İstiklâl Caddesi’nde patlayan bomba sonrası yazılan
TKP bildirisinin ana muhatabı, EMEP.[1] Son seçim ittifakına girmediği için
“paylanan” EMEP’e, “bu bomba senin yüzünden patladı!” deniliyor, bu sallanan
terör sopası ile EMEP, hizaya getirilmeye çalışılıyor. Mustafa Yalçıner,
eleştiriyi seziyor ve yazısında “TKP’yi tatmin edecek olan nedir?” sorusunu
soruyor.[2] O sorunun cevabı şu olabilir: “EMEP’in TKP önünde diz çöküp özür
dilemesi ve onun ittifakına dâhil olması.” Zira, “İlkesiz ittifaklar, kapalı
kapılar ardındaki pazarlıklar ve herkesin herkesle sözde dost olabileceği bir
siyaset iklimi bu türden olayları davet etmektedir” cümlesi, hem EMEP, hem de
bir yanıyla altılı masaya işaret ediyor. Çünkü ilke de kapı da pazar da TKP’nin
malı.
Aynı EMEP, 1991’deki PKK saldırısı sebebiyle 1996’daki
Emek Demokrasi Özgürlük İttifakı’nda yer almadı. SİP (TKP) ittifaka dâhil oldu,
çünkü o günlerde ilkeli duruş gereği, “bu coğrafyada terörün bir siyasal araç
olarak” kullanılmadığına hükmetmişti. Seçim sürecinde EMEP, SİP’in (TKP’nin)
Ankara’da yaptığı mitinge, bu örgüt söz konusu ittifakta yer alıyor diye
saldırdı. Aynı EMEP, on yıl sonra vekil pazarlığına girişti, HADEP’le ilişki
kurdu, meclise girdi. Kimlerin isteği üzerine girişildiği açıklanmayan bu vekil
pazarlıklarının sürdüğü günlerde EMEP’li bir arkadaş, “Kürtlerle ittifak
kurulduğu gün partiye istifamı vereceğim!” diye bağırıyordu özel sohbetimizde.
Sonrasında yönetmen olan bu arkadaşa, sus payı
niyetine, Erdal Eren belgeselini çekme görevi verildi. Reklâm mantığı ile ele
alınan işin sonunda CV zenginleşti, cepler doldu. Aynı arkadaş, sonrasında
(doğal olarak) reklâmcı oldu. İşler almaya başladı. O ara yaptığımız bir
sohbette, “Artık para Kürtlerde. Onlarla iş yapıyorum” diyordu. Bu arkadaş,
artık Kürt’ten daha Kürtçü, HDP’den daha fazla HDP’ci olmuştu! Şimdilerde
kurtuluşu Metaverse’te arıyor…
O Erdal Eren belgeseli öncesi yapımcısı ve
yönetmeniyle yapılan tartışmada, bir EMEP’li yönetici, “TDKP’yi boşuna
kurmuşuz. TİP olmalıydık” diyordu. Bugün partisinin başkanı, İngiliz İşçi
Partisi’nin koltuğunun altına girip, işçi grevi ziyaret ediyor. Buranın
işçisini satan sendikacıyla kol kola giriyor. Buranın liberal partisi veya
sosyal demokrat partisi olsun diye uğraşılan CHP’nin başkanı ise İngiliz
tefecilerinden para dileniyor. EMEP, Ali Babacan’ın ekonomik programını
savunan, destekleyen bir ismi gazetesinde uzun süre tutabiliyor. “IMF
programından çıkılmamalıydı” diyen Selin Sayek Böke ile EMEP konferans konferans
geziyor. Sular, buralarda karışıyor.
* * *
2007 momenti sonrası gelen emir üzerine TKP’li olan
Orhan Gökdemir’i eski örgütünden gençler, bir seminer için Ankara’ya davet
ediyorlar. Akşam öğrenci evine gidiliyor. Orada Gökdemir, “bana otel niye
tutmadınız?” diyerek, genç yoldaşlarını azarlıyor. Tencere kapak uyumu, gayet
yerinde. TKP, tam da ona uygun bir yapı.
Çünkü örgüt, doksanlarda bir konferans düzenliyor,
siyasi bürodaki isimlerin tanıtıldığı bir broşür basılıyor. O broşürde, liseyi
özel kolejde tamamlamış kişilerin okullarının adları eksiksiz verilirken,
nasılsa kazara araya sızmış olan bir düz lise mezunu üyenin lisesinden hiç bahsedilmiyor.
Çünkü bu parti, özel kolejde ve Anadolu lisesinde okuyanlara sekiz, düz
liselilere bir saat eğitim verilen bir yer. “Bu neden böyle?” diye sorulduğunda
ise “bize o kolejliler ve Anadolu liseliler lazım” deniliyor. Çocuklarını
kolejlerde okutan şeflerin yönettiği TKP, işçiden, yoksuldan, halktan nefret
etmeyi, tiksinmeyi tüm sola öğretti, öğretmeye devam ediyor.
* * *
TKP denilen şirketin CEO’su Kemal Okuyan, komünist ve
işçi partilerinin 29 Ekim’de Havana’da düzenlediği toplantıda cümle âleme akıl
verme, ahkam kesme imkânı buluyor.[3] Orada “tüm insanlığı tehdit eden Kovid
pandemisi”nden söz ediyor. “Tüm insanlık” denilince kapitalizme ve emperyalizme
dair teorik birikim berhava oluyor, hükmünü yitiriyor. Yitirsin diye bu tabir
kullanılıyor. Emperyalistlerin kurumlarına hiç sorgulamadan iman eden, inanan Okuyan,
ülkesine gelince çıkınındaki antiemperyalizm masallarını anlatıyor.
CEO, o pandeminin başladığını söyleyenlerin işaretiyle
eve kapanıyor, gene onların işaretiyle evinden çıkıp maskesini indiriyor. O
kadar bilimci, aydınlanmacı ve ilerlemeci olmasına karşın, bu CEO, başka
tekellerin CEO’larının, onlara bağlı sağlık kurumlarının başındaki memurların
ağzından dökülenlere, teknokratların emirlerine hemen itimat etme ve inanma
gereği duyuyor.
Okuyan, o kapitalistlerin pandemiyi ekonomik ve
politik düzlemde fırsata çevirip kullandığını söylüyor. Böylelikle, kendisini
ve partisini de kullandığı gerçeğini örtbas edeceğini sanıyor. O kapitalistlerin
kurumları ve devletleri ne dediyse yapan Okuyan ve partisi, bilim zırhının
arkasına saklanarak, o kapitalizme hizmet ettiği gerçeğini gizlemeye çalışıyor.
CEO, klasik bir reformist olarak, burjuvazinin ve
kapitalizmin düşürdüğü, yere bıraktığı bayrağı salladığını herkese ispatlamaya
çalışıyor. “Sosyalizm” diye savunduğu şey, aslında küçük burjuvazinin burjuvaziye
yönelik hasedinden ibaret. Partinin “burjuvazinin tarihsel birikimini
sahiplenelim, ondan daha fazla burjuva olmayı savunalım, sosyalizmi bu düzeye
çekelim”den gayrı bir siyaseti ve ideolojisi yok. Bu siyaset, esasen
burjuvaziyi yüceltiyor, yüceltmeye mecbur.
Konuşmasının devamında CEO, “Biz boşluk bırakırsak,
popülist sağcılar doldurur” diyor. Bunu da içten içe savunduğu liberal ideoloji
uyarınca dillendiriyor. Sosyalizm, bu tür küçük burjuva solcular elinde,
liberalizmin ve/veya sosyal demokrasinin dişine uygun kıvama getiriliyor.
“Popülist sağcılık” dedikleri şeyse, bireyin haricinde, bireyin ötesinde olup
biten ne varsa her şey. Bireyi önemsemiyorsan, bireyi eksen almıyorsan, bu
liberaller, seni hemen “popülist sağcı” veya “faşist” olarak damgalıyorlar. Bu
küçük burjuvalar, “sınıf” ve “halk” gibi kavramları çöpe attıkları için
kürsülere çıkabildiklerini iyi biliyorlar. Ellerindeki damgalarla burjuvazi
için zabitlik ve bekçilik yapıyorlar.
Tabii CEO, konuşmasında, tam kapanmayı savunarak
işçinin, emekçinin esaretini derinleştirecek politikalara destek olduğundan,
sosyal mesafe gereği bürolarını kapatıp faaliyetlerini durdurduğundan, aşı
şirketi reklâmcılığından, ilâç tekellerinin borazanı oluşundan, yoksulu daha
yoksul edecek ekonomik dönüşümün gerilimlerini gizlediğinden, efendilerin elini
rahatlattığından, aşı olmadığı için işten çıkartılan işçileri görmezden
geldiğinden, o yoksulun isyanına önder olmayışından, halk kitlelerinin
tepkilerini boğduğundan vs. hiç söz etmiyor. Diyor ki “alanı boş bıraktık,
buraları faşistler dolduruyor.” Kimse de “bırakmasaydın o zaman, komünist
olmaktan kaynaklı görevlerini yerine getirseydin!” demiyor. TKP, küçük burjuva
siyasete o küçük burjuvalığını gizlemek için “Bilim”i nasıl kullanacaklarını
öğretiyor.
CEO, “önce insan hakları, önce demokrasi, önce barış
vs. demek, sermaye diktatörlüğüne teslim olmaktır” diyor. Böylelikle bu mücadele
alanlarını da boş bırakacağını söylüyor, sonra “a faşistler dolduruyor
boşluğu!” diyerek dizlerini dövüyor. Açıktan yalan söylüyor. Bu tür solcular,
“Bilim” diyerek, burjuvaziye uşak oluşlarını gizleme imkânı buluyorlar.
Stratejisini kapitalizmin yönetme krizindeki
derinleşmeye göre inşa ettiklerini söyleyen CEO, krizin derinleştiği, en derine
indiği yerde kitlesini pikniğe veya sahibi olduğu kafe/barlara süreceğini tabii
ki söylemiyor. Gezi’yi jurnalleyen üyesinin hesabını verme gereği duymuyor. “Nesnel
koşullardaki hızlı değişimlere devrimci yanıtlar” üretmek gerektiğinden
bahseden CEO, o yanıtların en pespaye reformizm ve teslimiyet olduğu gerçeğini
allı pullu laflarıyla gizlemeye çalışıyor.
Toplantıyla ilgili verdiği mülâkatta ise CEO, “hiçbir
komünist partisinin hamilik peşinde olmamasını sevindirici bulduğunu
belirtiyor.”[4] 1987’de Gorbaçov’a methiyeler düzdüğü yazısıyla bu açıklaması
arasında bir bağ ve süreklilik mevcut. Gorbaçov’u hamiliğe son verdiği için
sahiplenen Okuyan, esasında bu hamilik meselesini, askerî vesayetten bahsedip
duran AKP gibi, liberal bir yerden ele alıyor. Elini kolunu rahat hareket
ettirmek istiyor. Güya askerî vesayeti eleştiren, ama aslında o vesayetin
icazetiyle yol alan AKP gibi, TKP de bu devletin Batı devletleriyle kurduğu
ilişkilerde, o devletlere teslim olmuş komünist partilerinin sağ reformist ve
teslimiyetçi çizgisini burada güncelliyor. “İçi boş” dediği radikalizme
eleştiri yöneltiyor, ama hangi alanları boş bırakacağını, hangi elleri
sıkacağını söylemiyor. Kendi kofluğunu iyi kapatıp iyi satan TKP ve CEO’su,
buranın küçük burjuva partisi olma iddiasıyla, dünyanın komünist partilerine ve
işçi partilerine teslimiyeti öğretiyor.
Eren Balkır
16 Kasım 2022
Dipnotlar:
[1] “TKP Bildirisi”, 13 Kasım 2022, Twitter.
[2] Mustafa Yalçıner, “Beyoğlu’da Bomba ve Tutum”, 15
Kasım 2022, Evrensel.
[3] “Speech of Kemal Okuyan”, 6 Kasım 2022, Mltoday. “CEO”, çünkü parti dedikleri yapı,
birkaç sene önce borçları yüzünden battı. Kayyım atanacakken, devletle yapılan
anlaşma üzerinden başka bir seçenek bulundu. Muhtemelen bu semtevleri, borcun
tabana yayılması, halkın sırtına yüklenmesi ile ilgili bir girişim. Daha önceki
girişimler gibi bu da şefler tarafından yarı yolda bırakılacak, ter dökenlerin
emeği ziyan olacak. Çünkü CEO ve arkadaşları, bu kadar “büyüme”yi, kontrol
edemediği cüsseyi sevmez.
[4] “Komünist Hareket Yükselişte mi Yoksa Krizde mi?”,
Youtube.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder