Ekim ayaklanmasının liderlerinden Robert Blum’un idamı [Carl
Steffeck]
Macar
Devrimi’ne sempatiyle yaklaşan, öğrencilerden, işçilerden ve isyancı
askerlerden oluşan kalabalık, 6 Ekim 1848 günü, Macarların isyanını bastırmak
için Viyana’dan ayrılmak üzere olan ordu birliklerine mani olmak isteyince,
çatışmalar yaşanır. Avusturya Savaş Bakanı kitle tarafından linç edilir. 7 Ekim
günü kral, ülkeden kaçar. 26 Ekim’de General Windisch-Grätz ve Kont Jelačic
komutasındaki ordu, kenti bombardımana tabi tutar. Ağırlıklı olarak
Hırvatlardan oluşan askerler, kente girerler ve isyancıları idam ederler. Mart
Devrimi’nde elde edilen kazanımlar kaybedilir ve Avusturya, liberal reformların
tatbik edildiği, ama bir yandan da yeni mutlakiyetçi rejimin yürürlüğe konduğu
bir ülke hâline gelir.
۞ ۞ ۞
Hırvatların
eliyle gelen hürriyet ve düzen, muzaffer oldu. Bu zafer, kundaklama
eylemleriyle, tecavüzlerle, yağmayla ve diğer türden mezalimle kutlandı. Bugün
Viyana, General Windisch-Grätz’in, Kont Jelačic’in ve Kont Auersperg’in elinde.
Ele geçirilen kurbanlar, isyan sırasında linç edilen savaş bakanı Theodor Franz
Latour’un, o ihtiyar hainin mezarı başında kurban edildiler.
Gazetemizin
[Neue Rheinische Zeitung’un] muhabiri Muller-Tellering’in 27 Ekim 1848
günü dile getirdiği, o iç karartıcı tahminler gerçekleşti. Hatta muhabirimiz de
yaşanan katliamın kurbanlarından biri.
Bir
süre Viyana’nın Macar güçlerinin sunacağı destekle özgürleşebileceğini umut
ettik. Macar ordusunun neden harekete geçmediği, bugün hâlâ gizemini koruyor.
Viyana,
tanık olduğumuz her türden ihanet sayesinde düştü. Meclisin ve kent konseyinin
6 Ekim’den beri ortaya koyduğu performans, kesintisiz bir biçimde icra edilen
ihanetin sergilendiği bir tiyatro oyununa dönüştü. Peki şimdi soralım: o
mecliste ve kent konseyinde kim temsil ediliyordu?
Burjuvazi.
Viyana
Ulusal Muhafızları’nın bir bölümü, Ekim devriminin ta başından itibaren fesat
peşinde koşan ekibin yanında saf tuttu. Ekim devriminin sonuna doğru Ulusal
Muhafızlar’ın diğer bölümü ise proletaryayla ve [1848 devrimleri esnasında
üniversite öğrencilerinin meydana getirdikleri] Akademi Lejyonu’yla savaşan,
imparatorluk yanlısı eşkıyalarla gizli bir anlaşma dâhilinde hareket etti. Peki
Ulusal Muhafızlar içerisinde yer alan bu gruplar, kime bağlıydı?
Tabii
ki burjuvaziye.
Oysa
Fransa’da burjuvazi, karşı-devrim sürecine, ancak kendi sınıfına ait düzenin
önünde duran tüm engeller ortadan kalktıktan sonra öncülük etmişti. Almanya’da
ise burjuvazi, kendi hürriyeti ve düzeni için zaruri olan, varolmasını
sağlayacak ana koşulları henüz güvence altına dahi almadan, kuzu gibi gidip,
mutlakiyetçi krallığın ve feodalizmin kucağına oturmuştu. Fransa’da burjuvazi,
baştaki zorbanın rolünü üstlendi ve onun karşı-devrimini gerçekleştirdi.
Almanya’da burjuvazi, kendi zorbaları adına, köle gibi çalışarak, onlar için
gidip, karşı-devrime öncülük etti. Fransa’da burjuvazi, halkın iradesini kırmak
için muzaffer olurken, Almanya’da o, halkın zaferine mani olmak adına kendi
iradesini kırdı. Tarih, Alman burjuvazisinde gördüğümüz ölçüde bir sefilliğe
bugüne dek hiç tanık olmadı.
Viyana’dan
sürüler hâlinde kaçıp, malını mülkünü yüce gönüllü halka, ona göz kulak olsun
diye bırakan, sonra bu görevi ifa etmesine rağmen geri döndüğünde, o halkın
kıyımdan geçirildiğini görüp susan kimdi?
Burjuvazi.
Viyana
halkının yaşama belirtisi gösterdiği her vakitte tansiyonu çıkan, o halkın ölüm
döşeğinde çektiği her sancıda tansiyonu düşen, bu sırada en gizli sırları faş
olan kimdi? Borsanın o anlaşılmaz diliyle kim konuşuyordu?
Burjuvazi.
“Alman
Ulusal Meclisi” ve onun “merkezî otorite”si Viyana’ya ihanet etti. Bu ikisi,
kimi temsil ediyordu?
Esas
olarak burjuvaziyi.
Viyana’da
“Hırvatların eliyle gelen hürriyet ve düzen”, Paris’teki “şık beyler”in
cumhuriyetinin zaferine bağlıydı. Haziran’da kim zafer kazanmıştı?
Burjuvazi.
Avrupa’da
karşı-devrim, sefahat âlemlerine Paris’teki zaferiyle birlikte başladı.
Şubat
ve Mart aylarında silâhlı kuvvetler, her yerde mağlup edildi. Peki ama neden?
Çünkü o, sadece hükümeti temsil ediyordu. Haziran sonrasında ise Avrupa’nın her
yerinde burjuvazi, silâhlı kuvvetlerle gizli bir anlaşma imzaladığı, bir yandan
da devrimci hareketin resmi liderlerini saflarında tutup başarısızlığa mahkûm
olan adımlar dâhilinde, alınan tüm o yarım yamalak tedbirleri devreye soktuğu
için o silâhlı kuvvetler, her yerde muzaffer oldu.
Çeklerdeki
milliyetçi bağnazlık, Viyana’da devrimi ezen ekibin sahip olduğu en güçlü
araçtı. Müttefikleri ise zaten mankafalıydı ve birbirlerine düşmüşlerdi.
Gazetemizin bu nüshasında okurlarımız, Prag heyetinin Çekya’nın Olmütz kentinde
selam durulan küstah ve kaba yaklaşıma yönelik tepkisini okuyabilirler.
Esasen
bu tepki, Slav partisi ve onun kahraman bildiği Kont Jelačic ile tüm
milliyetlerin üzerinde duran ekip ve onun kahraman bildiği General
Windisch-Grätz arasında açığa çıkan mücadelenin ilk tezahürlerinden birisiydi.
Ayrıca Avusturya’da Alman köylüleri, henüz pasifize edilmediler. Bu köylülerin
çok milletli sesi, Avusturya sınırları içerisindeki milliyetlerin
haykırışlarını bastıracak ölçüde yüksek olacakmış gibi görünüyor. Mücadelenin
üçüncü tarafı ise sesi ta Peşte’de bile işitilen, halkın dostu olan Çar. Onun
cellâtları, Tuna boyunca uzanan prensliklerde emirlerini bekliyorlar.
Son
olarak şu söylenmeli: Eğer Almanya’daki merkezî otorite ve Alman Ulusal
Meclisi, Avrupa kamuoyu tarafından sahneden indirilmek için arenaya çıkmıyorsa,
Frankfurt’ta bulunan Alman Ulusal Meclisi’nin Alman coğrafyasında bulunan
Avusturya’yı Alman İmparatorluğu’na bağlamayı öngören son kararının büyük bir
çatışmaya yol açması gerekiyor. Meclisin kaderine boyun eğerek, istifa etmiş
olmasına karşın, Avusturya’da, dünya tarihinin bugüne dek tanık olmadığı ölçüde
büyük bir mücadele yaşanacak.
Viyana’da
sahnelenen oyunun ikinci perdesi henüz başlamadı, ilk perde ise “Haziran
Günleri” adıyla, Paris’te sahnelenmişti. Paris’te Seyyar Muhafızlar, Viyana’da
Hırvatlar adı altında, her iki şehirde de sokakta yaşayan derbeder ve miskin
kişiler (lazzaroni), en genel anlamda lümpen proletarya örgütlenip
silâhlandırıldı ve bu insanlar, eli ve kafası işleyen proleterlere karşı
kullanıldılar. Üçüncü perdenin Berlin’de sahnelendiğini pek yakında göreceğiz.
Doğrudur;
tüm Avrupa’da karşı-devrim silâh ile tesis edilecek, sonra para gelip o düzeni
yıkacak. Avrupa’nın iflası, tüm devletlerin iflası, feleğin sillesi gibi inecek
ve elde edilen zaferi boşa düşürecek. Eldeki süngüler, “ekonomik” gerçeklerle
temas ettikleri noktada kum gibi dağılacaklar.
Lâkin
yaşanan gelişmeler, Avrupa devletlerinin Avrupa toplumuna verdiği senedin son
tarihine dek beklemeyecekler. Haziran devriminin savurduğu demir yumruk,
Paris’in suratına inecek. Paris’te “kızıl cumhuriyet”in elde ettiği zaferle
birlikte ordular, ülkelerin iç kesimlerinden sınırlara hücum edecekler,
böylelikle rakip partilerin gerçek gücü, net bir biçimde ortaya çıkacak. O
vakit bu Haziran’ı ve bu Ekim’i anımsayıp, şu şekilde haykıracağız:
“Vay o mağlupların hâline!”[1]
Haziran
ve Ekim olaylarından beri amaçsızca gerçekleştirilen katliamlar, Şubat ve
Mart’tan bu yana kurban edilen onca insan, karşı-devrimin sergilediği o
yamyamlık, tüm milletleri, bir yandan eski toplumun insanın canını alan o ölüm
sancılarına, bir yandan da yeni toplumun kanla yoğrulmuş doğum sancılarına tanık
olduğumuz sürecin, ancak devrimci terörle kısaltılabileceğine,
yoğunlaştırılabileceğine ve sadeleştirilebileceğine ikna edecektir.
Karl Marx
6
Kasım 1848
Köln
Kaynak
Dipnot:
[1] Vae victis: Galya kralı Brenn, Roma’yı ele geçirir. Romalılar,
tazminat karşılığı şehri isterler. Brenn, yüklü miktarda altın talep eder.
Altınlar, Galyalıların getirdiği tartıda tartılır. Romalılar tartının hileli
olduğunu söyleyince, Brenn sinirlenip, “Vay o mağlupların hâline!” anlamına
gelen bu sözü söyler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder