Pages

21 Aralık 2022

Bir Belgeselin Düşündürdükleri


Bir Belgeselin Düşündürdükleri:

Antisınıfsal İnsan Hakları ve Sınıfsız Sendikacılık


Üç dört gün önce Youtube’a yüklenen bir belgeselin duyurusu Artı TV’de yayınlandı: Hakikat, İnat, Cesaret, Umut: Eren Keskin. Belgesel olmaktan öte röportaj havası hâkim. 15 dakikalık videoda İHD Eşbaşkanı Eren Keskin’in sola yönelik eleştirileri dikkat çekiyor:

- Solun ataerkilliği, solcu kadınların bakımsız olduğu ve bu bakımsızlığın sebebinin erkek solcular olduğu.

- Yurtdışında bir Alevi kurumunda yaptığı açıklama sonrası kıyamet kopması (Muhatap Aleviler mi yoksa ülkede verilen tepki mi, bu soruyu belirsiz bırakıyor, ama her eleştiriye muhatap olan çevrelerin isimleri fraksiyon, mezhep ve etnisite olarak dillendiriliyor).

- Solun kültür-kimlik mücadelelerini “açmak” istemediği.

- Solun kadın, LGBT, trans mücadelesine duyarsız kaldığı.

- “Türk kadın hareketinin” (bu adlandırma kendisine ait) onun/İHD’nin (ki bu, sadece onun düşüncesi değildir) olumladığı kadın hareketiyle belirli konularda birleşmemesi. Belgeselin sonunda Eren Keskin, bütün umudunun kimlik hareketlerinde, LGBT mücadelesinde, kadın hareketinde olduğunu söylüyor.

Yazının konusu ve eleştiri noktası, bir şahıs olarak Eren Keskin değildir. Suretlerden öte düşünceler eleştiriye tabi tutulmalıdır. Eleştiri, kişilerden çıkarılıp düşüncelere yöneltildiği zaman geliştirici olur. 

Yazının sonuç bölümünde Keskin'in eleştirilerini boşa çıkaran ve onun bahsettiği mücadeleyi savunan yerin neresi olduğu söylenecektir. Öncelikle Keskin’in “Türk” kadın hareketi diye adlandırdığı hareketin adı nedir, kimlerden oluşur, öyle bir hareket var mıdır, varsa, nasıl bir nicel ve nitel güce sahip olarak onun olumladığı kadın hareketini yalnız mı bırakmaktadır? Kadın hareketinin “Türk” olmasını belirleyen ölçüt nedir? Kendisinin içinde bulunduğu harekette Türk kadınlar var mıdır? Varsa, onları ötekileştirerek azınlığa mı düşürmektedir? Mesela siyasi olarak Türk kadın hareketi kastediliyorsa, Sera Kadıgil’in burjuva kadınları dâhil tüm kadınları kız kardeşi olarak görmesi Keskin için yeterli değil midir? Kadıgil, bunu kadın hareketinden öğrendiğini söylüyor. Kadıgil’in vekillik yaptığı partinin adında “İşçi” kelimesi var, fakat sömürücü burjuva sınıfa mensup patron kadınları kız kardeşi olarak kabul ederek Marksizmi ters yüz etmektedir.

Marksizmde uzlaşmaz çelişki emek-sermaye arasındadır. Salgında yalılardan fotoğraf paylaşıp “evde kalın” çağrısı yapan burjuva kadın patronlar sizin için ne anlam ifade etmektedir? Ataerkil bir kapitalizm olduğunu dile getiren feminist çevreler açısından bu sorunun cevabı, günümüz ve Marksizm için elzemdir. Naziler dönemi sermayedar kadınların faşist partiye verdiği destek araştırılmalıdır.

Kadıgil’in feminizmi Keskin için yeterli değil midir? KESK Eğitim-Sen Genel Başkanı Nejla Kurul’un Twitter hesabından yaptığı paylaşımda iki eğitim sendikasına (Eğitim Birsen ve Türk Eğitimsen) yönelik şu ifadeler kullanılıyor:

Üye sayısı fazla iki eğitim sendikası Başkanlar Kurulu yaptılar ve fotoğraflarqAEWını paylaştılar. Kadınlara soruyorum: Başkanlar Kurulunda kadın sayısı kaç? Kadın başkanların azlığı/yokluğu sendikal politikalarda neye karşılık gelir? Bu sendikalarda kadının adı yok mudur?”[1]

Bu paylaşımın altına yazılan yorumlarda eleştirilen iki sendikanın kadın kurultayı fotoğrafları eklenmiş. Onlar da kimlikçiliğe kimlikçilikle karşılık veriyor: madalyonun iki yüzü. Nejla Kurul’un sorusunu cevaplamak için her yıl temmuz-eylül ayları arasında açıklanan sendika üye sayılarına bakmak gerekir. Eğitim sendikaları arasında cinsiyete göre dağılım istatistikleri incelendiğinde, kadın üye oranının en yüksek olduğu sendikanın Eğitim-iş olduğu görülecektir. Ki bu sendika da sizin birlikte grev ilan ettiğiniz hâlde ortak açıklama yapmak için alana beraber çıkamadığınız sendika. O da Eğitim-Sen gibi anti-sınıfsal ve sivil toplumcu. Her ikisi de sendikayı toplumsal hareket öznesi olarak görüyor, çünkü özneye göre inşa edilmiş sendikacılığı savunuyorlar. Demek ki kadın yöneticiye sahip sendika olunması emek mücadelesine önemli bir katkı sağlamıyor.

Bu, “kadın yönetici olmasın” demek değildir. Emek-sermaye çelişkisini ve demokratik merkeziyetçiliği programına koyup sendikayı bu anlayışla yönettiğinizde kadın yönetici bulunmasının sendikal açıdan işlevselliği oluşur. 8 Mart’ları sadece “mor bayrak açılsın” zorbalığına çeviren feministler, son birkaç yıldır kızıl bayrak açılmasına bile tahammül edemiyorlar. Herhâlde 8 Mart fabrika kökenli değil! Sendikasından soluna kadar 8 Mart’ın sınıfsızlaştırılması politikasının sonuçları bunlar.

“Bu toplantılarda eleştiri yöneltilen sendikalar sınıf adına hangi kararları aldı?” sorusunu yöneltip, eğitim emekçilerine seslenmeyen genel başkan ne tür bir fark yarattığı üzerinde durulmalı. Bu tür girişimler, sınıf mücadelesi adına geride bir şey bırakmıyorlar.

Mesela Amasra için bir afiş basılmış mıdır? Konut, market, enerji giderleri için bastırdıkları bir afiş var mıdır? Nejla Kurul şahsında KESK’e şu sorulmalıdır: Sadece Eğitim-sen’den istifa eden yaklaşık 50 bin öğretmenin kaçı kadındır? Kadınlar neden sendikadan istifa ettiler? Siz yine her zamanki gibi sessiz kalmayı tercih edeceksiniz.

“Türk” kadın hareketinin kim olduğuna hâlen karar veremiyoruz. O zaman KESK’in iş yerleri panosuna asılması için bastırdığı şu pozitivist afişe bakınız. Afişte kadına bakınca görülenin ne olduğu gayet açıktır. Afişe bakıp da İran’a destek mesajı veriliyor (İran verdikleri destek slogan ortaklığından öte değildir, yoksa İran’ın yolunu bilmezler) sanmayınız, geçen yıl da Afganistan için üç gün ses çıkaran kadın hareketi, sonra Afganistan’ı belleğinden sildi, onlar böyledir. Onlar için kendi bireyliklerinden ve popülizmden öte dünya yoktur. Hindistan, Asya ve Afrika’da kadın yoktur onlar için.

Çok uzağa gitmeyelim. Tuzla, Gebze, Esenyurt ilçelerinde de kadın emekçiler yoktur! Onların kadın hareketi, Avrupa solunun hülyalarıyla maluldür. Bu kadın hareketi için tekstilde, tarlada, ev temizliğinde çalışan kadın da yoktur. Kadın hareketi, orta sınıfın burjuva kültürüne esir olmuş kurguya teşnedir.

Mesela afişi basan KESK, “Türk” kadın hareketi mi? Bu afiş de galiba yeterli değil Keskin için. KESK ülke solunun yansıması olduğundan oraya baktık, ama “Türk” kadın hareketinin kim olduğu yine belirsiz kaldı! Öte yandan Ayşe Düzkan da Keskin’in eleştirisine maruz kalıyor galiba. O da yaşamını yitiren insanlar için “Adı bu, demek ki ailesi Türkçü” babında yorumlar yapıyor. Eleştirilince de kendisi mağdur oluyor.

Aynı şekilde İBB Şehir Tiyatroları’nda klasik eserleri güncellemek (ya da mahvetmek) adına kurban ritüellerine, kadın mücadelesine, beden politikasına dair eleştiri/destek göndermeleri bol bol geçer oldu. Gazetecisinden sendikasına, sendikasından tiyatrosuna radikal demokrasi altında sola, Marksizme, aileye, inanca, kısacası insana ait bütünlüklere yoğun bir saldırı ve tahrif gerçekleştiriliyor. Mesela Uluslararası Gezici Filmmor Festivali kapsamında Yılmaz Güney’in Canlı Hedef filmine Altın Bamya ödülü veriliyor![2] Bu filmin kadına tacizde bir numara olduğu değerlendiriliyor. Yılmaz Güney’e bakan postmodern feminizm, onda erkeği görebilmek için apolitik feodal filmlerine yöneliyor. Amaç, bir bütünlüğü daha tahrif etmek. Ondaki erkeklikle sol bütünleştirilip bir taşla iki bütünlük parçalanıyor. Bu da yeterli değil galiba.

Mağdur seçicilikten dem vurulacaksa İHD, kendine yakın bulmadığı çevreleri kadın “sorunu” üzerinden sıkıştırırken kendine yakın çevrelerdeki kadınların taciz “iddialarına” neden sessiz kaldı? “Amasız fakatsızlık” ilkesini kendisi unutuyor, çünkü onun asıl derdi, kadın mücadelesi ya da kadın değil.

Eren Keskin, ayrıca solun LGBT mücadelesine karşı duyarsızlığını da eleştiriyor. O kadar da iddialı olmayınız. Sizin “ittihatçı” diye eleştirdiğiniz partinin bayrağı resimde görüldüğü şekilde değişti, galiba asıl tepkiniz “bunlar nerden çıktı” noktasında. Merak etmeyiniz, onların da barı, barlarında çalışan partilileri var, farklı değilsiniz birbirinizden. Tekçilik/tektipleştiricilik konusunda yazı tura gibisiniz.

LGBT hareketi, temel çelişkiyi cinsiyetsiz dünya-cinsiyetli dünya olarak belirliyor. Sol, LGBT’ye yanaşarak onları sınıf mücadelesinde birleştireceğini iddia etti, ama içi boş söylemden öteye geçemedi. Birincisi, o kitleyi sol yaratmadı, ikincisi, solun bütünlüğüne ve varlığına LGBT’nin ihtiyacı yok. İşte işçi sınıfının gazetesi iddiasında olanların habercilik anlayışı ve gazetelerine yerleştirdikleri görsele bakınız, galiba o sol da değil.[3]

LGBT ve Kaos GL, yayımladıkları yüzlerce sayfalık kitapla hangi emperyalist kurum ve kuruluşlardan nasıl fon alınır bilgisini paylaşıyor. Solu eleştirecekseniz, LGBT’yi sömürmeye çalışmasından dolayı eleştiriniz. Aynı LGBT, hangi ülkelerin büyükelçileriyle hangi meydanda kol kola yürüyüp hangi toplumsal bütünlüğe saldırıyor[3] diye bakmayan, kendisinin antiemperyalist olduğunu iddia eden sola rağmen siz hâlâ “sol, LGBT mücadelesine duyarsız” diyorsunuz. En küçük eleştiriye tahammül edemediği hâlde LGBT’nin aşağıdaki paylaşımına gıkını çıkaramayan sol var. LGBT ve tandanslı kadın hareketi aile, sosyalizm, sendika, arkadaşlık, dostluk, inanç, ideoloji gibi toplumsal bütünlük arz eden tüm yapıları bozuma uğratmaktan geri kalmazken bunu eleştirebilen bir sol yok ülkede. Sendikalar, partiler, çeşitli yayınlar kadın bültenlerinde “trans çocuk” dosyası oluşturup bilirkişi olarak Kaos GL’yi GL’yi tayin ediyor. Galiba bu da yeterli değil. Ha çocuğa dinsel yönelim tayin etmişsiniz ha onun cinsiyetiyle ilgili karar verip bedenine müdahale etmişsiniz. Her ikisi de aynı zihniyette buluşturur sizi. Soyut düşünme kapasitesine erişmeyen çocuk adına kararı LGBT veriyor.

Ülkede 700 bin çocuk işçinin varlığından bahsedilirken, bu, İHD’nin ve sendikaların sorunu hâline neden gelmez? Asgari ücretle kira verip yakıt kullanmadan soğuk evlerde yaşayanlar, neden İHD’nin ve sendikaların sorunu olmaz? Ülkede uyuşturucu kullanımı ve antideprasan satışı zirve yaparken, bu, neden İHD’nin ve sendikaların, hatta solun sorunu olmaz? Neden uluslararası kahve zincirlerinden giyim kuruluşlarına ve medya şirketlerine kadar LGBT’ye finansal destek yağar? Finans kapital, demokrasi havarisi mi kesildi? Ortadoğu’yu kana bularken neden emperyalistler LGBT’yi fonlar? Neden İHD, kadın hareketi, sol, sendikalar, LGBT başta Voa olmak üzere 4 emperyalist ülkenin medya tekellerinin ülkemizdeki kadınlara ve gençlere ulaşmak amacıyla açtığını iddia ettiği +90 isimli Youtube kanalının ülkemizde seks işçiliğinin bol kazançlı olduğuna dair özendirici ticari yayınlar yapmasına ses çıkarmaz?[4] Sınıflı toplumlarla ortaya çıkıp kapitalist düzende tırmanışa geçen fuhuş, insan hakları ihlali (ki yayında erkekler de var) değil midir?

Sizin için emperyalizm diye bir gerçek yok. Temel çelişkiniz toplumla! Mücadele ve birliktelikten anladığınız, öznelerin yan yana gelmesi. Yan yana gelenin birbirine karşı hiçbir sorumluluk ve disiplin hissetmediği, istediği zaman “mücadelesini” bırakıp gidebileceği bir yan yanalık kurgusu. Bu yan yanalığın mekânı Taksim midir? İHD’nin de mesken tuttuğu Taksim; onur yürüyüşü, 25 Kasım ve 8 Mart için mekândır. Taksim’den ayrılmak istemezler, çünkü bölgenin bar ve meyhaneleri solcuların, sendika yöneticilerinin, sol partilerin üyelerinin/yönetimlerinin hissesindedir. Orta sınıfın uyuşma ve kontrol mekânı. Sendikanızı, partilinizi ya da radikal demokratınızı arıyorsanız, bulacağınız yer orasıdır. Bu ülkede bu mekânların sahiplerinin politik aidiyeti araştırılsa çıkacak sonuç başarısızlığın rotasının nereden geçtiğini de verir. 1 Mayıs olunca o kitle birden kaybolur ve Bakırköy-Maltepe hattında salınır. Buradan okunduğunda kimin hangi mekândan neyi silmek istediği ve tarihsizleştirdiği, hatta hangi tarihi mülküne aldığı daha anlaşılır hâle gelir.

Son olarak Bandista’yı ve bu grubun İsyan şarkısını nereye koyuyorsunuz? O da kadına +90 YouTube kanalı gibi yaklaşıyor. 1 Mayıs’ta Maltepe’ye çağrılıp sahne verilen Bandista’nın kadın ve emekçi algısını bu şarkıdan okuyabilirsiniz.

Beden, arzu, bedenin metalaştırılıp erkek hazzına pazarlanması ama ataerkiye de aynı zamanda “isyan”, genel ve özel ev, aile karşıtlığı, küfürler havada uçuşuyor. Feminizm ve LGBT tandanslı postmarksistleşen yeni solun devrim marşını Bandista yazıyor. Dönemin protest müzik grubu o artık.

Bandista’ya bu yazıda yer verilmezse Keskin’in taraf olduğu anlayışa haksızlık yapılmış olur. “İsyan”ın şarkıcısı ve şarkısının da kim ve ne olduğu belirlenmeli.

“Bandista, hangi etnisitenin soludur?” sorusuna da cevap bulamadık! Maltepe’ye giden sol da bu duruma itiraz etmiyor. 1 Mayıs sahnesine çağrılan müzik grubu, şarkılarıyla ataerki karşıtlığı adı altında başta Marksizm olmak üzere ortada bütünlük bırakmıyor. Sol, bindiği dalı kesiyor.

Siz bu küfür/saldırı şarkılarını söyleteceksiniz, her görüşten ve kültürden emekçinin peşinizden gelmesini bekleyeceksiniz!

Sol, halka bakınca Kadıköy’ü, sınıfa bakınca beyaz yakalıyı, sendikaya bakınca radikal demokrasiyi, greve bakınca protestoyu, kadına bakınca bedeni/saç telini, sanata bakınca Bandista’yı görüyor. Sonra işçi sınıfının bazı gazetecileri Maltepe’den “danslı, neşeli” tweet atıyor, eleştirilince de gazetesi ona sahip çıkıp eleştirenleri “çemkiriyorlar” diyerek suçluyor ve Denizlerin yolundan gittiğini söylüyor.[5] Aynı gazete, Denizlerin Taksim’e çıkarmadıklarını, LGBT ile birlikte İstiklal’e çıkarıyor. İstiklal’i LGBT’de buluyor.

Bandista’ya dönecek olursak, şarkının eksik sözü “Çıkıyoruz barlardan/ gidiyoruz eyleme/ çıkıyoruz eylemden/ gidiyoruz barlara” olabilirdi.

“Çıkıyoruz evlerden
Genelinden özelinden
Yalnız ya da hep birlikte
İsyan isyan.

Kadın dile düşünce
Aile devlet mahkeme
Kadın dile gelince
Hükmü yok üstümüzde
Aile de yalan devlet de
Arzu da bizim beden de
İsyan isyan.

Saçım kısa eteğim de
Sokaktayım köşede
Kaltak sürtük fahişe
Namus iffet neyse ne
Ağır da olsa bedeli
Islah etmem bedenimi
İsyan isyan.

(…)

Barış da bizim devrim de
Amed de bizim Tahrir de
İsyan isyan.”

Sonuç

Sonuç olarak Keskin’in muhatabı olan solun ve “Türk” kadın hareketinin kim olduğuna dair cevap bulunamadı. Bulunan cevaplar şunlar: Sınıfsız insan hakları, sınırsız bütünlük karşıtlığı. Bu anlayış, kadına bakınca beden, sendikaya bakınca kadın, LGBT’ye bakınca kurtuluş görüyor. Ne kadar sağ ve sığ özellikler varsa radikal demokrasi adı altında savunuluyor.

İHD, tarihe ve insana bakınca etnisite ve kimlik; KESK, üyeye ve sendikaya bakınca kadını görüyor. Keskin’in eleştirilerini hak etmeyen bir yer varsa o da KESK! KESK’in kadın mücadelesi Eren Keskin’in istediği çizgidedir, ülkenin solunun toplamıdır. Bu durumda KESK’in kadın mücadelesi “Türk” müdür nedir! Bir sürü anlamsız/yersiz soru. Yazının konusu hiçbir şahıs olmayıp onların sözlerinde dile gelen anlayışlardır. O anlayışlar da şimdilik eleştirileri yanıtsız bırakmaktadır.

Bu yazının yazılma amacı, yanlışın doğru olarak yayılmasını engellemektir. Belgeselde Keskin’in dediği gibi bir hafıza sorunu yaşıyoruz, hafızanın canlı tutulması için bu yazıların yazılması gerekiyor.

S. Adalı
20 Aralık 2022

Dipnotlar:
[1] Nejla Kurul, 13 Aralık 2022, Twitter.

[2] Özge Kara, “100 Yılın Bamyası Canlı Hedef”, 25 Mart 2015, Milliyet.

[3] Cansu Pişkin ve Ezgi Görgü, “Onur Yürüyüşü Ramazan Yasağını Deldi”, 28 Haziran 2015, Evrensel.

[4] +90, “Seks İşçisi Olmak”, Youtube.

[5] Nuray Sancar, “Denizleri Yaşatmak, Yaşamak”, 7 Mayıs 2022, Evrensel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder