), Yayına
hazırlayan: David Beetham, Marxists in the Face of Fascism: Writings by
Marxists on Fascism from the Inter-War Period içinde, s. 339.
[15]
Renton, Fascism: History and Theory, s. 13.
[16]
Callaghan, Rajani Palme Dutt, s. 198.
[17]
Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 216.
[18]
A.g.e., s. 116.
[19]
A.g.e., s. 82; 76. Renton da bu dinamiğin varlığını kabul ediyor: “Küçük
burjuvazi faşist partilerde büyük bir role sahip olsa da bu kesim, faşistlere
kaynaklık edemeyecek ölçüde küçük bir kesimdi. […] Faşizmin asıl korkutucu
yanı, daha önce sosyalist partilere kolaylıkla örgütlenebilmiş olan insanları
saflarına kazanabilmiş olmasıydı.” Fascism: History and Theory, s. 153.
[20]
Renton, Fascism: History and Theory, s. 79.
[21]
Vurgu özgün metne ait. Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 115; 203.
[22]
A.g.e., s. 162.
[23]
A.g.e., s. 235; 255.
[24]
A.g.e., s. 157.
[25]
Zak Cope, The Wealth of (Some) Nations: Imperialism and the Mechanics of
Value Transfer (Londra: Pluto Press, 2019), s. 180.
[26] Dutt, Fascism and Social Revolution, s. 162.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder