Hz. Muhammed’in
dinine, Marx’ın öğretilerine ve bu öğretilerin Lenin ve Stalin[1] eliyle derinleştirilmiş
hâllerine az çok aşina olan herkes, ilgili din ile Marksizm arasında derin bir
uçurum olduğunu bilir. Dindar bir Müslüman, duygusal düzlemde Marksist
sosyalizme karşı çıkar, aynı şekilde Bolşevikler de diğer dinler gibi İslam’ı “halkın
afyonu” olarak görür ve bu dinle beynelmilel komünizmin düşmanı olan
milliyetçilikle olduğu gibi acımasız bir biçimde mücadele eder.
Ama bu durum,
Moskova’yı taktiksel sebeplerle dinin “dost”uymuş gibi görünmekten alıkoymadı. Dünya
savaşı sonrası Ortadoğu’da güçlenen özgürlük hareketi, dünya devriminin
yayılması için muazzam bir fırsat olarak görüldü, doğrudan Avrupa kapitalizmini
hedef aldığı düşünülen hareketin Sovyet hükümeti ve Üçüncü Enternasyonal
tarafından kullanılabileceğine kanaat getirildi.[2]
7 Aralık 1917
günü Rusya ve Doğu Müslümanlarına Çağrı tam da
bu bağlamda kaleme alındı. Aynı dönemde, 19 Ocak 1918’de, Müslüman İşleri Komiserliği’nin
kuruluşuna ilişkin kanun çıkartıldı[3], Sovyetler’e bağlı kadrolar İslam
ülkelerine gönderildi. 25 Temmuz 1918 günü Türk savaş tutsaklarının önemli bir
ağırlığa sahip olduğu “Türk İştirakiyyun Kongresi” toplandı, Mustafa Suphi
liderliğinde ilk komünist teşkilât, bu kongrenin ürünü olarak kuruldu.[4]
Bu dönemde Şerif
Manatof, Haziran 1920’de Baytar Salih Zeki ile birlikte Ankara’ya gönderildi ve
burada gizli Türkiye Komünist Partisi’ni kurdu.[5] 14 Temmuz 1920’de kaleme
aldığı çağrıda parti, amacını “halkı eski inançlar üzerine kurulu mevcut idari
sistemi yıkma ve sultanın mutlakî rejimi yanında, Mustafa Kemal’in sahte
siyasetine karşı savaş ilân etmek için aydınlatmak” olduğunu duyurdu.[6] Manatof
bu açıklama üzerine, kısa bir süre sonra ülkeden kovuldu, parti yasaklandı.[7]
Asıl şaşırtıcı
olan, bu dönemde bir dizi Sovyet ajanının Türkiye topraklarına girebilmiş
olmasıydı. Bu ajanlar, ilk resmi Sovyet heyetinden çok önce Anadolu’ya
gelmişlerdi. Bu isimler, halkın milli ve dinî duygularına[7] gerekli dikkati ve
özeni göstermeyen bir üslupla, acemice hareket ediyorlardı.[8]. Oysa bu dönemde
Anadolu, böylesi bir ajitasyon faaliyeti için hiç uygun değildi. Mustafa Kemal,
Rusya’nın Anadolu devriminin yegâne dostu olduğu kanaatindeydi[9] ve bu kanaat,
Türk halkına da nüfuz etmişti.
13 Mayıs 1920
günü Sovyet hükümetinin 7 Aralık 1917’de yaptığı çağrı metni, Büyük Millet
Meclisi’nde okundu. Bu çağrı metni, Türkiye’nin bölünmesi ile ilgili gizli anlaşmaların
yırtılıp atıldığını söylüyordu. Büyük Güçler’in, bilhassa İngiltere’nin dışladığı,
ezdiği Türk halkı, o dönemde Bolşevikleri “İngiltere’yle mücadele etmek ve
kendisine yardımda bulunmak isteyen kişiler”[10] olarak görüyor, büyük bir arzuyla
Kızıl Ordu’nun gelişini bekliyordu.[11]
Halkın, Avrupa
emperyalizmine karşı verdiği mücadelede Sovyet Cumhuriyeti’yle çıkar ortaklığının
bulunduğunu düşündüğü ortamda kardeşlik anlayışı ortaya çıktı ve bu anlayış, Bolşevik
fikirlerin tercih edilmesi için gerekli zemini teşkil etti. Halk, sadece
dışişleri konusunda “ağabey”inin[12] izinden gitmek gerektiğini düşünmekle
kalmıyor, aynı zamanda onun kültür alanında da attığı adımları atmak istiyordu.
“Şark Mefkuresi”[13] adı altında yüzünü Batı’ya dönmüş olan Türkiye’nin yüz yıllık
yolculuğuna giderek daha fazla insan destek sunuyordu.
Bu yönelime kani
olan isimlerden biri de maliye bakanı Hakkı Behiç’ti. Marksist felsefeyi tüm
yönleriyle incelemiş olan Behiç, yeni Türk devleti için hazırlanacak anayasa
konusunda bizzat Sovyetler’den ödünç alınmış fikirler öne sürüyordu. Behiç,
Mayıs 1920’de köylülerden oluşan “Yeşil Ordu” isminde bir parti kurdu. Bu partinin
ülke insanına sunduğu politik fikirler, komünizmden hiç de uzak değildi.[14] O
dönemde komünizmle kurulan yakın ilişki öyle ileri gitti ki Komünist Enternasyonal’in
önemli ajanlarından olan Ziynetullah Neşirvanof, Ankara hükümetinin emriyle
basın dairesinde memur yapıldı.[15]
Tüm bu gelişmeler
karşısında Mustafa Kemal, ortaya çıkan tehlikeye hiçbir vakit gözünü kapamadı.
Mustafa Kemal, komünist tehlikeyi savuşturmak adına homeopatik tedaviye, yani
hastalığa yol açan virüs veya bakteri türü şeyleri gerisin geri tekrar bedene
zerk ederek iyileştirmeyi öngören tedavi yöntemine başvurarak, dostu Dr. Tevfik
Rüştü’den Mayıs 1920’de Resmi Komünist Fırkası’nı kurmasını istedi. Bu parti,
Üçüncü Enternasyonal zemininde durduğunu[16], ama İslam’ın ilkelerini kabul ettiğini,
bu ilkelerin sosyalizmin ilkelerini içerdiğini, bunun da komünizmin esasında
dinî ve ahlakî bir fazilet olduğunu ispatladığını söyledi. Devamında parti,
yaptığı çağrıda şu değerlendirmeyi dile getirdi:
“Türk halkı, komünistlerin tüm programını dinî
sebeplere bağlı olarak kabul edemez. Bunun için uzun bir hazırlık sürecine
ihtiyaç vardır. Bu dönemde programın kabulü zararlı olacaktır, zira asker, bir
anavatan olmadığını öğrendiği vakit, onu artık savunmayacak, eşitliği duyduğu
vakit, artık otoritelere itaat etmeyecektir. […] Sovyet Cumhuriyeti bilmelidir
ki bugün ülkede izinsiz çalışan tüm ajitatörlere karşı harekete geçilecektir. […]
Bizim komünist teşkilâtımız, Allah’ın inayetiyle kurulmuştur. Biz, komünizmi
kurmak için kanlı bir devrime ihtiyaç olduğunu söyleyen görüşü reddediyoruz. Tüm
insanlığın mutluluğu ve huzuru denilen o yüce ülküye ulaşmak istiyorsak, bu
yola başvuramayız.[17] Bugün asıl arzulanan, ilerici bir gelişmedir. Biz,
kararsız olanları makul olmaya çağırıyoruz. […] Muhammed’in dini, zaten
komünizmdir. Bizim partimiz, Rusya Komünist Partisi’nin programını ideal program
olarak görüyoruz, ama bir yandan da bu programın kusursuz bir biçimde sadece
Rusya’da yürürlüğe konulabileceğini biliyoruz.”[18]
20 Ekim 1920 günü
Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde Mahmud Esad[18a] imzalı “Yeşil Elma” başlıklı
bir makale yayımlandı. Büyük ilgi gören yazıda şunlar söyleniyordu:
“Ülkemizdeki birçok insanın kanaatinin aksine
ben, Rus Bolşevizminin sözüne karşı çıkıyorum. Türkiye Rusya değildir! Türkiye,
körü körüne taklit yüzünden zaten çok çile çekti. Örneğin devrimci Fransa,
sunduğu örneklikle, ülkenin ruhuyla örtüşmeyen reformlar üzerinden çok zarar
verdi. Bugün Rusya, Marx’ın sunduğu öğretilerden birçok şey almalıdır. Türk komünizmi,
sadece halkın refahı için gerekli bir araç olarak kullanılabilir. […] Komünizm,
milli olmalıdır. Komünizmden farklı olarak milliyetçilik değişmez. Komünizm,
Türkiye’ye ait bir ülkü değildir, o, sadece amaca ulaşmak için gerekli bir
araçtır. Bizim ülkümüz, Türk milletinin birliğidir, yani ‘kızıl elma’dır.”
29 Eylül 1920
günü Yeşil Ordu’nun dağıtıldığı dönemde Mustafa Kemal’in kurdurduğu resmi
komünist partisi, Moskova’da komünizmin komik bir taklidi olarak görüldü.[19] V.
Kryazin şu tespiti yapıyordu:
“Bu parti eski ittihatçılardan[19a], büyük iş
adamlarından, sanayicilerden ve kısa süre önce Türkiye’de tarımda ve ekonomide
sorun olmadığını söylemiş olan Tanin gazetesi yayın yönetmeni Muhiddin[20]
gibi gazetecilerden oluşuyordu. Milliyetçilerden ve komünistlerden oluşan bu
karışım, cephede ve ülke içinde belirli bir güç elde edilene dek faaliyetlerine
devam etti. Sonra bu isimler, fırsatını bulup dünün dostlarından kurtulmak istediler.”[21]
Yeşil Ordu’nun
dağılması sonrası, başında Şeyh Servet gibi isimlerin bulunduğu örgütün sol
kanadı, illegal TKP ile birleşti ve bu parti, Türkiye Halk Komünist Partisi ismini
aldı. Hükümet, Aralık 1920’de bu partiyi tanıdı. Bu birleşme sonrası her ne
kadar Bolşevik şarap şişesinin için bolca küçük burjuva su doldurulsa da yeni
parti üç hafta sonra ilk darbeyi yedi.[22] Parti, içişleri bakanlığı seçiminde
Tokat milletvekili Nâzım Bey’i bakan seçtirme hayali kurarken Çerkes Ethem’in
ihanetiyle yüzleşti. Ethem, Bakû’de Mustafa Suphi’nin kurduğu TKP’nin[22a] merkezî
yayın organına atıfla kurulan gazetenin başındaki isim olan Arif Oruç’un
içişleri bakanı olmasını istedi. Eskişehir’de faaliyet yürüten Yeni Dünya
gazetesi o dönemde Doğu’da doğan güneşin Anadolu’yu aydınlatmasını ve Bolşevizmin
insanî esaslarını uygulamaları için işçilere ve köylülere, özelde demiryolu
işçilerine grev çağrısında bulundu.[23] Bu yazı üzerine gazete bürosu 2 Ocak
1921 günü tahrip edildi.[24]
16 Ocak gününden
beri Ankara’da yayımlanmakta olan Emek gazetesi ise daha da talihsizdi. Oysa
gazete, başlarda hükümetin saldırısına hiç maruz kalmamıştı. Bir sayısında
yayın kurulu elinden çıkan ve komünizmin ilkelerini ele alan, gazetenin Kur’an
ile çelişmediğini söyleyen makale, Büyük Millet Meclisi’nde hararetli
tartışmalara sebep oldu. Bazı milletvekilleri, makalenin yazarının asılmasını
istediler. Şeriat Vekili Mustafa Fehmi’nin ağzından çıkan ve tüm Anadolu
gazetelerinde yayımlanan fetvada, “Kur’an’la çelişen tehlikeli ve uydurma
hareketin İslam hukukunun tanıdığı özel mülkiyeti ve miras hakkını ortadan
kaldırmayı amaçladığı için ona karşı çıkılması” gerektiğinden söz edilmekteydi.
Buna rağmen Emek gazetesi faaliyetlerine devam etti. Örneğin ikinci
sayısında Türkiye’de ilk kez çevrilen Komünist Manifesto’nun tam hâline
yer verildi. Gazete, ayrıca cesurca bir adım attı. Yayın yönetmeni Abdülkadir,
Bulgaristan’da yayımlanmakta olan Ziya isimli komünist gazetesinde çıkmış
bir makaleyi Emek’te yayımladı. Orada şu söylenmekteydi:
“Kemal, Anadolu’nun mutlak idarecisidir. O
muzaffer olduğunda köylülerin durumu iyileşecek mi? Kemal, Anadolu halkını
mutlu etmeyecek (bu ifade özgün hâlinde koyu harflerle verilmiş). Türk’ün
açlıktan geberdiği günlerde onun için Türk sınırlarının uzun ya da kısa
olmasının bir önemi yok. Halkı kapitalizmin zulmünden sadece toplumsal devrim
kurtarabilir. Bu sebeple, Yunan emperyalizmine karşı verilen savaşın sona
ermesinden hemen sonra iç savaş başlayacaktır.”[25] (Bu ifade de koyu harflerle
verilmiş.)
Bu yazı, Moskova’yla
imzalanmış dostluk anlaşmasının sınırlarını aşan bir yazıydı. Yazı üzerine 9 Mayıs
1921 günü Ankara’da İstiklâl Mahkemesi’nde görülen davada, hareketin en önemli
ajitatörlerinden olan Nâzım, Salih Zeki ve Ziynetullah Neşirvanof, yıkıcı
faaliyetleri sebebiyle 15 yıla mahkûm edildi.[26]
Öte yandan 29
Kasım 1920 günü Çiçerin’e gönderdiği Mustafa Kemal, “Rus milletinin insan
ırkının kurtuluşu için iki yıldır yaptığı fedakârlıkların büyüklüğü”ne dair
hayranlığını ifade ediyor[27], ama ülke içerisinde komünistlerin çevirdikleri
oyunlara son vermenin zaruri olduğunu söylüyordu.
Bu düzlemde, Mustafa
Kemal, “muazzam bir enerjiye sahip bir subay” olarak gördüğü General Fevzi Paşa’yı[28],
24 Ocak 1921 günü hükümetin başına getirdi. O dönemde Bakû’de yürüttüğü
faaliyetlerini Anadolu’ya taşımak isteyen Mustafa Suphi, iç siyasetin hızla,
keskin bir biçimde sağa döndüğü sürecin kurbanı oldu.
Kars’ta, birlikte
seyahat ettiği, başında Mdivani’nin bulunduğu heyet, Kâzım Karabekir Paşa
tarafından çok iyi karşılandı, fakat Erzurum’da Suphi halkın öfkesiyle
karşılaştı. Dış politikada Rusya’yla kurulan dostluk ilişkisine rağmen halk,
Bolşevizme dair bir şey öğrenmek ve duymak istemiyordu. Erzurum’da faal olan Muhafaza-i
Mukaddesat ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti[29] komünistler aleyhine açıklamalar
yaptı: “Komünistler, dükkânlarımızı kapatıp mallarımıza el koymak için
geldiler. Bunlar Allahsız, hepsini hapse tıkın.” 28/29 Ocak 1921 günü Trabzon
açıklarında, Karadeniz’de 14 yoldaşıyla birlikte katledilmesi sonrası Türk komünistleri
liderlerinden mahrum kaldı.[30]
Hapishanelerin Rus
ve Türk komünistleriyle dolu olduğu dönemin ardından, Sakarya zaferi sonrası
kısa süre uzlaşma evresine geçildi. 29 Eylül 1921 günü hapisten çıkan Halk
Komünist Partisi üyeleri, örgütü yeniden kurmayı düşündüler. Hapisten çıkan
eski milletvekili Nâzım, 18 Mart 1922 günü Emek gazetesine nazaran daha
yumuşak bir dil tercih eden Yeni Hayat isminde haftalık bir gazete
çıkartmaya başladı. Bu sırada Moskova’nın yeni elçisi Aralof, Ankara’da muteber
bir isim olarak karşılansa da, 1920’de komünizme platonik aşk ile bağlı olan
hükümet üyeleri, artık Rusya’ya soğuk bir tavırla yaklaşıyorlardı. En nihayetinde,
12 Temmuz 1922’de Hüseyin Rauf kabinesi komünist propagandayı yasakladı.[31]
Görünüşe göre
Sovyet hükümeti mevcut durumu kabullenmek durumunda kaldı.[32] Türkiye’nin
dünya devrimi için uygun bir saha olmadığını düşünmeye başladı ve Lenin’in ümit
ettiği avantajlardan daha azına razı geldi. Komintern’in yanında, yüksek
mertebelerde olan bir isim olarak Pavloviç de Anadolu’yu başka şekilde ele almaya
başladı. Pavloviç, o dönemde önemli bir öngörüde bulunuyor, “Kemal’in Türkiye’sinin
bizim sadık ve güvenilir bir müttefikimiz olabileceğini artık kimse düşünmüyor.
Türkiye ile kurulan ittifak, ancak geçici bir nitelik arz edebilir” diyordu.[33]
Gotthard
Jaschke
1938
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Stalin’e göre “Leninizm Marx’ın düşüncesiyle alakalı her şeyi, aynı zamanda
Lenin’in Marksizm hazinesine kattığı yeni düşünceleri içeriyor.” [Probleme
des Leninismus, 4. Baskı, Viyana I931, s. 292]
[2] Gregor
Alexinsky, The Quarterly Review, Cilt. 239, s. 183, M. N. Boucharine: L'tconomie
de la Periode Transitoire içinde.
[3] Sovyet
Anayasası Sayı 17, Madde 243.
[4] “28./29 Ocak
1921” başlıklı bildiri. Bkz.: WI, Cilt. I6, s. 23). Osmanlı’nın Moskova elçisi
Galib Kemali, ilgili makamlara Mustafa Kemal konusunda üç kez şikâyette bulunmuş.
Bkz.: Bildiri, s. 54.
[5] M. Soko'skij,
Skizzen über die gegenwärtige Türkei, Tiflis 1923.
[6] Der
Weltbolschewismus, 2. Baskı, Berlin 1937, s. 499.
[7] Manatof, 1920
güzünde Bakû’ye geri dönüyor. Bkz.: Bildiri, s. 11.
[7a] Türk
kurtuluş savaşında bir yedek güç olarak dinin sahip olduğu önem konusunda bkz.:
Kurtuluş Savaşı, WI, Cilt. I8, s. 54 ve devamı.
[8] Bu konunun
ayrıntıları için bkz.: Halide Edip, The Turkish Ordeal, s. I70 ve
devamı. Arabistan’daki propaganda faaliyetleri konusunda bkz.: WI, Cilt 13, s.
III ve devamı.
[9] Söylendiğine
göre Mustafa Kemal, Sovyet hükümetiyle ilişki kurmak için Rusya Komünist Partisi
merkeziyle ve Mustafa Suphi’yle temas kuruyor. [Flugschrift, a.g.e., s.
57]
[10] Muhtemelen
bu sözü Enver Paşa Zinovyef’e söylüyor [E. Hurwicz, Die Orientpolitik der
Dritten Internationale, s. 36, ayrıca Almanach des Verlages der Kom.
Intern., Hamburg 1921, s. 56]
[11] Mustafa
Kemal Rusya’dan silâh yardımı alınmasına karşı çıkıyordu, ama gene de alınacağı
konusunda dedikoduların yayılmasına da izin veriyordu.
[12] Basında
sıklıkla Bolşevik ifadelere ve açıklamalara yer veriliyordu. [Leonidu A.
Friedrich, Angora, Berlin 1923, s. 38]
[13] Türk
milliyetçiliği bağlamında yüzlerin Doğu’ya dönülmesini öneren isimlerden biri
de Ziya Gökalp’ti.
[14] Halide Edib,
a.g.e.; M. Kemal, Die nationale Revolution, s. 30 ve devamı.
[15] Bkz.: 29 Eylül
1921 tarihli kanun.
[16] 1921
başlarında Tevfik Rüştü partisinin Komintern’e kabul edilmesi için başvuruda
bile bulundu. [WI, Cilt. I6, s. 37, 39]
[17] Halk Partisi’nin
resmi çağrısı şu şekildeydi: “Yurtta sulh cihanda sulh”.
[18] Kaynak: WI,
Cilt. I6, s. 30, 39.
[18a] Mahmud Esad
Bozkurt sonrasında adalet bakanı oldu.
[19] Konuyla
ilgili olarak metnin aşağıdaki kısmına bakılabilir.
[19a] İttihat ve
Terakki Komitesi üyeleri.
[20] Burada,
bugünlerde İstanbul’da Son Posta isminde bir gazete çıkartan Muhiddin Birgen’den
bahsediliyor.
[21] Novyf
Vostok, III, s. 35 ve devamı.
[22] Echo de
l'Islam (Paris), Sayı. 23, 1 Mart 1921.
[22a] Parti 27
Mayıs 1920’de faaliyetlerine başladı, ama 1918 başlarında Moskova’da kuruldu. Seit
27. Mai I920 (gegründet in Moskau Anfang 1918); Bakû aynı zamanda TKP’nin
illegal olduğu dönemde merkez bürosunun bulunduğu yerdi. 10 Eylül 1920’de
düzenlenen ilk kongresinde partinin programı ve tüzüğü burada kabul edildi. Kongre,
Birinci Doğu Halkları Kurultayı’nın hemen ardından düzenlendi.
[23] Cumhuriyet
(İstanbul), Sayı. 2593, 27 Temmuz 1931.
[24] Aşağıdaki kısma
bakınız.
[25] Novyj
Vostok, II, s. 643 ve devamı.
[26] 29 Eylül
1921 tarihli 155 sayılı kanun.
[27] Kimi
çevrelerde şaşkınlığa sebep olan açıklamanın tarihi önemli. Bu açıklama, Ermenilerin
Sovyetler’e yönelik siyasetine indirilmiş en ağır darbeyi ifade eden Gümrü
Anlaşması’ndan üç gün önce yapılıyor.
[28] Bugünkü
genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak.
[29] Müdafaa-i
Hukuku Milliye ve Muhafazai Mukaddesat Cemiyeti. Burada “mukaddesat”tan kasıt
muhtemelen, Erzurum Kongresi’nde korunmasına yönelik çağrıda bulunulan hilafet.
[30] Flugschrift,
a.g.e. Ayrıca Pavloviç (Vetman), Die Türkei im Kampfe um ihre
Unabhangigkeit içinde, Moskova 1925, s. 104 ve devamı.
[31] Aşağıdaki
kısma bakınız.
[32] Ama bu süreç
tabii ki sessiz işlemedi. [Bkz.: Der Weltbolschewismus, s. 500 ve
devamı.]
[33] M. Pavlovic: Die Fragen der National und Kolonialpolitik der III. Internationale, Moskova I920, aktaran: Elias Hurwicz, Die Orientpolitik der Dritten Internationale, s. 70. Moskova’yla gerçek manada dost olanların komünizme düşman olması mümkün değildi. [Bkz.: WI, Cilt. 16, s. 36, 38, 78]; Komintern İcra Komitesi’nin 25 Eylül 1922 tarihli bir çağrısında şu söylenmekteydi: “Bugün Türkiye’de mevcut olan işçi ve köylüleri değil, subayları ve aydınları temel alan hükümet, bizim ideallerimizle örtüşmüyor. Fakat Türk milletinin ilerleme kaydetmesi durumunda Osmanlı işçi sınıfının bu hükümetle girişeceği düello başlama imkânı bulacak.” [Kızıl Şark, Moskova, Sayı. 1]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder