Bir Belgeselin Düşündürdükleri:
Antisınıfsal İnsan Hakları ve Sınıfsız Sendikacılık
Üç
dört gün önce Youtube’a yüklenen bir belgeselin duyurusu Artı TV’de yayınlandı:
Hakikat, İnat, Cesaret, Umut: Eren Keskin. Belgesel
olmaktan öte röportaj havası hâkim. 15 dakikalık videoda İHD Eşbaşkanı Eren
Keskin’in sola yönelik eleştirileri dikkat çekiyor:
-
Solun ataerkilliği, solcu kadınların bakımsız olduğu ve bu bakımsızlığın
sebebinin erkek solcular olduğu.
-
Yurtdışında bir Alevi kurumunda yaptığı açıklama sonrası kıyamet kopması
(Muhatap Aleviler mi yoksa ülkede verilen tepki mi, bu soruyu belirsiz
bırakıyor, ama her eleştiriye muhatap olan çevrelerin isimleri fraksiyon, mezhep ve
etnisite olarak dillendiriliyor).
-
Solun kültür-kimlik mücadelelerini “açmak” istemediği.
-
Solun kadın, LGBT, trans mücadelesine duyarsız kaldığı.
-
“Türk kadın hareketinin” (bu adlandırma kendisine ait) onun/İHD’nin (ki bu, sadece
onun düşüncesi değildir) olumladığı kadın hareketiyle belirli konularda
birleşmemesi. Belgeselin sonunda Eren Keskin, bütün umudunun kimlik
hareketlerinde, LGBT mücadelesinde, kadın hareketinde olduğunu söylüyor.
Yazının konusu ve eleştiri noktası, bir şahıs olarak Eren Keskin değildir. Suretlerden öte düşünceler eleştiriye tabi tutulmalıdır. Eleştiri, kişilerden çıkarılıp düşüncelere yöneltildiği zaman geliştirici olur.
Yazının sonuç bölümünde Keskin'in eleştirilerini boşa çıkaran ve onun bahsettiği mücadeleyi savunan yerin neresi olduğu
söylenecektir. Öncelikle Keskin’in “Türk” kadın hareketi diye adlandırdığı hareketin
adı nedir, kimlerden oluşur, öyle bir hareket var mıdır, varsa, nasıl bir nicel
ve nitel güce sahip olarak onun olumladığı kadın hareketini yalnız mı bırakmaktadır?
Kadın hareketinin “Türk” olmasını belirleyen ölçüt nedir? Kendisinin içinde
bulunduğu harekette Türk kadınlar var mıdır? Varsa, onları ötekileştirerek
azınlığa mı düşürmektedir? Mesela siyasi olarak Türk kadın hareketi
kastediliyorsa, Sera Kadıgil’in burjuva kadınları dâhil tüm kadınları kız
kardeşi olarak görmesi Keskin için yeterli değil midir? Kadıgil, bunu kadın
hareketinden öğrendiğini söylüyor. Kadıgil’in vekillik yaptığı partinin adında “İşçi”
kelimesi var, fakat sömürücü burjuva sınıfa mensup patron kadınları kız kardeşi
olarak kabul ederek Marksizmi ters yüz etmektedir.
Marksizmde
uzlaşmaz çelişki emek-sermaye arasındadır. Salgında yalılardan fotoğraf
paylaşıp “evde kalın” çağrısı yapan burjuva kadın patronlar sizin için ne anlam
ifade etmektedir? Ataerkil bir kapitalizm olduğunu dile getiren feminist
çevreler açısından bu sorunun cevabı, günümüz ve Marksizm için elzemdir.
Naziler dönemi sermayedar kadınların faşist partiye verdiği destek araştırılmalıdır.
Kadıgil’in
feminizmi Keskin için yeterli değil midir? KESK Eğitim-Sen Genel Başkanı Nejla
Kurul’un Twitter hesabından yaptığı paylaşımda iki eğitim sendikasına (Eğitim
Birsen ve Türk Eğitimsen) yönelik şu ifadeler kullanılıyor:
“Üye sayısı fazla iki
eğitim sendikası Başkanlar Kurulu yaptılar ve fotoğraflarqAEWını paylaştılar.
Kadınlara soruyorum: Başkanlar Kurulunda kadın sayısı kaç? Kadın başkanların
azlığı/yokluğu sendikal politikalarda neye karşılık gelir? Bu sendikalarda
kadının adı yok mudur?”[1]
Bu
paylaşımın altına yazılan yorumlarda eleştirilen iki sendikanın kadın kurultayı
fotoğrafları eklenmiş. Onlar da kimlikçiliğe kimlikçilikle karşılık veriyor:
madalyonun iki yüzü. Nejla Kurul’un sorusunu cevaplamak için her yıl temmuz-eylül
ayları arasında açıklanan sendika üye sayılarına bakmak gerekir. Eğitim
sendikaları arasında cinsiyete göre dağılım istatistikleri incelendiğinde,
kadın üye oranının en yüksek olduğu sendikanın Eğitim-iş olduğu görülecektir.
Ki bu sendika da sizin birlikte grev ilan ettiğiniz hâlde ortak açıklama yapmak
için alana beraber çıkamadığınız sendika. O da Eğitim-Sen gibi anti-sınıfsal ve
sivil toplumcu. Her ikisi de sendikayı toplumsal hareket öznesi olarak görüyor,
çünkü özneye göre inşa edilmiş sendikacılığı savunuyorlar. Demek ki kadın
yöneticiye sahip sendika olunması emek mücadelesine önemli bir katkı
sağlamıyor.
Bu,
“kadın yönetici olmasın” demek değildir. Emek-sermaye çelişkisini ve demokratik
merkeziyetçiliği programına koyup sendikayı bu anlayışla yönettiğinizde kadın
yönetici bulunmasının sendikal açıdan işlevselliği oluşur. 8 Mart’ları sadece “mor
bayrak açılsın” zorbalığına çeviren feministler, son birkaç yıldır kızıl bayrak
açılmasına bile tahammül edemiyorlar. Herhâlde 8 Mart fabrika kökenli değil! Sendikasından
soluna kadar 8 Mart’ın sınıfsızlaştırılması politikasının sonuçları bunlar.
“Bu
toplantılarda eleştiri yöneltilen sendikalar sınıf adına hangi kararları aldı?”
sorusunu yöneltip, eğitim emekçilerine seslenmeyen genel başkan ne tür bir fark
yarattığı üzerinde durulmalı. Bu tür girişimler, sınıf mücadelesi adına geride bir
şey bırakmıyorlar.
Mesela
Amasra için bir afiş basılmış mıdır? Konut, market, enerji giderleri için
bastırdıkları bir afiş var mıdır? Nejla Kurul şahsında KESK’e şu sorulmalıdır:
Sadece Eğitim-sen’den istifa eden yaklaşık 50 bin öğretmenin kaçı kadındır?
Kadınlar neden sendikadan istifa ettiler? Siz yine her zamanki gibi sessiz
kalmayı tercih edeceksiniz.
“Türk”
kadın hareketinin kim olduğuna hâlen karar veremiyoruz. O zaman KESK’in iş
yerleri panosuna asılması için bastırdığı şu pozitivist afişe bakınız. Afişte
kadına bakınca görülenin ne olduğu gayet açıktır. Afişe bakıp da İran’a destek
mesajı veriliyor (İran verdikleri destek slogan ortaklığından öte değildir,
yoksa İran’ın yolunu bilmezler) sanmayınız, geçen yıl da Afganistan için üç gün
ses çıkaran kadın hareketi, sonra Afganistan’ı belleğinden sildi, onlar
böyledir. Onlar için kendi bireyliklerinden ve popülizmden öte dünya yoktur.
Hindistan, Asya ve Afrika’da kadın yoktur onlar için.
Çok
uzağa gitmeyelim. Tuzla, Gebze, Esenyurt ilçelerinde de kadın emekçiler yoktur!
Onların kadın hareketi, Avrupa solunun hülyalarıyla maluldür. Bu kadın hareketi
için tekstilde, tarlada, ev temizliğinde çalışan kadın da yoktur. Kadın
hareketi, orta sınıfın burjuva kültürüne esir olmuş kurguya teşnedir.
Mesela
afişi basan KESK, “Türk” kadın hareketi mi? Bu afiş de galiba yeterli değil
Keskin için. KESK ülke solunun yansıması olduğundan oraya baktık, ama “Türk”
kadın hareketinin kim olduğu yine belirsiz kaldı! Öte yandan Ayşe Düzkan da
Keskin’in eleştirisine maruz kalıyor galiba. O da yaşamını yitiren insanlar
için “Adı bu, demek ki ailesi Türkçü” babında yorumlar yapıyor. Eleştirilince
de kendisi mağdur oluyor.
Aynı
şekilde İBB Şehir Tiyatroları’nda klasik eserleri güncellemek (ya da mahvetmek)
adına kurban ritüellerine, kadın mücadelesine, beden politikasına dair eleştiri/destek
göndermeleri bol bol geçer oldu. Gazetecisinden sendikasına, sendikasından
tiyatrosuna radikal demokrasi altında sola, Marksizme, aileye, inanca, kısacası
insana ait bütünlüklere yoğun bir saldırı ve tahrif gerçekleştiriliyor. Mesela
Uluslararası Gezici Filmmor Festivali kapsamında Yılmaz Güney’in Canlı Hedef filmine Altın Bamya ödülü veriliyor![2] Bu filmin kadına tacizde bir numara
olduğu değerlendiriliyor. Yılmaz Güney’e bakan postmodern feminizm, onda erkeği
görebilmek için apolitik feodal filmlerine yöneliyor. Amaç, bir bütünlüğü daha
tahrif etmek. Ondaki erkeklikle sol bütünleştirilip bir taşla iki bütünlük
parçalanıyor. Bu da yeterli değil galiba.
Mağdur
seçicilikten dem vurulacaksa İHD, kendine yakın bulmadığı çevreleri kadın
“sorunu” üzerinden sıkıştırırken kendine yakın çevrelerdeki kadınların taciz
“iddialarına” neden sessiz kaldı? “Amasız fakatsızlık” ilkesini kendisi
unutuyor, çünkü onun asıl derdi, kadın mücadelesi ya da kadın değil.
Eren
Keskin, ayrıca solun LGBT mücadelesine karşı duyarsızlığını da eleştiriyor. O
kadar da iddialı olmayınız. Sizin “ittihatçı” diye eleştirdiğiniz partinin
bayrağı resimde görüldüğü şekilde değişti, galiba asıl tepkiniz “bunlar nerden
çıktı” noktasında. Merak etmeyiniz, onların da barı, barlarında çalışan
partilileri var, farklı değilsiniz birbirinizden. Tekçilik/tektipleştiricilik
konusunda yazı tura gibisiniz.
LGBT
hareketi, temel çelişkiyi cinsiyetsiz dünya-cinsiyetli dünya olarak belirliyor.
Sol, LGBT’ye yanaşarak onları sınıf mücadelesinde birleştireceğini iddia etti,
ama içi boş söylemden öteye geçemedi. Birincisi, o kitleyi sol yaratmadı,
ikincisi, solun bütünlüğüne ve varlığına LGBT’nin ihtiyacı yok. İşte işçi
sınıfının gazetesi iddiasında olanların habercilik anlayışı ve gazetelerine
yerleştirdikleri görsele bakınız, galiba o sol da değil.[3]
LGBT
ve Kaos GL, yayımladıkları yüzlerce sayfalık kitapla hangi emperyalist kurum ve
kuruluşlardan nasıl fon alınır bilgisini paylaşıyor. Solu eleştirecekseniz,
LGBT’yi sömürmeye çalışmasından dolayı eleştiriniz. Aynı LGBT, hangi ülkelerin
büyükelçileriyle hangi meydanda kol kola yürüyüp hangi toplumsal bütünlüğe
saldırıyor[3] diye bakmayan, kendisinin antiemperyalist olduğunu iddia eden
sola rağmen siz hâlâ “sol, LGBT mücadelesine duyarsız” diyorsunuz. En küçük
eleştiriye tahammül edemediği hâlde LGBT’nin aşağıdaki paylaşımına gıkını
çıkaramayan sol var. LGBT ve tandanslı kadın hareketi aile, sosyalizm, sendika,
arkadaşlık, dostluk, inanç, ideoloji gibi toplumsal bütünlük arz eden tüm
yapıları bozuma uğratmaktan geri kalmazken bunu eleştirebilen bir sol yok
ülkede. Sendikalar, partiler, çeşitli yayınlar kadın bültenlerinde “trans
çocuk” dosyası oluşturup bilirkişi olarak Kaos GL’yi GL’yi tayin ediyor. Galiba
bu da yeterli değil. Ha çocuğa dinsel yönelim tayin etmişsiniz ha onun
cinsiyetiyle ilgili karar verip bedenine müdahale etmişsiniz. Her ikisi de aynı
zihniyette buluşturur sizi. Soyut düşünme kapasitesine erişmeyen çocuk adına
kararı LGBT veriyor.
Ülkede
700 bin çocuk işçinin varlığından bahsedilirken, bu, İHD’nin ve sendikaların
sorunu hâline neden gelmez? Asgari ücretle kira verip yakıt kullanmadan soğuk
evlerde yaşayanlar, neden İHD’nin ve sendikaların sorunu olmaz? Ülkede
uyuşturucu kullanımı ve antideprasan satışı zirve yaparken, bu, neden İHD’nin
ve sendikaların, hatta solun sorunu olmaz? Neden uluslararası kahve
zincirlerinden giyim kuruluşlarına ve medya şirketlerine kadar LGBT’ye finansal
destek yağar? Finans kapital, demokrasi havarisi mi kesildi? Ortadoğu’yu kana
bularken neden emperyalistler LGBT’yi fonlar? Neden İHD, kadın hareketi, sol,
sendikalar, LGBT başta Voa olmak üzere 4 emperyalist ülkenin medya tekellerinin
ülkemizdeki kadınlara ve gençlere ulaşmak amacıyla açtığını iddia ettiği +90
isimli Youtube kanalının ülkemizde seks işçiliğinin bol kazançlı olduğuna dair
özendirici ticari yayınlar yapmasına ses çıkarmaz?[4] Sınıflı toplumlarla
ortaya çıkıp kapitalist düzende tırmanışa geçen fuhuş, insan hakları ihlali (ki
yayında erkekler de var) değil midir?
Sizin
için emperyalizm diye bir gerçek yok. Temel çelişkiniz toplumla! Mücadele ve birliktelikten
anladığınız, öznelerin yan yana gelmesi. Yan yana gelenin birbirine karşı
hiçbir sorumluluk ve disiplin hissetmediği, istediği zaman “mücadelesini”
bırakıp gidebileceği bir yan yanalık kurgusu. Bu yan yanalığın mekânı Taksim
midir? İHD’nin de mesken tuttuğu Taksim; onur yürüyüşü, 25 Kasım ve 8 Mart için
mekândır. Taksim’den ayrılmak istemezler, çünkü bölgenin bar ve meyhaneleri
solcuların, sendika yöneticilerinin, sol partilerin üyelerinin/yönetimlerinin
hissesindedir. Orta sınıfın uyuşma ve kontrol mekânı. Sendikanızı, partilinizi
ya da radikal demokratınızı arıyorsanız, bulacağınız yer orasıdır. Bu ülkede bu
mekânların sahiplerinin politik aidiyeti araştırılsa çıkacak sonuç başarısızlığın
rotasının nereden geçtiğini de verir. 1 Mayıs olunca o kitle birden kaybolur ve
Bakırköy-Maltepe hattında salınır. Buradan okunduğunda kimin hangi mekândan
neyi silmek istediği ve tarihsizleştirdiği, hatta hangi tarihi mülküne aldığı
daha anlaşılır hâle gelir.
Son
olarak Bandista’yı ve bu grubun İsyan şarkısını nereye koyuyorsunuz? O
da kadına +90 YouTube kanalı gibi yaklaşıyor. 1 Mayıs’ta Maltepe’ye çağrılıp
sahne verilen Bandista’nın kadın ve emekçi algısını bu şarkıdan
okuyabilirsiniz.
Beden,
arzu, bedenin metalaştırılıp erkek hazzına pazarlanması ama ataerkiye de aynı
zamanda “isyan”, genel ve özel ev, aile karşıtlığı, küfürler havada uçuşuyor.
Feminizm ve LGBT tandanslı postmarksistleşen yeni solun devrim marşını Bandista
yazıyor. Dönemin protest müzik grubu o artık.
Bandista’ya
bu yazıda yer verilmezse Keskin’in taraf olduğu anlayışa haksızlık yapılmış
olur. “İsyan”ın şarkıcısı ve şarkısının da kim ve ne olduğu belirlenmeli.
“Bandista,
hangi etnisitenin soludur?” sorusuna da cevap bulamadık! Maltepe’ye giden sol
da bu duruma itiraz etmiyor. 1 Mayıs sahnesine çağrılan müzik grubu,
şarkılarıyla ataerki karşıtlığı adı altında başta Marksizm olmak üzere ortada
bütünlük bırakmıyor. Sol, bindiği dalı kesiyor.
Siz
bu küfür/saldırı şarkılarını söyleteceksiniz, her görüşten ve kültürden
emekçinin peşinizden gelmesini bekleyeceksiniz!
Sol,
halka bakınca Kadıköy’ü, sınıfa bakınca beyaz yakalıyı, sendikaya bakınca
radikal demokrasiyi, greve bakınca protestoyu, kadına bakınca bedeni/saç
telini, sanata bakınca Bandista’yı görüyor. Sonra işçi sınıfının bazı
gazetecileri Maltepe’den “danslı, neşeli” tweet atıyor, eleştirilince de
gazetesi ona sahip çıkıp eleştirenleri “çemkiriyorlar” diyerek suçluyor ve
Denizlerin yolundan gittiğini söylüyor.[5] Aynı gazete, Denizlerin Taksim’e
çıkarmadıklarını, LGBT ile birlikte İstiklal’e çıkarıyor. İstiklal’i LGBT’de
buluyor.
Bandista’ya
dönecek olursak, şarkının eksik sözü “Çıkıyoruz barlardan/ gidiyoruz eyleme/
çıkıyoruz eylemden/ gidiyoruz barlara” olabilirdi.
“Çıkıyoruz
evlerden
Genelinden özelinden
Yalnız ya da hep birlikte
İsyan isyan.
Kadın
dile düşünce
Aile devlet mahkeme
Kadın dile gelince
Hükmü yok üstümüzde
Aile de yalan devlet de
Arzu da bizim beden de
İsyan isyan.
Saçım
kısa eteğim de
Sokaktayım köşede
Kaltak sürtük fahişe
Namus iffet neyse ne
Ağır da olsa bedeli
Islah etmem bedenimi
İsyan isyan.
(…)
Barış da
bizim devrim de
Amed de bizim Tahrir de
İsyan isyan.”
Sonuç
Sonuç
olarak Keskin’in muhatabı olan solun ve “Türk” kadın hareketinin kim olduğuna
dair cevap bulunamadı. Bulunan cevaplar şunlar: Sınıfsız insan hakları,
sınırsız bütünlük karşıtlığı. Bu anlayış, kadına bakınca beden, sendikaya
bakınca kadın, LGBT’ye bakınca kurtuluş görüyor. Ne kadar sağ ve sığ özellikler
varsa radikal demokrasi adı altında savunuluyor.
İHD,
tarihe ve insana bakınca etnisite ve kimlik; KESK, üyeye ve sendikaya bakınca
kadını görüyor. Keskin’in eleştirilerini hak etmeyen bir yer varsa o da KESK!
KESK’in kadın mücadelesi Eren Keskin’in istediği çizgidedir, ülkenin solunun
toplamıdır. Bu durumda KESK’in kadın mücadelesi “Türk” müdür nedir! Bir sürü anlamsız/yersiz soru. Yazının konusu hiçbir şahıs olmayıp onların sözlerinde dile gelen
anlayışlardır. O anlayışlar da şimdilik eleştirileri yanıtsız bırakmaktadır.
Bu
yazının yazılma amacı, yanlışın doğru olarak yayılmasını engellemektir.
Belgeselde Keskin’in dediği gibi bir hafıza sorunu yaşıyoruz, hafızanın canlı
tutulması için bu yazıların yazılması gerekiyor.
S. Adalı
20 Aralık 2022
Dipnotlar:
[1] Nejla Kurul, 13 Aralık 2022, Twitter.
[2]
Özge Kara, “100 Yılın Bamyası Canlı Hedef”, 25 Mart 2015, Milliyet.
[3]
Cansu Pişkin ve Ezgi Görgü, “Onur Yürüyüşü Ramazan Yasağını Deldi”, 28 Haziran
2015, Evrensel.
[4] +90, “Seks İşçisi Olmak”, Youtube.
[5] Nuray Sancar, “Denizleri Yaşatmak, Yaşamak”, 7 Mayıs 2022, Evrensel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder