Yıllar önce okuduğum bir kitapta
yazar, Suudi Arabistan’da, Şiilerin “kuyruklarının olduğuna” dair bir
söylentiye inanıldığını aktarıyordu.
Bazıları şaşırabilir, insanlar
nasıl böyle bir şeye inanabilirler diye. Propaganda ve manipülasyonun modern
büyü olduğunu bilenler kuşkusuz şaşırmayacaktır. Propaganda bazen öyle bir
noktaya gelebilir ki, mağdur ettiği kitlenin aklını başından alabilir; onları
fiziksel ve zihinsel açıdan “imkânsız” olan şeylere inandırabilir. Gerçeklikle
bağını tamamen koparıp, onları bir serabın içine kapatabilir. Gözlerini görmez,
kulaklarını işitmez, aklını işlemez kılıp yaşayan bir ölü hâline getirebilir.
Hele bir de “günah keçisi” olmaya
görün… Artık hakkınızda ne söylense alıcısı çıkacaktır.
* * *
9 Kasım 2022 Çarşamba günü,
Twitter’daki paylaşımlara bakarken NTV’nin yayınladığı bir haberi gördüm.
Haber’in başlığı aynen şöyleydi: “Mahsa Amini Protestoları: İran Parlamentosu
Yaklaşık 15 Bin Protestocuya Ölüm Cezası Verilmesini Onayladı.”[1]
BirGün Gazetesi, Yurt Gazetesi,
TGRT Haber gibi pek çok ulusal haber sitesi haberi benzer başlıklarla vermişti.
TGRT’nin başlığı şöyleydi: “İran'da katliam cezası! Yaklaşık 15 bin kişiye ölüm
cezası verilmesi onaylandı”[2] Yurt Gazetesi ise “İran'da toplu vahşet! 15 bin
kişiyi idam edecekler”[3] diyordu. Tabii, Twitter âdeta yıkıldı. Ayşenur
Aslan[4], İbrahim Haskoloğlu[5], Prof. Dr. Bengi Başer[6], Solcu Gazete[7],
Tr724[8], KararHaber[9] (liste uzayıp gidiyor) gibi yüz binlerce takipçisi olan
hesaplar “15 bin idam” haberini paylaşanlar arasındaydı. Binlerce kişinin
beğenip, retweet ettiği paylaşımında Ayşenur Aslan (Halk TV programcısı) şöyle
diyordu: “İran’da protestoculara idam cezası verilmesi parlamentoda onaylanmış.
15 bin kişi idam edilebilir. Buna sessiz kalan her yetkiliyi, her lideri
kınamak falan değil lanetliyorum. Bağırın, kurtarın o gençleri.”
Bu arada Newsweek’in de benzer
bir haber yaptığını belirtelim.[10] Nitekim İbrahim Haskoloğlu paylaşımında
Newsweek’i kaynak gösteriyor. Newsweek de haberini CNN’e dayandırıyor. Ancak
haber metninde verilen linkte CNN’in haberine ulaşılamıyor.
Aklı başında olan herkesin
anlayabileceği gibi, haber tabii ki yalandı. Nitekim akşam saatlerinde çıkan
bir başka haberde iddiaların asılsız olduğu söylenerek, şöyle deniyordu:
“İran'da 227 milletvekili, Mahsa Amini protestolarına ilişkin, ortak bir
açıklama yaptı. İran Yüksek Yargı Erki Başkanına seslenen vekiller, 'eylemci
liderlerinden' güvenlik güçleriyle çarpışan, silah kullanan ve ölüme sebep
olanlar için, kısas (idam) uygulanmasını talep etti.”[11]
Ancak bu satırları yazdığım saat
itibariyle gazeteler haberlerini, twitter hesapları da paylaşımlarını henüz
kaldırmış değiller.
Birkaç kişi haberin doğru
olmadığını anlatmaya çalışıyordu, ama nafile. Yapılan yorumlarda herkes
çıldırmış gibiydi: Kimi BM müdahalesi istiyordu, kimi ABD müdahalesi; küfrün,
hakaretin, istihzanın bini bir paraydı. Haberi paylaşanların pek çoğu ise,
“molla rejimi budur” deyip ilericilikten, aydınlıktan, medeniyetten, akıldan
söz ediyordu!
Bazı kişiler ise, haklı olarak
“Nasıl oluyor da böylesine büyük bir yalan söyleyebiliyorlar, eninde sonunda
olsa açığa çıkmayacak mı?” ya da “Hadi onlar söylüyor, koca koca adamlar nasıl
inanıyor?” türünden sorular soruyordu.
Ülkemizde kol gezen bir İran
cehaleti var. Üretilen, pekiştirilen ve sürekli güncellenen bir cehalet. İran
hakkında bütün bildikleri iki kelime: “Molla rejimi!” Değil 15 bin, “150 bin”
denilseydi, aynı hevesle haberi paylaşacak kişi sayısı emin olun hiç de az
olmazdı. Dediğim gibi, bir de bunlar kendilerini akıl ve bilim ehli sanır;
herkesi küçük görür, horlar, herkese ders vermeye kalkarlar.
Yine de böylesi yalanların bir
mantığı, bu yalanları üretenlerin ise bir amacı var.
Birkaçına kısaca değinebiliriz.
* * *
Birincisi; bazı yalanlara kısa
süreliğine ihtiyaç vardır. Sonrasında açığa çıkmasının bir önemi yoktur; zaten
atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacaktır. Örneğin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell,
BM’de bütün dünyanın gözünün içine bakarak “kimyasal silah” yalanını
söylediğinde açığa çıkacağını bilmiyor muydu? Tabii ki, biliyordu. Ama o yalana
kısa bir süreliğine, Irak’ı işgal edinceye kadar ihtiyaçları vardı. Sonrasında
“yalan” olduğunun ortaya çıkmasının bir önemi yoktu. Ne de olsa bu dünyada
güçlülerin “hesap vermeme, hesap sorma” gibi bir ayrıcalığı var!
İkincisi; bazı büyük yalanlara
giden yolun taşları çok öncesinden döşenir. Diğer bir ifadeyle, küçük yalanlar
ya da çarpıtmalar zihinleri büyük yalanlara inanmaya hazır hale getirir. Hedef
ülke hakkındaki küçük ama sık sık verilen (bazısı doğru bazısı yalan) “negatif”
haberler izleyicilerin/dinleyicilerin/takipçilerin kafasında büyük yalanların
girmesi için yarıklar oluşturmaya başlar. Bu tür negatif haberler, zihinlerde
hedef ülkeye ilişkin “ön kabul” oluşturur. İran hakkında 43 yıldan beri devam
eden ABD ve Batı anlatısının pek çok kişide “ön kabul dağları” oluşturduğunu
söylemeye gerek yok. Üstelik, manipülasyon merkezlerinin her ülkenin/grubun/kişinin
karakterine uygun geniş bir yalan repertuarlarının olduğunu da unutmamak gerek.
Üçüncüsü; “Gerçek, ayakkabılarını
giyinceye kadar, yalan dünyayı 3 defa turlarmış” sözünde olduğu gibi, bu tür
büyük yalanların “etkileşim gücü” yüksektir. Hele ki sosyal medyanın “yankı
odalarında” yaşayanlar, kendi kabilelerinden çıkmayanlar için.
Dördüncüsü; yalan haberin tekzip
edilemeyeceği, edilse de kimsenin duymayacağı bir psikolojik iklim
oluşturulmaktadır. Eğer yalanı ortaya çıkarmak isterseniz çeşitli suçlama ve
şayialara maruz kalabilirsiniz. Diğer bir ifadeyle “makbul yalanın” dışına
çıkmak sizin de hedef haline gelmenize sebep olabilir. İngiltere devletinin
geçtiğimiz yıllarda yaptığı bir kampanya bunun çarpıcı bir örneğidir. İngiltere,
“terörle ve aşırılıkçılarla mücadele” kapsamında bir broşür hazırlamış ve
ailelere dağıtmıştı.[12] Broşürde, hükümeti veya medyayı sorgulayan gençlerin
“aşırılıkçı olabileceği” vurgulanıyor, aileler uyarılıyordu.
Söze geldiğinde “eleştirel
düşünme” ve “sorgulama”yı teşvik eden Batılı devletler, açıkça kendi halkına
“Bizim yaptığımız haberlere sorgusuz, sualsiz inanacaksınız. Aksi takdirde sizi
de ‘aşırılıkçı’ olarak damgalarız” demeye getiriyordu. Bir diğer örnek ise Pink
Floyd’un solisti Roger Waters’ın Ukrayna hakkında eleştirel bir demecinden dolayı
Polonya konserinin iptal edilmesidir.[13] Waters’ın “persona non grata” ilan
edilmesi için Krakow Belediyesi Meclisi’ne teklif verilmişti. Ne kadar ünlü
olsanız da kritik durumlarda ana akım yalana ortak olmuyorsanız, “istenmeyen
adam” ilan edilmeniz kaçınılmazdır.
* * *
Özetle, bu yalan ve
manipülasyonların hedefi olup olmayacağınız ABD ve Batı’nın yanında durup
durmayacağınıza göre değişir. Duruşunuzu değiştirirseniz, sizi Ortadoğu’nun
“İsveç”i olarak da pazarlayabilirler.
İran bu konuda mükemmel bir örnektir.
Malum, 1979’a kadar İran’la aynı
bloktaydık. 1955 yılında Sovyetler’e karşı kurulmuş olan ve Ortadoğu NATO’su
olarak bilinen Bağdat Paktı’nda ortaktık. O zamanlar her iki ülke de Batıcı ve
Amerikancıydı. 19 Eylül 1955 tarihli Vatan Gazetesi’nde Ahmet Emin Yalman (ki
dönemin en meşhur gazetecilerindendi) bu ortaklık hakkında bakın ne yazmıştı:
“İki millet arasındaki kader birliği tamdır. İkimiz de… bir an evvel medenî
dünyanın İleri seviyesine ulaşmak ihtiyacındayız.”
Tam bir kader birliği yaptığımız
İran’la ilgili o dönemde “insanın içini ısıtan” pek çok haber yayınlanmıştır. Örneğin
13 Mayıs 1950 tarihli Zafer Gazetesi, İran Şahı’nın kız kardeşi Fatma
Pehlevi’nin Amerikalı muharrir Vincent Lee Hillier ile evlendiğini duyuruyor,
Prenses Fatma’nın fiziksel özelliklerine kadar bütün detayları okuyucusuyla
paylaşıyordu: “Fatma Pehlevi… mat bir teni, düzgün bir burnu, bukleli uzun
saçları vardır. Onun için İran’ın en güzel kadını derler.” Aynı haberi Milliyet
Gazetesi ise “Gönül Ferman Dinlemez!” başlığıyla veriyordu.
17 Mayıs 1956’da Hürriyet, ilk
sayfadan Şah ve İmparatoriçe’nin Türkiye’ye geldiğini duyuruyordu
okuyucularına. Haberde “Dost İran Şahına Ankara şehri fahri hemşehriliği
törenle tevcih edildi” deniyordu. Şah’ın ülkemize geldiği gün ise Türk-İran
Dostluk Cemiyeti tarafından “Türk-İran Dostluğu” isminde kitap bile
yayınlanmış,[14] Şah ve karısı için pul bastırılmıştı. 16 Haziran 1967 tarihli
Milliyet gazetesinde, Türkiye’yi ziyaret edecek Şah için, “Şah ve Eşi İçin
Ankara Donatıldı” deniyordu. Sadece İran Şahı’yla ilgili değil, Pehlevi
Hanedanı’nın hemen her üyesi basınımızın ilgi alanındaydı. Şah’ın kızının doğum
için hastaneye yattığından bile gazetelerimiz bizi haberdar ediyordu (Milliyet,
2 Aralık 1958).
Halbuki bu haberlerin
yayınlanmasından daha birkaç yıl önce ABD, seçimle gelen Musaddık’ı devirmiş,
yurt dışına kaçan Şah’ı tekrar geri getirerek tahtına oturtmuştu. CIA istasyon
şefi Kermit, Roosevelt’e “Tahtımı Allah'a, halkıma, orduma ve size borçluyum.” diyen
Şah, gazetelerimizde “kahraman” gibi yansıtılıyordu. 23 Ağustos 1953 tarihli
Milliyet gazetesi şu manşetle çıkmıştı: “İran Şahı Dün Uçakla Memleketine
Döndü”. Manşetin altında ise şu ifadeler vardı: “Şah Tahran’da tezahüratla
karşılandı.” Aynı gazetenin 3 Eylül 1953 tarihli nüshası “Eisenhower İran’a yardım
yapılacağını bildirdi” haberini veriyordu. Nitekim Cumhurbaşkanı Celal Bayar da
“menfi kuvvetleri yıkmak suretiyle kazandığı başarı”dan dolayı Şah’ın geri
dönüşünü tebrik etmişti.[15]
Geri döndükten sonra ise neler
olup bittiğini yazmadılar tabii. Birinci Körfez Savaşı zamanından
hatırlayacağınız Norman Schwarzkopf'un babası General Schwarzkopf, SAVAK’ın
kurulması ve eğitilmesinde görev aldı. Modern zamanların en kanlı işkencecileri
CIA’nın ellerinde yetişecekti. 5 Haziran 1963 tarihinde ise “tezahüratla
karşılanan” Şah, Tahran, Kum, Şiraz gibi şehirlerde kendisine karşı yapılan
protestoları eşi görülmemiş bir şiddet kullanarak bastırmış, yaklaşık 15 bin
kişiyi katletmişti.[16] [17] Basınımız, o dönemde “kader ortağımız”ın
yaptıklarını görmezden geliyordu. 7 Haziran 1963 tarihli Milliyet gazetesi “İran’da
Hükümet Dün Duruma Hakim Oldu” manşetini atıyor, olaylarda yalnızca “yüze
yakın” kişinin öldüğünü söylüyordu. Bir sonraki gün yine aynı gazete “Tahran’da
durum sakin” diyordu.
* * *
Aradan 60 yıl geçmiş. Artık 50’li
yılların İran’ından eser kalmadı, ama Batı’nın gözünden İran’a bakanlar dün
göremediklerini bugün de göremiyorlar. Daha doğrusu, Batı neyi görüyor ve
gösteriyorsa onu görmeye devam ediyorlar.
Mücahit Gültekin
10
Kasım 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] “Mahsa Amini Protestoları”, 9 Kasım 2022, NTV.
[2] “İran’da Katliam Cezası”, 9
Kasım 2022, TGRT.
[3] “İran’da Toplu Vahşet”, 9
Kasım 2022, Yurt.
[4] Ayşenur Aslan, Twitter.
[5] İbrahim Haskoloğlu, Twitter.
[6] Bengi Başer, Twitter.
[7] Solcu Gazete, Twitter.
[8] Tr724, Twitter.
[9] Karar Haber, Twitter.
[10] Thomas Kika, “Iran Votes to
Execute Protesters”, 8 Kasım 2022, Newsweek.
[11] “İran’da 15 Bin Kişiye İdam
Cezası”, 9 Kasım 2022, Haber7.
[12] Jon Stone, “Young People Who
Question Government or Media May Be Extremists”, 1 Aralık 2015, Independent.
[13] “Polonya’dan Pink Floyd
Kararı”, 26 Eylül 2022, Cumhuriyet.
[14] Kara, P. (2010) Türkiye-İran
İlişkileri, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Tarih Ana Bilim Dalı.
[15] Kara, P., a.g.e.
[16] Rigiderakhshan, M. (2022). “İran’da
Öğrenci Hareketleri: Pehlevi Döneminden Devrim (1979) Sürecine”, Akademik
Tarih ve Araştırmalar Dergisi, Sayı: 6 ss. 22- 41., Ayrıca Bkz. Byrd, D. J.
(2006). Ayatollah Khomeini and the Islamic Revolution in Iran, Yüksek Lisans
Tezi, Western Michigan University.
[17] Bazı kaynaklarda ise ölü sayısının 4 bin ila 15 bin arasında olduğu belirtilmektedir. Bkz. İran İslam İnkılabı, Kevser Yayınları, s. 110.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder